12 Temmuz 2015 Pazar

Benzetme

Edebî Sanatlar 

Mecaza Dayalı Söz Sanatı
Teşbih (Benzetme)

 Benzetme sözü daha etkili bir duruma getirmek için aralarında türlü yönlerden ilgi bulunan iki şeyden, benzerlik bakımından güçsüz durumda olanı nitelikçe daha üstün olana benzetmektir. 

Teşbih bir mecaz sanatı değildir. Sadece şiirde değil düz yazıda hatta konuşma dilinde bile çok kullanılır.

Benzetmede, benzeyen sözcük gerçek anlamda, benzetilen sözcükse mecaz anlamdadır.

Tam bir benzetmede benzeyen, benzetilen, benzetme yönü ve benzetme edatı ( ilgeci ) olmak üzere dört öğe vardır. Ancak benzetmenin gerçekleşebilmesi için yalnızca benzeyen ve benzetilenin kullanılması yeterlidir.

Teşbih, aslında bir karşılaştırma sanatıdır. Teşbihin, teşbih olabilmesi için karşılaştırılan iki nesne ya da kavramın bir benzetme yönünde birleşmesi gerekmektedir. Aralarında ortak özellik olmayan nesne ya da kavramlar karşılaştırılsa bile teşbih sanatı (benzetme) meydana gelmez.


“Teşbih heyecana bağlı bir sanattır, bir mecaz sanatı değildir. Çünkü sözcükler gerçek anlamlarında kullanılır. Sanatkâr kendisini etkileyen bir olay veya varlık karşısında heyecanlanır, bu heyecânını
daha kuvvetli ve tesirli anlatabilmek için, o ruh halini okuyucuda daha iyi canlandırabilecek benzetmeler yapma yoluna gider. İşte bu ruhî faaliyet sonucu teşbih sanatı meydana gelir.

Teşbihten umulan başlıca yarar, anlatımı somut hale getirmek ve iletilmek istenilen düşünce ve duyguyu dinleyiciye etkili şekilde sunmaktır. Aslında benzetme, dilin tabii bir fonksiyonudur. Bir kısmı dilde yerleşmiş bir şekilde bulunur. Dolayısıyla benzetmeler her zaman zorunlu olarak sanat değeri olan bir beceriyi ve hüneri yansıtmazlar. Ancak şahsî bir tasarrufu yansıtan etkileyici ve doğru benzetmeler sanatla ilişkilendirilebilir.”(Dr. Mehmet Halil Erzen)

*

Bir teşbihte dört öğe bulunur:

  1. Benzetilen (müşebbehün-bin): Kendisine benzetilen, birbirine benzetilen nesne ya da kavramlardan nitelikçe daha güçlü, daha üstün olan (Örnek: Adam tilki gibi kurnaz.)
  2. Benzeyen (müşebbeh): Birbirine benzetilen nesne ya da kavramlardan nitelikçe daha güçsüz/ zayıf olan. (Örnek: Adam tilki gibi kurnaz.)
  3. Benzetme yönü (vech-i şebeh): Birbirlerine benzetilen nesne ve kavramlar arasındaki ortak nitelik (Örnek: Adam tilki gibi kurnaz.)
  4. Benzetme edatı / ilgeci (edat-ı teşbih): Nesne ve kavramlar arasında benzetme ilgisi kuran ilgeç ya da ilgeç işlevi gören sözcük.(Örnek: Adam tilki gibi kurnaz.)


Örnek: "Yol yılan gibi kıvrılıyor" dendiğinde, "yol" benzeyen, "yılan" kendisine benzetilen, "kıvrılıyor" benzetme yönü, "gibi" ise benzetme edatıdır.

Örnek: "Kız tavşan gibi koşuyor" dendiğinde, "kız" benzeyen, "tavşan" kendisine benzetilen, "koşuyor" benzetme yönü", "gibi" ise benzetme edatıdır.

           Yukarıda da yazıldığı üzere Teşbihin benzeyen, kendisine benzetilen (benzetmelik), benzetme yönü ve benzetme edatı olmak üzere dört öğesi vardır.

          Bunlardan ilk ikisi “temel öğeler”, diğer ikisi “yardımcı öğeler” olarak adlandırılır.

          İki varlık arasında kurulan benzerlik ilişkisinin teşbih adını alması, temel öğelerin ikisinin de kullanılmasına bağlıdır. Yardımcı öğeler ise bazen kullanılır, bazen kullanılmaz.


http://www.edebiyatogretmeni.com/edebi-sanatlar/tesbih-benzetme-sanati
        Eviniz kutu gibi küçücük bir evdi.”

        B (Benzeyen): Asıl sözü edilen (Eviniz)
        KB (Kendisine Benzetilen): Ortak özellikçe güçlü olan 
(Kutu)
        BY (Benzetme Yönü): Benzetmeye neden olan ortak özellik 
(Küçüçük)
        BE (Benzetme Edatı): Karşılaştırma ilgisi kuran “gibi, kadar, sanki, misâli, tıpkı, andırır, benzer… “sözcükleri, “gibi” edatının anlamını veren “-sı, -mışçesine, -leyin…” ekleri 
(Gibi)

teşbih, edebi sanatlar, söz sanatları
http://www.edebiyatogretmeni.com/edebi-sanatlar/tesbih-benzetme-sanati
           *

       Teşbih, bu öğelerden bir ya da birkaçının kullanılıp kullanılmamasına göre dörde ayrılır:

                 1.Ayrıntılı /Tam benzetme / (Teşbih-i mufassal): dört öğenin de bulunduğu teşbih.

Örneğin, "Ahmet aslan gibi güçlüdür".

Tam bir benzetmede bu dört unsur bulunur. Bu dört unsurun da bulunduğu benzetmelere ayrıntılı (mufassal) benzetme denir.

http://www.erguven.net/test/Tam-Tesbih-Tam-Benzetme-Ozellikleri219


Dalgalardan gemimiz martı gibi oynaktır şimdi.
dizesinde benzetmenin dört unsurunu da görüyoruz:

Benzeyen: gemi
Kendisine benzetilen: martı
Benzetme yönü: oynak olması (dalgaların etkisi ile hareketli olması)
Benzetme edatı: gibi


“Yolcuyum bir kuru yaprak misali
Rüzgârın önüne atılmışam ben”

Bu dizelerde de tam bir benzetme söz konusudur.

Benzeyen: ben
Kendisine benzetilen: kuru yaprak
Benzetme yönü: rüzgârın önüne atılmak
Benzetme edatı: misali

"Âh bu türküler, köy türküleri Ana sütü gibi candan Ana sütü gibi temiz"
(B. Rahmi Eyüboğlu)

Yukarıdaki benzetmede dört öğe vardır:
a) Kendisine Benzetilen : Ana sütü 
b) Benzeyen: Köy türküleri    
c) Benzetme Edatı: Gibi
d) Benzetme Yönü: Candan, temiz


     Güneş bir anne gibi durur başucunda.

     Benzeyen: Güneş
     Kendisine Benzetilen: Anne
     Benzetme edatı: Gibi
     Benzetme yönü: Durur


           2.Kısaltılmış benzetme / Muhtasar benzetme (Teşbih-i mücmel): benzetme yönü bulunmayan teşbih. Örneğin, "Ahmet aslan gibidir" (burada "güçlülük" vurgulanmamıştır).

Kardeşi tıpkı tilkidir, ondan kendini sakın.” cümlesinde kısaltılmış benzetme vardır. Bu cümlede benzetme yönü söylenmemiştir.

Benzeyen: kardeşi
Kendisine benzetilen: tilki
Benzetme yönü: (yok)
Benzetme edatı: tıpkı

      Kısaltılmış Teşbih benzetme yönü söylenmeyerek kısaltılan teşbihtir. Okuyucu, ortak özelliği, kendisine benzetilenin çağrıştırdığı özelliklerden çıkarabiliyorsa benzetme yönü verilmeyebilir. Örneğin, “altın gibi başaklar” dendiğinde başakların sapsarı olmaları yönüyle altına benzetildiği, altının özelliklerinden anlaşılır.

        Kimi benzetmelerde “Sen Türkiye gibi aydınlık ve güzelsin “örneğinde olduğu gibi, benzetme yönünü veren “aydınlık ve güzel” sözü olmazsa, benzetme yönü belirsizleşir.

      Tenin buğdaysı, boyun bir başak kadardı


(Bu dizedeki ilk teşbihte “-sı” eki “gibi” edatının anlamını karşıladığından benzetme edatı işlevindedir ve ten, buğdaya esmerlik bakımından benzetilmiştir. İkinci teşbihte ise boy, uzunluğu bakımından başağa benzetilmiştir.)

        3.Pekiştirilmiş benzetme / (Teşbih-i müekked): benzetme ilgeci bulunmayan teşbih. Örneğin, "Ahmet kuvvetli aslandır" (bu teşbihte "gibi" ilgeci kullanılmamış).

Ahmet kurnazlıkta tilkidir.

 Yollar köyleri saran eskimiş çerçeveler.  (S. Esat Siyavuşgil)

       4.Yalın benzetme / teşbih-i beliğ (güzel benzetme): benzetme yönü ve benzetme ilgeci bulunmayan teşbih. Örneğin, "Aslan Ahmet".

“Nedendir de kömür gözlüm nedendir
Şu geceki benim uyumadığım
Çetin derler ayrılığın derdini
Ayrılık derdine doyamadığım”

Bu dörtlükte “kömür gözlüm” sözleriyle teşbih-i beliğ yapılmıştır. Gözler renk bakımından kömüre benzetilmiş; ama benzetme yönü ile benzetme edatı, söylenmemiştir.

Benzeyen: göz
Kendisine benzetilen: kömür
Benzetme yönü: (yok)
Benzetme edatı: (yok)

Yüce dağ başında olur sayrılık
Sen düşürdün gül benzime sarılık “

Bu dizelerde “beniz”, “gül” e benzetilerek teşbih-i beliğ yapılmıştır.



http://www.erguven.net/test/Tesbihi-Belig-Guzel-Benzetme-Ile-Ilgili-Ornek555




“Mehtap kemer taze belinde
Üstünde sema gizli bir örtü
Yıldızlar onun güldür elinde”

Bu dizelerde ise “mehtap”, “kemer’e; “sema”, “örtü”ye; “yıldızlar” ise “gül”e benzetilerek teşbih-i beliğ yapılmıştır.


“Geçen her saat, her geçen saniye
Göl altın güğümdür coşan maviye”

dizelerinde göl “altın güğüme” benzetilerek teşbih yapılmıştır.

     
“Teşbih-i beliğ, öğe sayısına göre sıraladığımız teşbihlerin en tesirlisi ve en makbul görülenidir. Çünkü unsurlar azaldıkça anlam daha da kuvvetlenir.

Beliğ teşbihler, Batı retoriğine göre metafordurlar. Benzetme niyeti olmayan beliğ teşbihlerde anlam aktarımı bütünüyle gerçekleşir. Bu tür benzetmelerin çoğunda benzeyenle benzetilen tamlama şeklinde, bazılarında ise ayrı ayrı ifade edilir.


“Bir teşbihin beliğ vasfını alması için –Türkçe belâgat kitaplarında zikredilmeyen- bir şart daha vardır; o da teşbihin vech-i şebeh yani benzeyiş yönünden baîd-i garîb olmasıdır. Baîd-i garîb olma birbirine benzetilen iki unsurun hangi açıdan benzetildiğinin hemen ve kolayca anlaşılmamasıdır. Bu aynı zamanda orijinal olmayı da ifade eder.”(Dr. Mehmet Halil Erzen)

*
Benzeyen ve Kendisine benzetilenin Kullanılışına göre
teşbih çeşitleri:

            1.Yaygın Benzetme (Teşbih-İ Temsîlî): Benzetilenle benzeyen arasındaki birden çok özelliklerin sıralanmasıyla yapılan benzetmedir.

     “Bu benzetmede benzeyenin çeşitli özellikleri kendisine benzetilen üzerinde toplanarak kuvvetli bir şekilde ifade edilir. Önce taraflar arasındaki benzetme yönleri sıralanır, en sonra da temel unsur açıklanır. Yani benzeyiş yönü ayrıştırılamayacak şekilde birden çok unsurdan meydana gelir.” Başka deyişle temsilî teşbihte her iki öğenin, ortak benzerlikleri anlatıldıktan sonra , manzumenin en sonunda ilgili olan temel öğe açıklanır. Aşağıdaki örnekte görüldüğü gibi Namık Kemal’in Nevha adlı şiirinde vatan bir sevgiliye benzetilmiştir. Benzeyen unsur olan vatan söylenmeyip  şiirin başından itibaren kendisine benzetilen unsur olan sevgilinin çeşitli özellikleri sıralanmıştır. Vatan şiirin en sonunda söylenmiştir.

Nevha I

Feminin rengi aks edip tenine
Yeni açmış güle misâl olmuş
İn’itâf ile bak ne al olmuş,
Serv-i sîmîn safâlı gerdenine
O letâfetle ol nihâl-i revân
Giriyor göz yumunca rüyâma
Benziyor, aynı kendi hülyâma,
Bu tasavvur dokundu sevdâma
Âh böyle gezer mi hîç cânân?...
Gül değil arkasında kanlı kefen...
Sen misin, sen misin garîb vatan?...

Namık Kemal
*
Aşağıdaki örnekte de “vatan” bir çınara benzetilmiştir.

ÇINAR

Hani bir gün seninle Topkapı’dan
Geliyorduk; yol üstü bir meydan
Bir çınar gördük; Enli, boylu, vakur
Bir ağaç; hiç eğilmemiş, mağrur
Koca bir gövde, belki altı asır
Belki ondan da fazla dalgın, ağır
Kaygısız bir ömür sürüp gelmiş;
Öyle serpilmiş, öyle yükselmiş,


Tevfik Fikret

*

Orhan Seyfi Orhon‘a ait aşağıdaki “Kar” adlı şiirde kış, şairin kapısını çalan bir yabancıya benzetilmiş ve kışa ait özellikler, bu yabancının kişiliğinde toplanmıştır.

KAR

Dışarıda yorgun adımlar… Çalındı sonra kapım:
“Acep gelen, bu zaman kim?” dedim, gidip açtım.
Görünce kalbimi oynattı bir küçük titreyiş Garip
çehreli, ağırbaşlı bir derviş. Elinde buzdan
asa, koltuğunda bir ney var. Omuzlarında uzun,
bembeyaz uzun saçlar… Ne var, dedim, nereden
geldin ihtiyar, ne adın? Neden bu korkulu yollarda
böyle geç kaldın? – Uzak, uzak dedi meçhul
uzak ufuklardan Sürüklüyor beni ruhumda
duyduğum hicran. Kutupların geçerek buzdan
denizlerini Ümidimin her tarafta aradım izlerini
Yabancı yolların üstünde ağladım, koştum. Bahar
âşığıyım, kıştır ismim ey dostum.

Orhan Seyfi Orhon

Benzeyen: Kış
Kendisine benzetilen: Yabancı kişi
Benzetme yönü: Yorgun adımlarla gelmek, elinde buzdan asa olmak, omuzlarında uzun ve bembeyaz saçları olmak, ihtiyarlık, kutupların buzdan denizlerini geçerek uzaklardan gelmek, bahar âşığı olmak.



“Temsîlî teşbihlerde benzeyen ve kendisine benzetilenin mürekkeb, yani birden fazla unsurun oluşturduğu bir heyetten, bir tasavvurdan teşekkül ettiğini de görürüz. Dolayısıyla temsilî teşbihler, mürekkeb teşbihtir. Kısacası burada belirleyici olan benzetme yönüdür. Benzetme yönü hemen göze çarpacak nitelikte ise orada temsilî teşbih yoktur, karmaşık bir yapı ise yani benzetme yönünü yoruma bağlı bulabiliyorsak orada temsîlî teşbih vardır demektir.

Bilindiği üzere temsilî teşbihlerde bir düşünce veya duygu başka bir ibâreyle desteklenip bir iddia kanıtlanma yoluna gidilebilir. 

Kimi zaman fikre destek ve kanıt olarak sunulan ibâre bir darb-ı mesel olabilir. İşte böylesi durumlar için kullanılan ve genellikle darb-ı mesel özelliği taşıyan bu ibareler temsilî teşbihi oluşturur. 

Karamanlı Nizami Divanı’nda tespit ettiğimiz temsilî teşbih örnekleri daha çok bu özelliktedir:

 Dil ham-ı zülfüñde vasl ister niçün olmaz kabûl
 Çün şeb-i Kadr içre dirler müstecâb olur du‘â

Sevgilinin zülüflerinin kıvrımında asılı olan âşık, vuslatı arzularken bu gerçekleşememektedir. Bu durum karşısında şair, halk içinde çok kullanılan ve dinî bir dayanağı da bulunan Kadir gecesi duaların kabul olunduğu inancına iktibasta bulunup bir temsilî teşbih örneği sunmaktadır. Dikkat edilecek olursa sevgilinin saçları ve Kadir Gecesi arasında bir benzetme oluşturulmak istenmekte, ancak benzetme yönü açık ve herkesçe anlaşılabilecek bir durum  sergilememektedir.

Sögdügüñce çıkmadı dilden hayâli zülfüñüñ

 Gerçi dirler yahşı söz ile yılan inden çıkar”


2.Teselsülî Teşbih/ Zincirleme Şeşbih, (Teşbih-i Cem‘ / Toplu Benzetme):

Benzeyenin bir yönü için, birden fazla kendisine benzetilen bulunarak yapılan benzetmedir.  Yani bir benzeyene karşılık birden fazla kendisine benzetilenin olduğu teşbihtir.

 Ne yoldur ‘ışkuñuñ yolı ki anda
 Gam u derd ü belâ vü ğussadur zâd

Âşığı sevgiliye götürecek yol tehlike ve zorluklarla dolu çetin bir yoldur.

Şair de beyitte bu yolun zorluğundan dem vurmaktadır. Sevgilinin aşkının yolu öyle bir yoldur ki o yolda âşığın azığı bile gam, dert, belâ ve kederdir.

Beyitte azık benzeyeni, birden fazla olan gam, dert, bela ve gussa benzetilenleriyle beraber teselsülî bir teşbih oluşturmuştur.

Benzeyen: Zâd
Kendisine benzetilen: Gam u derd ü belâ vü ğussa

...

Söyle ey kilk-i suhan-ver bülbül-i gûya gibi
Böyle hâmûş olma nakş-ı gonce-i zîbâ gibi

           (Ey sözcü kalem konuşan bülbül gibi söyle
            Süslü bir gonca nakışı gibi böyle suskun olma)

Oldu mu yoksa meğer tanbûr-veş târın şikest
Lüknetin mi var zebânında yahud bebgâ gibi

           (Yoksa tanbur gibi tellerin mi koptu?
           Yoksa senin dilinde papağan gibi pelteklik mi var?)

1. mısra: Kalemi bülbüle benzetmiştir.
2. mısra: Kalemi süslü gonca nakışına benzetmiştir.
3. mısra: Kalemi teli kopuk tanbura benzetmiştir.
4. mısra: Kalemi papağana benzetmiştir.




3.Tesviyeli Teşbih (Düzenlenmiş Benzetme):

 Teselsülî teşbihin tam tersi olan bu benzetmelerde benzeyen birden fazla iken kendisine benzetilen bir tanedir.

 Ey Mushaf-ı cemâlüñe nûr u ziyâ varak
 Vey şâm-ı zülf ü hattuña şems ü kamer çerâg

                      (Kur’an gibi mükemmel olan sevgilinin yüzüne nûr ve ışık sahife iken akşam gibi olan                           zülüf ve hattına da güneş ve ay mumdur.)

Teselsülî teşbihin aksine şair bu defa birden fazla benzeyene karşılık bir tane kendisine benzetilen kullanarak tesviyeli teşbih örneği

Benzeyen: nûr u ziyâ / şems ü kamer
Kendisine benzetilen: varak / çerâğ


4.Melfûf Teşbih (Dürülmüş / Bir araya toplanılmış Benzetme):

 Benzeyen ve kendisine benzetilenlerin birden çok olduğu benzetmelerdir. Önce benzeyenler hep beraber söylenir, daha sonra ise kendisine benzetilenler yine hep beraber söylenir. Bazen bunun tam tersi de olabilir.

 Göñül zülf ü dehânun dâl u mîmin
 Kaçan kim görse aydur dem bu demdür

Şair, bu beyitte divan şiirinde sık kullanılan harfe dayalı benzetmelerden faydalanarak sevgilinin güzelliğini yüceltmeye çalışmıştır. Önce benzeyen konumundaki zülf ve dehân söylendikten sonra yine hep beraber kendisine benzetilenler, dal ve mim harfleri zikredilmiş, böylece melfûf bir teşbih örneği oluşturulmuştur. Ayrıca şair, bu harflerin yan yana gelişiyle oluşturulan dem sözcüğünü de iki tekrarla ve aynı zamanda tevriyeli kullanarak (zaman/kan) beyti hemahenk hem de mânâ açısından zenginleştirmiştir.

Benzeyen: zülüf / dehân
Kendisine benzetilen:dâl / mîm
...

Gerdan-i billûrun üzre gûyiyâ bir şişede
Sünbül-ü şebbü gül-i terdür o zülf ü hal ü ruh

Gerdan- ı billûr: Billur gerdan
Şebbû: Şebboy
Hal: Ben
Şişe: Cam bir vazo denmek istenmiştir.
Zülf: Saç
Ruh: Yanak

(Billur bir vazoya benzeyen boynun, gerdanının üzerinde sanki bir vazoda duran sünbül, şebboy ve taze güldür senin saçın, benin ve yanağın)

Yukarıdaki örnekte sünbül, şebboy, gül sırasıyla sayılmıştır. Bunlara saç, ben, yanak benzetilmiştir. Saç sünbüle, ben şebboya, yanak taze güle benzetilmiştir. Müşebbehün bihler önce sayılmış, müşebbehler sonra söylenmiştir. Bunun için teşbih-i melfuf vardır.


5. Mefrûk Teşbih (Ayrılmış Benzetme):

 Melfûf teşbihte olduğu gibi birden fazla benzeyen ve kendisine benzetilen olmasına rağmen bunlar bir araya toplanarak söylenmezler. Her benzeyenin yanında kendisine benzetileni yer alır. Yani bir benzeyen ve kendisine benzetilenin söylenmesinden sonra başka bir benzeyenle kendisine benzetilen söylenir.

 Başdan ayağa göz oldı yüzüñi görmek içün
 Ey yüzi gül saçı sünbül boyı ‘ar’ar nergis

         (Yüzü gül, saçı sünbül, boyu ‘ar‘ar olan sevgilinin yüzünü görmek için nergis baştan ayağa göz            kesilmiştir.)

Burada birden fazla olan benzeyen ve kendisine benzetilen yan yana kullanılarak mefrûk teşbih örneği oluşturulmuştur.

Benzeyen: yüz-saç-boy
Kendisine benzetilen: gül-sünbül-‘ar‘ar

...

Meyhâne gülsitândur, peymâne gül-feşândur
Sâki nihâl-i şûhu, mutrib hezâr-ı zârı
                    Namık Kemal
(Meyhane gül bahçesidir, kadeh o bahçenin gül saçıcısıdır. Saki o bahçenin şuh bir fidanıdır. Çalgıcı da o bahçenin inleyen bülbülüdür.)
Yukarıdaki örnekte müşebbehler meyhaneye ait, müşebbehün bih’ler gül bahçesine aittir.


7.Tehekkümî Teşbih veya Teşbih-i Telmihî:

 Birbirine zıt unsurlarla yapılan teşbihtir. “Benzeyenin durumunun mizah, yergi veya latife yollu izâhı gözetilerek aralarında müşterek bir vasıfları olamamasına rağmen müşebbehünbihe benzetilmesi” bu benzetmenin temel özelliğini oluşturur.

Karamanlı Nizâmî’de tehekkümî teşbih örneği :

 La‘l-i hayât-bahşuñ kanum dökerse tañ mı
 Çûn tâli‘ümde olur âb-ı hayât kâtil

Hayât suyuna teşbih olunan dudağın özelliği; âşığın canına can katmaktır. Beyitte ise şair bu özelliğinin zıttı olarak dudağa can alıcı, yani kâtil benzetmesini yapmış; böylelikle de tehekkümî teşbih  örneği oluşturmuştur.

8.Teşbih-i Karîb (Mübtezel Teşbih):

 Çok yaygın, araştırmaya ve zihin yormaya ihtiyaç duymayacak şekilde, yani ilk anda anlaşılacak biçimde kullanılan vech-i şebehlerle oluşturulan benzetmelerdir. Bu tür benzetmeler şairler tarafından çok fazla kullanılmış olmaları yüzünden kişiler üzerinde etkisi azalmış olan benzetmelerdir. Boyun serviye, dişin inciye, dudağın la‘le, kirpiğin temrene, kaşın hilâle… benzetilmesi bu cinsten teşbihlerdir.

Karamanlı Nizâmî divanında çok sayıda mübtezel teşbih tespitetmiş olmakla beraber örnek olarak şu beyitleri sunabiliriz:

 Kaddüñle zülf ü agzuña eyler işâreti
 Kur’ânda her ne yirde elif lâm u mîm ola
...
Sevgilinin bazı fiziksel özelliklerinin Arap alfabesinden çeşitli harflere teşbih edilmesi, divan şairleri tarafından sıklıkla kullanılan alışılmış benzetmelerdendir. Burada da şair boyu elif, zülfü lâm, ağzı ise mîm harfine benzeterek mübtezel teşbih örneği sunmuştur.

Benzeyen: kadd/zülf/ağız
Kendisine benzetilen: elif/lâm/mîm

9.Teşbih-i Ba‘îd / Garîb:

 Vech-i şebehleri orijinal nitelik taşıyan, bunun için özel ilgi ve düşünceyle sezilebilen teşbihlerdir.  Bu benzetme “teşbih-i karîb”e nazaran daha makbul ve orijinal bir özellik taşır. Şair, sıradan ve herkesçe bilinen bir teşbihin dışına çıkmak istediği için bu teşbihi yaparken orijinal hayallere ve güzel bir söyleyişe önem verir. Bu sebeple bu tür benzetmelerde orijinallik ve güzellik ön plandadır.
Ayrıca teşbihin bu türünde, iki önemli unsur arasındaki benzerliğin anlaşılması ciddi bir dikkat gerektirir.

Ol nûr-i İlâhî ki tufûliyyet içinde
 Mihr imiş aña dâye meh imiş aña lâlâ

Çocukken o İlâhî nûra; güneş ana, ay ise bakıcı olmuştur. Güneşin anne, ayın ise bakıcı olarak kullanılması orijinal bir teşbihtir.
Benzeyen: mihr/meh
Kendisine benzetilen: dâye/lâlâ


(Dr. Mehmet Halil Erzen, Karamanlı Nizami Divanında teşbih ve istiare sanatlarının kullanımı, Yüzüncü Yıl Üniversitesi)
*
Komparezon (comparaison, karşılaştırma)

İki öğe (varlık, nesne, durum vb…) arasında benzerlik ilişkisine dayalı olarak yakınlık-uzaklık durumunu belirten bir figürdür. Sentaksiko-semantik olan bu figür belirlenen, işaretlenen iki şey arasındaki benzerliği, farklılığı veya üstünlüğü ifadede ya da yaratmada kullanılır. Böylece benzeyen ve kendisine benzetilen gibi iki temel üzerine kurulan bu figürün karşılaştırma aracı benzetme ve karşılaştırma edatları olur. Bunlar çoğunlukla kadar, gibi, …den daha, nasıl…öyle; ha…ha…, kimi…kimi…, kah…kah…, ister…ister… veya, yahut, veyahut gibi edat ve karşılaştırma sözcükleridir.

“bir kurt nasıl kuşanırsa öyle kar günlerini;
aynalar kuşanıyor aynadaki tenini…”           (ten sonnet’si 247)

“sevinç bulaşıcı bir sayrılık
 gibi tiksinç”                                      (orpheus’a şiirler, 228)

“kimbilir, bir akarsu, ipekten ve kızıllıktan
daha bâkir, öylece, akıyorken o vâdi;”          (bakir sonnet, 273)


Abdulhalim Aydın, Hilmi Yavuz’un Şiirlerinde Söz Sanatları, Sözcük Oyunları ve Şiirsel Figürler (Yanaçlar)

*
Komparezon
(Fr. Comparaison; İng. comparison)

Benzetme, teşbih. Birbirlerine benzeyen iki şeyi birbirine yaklaştırmak; bu şekilde, kızgınlık ile fırtına, bir genç kızla bir gül, bir kahramanla bir aslan, yardımseverlik (charité) ile güneşin canlılık veren sıcaklığı yanyana getirilebilir, bunlar arasında bir ilişki kurulur, bir benzetme yapılır. Bu figürün yarattığı en sıradan etki, ifadeye daha fazla canlılık verir. Buradan hareketle: Melek kadar güzel, yıldırım gibi hızlı, v.b. S. 169

TEŞBİH

Çukurova’da atlar gibi şahlandı gönül (B. Kemal Çağlar; Benden İçeri, s.91)

Deniz, sanki âşığından geçici olarak mahrum
Kalmış bir genç kadındı.
(Tahsin Nahid, Hasta Bir Telde Hasta bir Nağme)


Ali Ak









Test

1. Aşağıdaki cümlelerden hangisinde benzetmenin dört unsuru da vardır?
A) “O altın sarısı saçlarını yeniden okşasam, okşasam”
B) Şimdi o güzelim günleri nasıl özlüyorum bir bilsen!
C) Mehmetçik, cesaret ve kahramanlıkta aslan gibidir.
D) O zeytin gözlere doyamadım, diyerek sızlanıyordu.
E) Oğul, gelecek günler, geçmişten güzel olmayacak.
*
2. Aşağıdaki cümlelerin hangisinde benzetmenin dört unsurundan sadece “benzeyen” ve “benzetilen” kullanılmıştır?
A) Oysa bütün arkadaşlarım o geziye gitmişti.
B) Çok heyecanlandığından elleri titriyordu.
C) Bu adam, tilki gibi kurnaz biridir, dikkat et.
D) Çocuklarına, karısına yıllarca cehennem hayatı yaşattı.
E) Hayatta kalma savaşı veren bir genci anlatıyor, yazar.
*
3. Aşağıdaki dizelerden hangisinde iki öğesi olan bir teşbih (benzetme) vardır?
A)   Sevinçten kanatlıyım,
       Uçan martılar gibi
B)   Kırlar çiçek sergisi
       Sensin gönül nergisi
C)   Zalim senin adın olsun
      Bir vefasız yârin olsun
D)   Gerçek sevgiyi göster
       Can vereyim yoluna
E)   Giden günlerin ardından
       Seni düşündüm dün gece
*
4. (I) Dik, sarp bir doruğa tırmanan bir dağcıyı andırıyor deneme yazarı. (II) Yamaçta ayağını koyacağı bir yer arıyor. (III) Elleriyle tutunacak bir yer seçiyor. (IV) İpini takacağı bir kaya parçası gözlüyor; adım adım tırmanıyor, sınaya sınaya yükseliyor. (V) Tepede, ulaştığı noktada, bir dağcı gibi güven duygusu sarıyor içini.

Yukarıdaki cümlelerin hangisinde benzetmeye yer verilmiştir?

A) I ve III
B) I ve V
C) II ve III
D) II ve IV
E) IV ve V
*
5. I. Bir sözün benzetme amacı güdülmeden başka bir sözcük yerine kullanılma sanatıdır.
II. Birden çok gerçek anlamı olan bir sözün yakın anlamını söyleyip uzak anlamını kastetme sanatıdır.
III. Belli bir duyguyu ve düşünceyi vurgulamak için sözü soru şeklinde söyleme sanatıdır.
IV. Bir anlam inceliği oluşturmak için bilinen bir durumu bilmezlikten gelme sanatıdır.
Yukarıdaki numaralı cümlelerde aşağıdaki söz sanatlarından hangisinin açıklaması yoktur?
A) Teşbih
B) İstifham
C) Tevriye
D) Mecaz-ı mürsel
E) Tecahül-i arif
*
6.    Sözü daha etkili bir hale getirmek için, aralarında türlü yönlerden ilgi bulunan iki şeyden, benzerlik bakımından güçlü olanı, nitelik bakımından daha güçlü durumda olana benzetmektir. Bu söz sanatında amaç, bir anlamda anlama güç katmaktır. Bu söz sanatında dört temel öğe vardır. Bu temel öğelerin kullanılıp kullanılmamasına göre çeşitleri belirlenir.
Yukarıdaki parçada sözü edilen söz sanatı aşağıdakilerden hangisidir?

A) Teşhis
B) Teşbih
C) Kinaye
 D) Mecaz-ı Mürsel      
E) İstiare
*
7.Aşağıdakilerden hangisinde Teşbih (benzetme) sanatına baş vurulmamıştır?

A) Yüce dağ başında olursa ayrılık
      Sen düşürdün gül benzime sarılık

B) Gündüz denizlerde sönerken baktık
     Ve çobanlar gibi dallar yaktık

 C) Şenyuva apartmanı bodrum katı
      Kutu gibi bir dairede otururlar

D) Bir güzel yırtıcı kuş gördüm, baktım
     Som mücevher gibi kan kırmızı tırnakları

E) Evet oğlu, Hoca sevmezdi bilirdim Saray’ı
     Ama sözmezdi de hoşlanmadığından dolayı
*
8.Yalnız bu katta mümkün olur dâimî uçuş
Her hamlesiyle rûh, o çelikten kanatlı kuş
Ufkunda bir dakika görünmeksizin
Hür gökte, hür denizde uçar hür ufuklara

Yukarıdaki dörtlükte kendisine benzetilen öğe aşağıdakilerden hangisidir?
A) Çelikten kanatlı kuş
B) Rûh
C) Ufuk
D) Hür gök ve hür deniz
E) Daimi uçuş
*
9.I. Dalgalardan gemimiz martı gibi oynaktır şimdi.
 II. Bu dil ağzımda annemin sütüdür.
 III. Rü’ya gibi bir yazdı, yarattın hevesinle
  IV. Ruhum yıldızsız bir gece gibi karanlıktı
 V. Bizim köy altın bir tepsidir, koşar maviye
 Yukarıdaki numaralanmış cümlelerin hangilerinde dört öğesi de bulunan Teşbihe (benzetmeye)  yer verilmiştir?
 A) I. ve II.        
B) II. ve III.        
C)III. ve V.
 D) I. ve IV.          
E) IV. ve V.
*
10.Boş sınıfları hiç sevmem, içinde öğrenci olmalı. Yoksa eskimiş sıralar seslenmeye başlar, boyası dökük duvarlar konuşur olur yüzüne karşı. Kara tahta beyaz renkli tebeşiri elinden alıp uzaklara çok uzaklara atar. Ve arkasından baka kalırsın. Sonra öğretmen masasına yönelirsin oturmak istersin, izin vermez; mecbur dışarı çıkarsın. Silinir zihnindeki bilgiler yavaş yavaş. Boş sınıfları hiç sevmem, bu yüzden içinde öğrenci olmalı.

Yukarıdaki parçadan alınan sözlerin hangisinde “teşhis” sanatına başvurulmamıştır?
A) Eskimiş sıralar
B) Boyası dökük duvarlar
C) Kara tahta
D) Öğretmen masası
E) Beyaz renkli tebeşir
*
11.Benzetmenin dört öğesi vardır :
     1. Benzeyen: Özellikçe zayıf olan
2. Kendisine Benzetilen: Özellikçe güçlü olan
3. Benzetme Yönü: Aktarılan özellik
4. Benzetme Edatı: gibi, kadar, sanki, güya, misal, andırmak…

Bir siyah kadındır kaldırımlarda gece.
Yollar köyleri saran eskimiş çerçeveler.

Yukarıdaki dizelerde hangi kelimeler teşbihin temel öğesi olan “benzeyen” olarak kullanılmıştır?

A) Kadın – Kaldırım
B) Gece – Yollar
C) Çerçeve – köyler
D) Kadın – Gece
E) Yollar - Kaldırım
*
12.Anlama güç katmak için, aralarında gerçek ya da mecaz, çeşitli yönlerden ilgi, benzerlik bulunan en az iki varlıktan zayıf olanı nitelik bakımından güçlü olana benzetme sanatıdır. 
Şair, kendisini etkileyen bir olay veya varlık karşısında heyecanlanır, bu heyecanını daha kuvvetli ve tesirli anlatabilmek için, o ruh hâlini okuyucuda bu yolla yansıtmaya çalışır.

Yukarıda açıklaması verilen söz sanatının aşağıdakilerin hangisinde bir örneği yoktur?

A) Gözlerimiz kurşun elimiz bıçak
     Severken öldürdük güzellikleri
 B) Şiir bir cennet bahçesi
     Girmeyene anlatılmaz
 C) Şiir toprak kokusudur
     Şiir damla damla sudur
 D) Yarin dudağından getirilmiş
     Bir katre alevdir bu karanfil
         E) Gece durmadan akıp gitti
    Çevirin gündüzün sayfalarını.
*
          13.“Yeşile koşan Londra’yı gördükçe hep denizi kovan İstanbul’u düşündüm.” cümlesinde aşağıdaki söz sanatlarından hangisi vardır?
          A) Teşbih
          B) Teşhis
          C) Mürsel Mecaz
           D) Tekrir
           E) Kinaye
*
14.     Aşağıdaki dizelerin hangisinde tam benzetme-
ye yer verilmiştir?

A)     Bir bozuk saattir yüreğim, hep sende durur.

B)     Ölü bir yılan gibi yatıyordu aramızda, yorgun, kirli ve umutsuz geçmişim

C)     Esmer bir kadındır, kaldırımlarda gece.

D)     Sabahtan uğradım ben bir fidana


E)     En güzel türküyü bir kurşun söyler.
*
15.     I.  Ne nergis, ne leylak, ne gül, ne bülbül

Hepsiyle dolu bir selesin sen

II.  Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?

 Yukarıdaki iki dizede ortak olan söz sanatı aşa­ğıdakilerden hangisidir?

 A) Tenasüp                   
B) Tezat                    
C) Mübalağ
D) Açık İstiare     

E) Teşbih-i Beliğ
*
16.     Aşağıdaki dizelerin hangisinde teşbihe yer ve-
rilmemiştir?

A)     ölüm, asude bahar ülkesidir rinde
B)     Gönlü, her yerde buhurdan gibi yıllarca tüter.
C)     Benim gönlüm bir kelebek Dolaşıyor çiçek çiçek
D)     Yarin dudağından getirilmiş Bir katre alevdir bu karanfil
E)     Yüce dağlar birbirine göz eder
          Rüzgar ile mektuplaşır naz eder

*
17.     Aşağıdaki dizelerden hangisinde dört öğesi de
bulunan tam benzetmeye yer verilmiştir?
A)     Boğaz Köprüsü, karınca yuvası gibidir.
B)     Gider oldum kömür gözlüm bu ilden.
C)     Yüce dağ başında siyah bir tül var.
D)     Zaman, bir rüzgar gibi hızla akıp gitti.
E)     Ay, zeytin ağaaçlarının arasından damlıyordu.

*

Cevap anahtarı: 1.C, 2.D, 3.B, 4.B, 5.A, 6.B, 7. E, 8.A, 9.D, 10.E,

11.B, 12.E, 13.B, 14. B, 15. E, 16.A, 17.D,

 
Kaynaklar:
  •        Dr. Mehmet Halil Erzen, http://www.yyu.edu.tr/bolum_dosyalari/akademik/28/
  •        Dr. Mustafa Altun, http://www.dilbilimi.net/edebi_sanatlar.pdf
  •        http://www.edebiyatfakultesi.com/edebi-sanatlar
  •        http://www.edebiyatdunyasi.com/edebiyatdersi.php?isl=oku&id=11
  •        http://www.edebiyatogretmeni.org/edebi-sanatlar/
  •        http://www.xn--edebiyatgretmeni-twb.net/soz_sanatlari     
  •       http://www.turkcebilgi.com/edebi_sanatlar
  •        http://www.erguven.net/test/Benzetme-Tesbih-Sanati-Ornekleri128
  •       http://www.bilgicik.com/yazi/soz-sanatlari-
  •        http://www.cokbilgi.com/yazi/tesbih-benzetme-sanati-edebi-sanatlar/

      ...

     
Ek okuma

Teşbîh 

Edebî sanatlardan biri olan teşbîh de Kur'ân-ı Kerîm'de mühim bir yer işgal eder. 
Teşbîh aralarında hakikî veya mecazî yönden ilgi kurulabilen iki varlıktan zayıf olanın kuvvetli olana benzetilmesi ile yapılan bir sanattır. "Onun nuru, içinde lâmba bulunan bir kandil yuvasına benzer" (Nûr, 24/35).

http://www.yeniumit.com.tr/konular/detay/kuranda-edebi-sanatlar
*

Kuran’ı Kerim’de teşbih sanatı için verebileceğimiz en güzel örnek, “...Genişliği, gökle yerin genişliği gibi olan bir cennete koşun.” [Hadid Suresi, 21]
Allah (cc), bu ayette insanın kavrayış düzeyine uzak olan cenneti, bilinen yeryüzü ile gökyüzüne teşbih ederek insanın idrakine sunmuştur.

http://www.sozvekalem.com/

*
KURAN’DA YAPILAN BENZETMELER

Kuran’da bazı ayetlerde birtakım benzetmeler yer alır. Sonsuz hikmet sahibi olan               Allah’ın yaptığı bu benzetmeler son derece etkili, okuyanın o konuda anlayışını açacak    niteliktedir. Benzetmelerin ve tasvirlerin tümü, aktarılan konuyu en etkili ve  anlaşılır şekilde örneklendirmektedir:

Şüphesiz ayetlerimizi yalanlayanlar ve onlara karşı büyüklenenler, onlar için göğün
kapıları açılmaz ve halat (ya da deve) iğnenin deliğinden geçinceye kadar
cennete girmezler. Biz suçlu-günahkarları işte böyle cezalandırırız. (Araf
Suresi, 40)

Onların yaptıkları her işin önüne geçtik, böylece onu savrulmuş toz zerreleri
kılıverdik. (Furkan Suresi, 23)


Rablerini inkâr edenlerin durumu şudur: Onların yaptıkları, fırtınalı bir günde
rüzgarın şiddetle savurduğu bir kül gibidir. Kazandıklarından hiçbir şeye güç
yetiremezler. İşte uzak bir sapıklık (içinde olmak) budur. (İbrahim Suresi, 18)

İnkar edenlerin örneği bağırıp çağırmadan başka birşey işitmeyip (duyduğu veya
bağırdığı şeyin anlamını bilmeyen ve sürekli) haykıran (bir hayvan)ın örneği
gibidir. Onlar, sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler; bundan dolayı akıl
erdiremezler. (Bakara Suresi, 171)

Allah'ın dışında başka veliler edinenlerin örneği, kendine ev edinen örümcek örneğine
benzer. Gerçek şu ki, evlerin en dayanıksız olanı örümcek evidir; bir
bilselerdi. (Ankebut Suresi, 41)

Ey iman edenler, Allah'a ve ahiret gününe inanmayıp, insanlara karşı gösteriş olsun diye
malını infak eden gibi minnet ve eziyet ederek sadakalarınızı geçersiz kılmayın.
Böylesinin durumu, üzerinde toprak bulunan bir kayanın durumuna benzer; üzerine
sağnak bir yağmur düştü mü, onu çırılçıplak bırakıverir. Onlar kazandıklarından
hiçbir şeye güç yetiremez (elde edemez)ler. Allah, kâfirler topluluğuna hidayet
vermez. (Bakara Suresi, 264)

Onların bu dünya hayatındaki harcamaları kendi nefislerine zulmetmiş olan bir kavmin
ekinine isabet eden kavurucu soğukluktaki bir rüzgara benzer ki onu (ekini)
helak etmiştir. Allah, onlara zulmetmedi, fakat onlar kendi nefislerine
zulmetmektedirler. (Al-i İmran Suresi, 117)

Hak olan çağrı (dua, ibadet) yalnızca O'na (olan)dır. Onların Allah'tan başka çağırdıkları  ise, onlara hiçbir şeyle cevap veremezler. (Onların durumu) yalnızca, ağzına gelsin
diye, iki avucunu suya uzatan(ın boşuna beklemesi) gibidir. Oysa ona gelmez.
inkâr edenlerin duası, sapıklık içinde olmaktan başkası değildir. (Rad Suresi,
14)

Yalnızca Allah'ın rızasını istemek ve kendilerinde olanı kökleştirip-güçlendirmek için mallarını infak edenlerin örneği, yüksekçe bir tepede bulunan, sağnak yağmur aldığında
ürünlerini iki kat veren bir bahçenin örneğine benzer ki ona sağnak yağmur
isabet etmese de bir çisintisi (vardır). Allah, yaptıklarınızı görendir. (Bakara Suresi, 265)

Allah'ı birleyen (Hanif)ler olarak, O'na (hiçbir) ortak koşmaksızın. Kim Allah'a ortak koşarsa, sanki o gökten düşmüş de onu bir kuş kapıvermiş veya rüzgar onu ıssız bir yere
sürükleyip atmış gibidir. (Hac Suresi, 31)

Eğer Biz dileseydik, onu bununla yükseltirdik. Ama o yere meyletti (veya yere saplandı),
hevasına uydu. Onun durumu, üstüne varsan dilini sarkıtıp soluyan, kendi başına
bıraksan dilini sarkıtıp soluyan köpeğin durumu gibidir. İşte ayetlerimizi
yalanlayan topluluğun durumu böyledir. Artık gerçek haberi onlara aktar. Ki
düşünsünler. (Araf Suresi, 176)

Allah'ın ipine hepiniz sımsıkı sarılın. Dağılıp ayrılmayın. Ve Allah'ın sizin üzenizdeki
nimetini hatırlayın. Hani siz düşmanlar idiniz. O, kalplerinizin arasını
uzlaştırıp-ısındırdı ve siz O'nun nimetiyle kardeşler olarak sabahladınız. Yine
siz, tam ateş çukurunun kıyısındayken, oradan sizi kurtardı. Umulur ki hidayete
erersiniz diye, Allah, size ayetlerini böyle açıklar. (Al-i İmran Suresi, 103)

Binasının temelini, Allah korkusu ve hoşnutluğu üzerine kuran
kimse mi hayırlıdır, yoksa binasının temelini göçecek bir yarın kenarına kurup
onunla birlikte kendisi de cehennem ateşi içine yuvarlanan kimse mi? Allah,
zulmeden bir topluluğa hidayet vermez. (Tevbe Suresi, 109)

İman edenler, derler ki: "(Savaş izni için) Bir sûre indirilmeli değil miydi?" Fakat, içinde
savaş (kıtal) zikri geçen muhkem bir sure indirildiği zaman, kalplerinde
hastalık olanların, üzerine ölüm baygınlığı çökmüş olanların bakışı gibi sana
baktıklarını gördün. Oysa onlara evla (olan): itaat ve maruf (güzel) sözdü.
Fakat iş, kesinlik ve kararlılık gerektirdiği zaman, şayet Allah'a sadakat
gösterselerdi, şüphesiz onlar için daha hayırlı olurdu. (Muhammed Suresi, 20-21)

Hani onlar, size hem üstünüzden, hem alt tarafınızdan gelmişlerdi; gözler kaymış, yürekler hançereye gelip dayanmıştı ve siz Allah hakkında (birtakım) zanlarda
bulunuyordunuz. İşte orada, iman edenler, sınanmış ve şiddetli bir sarsıntıyla
sarsıntıya uğratılmışlardı. (Ahzab Suresi, 10-11)

(Ey Muhammed,) Allah'ı sakın zulmedenlerin yapmakta olduklarından habersiz sanma, onları yalnızca gözlerin dehşetle belireceği bir güne ertelemektedir. Başlarını dikerek
koşarlar, gözleri kendilerine dönüp-çevrilmez. Kalbleri (sanki) bomboştur.
(İbrahim Suresi, 42-43)

Sur'a üfürülmüştür; böylece onlar kabirlerinden (diriltilip) Rablerine doğru (dalgalar
halinde) süzülüp-giderler. (Yasin Suresi, 51)

O, biri diğeriyle 'tam bir uyum’ (mutabakat) içinde yedi gök yaratmış olandır. Rahman (olan Allah)ın yaratmasında hiçbir 'çelişki ve uygunsuzluk’ (tefavüt) göremezsin. İşte
gözü(nü) çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık (bozukluk ve çarpıklık) görüyor
musun? Sonra gözünü iki kere daha çevirip-gezdir; o göz (uyumsuzluk bulmaktan)
umudunu kesmiş bir halde bitkin olarak sana dönecektir.  (Mülk Suresi, 3-4)



*

Kuran’da yeniden diriliş benzetmesi: Çekirgeler gibi

Hepsi de alçalmış bakışlarla mezarlarından çıkarlar. Tıpkı yayılan çekirgeler gibi.                       (54-Kamer Suresi 7)

Yukarıdaki ayette inkârcılara ahirette diriltilecekleri hatırlatılmaktadır. Milyarlarca insanın topluca dirilişi ne kadar da müthiş bir sahnedir! Şaşkınlık... Pişmanlık... Korku... Herkes yalnız başına... Bir tek Allah’ın yardımının faydalı olabileceği bir gün... Dünya’da çok itibar edilen mevkilerin, ailelerin, paraların, mülklerin fayda etmediği bir gün... Geriye dönüşün olmadığı bir gün… 

Kuran, o gün insanların mezarlarından çıkışını çekirgelere benzetmektedir. Peki, neden çekirgelere? Son yüzyılda böcekler üzerinde mikro kameralar ve sistemli gözlemlerle yapılan araştırmalar, neden çekirgelerin örnek olarak gösterildiğini anlamamıza yardımcı olmaktadır. Çekirgeler yumurtalarını toprağın içine tohum gibi yerleştirirler ve çekirge larvaları uzun bir müddet toprağın altında kaldıktan sonra yeryüzüne çıkarlar. Nereden çıkarlar? Toprağın altından... Yani çekirgeler ve insanlar benzer şekilde;

- Toprağın altında,
- Uzun bir müddet kaldıktan sonra,
- Topluca,
- Çok kalabalık olarak,
- Yeryüzüne çıkarlar.

Kuran’da öğüt almamız için örnekler verilir. Bu örnekler üzerine düşünmemiz, hem Allah’ın verdiği örneklerin güzelliğini, hem de bu örneklerle kastedilen anlamları anlamamızı sağlayacaktır.
İşte bunlar bizim insanlara verdiğimiz örneklerdir. Ancak bilgi sahiplerinden başkası bunlara akıl erdirmez. (29-Ankebut Suresi 43)

Prof. Dr. Caner Taslaman www.canertaslaman.com 
Yrd. Doç. Dr. Emre Dorman www.emredorman.com
http://www.aksam.com.tr/ramazan/kuranda-yeniden-dirilis-benzetmesi-cekirgeler-gibi/haber-326901
Teşbih
Kur’ânın i’caz sırlarından biri teşbihtir.

Teşbih (allegori), ara­larında ya hakikaten veya mecazen münasebet bulunan şeyleri bir­birine benzetmektir.
Teşbihte esas olan, zayıfın kuvvetliye benze­tilmesidir.
Mesela, “Ali, arslan gibi cesurdur” dediğimizde Ali’nin cesaretini arslana benzetiriz. Bu cümlede teşbihin dört esasını da görmekteyiz:
1. Müşebbeh, yani benzeyen. (Ali)
2. Müşebbehün bih, yani benzetilen. (Arslan)
3. Vech-i şebeh, yani benzetme ciheti. (Cesaret)
4. Edat-ı teşbih. (gibi)

Bu dört unsurun da beraber bulunduğu teşbihe “teşbih-i mufassal”;

vech-i şebehi söylenmeyen teşbihe “teşbih-i mücmel”;

edat-ı teşbihi bulunmayan teşbihe “teşbih-i müekked” ve

vech-i şebehle edat-ı teşbihi olmayan teşbihe “teşbih-i beliğ” adı verilir.

Dört unsuru da taşıyan teşbihler fazla kullanılmaz. Belağat cihetiyle de makbul değildir. “falanın ilmi deniz gibi” demektense, “falan deryadır” demek daha etkilidir.

Teşbihte her cihetle mutabakat aranmaz
Müşebbehin müşeb­beh bih’e bir yönden benzemesi yeterlidir. Diğer bir ifadeyle, teş­bihin bir haddi vardır. Çünkü eşya bazı cihetlerden birbirine benzer, bazı cihetlerden ise birbirinden farklıdır. Dolayısıyla teşbihin hangi cihetten olduğuna bakılır. Mesela insanın yüzü ay ve güneşe benze­tilince bununla yüzün parlaklığı kastedilir. Yoksa cirmen büyüklük ve yakıcılık hatıra gelmez. “Ali arslandır” dediğimizde cesaret yönünü nazara almak yeterlidir. Ayrıca tüy ve pençe aramaya lüzum yoktur.

Teşbih ile anlatımda bir takım incelikler, nükteler, ibretler vardır. Teşbih, manayı canlı bir şekilde zihne yaklaştırır. Günlük haya­tımızda ve edebiyat alanında sıkça teşbihlerle karşılaşırız. Mesela, siyah saç geceye, yüksek insanlar yıldıza, at rüzgar ve şimşeğe, yıl­dızlar inci ve çiçeklere, gemiler dağlara, cimri insan kurak araziye… benzetilir.
Yahya Kemal’in “durmuş saat gibiydi durup geçmeyen zaman” ifadesinde, zaman durmuş saate benzetilmiştir. Durup geçmeyen za­man, gerçekten “durmuş bir saat” değildir. Şair, ruh sıkıntısından do­ğan vaktin bir türlü geçmeyişini bu şekilde daha kuvvetli anlat­mıştır.
Bir de şu ifadelere bakalım: Gökgürültüsü sanki havada gezen bulutların çobanıdır. Hava okyanusunda şimşek asasını bulutların başlarına doğru uzattığında, bu parçalar titreşir, sarsılırlar. Onların bu hali, haşre rastlamış dağları veya kasırgaların oynadığı gemileri, altta depremin titreştirdiği bahçeleri veya eşkiyanın hücumundan kaçan bir kafileyi hatırlatır.

Teşbih müşebbehün bih itibariyle de “hissî ve aklî” olmak üzere ikiye ayrılır.

“Sen güneş gibisin” ifadesi hissî bir teşbihtir,
“Cehalet ölüm gibidir”ifadesi ise aklî bir benzetmedir.

Cehennem zakku­mundan bahseden ayette “o ağacın tomurcukları şeytanların başları gibidir” denilmesi ise vehmî bir benzetmedir. (Teşbih-i muhay­yel.)Yani hariçte ve vaki’de insanlar böyle bir şey görmemekle beraber, zihnen ve hayalen böyle bir ifadeyi tasavvur
edebilmek­tedirler.
Kur’ân-ı Kerim’in bazı teşbihleri din düşmanlarınca saptırılarak İslam’a saldırıda kullanılmak istenir. Bunlardan biri şu ayettir:
“Kadınlarınız sizin için bir harstır”
Hars kelimesi, “ekinlik, ekim yeri” anlamında olup, bununla kadının kadınlık uzvu toprağa, erkeğin nutfesi tohuma, doğacak çocuk da hasılata benzetilmiştir. Bu beliğ teşbih, gerçeğin latif bir anlatımı iken, bunu “Kur’ân kadını tahkir etmiştir” şeklinde yorum­lamak idrakten mahrumiyetin ve art niyetin net bir göstergesidir.
Şu ayet de kadınlarla alakalı beliğ bir teşbihtir:
“Onlar (kadınlar) sizin için bir libas, siz de onlar için bir libassınız.”
Yani, elbise gibi yekdiğerinize sarılır, sarmalaşırsınız. Elbisenin ayıpları örtmesi, soğuk ve sıcaktan koruması gibi, herbiriniz diğerinin halini örter, iffetini muhafaza ve fücurdan viikaye eder.

Kur’ânda Teşbihle İlgili Yazılmış Başlıca Kitaplar

Esraru’t-Tenevvü’fi Teşbihati’l-Kur’âni’l-Kerim, Melik Hasan Bahş
Et-Teşbihati’l-Kur’âniye ve Mede Te’siruha fi’n-Nüfus, Daifullah er-Rahili
Kitabu’l Ceman fi Teşbihati’l-Kur’ân, Abdullah b. Hüseyin İbnu Nakiya
Teemmülat fi Belağati’t-Teşbihi’l-Kur’ânî, Abdülhamid Mustafa İbrahim
Edevatu’t-Teşbih ve Delalatuha ve İstimalatuha fi’l-Kur’âni’l – Kerim, Mahmud Musa Hamedan
Cahiliye Şiirinde ve Kur’ânda Benzetme, İsmail Durmuş

Şadi Eren, Kur’an’da teşbih ve temsiller, https://incelemeler.wordpress.com/kuranda-tesbih-temsil/
*
Temsil

Bazıları teşbih ve temsil arasında bir fark görmez. Ancak, manada yakınlık aynı anlamı taşımayı gerektirmediğinden, genelde bir ayrım cihetine gidilmiştir.
Çok cihetle yapılan teşbihe temsil denir. Mesela, âlim birisi hakkında “o bir deryadır” sözü teşbihtir. “O, hem yakındakilerin hem de uzaktakilerin istifade ettiği bir denizdir. Yakındakiler denizin cevherlerinden, uzaktakiler de bulutlarından istifade ederler” sözü ise bir temsildir.
Ahmet Haşim şöyle der: Hiçbir şey dil kadar ağaca benzemez. Diller tıpkı ağaçlar gibi mevsim mevsim rengini kaybeden ölü yapraklarını dökerler ve tazelerini
açarlar. Dilin yaprakları kelime­lerdir.
Bu ifadelerde diller ağaca benzetilmiş ve dildeki yenilenme ağacın bazı yapraklarının dökülüp yerine yenilerinin gelmesiyle anlatılmıştır. Teşbih çok cihetle yapıldığından bu bir temsildir.
Teşbih umumi, temsil ona nisbetle hususidir. Her temsil teşbihtir. Fakat her teşbih temsil değildir.
Temsil temessüle vesiledir. Kur’ân-ı Kerimde Hz. Meryem’e görülen ruh (Cibril) için “O’na düzgün bir beşer halinde temessül etti” denilmesinden mülhem olarak şöyle diyebiliriz: Göze görül­meyen o ruh, bu şekilde temessül ile gözle görülür hale geldiği gibi, gaybî – derin manalar dahi temsil vasıtasıylatemessül eder.
Sokratın insan zihnini balmumundan bir levhaya benzeterek öğrenme ve unutma olaylarına açıklık getirmesi, Eflatun’un mağara misaliyle “ide’ler alemini” anlatması unutulmaz birer temsildir.
Temsil, en uzak hakikatleri yakına getiren bir dürbün; en dağınık meseleleri toplattıran bir cihetü’l-vahdet; en yüksek gerçeklere ulaş­tıran bir merdiven;gaybî gerçeklere açılan bir penceredir. Belağat alimleri, temsilin etkisi hakkında gayet kıymetli mütalalarda bulunmuşlardır. Mesela:
Temsil, “huri kavramı” gibi gaybi bir şeyi zihne yaklaştırır. Haşir gibi anlaması güç bir meselede muhatabı ikna eder. Allah yolunda vermek gibi bir meselede insanları meylettirir. Faiz gibi haksız bir kazançtan onları vazgeçirir. Methettiğini göklere çıkarır, zemmettiğini yerin dibine batırır. Muhatabın dikkatini çekerek fikir gücünü harekete geçirir. Çok söze muhtaç bırakmadan veciz olarak ifade-i meramı sağlar.
Temsil, manayı keşf, matluptan perdeyi ref eder. Vehmî birşeyi gözle görülür hale getirir.
Temsil, kalbe daha çok nüfuz eder. İnatçı hasmı susturmada daha etkili olur. Çünkü, mütehayyel şeyi muhakkak, ma’kulu mahsus olarak gösterir.
Temsil, vehmin akla itaatine en latif vesiledir. Aklen bilinen gözden ırak şeylerin yüzünden perdeyi kaldırır, onları gözle görülür tarza getirir.Bilinmeyeni bilinir, tanınmayanı ülfet edilir yapar.
Temsil ile ifade edilen manalar, fikri de harekete geçirir. “Acaba bundan murat nedir?” dedirtir. İnsan, birşeye iştiyaktan sonra onu elde etse, daha hoş olur. Bu tür manalar, sedefteki inci gibidir. İçini açmadan kendini göstermez.
Akıllar çoğunlukla vehimlerin müdahale ve tasallutlarına maruz olduklarından, gizli makulatı güzel bir şekilde idrakten mahrum kalırlar. Temsil ise, vehimleri akla itaat ettirip, hakikatı cahil, anlayışsız kimselere bile fehmettirmeye vesile olur. Zira temsil, dakik ve rakik gizli makulatın peçe ve perdesini atarak onları açık mahsusat kisvesinde ibraz eder. Böylece tanınmadık şeyleri tanın­mış, görülmedik şeyleri görülmüş gibi izhar ve ifham eyler.
İnsanın hayali makulattan ziyade mahsusata daha itaatkardır. Temsil, hayale hoş gelir. İşi gücü insana tereddüt vermek ve akla muhalefet olan vehmin akla itaatini temin eder. Gaibi şahit suretinde, yani gözle görülmeyeni gözle görülür şekilde gösterir. Temsil, vicdanı tehyic ve tahrik eder. Aklî bir mesele, duyulara hitap eder bir şekilde gösterilerek, fikir ve his birleşir. Temsil vasıtasıyla, ayrı ayrı manalar birbirine bağlanır.
Abdülkahir Cürcanî, belağatın temel kitaplarından olan “Esraru’l-Belağa” isimli eserinde, temsilin tesirini şöyle anlatır:
“Temsil, manaya bir elbise giydirir. Ona nüfuz kazandırır. Kadrini yükseltir. Ateşini alevlendirir, manayı daha parlak yapar. Nefisleri kendine çekmede kuvvet sağlar. Kalbleri kendine davet eder. Kalbin en uzak köşelerinden o manalara bir hareket başlar. İnsan tabiatını, muhabbetle o manalara boyun eğdirir. Getirilen temsil eğer medh için ise, o manaları daha parlak, daha azametli yapar. Nefiste tesiri daha asil, daha büyük olur, Meyilleri daha ziyade tahrik eder. Medhi daha süratli sağlar, feraha daha çabuk ulaştırır. Medhedene şefaati celbeder. Dillere daha kolaydır. Kalblerin taallukuna daha evla ve daha layık olur.
Eğer zem ise, dokunuşu daha acıtıcı, dağlaması daha yakıcı, incitmesi daha şiddetlidir.
Eğer hüccet ise, bürhanı daha nurlu, galebesi daha kâhir, beyanı daha bâhirdir.
Eğer iftiharsa, öne geçirmesi daha çabuktur. Daha şerefli yapar, dili daha yaman olur.
Eğer özür beyan etmek ise, kabule daha yakın, kalplere daha cazip, karanlıkları daha rahat dağıtıcı olur. Gadabı daha çabuk giderir, düğümü daha kolay çözer.
Güzel bir sonuca bağlar.
Eğer vaaz ise, sadra daha şifalı, düşünmeye daha etkili, tebliğ ve zecirde daha müessirdir. Gayeyi gösterir, hastayı iyileştirir, susuza şifa olur.”
Cürcani’nin bu veciz ifadelerini bazı misallerle açmakta yarar görüyoruz. Şöyle ki:
“Yaptığın kötülüğe karşı iyilik göremezsin, boşuna kendini kandırma!” yerine, “dikenden üzüm toplayamazsın, ancak ektiğini biçersin” demek;
“Kıymetini bilmeyeceği şeyleri cahile söyleme” yerine, “hınzırların önüne inci saçma!” demek;
“Dünya devam etmez, baki kalmaz” yerine, “dünya geçici bir gölge, geri alınacak bir ödünç mal ve emanettir” demek elbette daha edebi ve daha müessirdir.
Arkadaşın insan üzerindeki etkisi herkesce bilinen bir hakikattır. Fakat şöyle bir ifade, bu hakikati daha açık ve etkili bir şekilde gösterir: “Kişi salihlerle arkadaşlığa devam ettikçe salihlerden olmaya devam eder. Ancak kötülerle arkadaşlığa başlarsa, tatlı suya sahip nehirlerin denize karışmasına benzer.”
“İnsan şu dünyaya doymaz” fikri, şöyle bir temsille daha kalıcı olarak ifade edilebilir: “Dünya tuzlu su gibidir. Ne kadar içsen, susuzluğun o derece artar.”
Güzel konuşan biri hakkında “çok güzel konuşuyor” demek sade bir anlatımdır. Fakat, “Onun sözleri su gibi akıcı, seher rüzgarı gibi latif, bal gibi tatlıdır.” şeklinde söylemek, ifadeye letafet katacaktır:
Cömert kişilerin buluta benzetilmesi, az-çok alışılmış bir haldir. Fakat şöyle bir ifade, herhalde daha çarpıcı ve daha dikkat çekicidir: “Birgün biri senicömertlikte buluta benzetirse medhinde hata etmiş olur. Çünkü bulut verir ağlar, fakat sen verir, gülersin.”
Bir insanın üstünlüğünü anlatırken şöyle bir ifade kullanmak aynı zamanda bir delil manasını da taşır: “Onlardan biri olduğun halde senin diğer insanlara üstün olman, miskin ceylanın kanından bir parça olması gibidir.”
“Dinin füruatı asırlara göre değişiklik arzeder” cümlesi mücerred bir ifadedir. Fakat bu cümleden sonra “nasıl mevsimlere göre gıdalar ilaçlar, elbiseler
değişir. Öyle de…” denilse, bu mücerred dava zihinlere daha kolay yerleşir.
“Biz Kur’ân’dan mü’minlere bir şifa ve rahmet indiririz. Fakat o, zalimlerin ancak hüsranını artırır” ayetini okuyan birisi “zatında şifa ve rahmet olan Kur’ân, acaba zalimlere nasıl hüsrana sebebiyet verir” diye düşünebilir. Fakat ayetin yorumunda, “güneşin ziya­sından pis maddeler kokuşur” denildiğinde, böyle bir vesvese ortadan kaldırılmış olur.
Temsil, Kur’ânın gizli manaları bildirmekte, gerçekleri göster­mekte kullandığı bir vesiledir. Kur’ân-ı Kerim, meselelerini anlatır­ken sıkça temsiller verir. Kelâmın medih, zem, delil getirme, öğüt verme gibi kısımlarında getirilen temsiller, sözün tesirini artırmakta, güzelliğini ziyadeleştirmektedir. Mesela, Kur’ân-ı Kerim, sahabenin medhinde şöyle der:
“Onların hali bir ekine benzer ki, filizini çıkarmış, derken onu kuvvetlendirmiş, derken kalınlaşmış, ardından gövdesi üzerinde doğrulmuş, ekincilerin hoşuna gidiyor…”
Hamdi Yazır, ayetin yorumunda şöyle der: “İşte, Rasulullah ve ashabı böyle hoş, mükemmel, muntazam, güzel bir ekin gibi yetiş­tirilmiş bir ordudur. Burada Rasulullahın feyz-i ahlakı, talim ve terbiyesi ile ümmetine ruhen ve cismen verilen hayatî nizam ve neşenin bir ifadesi ve Mekke fatihlerinin bir resm-i geçidi vardır.”
Ayet, tek başına olan Hz. Peygamberin ehl-i imanla kuvvetlen­dirilmesini anlatmaktadır. Sahabe, İslamın başlangıcında sayıca az idi. Sonra çoğaldılar, kuvvetlendiler. İnsanları hayrette bırakacak şekilde ilerlediler.
“Şüphesiz Allah kendi yolunda kurşunlarla kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak çarpışanları sever” ayetinde medih yoluyla bir teşvik vardır.
Şu ayet ise, ilmiyle dalalete düşenlerin en adi bir seviyede ol­duklarını gayet müessir bir şekilde tasvir eder:
“Onlara o herifin kıssasını oku ki, ona ayetlerimizi sunmuştuk da, o onlardan sıyrıldı çıktı. Derken onu şeytan arkasına taktı da, sapkınlardan oldu. Eğer dileseydik biz onu o ayetlerle yükseltirdik. Lakin o, yere (süfli şeylere) saplandı ve hevasının ardına düştü. Artık onun meseli, o köpeğin meseline benzer ki, üzerine varsan dilini salar solur, bıraksan yine dilini salar, solur. İşte bu, ayetlerimizi yalanlayan kimselerin meselidir.”
Ayet, ilminin hilafına amel eden kötü alimi anlatmakta. Dalalete düşmesi cehilden değil, ilimden. Bilerek küfrü imana tercih etmekte.
Artık hiç dönmeyecek bir şekilde imandan ayrılması ayette “insılah” olarak ifade edilmiştir. Zira insılah, hayvanın derisinin soyulması anlamında kullanılır. Ayette “şeytana uydu” denilmeyip “derken onu şeytan arkasına taktı” denilmesi de manidardır. Bu ifade, şeytanın onu avladığını anlatmaktadır.
Köpek, hayvanlar içinde en habis, kadri en düşük, en hasis nefse sahip bir hayvandır. Himmeti batnını aşmaz. Kuvvetli bir hırsa sahiptir. En aşağı şeylere de razı olur. Mesela kokuşmuş cife, ona taze etten daha hoş, pislik helvadan daha tatlı gelir. Bir leş bulsa yüz köpeğe yeteceği halde kimseyle paylaşmaz, yaklaşana hırlar. İşte, böyle hasis bir hayvanın en nahoş bir hali dilini sarkıtıp solumasıdır. İlahî ayetlere muhatap olduğu halde, şeytanın peşinden gidenler böyle bir köpeğe benzetilmiştir.
Ayette hali tasvir edilen şahıs hakkında Beni İsrail bilginlerinden biri, Ümeyye b. Ebî Salt veya Bel’am b. Baura şeklinde farklı rivayetler vardır. Ümeyye b. Ebî Salt, semavî kitaplardan Allah’ın bir peygamber göndereceğini öğrenen ve kendisinin peygamber olarak gönderileceğini uman birisidir. Hz.Peygamber gönderilince, hasedinden onu inkar eder. Hz. Peygamber Onun hakkında “şiiri iman etmiş, fakat kalbi kâfir” demiştir.
Bel’am ise, kendisinde bazı İlahî kitapların bilgisi olan biridir. Fakat Hamdi Yazır’ın da dikkat çektiği gibi, anlatılan bu kıssadan maksat şahsın tarifi değil, halini tefhim ve temsildir. Her devirde, ayetin tasvir ettiği tipleri görmek mümkündür. Kur’ânın yetim malı ve faiz yiyenlerle ilgili ifadeleri son derece caydırıcı birer temsil tarzındadır. Şöyle ki:
“Zulmen yetimlerin mallarını yiyenler, karınlarında sırf bir ateş yerler ve yarın bir çılgın ateşe yaslanırlar.”
Ayet, zulmen yetim malı yiyenlerin şimdiki ve ilerdeki hallerini vicdanlarda iz bırakacak ifadelerle tasvir etmektedir. Onların yedik­leri ateştir,akibetleri de ateş olacaktır. Zemahşerinin ifadesiyle, yedikleri onları ateşe götürecektir.
Rivayet edilir ki, yetim malı yiyen kişi kıyamet günü kabrinden ağzı-burnu-kulakları ve gözlerinden duman çıkar bir halde diriltilir. Böylece insanlar onun
bu dünyada yetim malı yiyen birisi olduğunu bilirler.
Cenab-ı Hak faiz yiyenlerle ilgili olarak şöyle bildirir:
“Faiz yiyen kimseler şeytan çarpan kimse nasıl kalkarsa öyle kalkarlar. Bu, onların ‘alışveriş tıpkı faiz gibidir’ demelerin­dendir…”
Onların ‘alışveriş tıpkı faiz gibidir’ demeleri “teşbih-i maklup” olarak değerlendirilir. Yani normalde ‘faiz tıpkı alışveriş gibidir’ demeleri beklenirdi.
Böyle demekle faizin kendilerinde bir asıl, alışverişin ayrıntı olduğu hissettirilmiştir.
Ayette bildirilen kalkışın ne zaman olacağı hususunda başlıca kabirden kalkış veya kıyamette ilahi huzurdaki perişan halleri nazara verilmiştir. Bunlar kabirlerinden cin çarpmış kimse gibi kalka­caklardır. Yedikleri faiz karınlarında ağırlık ve şişkinlik yapacak, hamile kadınlar misali bir görünümle kabirden kalktıklarında dik duramayıp yere düşeceklerdir. İnsanlar normal yürürken, onların her kalkışlarını bir düşüş takip edecek ve bu şekilde onların faiz yiyenkimseler oldukları bilinecektir.
Hz. Peygambere mi’raçta sarkık karınlı insanlar gösterilir. Hz. Cebrail’e “bunlar kimler” diye sorunca Hz. Cebrail şu cevabı verir: “Bunlar faiz yiyenler.”
Seyyid Kutub, ayetin tasvir ettiği şeklin bizzat bu dünyada beşeri hayatta vaki’ olduğuna dikkat çeker. İçinde yaşadığımız alemin hemen her tarafında endişe,
ızdırap, korku, stress hakimdir. Bunların en büyük bir sebebi ise faiz belasıdır.
Hamdi Yazır, bu tür kimselerin dünyadaki durumunu şöyle ele alır: Bunlar faiz yoluyla, çalışanların mesai semeresini alıp geçin­diklerinden rehavet içinde yatar, seri bir intibah ile kalkamaz. Ekserisi yataklarında şeytan çarpmış gibi saatlerce gerneşerek, ağzını gözünü eğerek sendeleye sendeleye kalkar. Hayatları faiz fikri ile delicesine geçer. Düştükleri zaman bellerini doğrultamazlar.
Temsil ile delil getirmek Kur’ân’da sıkça görülen bir durumdur. Mesela, öldükten sonra dirilmek meselesinde, ilk yaratılış sıkça nazara verilir. Bu tarz ifade, bu derin meseleye kuvvetli delil olur, akılları ikna eder.
Verilen öğüt, temsille desteklenirse daha kalıcı ve etkileyici olur. Mesela Hz. Lokman oğluna “(büyüklerin yanında) yüksek sesle konuşma” dedikten sonra
“çünkü der, seslerin en çirkini merkebin sesidir.”

1. Temsilden Hakikate
“Kelimeler cama benzer; görmeye yardım etmedikleri zaman görüşe engel olurlar.” Hakikatleri anlatmakta güzel bir vasıta olan teşbih ve temsil, bazan muhataplarca doğrudan hakikat zannedilir. Halbuki, teşbih ve temsil hakikata şeffaf bir cam veya ayna olmalıdır. Camdan bakılınca arkası görülür, aynaya bakılınca aynanın kendisi değil, orada temessül edene nazar edilir.
Durum böyleyken bazıları camın arkasını görmemiş, aynadakine bakmak yerine aynanın kendisine bakıp kalmışlardır. Mesela Müşebbihe mezhebi, ayet ve hadislerdeki teşbih- temsil ve istiareleri hakikat olarak değerlendirmekten ortaya çıkmıştır. Kur’ândaki müteşabih ayetler “Müteşabihat” başlığı altında tefsir usulü kitap­larında ele alınmıştır. Celaleddin Süyuti’nin “Te’vilu’l-Ehadisi’l- Mûhimeti li’t-Teşbih” adıyla müteşabih hadislerle ilgili müstakil bir
eseri vardır.
Müşebbihe ile ilgili bazı misaller müteşabihatta ele alınacaktır. Burada birkaç misalle konuyu açmakta yarar görüyoruz:
1. İlk Kadının Yaratılışı
Konunun belki en çarpıcı misali Tevrat’ta Hz. Havva’nın yaratılışı anlatılırken, O’nun Hz. Ademin kaburga kemiğinden yaratıldığının söylenmesidir: “RabAllah, adamın (Ademin) üzerine derin uyku getirdi ve o uyudu. Ve onun kaburga kemiklerinden birini aldı ve yerini etle kapadı. Rab Allah, adamdan aldığı kaburga kemiğinden bir kadın yaptı.”
Bu hristiyanlarda öyle yerleşmiş bir inanç haline gelir ki, Andrea Vesalius (ö. 1564) ve yolundan gidenler, “Havva’nın Adem’in kaburga kemiğinden yaratılması yüzünden erkeklerin bir kaburga kemiği eksik olduğu,” şeklindeki iddiayı çürütünce, kilise ayağa kalkar. Vesalius, terk-i dâr ve diyara mecbur kalır.
“Allah sizi bir tek nefisten yarattı ve ondan da (o nefisten) eşini yarattı” ayetinin açıklamasında bazı zatlar Kur’âna dayanarak Hz. Havva’nın Hz.Adem’den yaratıldığını anlamak istemişlerse de, ayetin ifadeleri böyle bir anlayışa uygun değildir. Ayetteki “minhe” ifadesindeki “he” zamiri müennes olup nefse raci’dir. Hz. Havva müstakil ve Hz. Adem’e mukabil olarak yaratılmıştır. Hamdi Yazır bu konuda şu değerli açıklamaları yapar:
“Erkek ve dişi, zâtü’l-felkateyn gibi bir menşe’de inşikak etmiş, özellikleri ayrı, vazifeleri biri diğerini tamamlayan farklı tabiatlı bir çifttirler. Veaynı zamanda bir aslın tenevvüüdürler… İnsanlığın başlangıcı Adem ve Havva diye ifade edilen bir çifte, yani bir erkekle bir kadına raci’dir ve bunlar arasında aslın birliğini ifade eden bir alaka vardır. Bu alakada erkek evvel, kadın sonradır. Binaneleyh o kadın o erkeğin nefsinden münşaiptir, onun
ruhundan kopmuştur… O kadının erkekten teşaubu bir evlat teşaubu gibi değildir. İki cinsi taşıyan bir kökten çatallanan ve ilerde birbirlerine telaki etmek üzere karşılıklı bir incizap besleyen ve ortak bir gayeye hizmet eden farklı özellikli fail ve kabil bir çift yaprakçığın inşikakı gibidir. Bu ise, topraktan insanın süzülmesi gibi, bizzat Allah’ın yaratmasıyla izah olunur.”
Hz. Peygamber (asm), kadının eğe kemiğinden yaratıldığını, dü­zeltilmeye çalışılırsa kırılacağını söyler. Bazıları, hadisin ifade­sinden, kadının böyle bir kemikten yaratıldığını anlamak istemişlerse de, Hamdi Yazır’ın da işaret ettiği gibi bu, erkekle kadının arasındaki tabiat farklılığına ve kadınların erkekleştirilmeye kalkışılması, onları kırıp atmak olduğuna tenbih ihtiva eden bir temsildir. Nitekim hadisin farklı varyantlarında aynı mana teşbih
edatıyla “Kadın eğe kemiği gibidir…” şeklinde ifade edilmiştir.
Sabbağ, hadisi “parlak bir teşbih” olarak yorumlar. Kadındaki bu tabiattan kurtuluş söz konusu olamaz. Bunu bilen ve rıza gösteren mutlu yaşar. Allah’ın
koyduğu tabiatı değiştirmeye kalkan ise, kadını kırmış olur, iş boşanmaya kadar varır.
2. Mü’minlerin Anneleri
Kur’ân-ı Kerim Hz. Peygamberin hanımlarını mü’minlerin anne­leri olarak niteler. Şüphesiz onların mü’minlerin anneleri olmaları her cihetle olmayıp bazı
hükümlerdedir. Mesela, anneyle evlenmek haram olduğu gibi, Hz. Peygamberin hanımlarıyla evlenmek haramdır. Anneye hürmet göstermek gerektiği gibi, onlara da hürmet göstermek vaciptir. Bundan dolayı ayet beliğ bir teşbih olarak değerlendirilmiştir.
3. Beyaz İplik-Siyah İplik
“Fecrin beyaz ipliği siyah iplikten sizce seçilinceye kadar yiyin, için..”
Sahabeden Adiyy b. Hatem Hz. Peygamberle sohbet ederken, bu ayetin gereğince yanında beyaz ve siyah iki iplik bulundur­duğunu, bunlar birbirinden ayrılıncaya kadar sahur yaptığını söyler. Hz. Peygamber, Adiyy’in bu sözlerine tebessüm eder, ayetin anlat­tığının gündüzün beyazlığı ve gecenin siyahlığı olduğunu bildirir.
4. Dünyada da Kör Ahirette de
“Kim burada (dünyada) kör ise, ahirette de kördür ve yolca daha sapıktır”
Ayet, hidayet yoluna gelmeyen için bir istiaredir. Bu dünyada gerçekleri görmeyen kişi, köre benzetilmiştir.
Rivayet edilir ki, âmâ bir zat, Kur’ân’da mecaz ve istiarenin varlığına inanmayıp, bütün lafızları hakikat olarak kabul etmektedir. Kendisine “üstteki ayet hakkında ne dersin?” diye sorulunca aklı başına gelir, eski görüşünden vazgeçer, Kur’ân’da mecaz olduğunu kabul eder.
“Gerçek şu ki, gözler kör olmaz. Lakin, sinelerdeki kalbler kör olur” ayeti bu noktada bize rehberlik etmektedir. Zira, Kur’ân’ın bir kısmı bir kısmını tefsir eder.
5. Semadaki Dağlar
“…Allah semadan, ondaki dağlardan bir dolu indiriyor da onu dilediğine isabet ettiriyor…”
Ayetin açıklamasında bazı ehl-i tefsir semada buzdan dağlar olduğunu söylemişse de, ayeti bedii bir istiare olarak yorumlamak Kur’ânın belağatına daha uygun olacaktır. Zira, yağmurun geldiği dağlar hem renk, hem rutubet, hem de soğukluk itibariyle dağlara benzemektedir. Keza, o bulut yığınları büyüklük ve azamette yer­deki dağlardan geri değildir.
6. Necis İnsanlar
“Ey iman edenler! Müşrikler ancak necistirler. Artık bu yılların­dan sonra Mescid-i Haram’a yaklaşmasınlar..”
İbnu Abbas bu ayete dayanarak onları domuz gibi necisü’l ayn (bizzat pis) saymış. Hasan-ı Basri, “bir müşrikle tokalaşan abdestini tazelemeli” demiş. Fakat mezhep imamları, bu iki ifadeden farklı bir şekilde meseleye yaklaşmışlar. Ayetin “müşrikler ancak necistirler…” ifadesini teşbih-i beliğ olarak yorumlamışlar. Onların necisliği şirk içinde olmaları, gusül almamaları, necasetten kaçınmamaları itiba­riyledir.
Seyyid Kutub’un ifadesiyle, onların necisliği, gerçekte hissî değil manevidir. Dolayısıyla, cesedleri bizatihi necis değildir. Kur’ân’ın böyle ifadesi etmesi, Kur’ânî tecsim metodundan başka birşey değildir.
En büyük pislik olan şirke ve şirkten kaynaklanan ve herbiri birer pislik olan günahlara dalmış olan müşriklerin bedenen temiz olmaları, kendilerini bu Kur’ânî hükümden kurtarmaz.
“Habisat habisler içindir” ayetinin hükmünce, pis bir iç dünayaya sahip olan kâfirler ve müşrikler, pis şeylerden lezzet alırlar. Mesela, sütü değil şarabı severler, nikahı değil zinayı seçerler, helalden değil haramdan kazanırlar.

2. Temsil ve İrşat
İnsan çok zengin bir his dünyasına sahiptir. Sevinç, ümit, rağbet gibi teşvik edici; korkmak, çekinmek ürpermek gibi sakındırıcı; hoşlanmak, sevmek, kutsal tanımak gibi meylettirici hisleri vardır. Başarılı bir terbiyeci, kamil bir mürşid bütün bu hislere hitap etme­sini bilmelidir. Kur’ân ayetlerine baktığımızda insanın bu pek zen­gin his dünyasının ihmal edilmediğini görürüz. Konunun belki de en çarpıcı misalini, Kur’ân’ın Allah yolunda infaka
teşvikinde görebiliriz. Bakara suresinde 261. ayetten 266. ayete kadarki bölümde ardarda dört temsil vardır. Bu temsiller, Allah yolunda vermenin kat kat mükafatını, minnet ve eza ile vermenin neticesini gayet müessir bir şekilde anlatmaktadır. Şöyle ki:
a. Bire Yediyüz Mahsul
“Mallarını Allah yolunda infak edenlerin meseli, bir dane meseli gibidir ki, yedi başak bitirmiş. Her başakta yüz dane… Allah dile­diğine daha da katlar. Allah Vasi’dir, Alim’dir.”
Ayet, Allah yolunda infak edenlere bire yediyüz karşılık veri­leceğini toprağa atılan buğday danesiyle anlatmaktadır. Bu daneden yedi başak çıkmakta, her başakta yüz dane bulunmaktadır. Ancak, Allah’ın mükafatı bire yedi
Allah’ın mükafatı bire yediyüzle de sınırlı değildir. O, dilediğine daha fazla verebilir.
Ayet, şu manaya da işaret etmektedir: İnsanlar fesadı bertaraf edip ziraat ilmini ilerletecek olurlarsa, bu kadar mahsul alabilirler. O zaman “yeryüzünün erzakı bize yetişmiyor”
Ayet, şu manaya da işaret etmektedir: İnsanlar fesadı bertaraf edip ziraat ilmini ilerletecek olurlarsa, bu kadar mahsul alabilirler. O zaman “yeryüzününerzakı bize yetişmiyor” diye kavga etmezler, “yetişmeyecek” diye ümitsizliğe düşmezler. Lakin misale dalıp ta asıl maksadı unutmamak gerekir. Maksat buğday toplamak değil, onları yerinde “fî sebilillah” (Allah yolunda) sarfetmektir. Bu ekinin hasılatı ise, asıl cennette biçilecektir.
b. Kayaya Yağan Yağmur
“Ey iman edenler! Sadakalarınızı minnet ve eza (başa kakmak-gönül kırmak) ile boşa çıkarmayın! O kimse gibi ki, insanlara gösteriş için malını dağıtır da, ne Allah’a inanır, ne ahiret gününe… Onun meseli, bir kaya meseline benzer ki, üzerinde biraz toprak var. Derken şiddetli bir sağnak üzerine iner de onu büsbütün topraktan mahrum bırakır… Öyleler kazandıklarından hiçbir şey istifade ede­mezler. Allah, kâfirler güruhunu doğru yola çıkarmaz.”
Muhtaç insanlara yapılan yardım, minnetsiz, eziyetsiz yapılma­lıdır. Başa kakarak ve gönül kırarak yapılan yardımlar, sahibine bir sevap kazandırmayacaktır. Bunların hali şuna benzer: Bir kaya var, üzerinde de bir parça toprak. Şiddetli bir yağmur yağıyor. Her tarafın yemyeşil olmasına vesile olan yağmur, kaya üzerindeki bu azıcık toprağı da silip götürüyor, geriye ancak çıplak bir kaya kalıyor.
İşte, minnet ve eziyetle verilen bir sadaka, böyle bir taş üstüne atılmış tohum gibi zayi olur, gider.
c. Tepedeki Bahçe
“Allah’ın rızasını aramak ve kendilerini Allah yolunda sabit kılmak için mallarını infak edenlerin meseli ise, bir tepedeki güzel bir bahçenin haline benzer
ki, kuvvetli bir sağnak düşmüş de mah­sulünü iki kat/ kat kat vermiştir. Bir sağanak düşmese bile, ona az bir çisinti de yeter. Allah yaptıklarınızı görendir.”
Bir önceki temsilde veren, fakat minnet ve eza edenlerin hali anlatılmıştı. Bu ayette ise, onun tam mukabili anlatılıyor. Her iki­sinde ortak yön sağanak halindeki yağmur. Fakat yağmurun geldiği yer neticeyi değiştiriyor. Üzerinde azıcık toprak bulunan bir kayaya yağmur geldiğinde onun az toprağını da silip süpürürken, aynı yağmur tepedeki bir bahçeye geldiğinde verimi kat kat artırıyor. İşte, muhtaç olanlara malından verme fiili de böyledir.
Hem minnet ve eziyet edenler, hem de Allah’ın rızasını arayanlar birşeyler vermektedir. Fiil aynı olmakla beraber netice bir değildir.
d. Kavrulan Bahçe
“Sizden biri arzu eder mi ki, kendisinin hurmalar ve üzümlerden bir bahçesi olsun (ağaçların) altından nehirler akmakta, bahçe içinde her türlü mahsüller var. Ve kendisine ihtiyarlık çöksün. Ayrıca bakıma muhtaç bir takım zürriyeti (yavrucakları) olsun. Derken o bahçeye ateşli bir bora isabet etsin de, o bahçe yanıversin. İşte Allah ayetlerini böyle anlatıyor, gerek ki düşünesiniz.”
Ayet, güzel işler yapan birinin, bu işleri boşa çıkaracak riya, eza gibi fiiller de yapmasını ve kıyamet günü bu güzel işlerin sevabına en muhtaç olduğu bir
durumda hiçbir faydasını görmemesini anlat­maktadır.
Bu anlatım son derece etkili, hatırda kalıcı ifadelerle yapılmış. İşte, yaşlı bir adam. Cennet misal gayet güzel bir bahçesi var. Ancak bu adam tek başına değil. Bakması gereken elleri ermez, güçleri yetmez kimseler var. Bu durumda biri, birgün uyandığında ateşli bir bora ile o güzelim bahçenin yanıp kül olduğunu görse acısı ne kadar şiddetli olur? Kalbi nasıl gam ve kederle dolar? Çünkü, hem böyle güzel bir bahçeyi kaybetmiş, hem de çalışmıyacak bir durumda muhtaç kalmıştır. Kendini bile geçindiremez iken, bir de bakması gereken kimseler vardır.
Hz. Ömer, sahabeye bu ayetten sorar. “Allahu a’lem” (Allah bilir) derler. Hz. Ömer böyle cevap verilmesinden hoşlanmaz “Böyle değil, “biliyoruz” veya
“bilmiyoruz” deyin der. İbnu Abbas, “ey emiru’l-mü’minin der, ben bir şey biliyorum” Hz. Ömer, “söyle der, kendini küçük görme.” Bunun üzerine İbnu Abbas ayeti şöyle değerlendirir: “Bu, amel için getirilmş bir meseldir. Zengin biri iyilikler yapmış, fakat sonra şeytana uyup günahlara dalmış, böylece bütün iyiliklerini batırmış.”
Beydâvî, ayetin genel muhtevası hakkında şu yorumu yapar: Ayet, sırrıyla melekut âleminde cevelan edip, fikren Cenab-ı Hakk’a yükselen birinin, gerisin
geriye dönerek Allah’tan başkalarına iltifat ile çalışmasını heba etmesini temsil etmektedir.
3. Temsil ve Cedel
Ehl-i imanla ehl-i küfür arasında çeşitli şekillerde devam edegelen mücadele, temsil alanında da cereyan etmektedir. Kur’ân’ın ilk muhatabı olan Hz.Peygamber devrinde, O’nu zor durumda bırakmak için her türlü metodu deneyen ve her fırsatı kollayan müşrikler, Hz. İsa’dan bahis açılıp Hristiyanların O’na ibadet ettikleri medar-ı bahs olunca, buradan kendilerine bir pay çıkararak, aslında aleyhlerine olan durumu lehlerine göstermek isterler. Yani, “O’na ibadet edildiğine göre bizim ilahlarımıza hayli hayli ibadet edilir” derler. Bu münasebetle şu ayetler iner:
“Meryemin oğlu bir mesel olarak ortaya atılınca, kavmin keyif­lenerek çığrıştılar. “Ya! dediler, bizim ilahlarımız mı hayırlı yoksa O mu?” Bunu sana sırf bir
cedel olsun diye fırlattılar. Doğrusu onlar çok husumetli bir kavimdirler.”
Ayetin iniş sebebi olarak şu olaya da yer verilir: “Siz ve Allah’ın madununda taptıklarınız cehennem odunusunuz” ayetini du­yunca, İbnu Zebari isimli müşrik, “bu hüküm biz ve ilahlarımıza mı has, yoksa bütün ümmetlere mi?” diye sorar. Hz. Peygamber “bütün ümmetlere” deyince İbnu Zebari sevinçle “Ka’be’nin Rabbine yemin ederim seni mağlup ettim, der. Sen Meryem oğlu İsa’nın nebi oldu­ğunu iddia edip, O’nu ve annesini methetmiyor muydun? Sen de biliyorsun ki hristiyanlar o ikisine tapıyorlar. Yahudiler Üzeyr’e ve meleklere tapıyorlar. Eğer bütün bunlar ateşte iseler, biz ve ilah­larımız ateşte olmaya razıyız.”
Onun bu sözleri, diğer müşriklerin de hoşuna gider, gülerler, gürültü çıkarırlar.
Halbuki, ayette onların batıl davasına delil olabilecek hiçbir şey yoktur. Ayetteki “siz ve Allah’ın madununda taptıklarınız” ifadesinde yer alan “ma” sılası akıl sahibleri için olmayıp, cansızlar için kullanıl­maktadır. Sebeb-i nüzulün muhatapları ise, hayat ve akıl sahibi olmayan putlara tapmaktadırlar.
Necran Hristiyanlarından bir grup Hz. Peygamberle konuşur­larken, Hz. İsa’nın babasız oluşundan hareketle O’nun ilahlığına delil getirmek isterler. Cenab-ı Hak bu konuda şu gerçeği bildirir: “Şüp­hesiz Allah katında İsa’nın meseli Adem’in meseli gibidir.” Yani “anne ve babasız yaratılmak Ademi ilah konumuna getirmediği gibi, babasız yaratılan İsa’nın da ilah olması gerekmez.”
Cenab-ı Hak, temsil hususunda da Hz. Peygamber’e ilahi te’yi­dini şöyle bildirir: “Onlar sana hangi meseli getirirlerse, biz sana ger­çeği ve en güzel tefsiri getiririz.”
Mesela, eline çürümüş kemikleri alıp ufalayan ve ardından Hz. Peygamber’e “bunları kim diriltir?” diye kafa tutan hakkında şu ayetler nazil olur:
“Görmedi mi o insan, biz onu bir nutfeden yarattık da, şimdi apaçık bir düşman kesildi. Yaratılışını unutarak bize bir de mesel getirdi. “Çürümüş kemikleri kim diriltir” dedi. De ki: Onları ilk defa inşa eden diriltir. Ve O, her türlü yaratmayı bilendir…”
Konunun bir başka misalini şu ayette görmekteyiz:
“Onlardan öyleleri var ki Peygamberi incitiyorlar ve ‘O her söyleneni dinler bir kulaktır’ diyorlar. De ki: Sizin için bir hayır kulağıdır. Allah’a inanır, mü’minlere güvenir ve iman edenleriniz için bir rahmettir. Allah’ın rasulünü incitenler için elim bir azap vardır.”
Araplar casusa “ayn: göz” dedikleri gibi, her söyleneni dinleyip kanan sade-dil kimseye de “üzün: kulak” derler. Rivayete göre münafıklardan bir grup Hz.Peygamberi zemmetmiş. Haber Hz. Peygambere ulaşınca telaşlanmışlar. İçlerinden biri demiş: “Kork­mayın bir şey olmaz. O her söyleneni dinler bir kulaktır. Haberi ulaştıranı dinledi, rahatsız oldu. Biz de gider, özür dileriz, özrümüzü dinler, razı olur.”
Ayette onların ayıplamak niyetiyle söyledikleri “kulak” ifadesi, başka bir mecraya kaydırılarak muhataplar ilzam edilmiştir. Yani, “evet O bir kulaktır.Lakin ne güzel kulaktır. Hayır ve rahmet kulağıdır. Bunlardan başkasını işitmez.”
4. Temsil ve Sembolik Anlatım
Temsili bir nevi sembolik anlatım olarak görebiliriz. Mesela, ilim nur ile, cehalet karanlık ile, bilginler yıldızlarla, nifak bukelemun ile, cesaret arslan ile… sembolize edilir. Bunlara baktığımızda, benzetilen şeylerin benzeyen şeyleri hatıra getirdiklerini görürüz.
Sembol, “görülen bir surette görülmeyen bir hakikata işaret eder. Bu işaret, ruhun derinliğine, şuuraltındaki sahalarına kadar tesirler bırakıp birçok fikir ve duyguları uyandıracak kadar kuvvetlidir… Sembol, kutsal olanın iki tarafını, yani heybet ve korku uyandıran celal ile, hayranlık ve zevk bahşeden cemali ihtiva etmektedir.” Bir hristiyan için haç’ı, bir müslüman için Kabeyi görmek, bu görü­lenlerin fevkinde engin ufuklar açar.
Trafik işaretleri, belli manaların sembolik ifadesinden ibarettir. Böyle bir anlatım, doğrudan ifadelerle anlatmaktan daha rahat, daha kalıcıdır.
Kur’ân-ı Kerim, getirilen bazı mesel ve temsillerde anlatılan olayın sadece bir temsil olduğuna “onların meseli şöyle birinin meseli gibidir” demek suretiyle dikkat çeker.
Hamdi Yazır, meselenin bu yönüyle alakalı şöyle der: Zamanlar olmuş ki, önceki dinlerin makulatının ruhu, karinesiz temsiller ile ifham ve tamim edilmiş ve temsili, tersim ve tecsim ile timsaller de takip etmiş ve bu suretle ruhlar unutulup putlara, timsallere perestiş olunmuştur… Kur’ân ise, insan ruhunu meselden hakikata, temsilden tahkika terakki ettirmiş, tahkik ile temsil arasına karine-i zahire koyarak hak ile batılı birbirine karışmaktan
korumuştur.
“Biz onlara ancak bizi Allah’a yaklaştırsınlar diye tapıyoruz” diyerek putlara tapan cahiliye müşriklerinin durumu bu hakikate güzel bir misaldir. Onlar pencereden bakmak yerine pencereye bakmışlar; şekilden hakikata, lafızdan manaya geçememişlerdir.
Özellikle hac ibadeti pekçok sembollerle doludur. “Gerçekten Safa ve Merve Allah’ın şeairindendir” ayeti bu noktada bize rehberlik etmektedr. Şeair, şiar kelimesinin çoğuludur. Şiar, alamet demektir. Allah’ın şeairi, Allah’a alamet olan şeyleri içine alır. Arafatta vakfe, tavaf, sa’y, şeytan taşlamak, kurban kesmek gibi hac menasiki, hep şeairdendir.
Ayette geçen Safa ve Merve, Hz. Adem ve Havva’nın oturdukları, keza Hz. İbrahim’in hanımı Hacer’in su bulmak için gidip geldiği iki tepenin adıdır. Bu iki tepe arasında hacıların sa’y yapmaları o olayları hatırlamaktır. Hac’da şeytan taşlamak “adüvv-i mübin” olan o apaçık düşmanı tahattura yöneliktir.
“Ka’be, mü’minlerin namazlarında kendisine yöneldikleri bir “teveccüh noktası”, bir kıblegah olmaktan öte, mutlak, kendisi hiçbir şeye benzemeyen, eşyaya varlık veren ve beşerî tefekkür burçlarını aşan yüce Allah’ın yeryüzündeki bir alameti, bir nişanıdır.”
“Mü’min ile ka’be arasındaki münasebet insanın taştan mürekkep bir nesneyle olan münasebetini aşmakta olan dipdiri diriltici ve özlü bir ilişkidir.”
Cenab-ı Hak Kur’ân-ı Kerim’de Ka’beden “beytim” diye de bahseder. Hz. İbrahim ve İsmail’e şöyle ahid verir: “Tavaf edenler, ibadete kapananlar, rüku ve
sücuda varanlar için Beytimi tertemiz bulundurun.”
Kur’ân ayetlerinde Ka’beden “Beyt-i Atik” olarak da bahsedilir.“Atik” kelimesi, hem “eski” hem de “hür” anlamında kullanılır. Bu ikinci manaya göre Ka’be, hürriyetin, tam bağımsızlık ve kurtul­muşluğun tek gerçek simgesidir. Şüphesiz bu kurtuluş herşeyden önce nefs-i emmarenin esaretinden ve şeytanın rezil istibdadından kurtulmak şeklinde tecelli edecektir. Zira gerçek hürriyet, Allah’a kul olmakla gerçekleşir. Ka’be bedenin kıblesidir. Ruhun kıblesi ise Allah’tır.
Şu ifadelerle, Ka’be’ye müteveccih bir mü’minin iç dünyasına bakabiliriz: “Müşahhas bir akis önce dikkatimizi çeker, ama hemen arka planı maverasını tecessüs ettiğimiz ruhî menzil, manevi derinlik… İçimizde kopan tasavvurlar, ifadeler, ruh ummanımızdaki kabarmalar, patlamalar, fırtınalar ve sükunet…”

Şadi Eren , Kur’an’da teşbih ve temsiller,
https://incelemeler.wordpress.com/kuranda-tesbih-temsil/
*
Hani, sana: "Rabbin, insanları çepeçevre kuşatmıştır." demiştik. Sana gösterdiğimiz o görüntüyü de Kur’an’da lanetlenmiş bulunan o ağacı da insanları sınamak dışında bir sebeple göndermedik. Biz onları korkutuyoruz ama bu onların kudurganlığını artırmaktan başka bir katkı sağlamıyor. (İsra, 60)
Yukarıdaki ayette “Ağaç” olarak çevrilen kelimenin aslı “Şecer”dir. Şecer, gövdesi olan bitki demektir; ağaç da gövdesi olan bir bitkidir. Biz biliyoruz ki tabiattaki hiçbir şey lanetlenmiş/dışlanmış/rahmet dışı bırakılmış değildir. Yani hayvanlar, denizler, bulutlar nasıl ki lanetlenmemiş,  herhangi bir ağaç da lanetlenmiş değildir. O halde ayette belirtilen “Lanetlenmiş ağaç” nedir?
1.“Kur’an’da lanetlenmiş bulunan o ağacı da insanları sınamak dışında bir sebeple göndermedik.”
Ayet dikkatli okunursa “Kur’an’da lanetlenen ağaç” deniyor. Burada dikkat edilmesi gereken kelime “Kur’an” kelimesi. Kur’an, olgular arasında bağ kurarak/aklederek öğrenilen sosyal bilgilerden oluşur. O halde burada, bildiğimiz nesnel anlamda bir ağaçtan değil, ağaca benzeyen bir şeyden bahsediliyor (benzetme sanatı). Ayrıca ayette “Rabbin insanları çepeçevre kuşatmıştır” dendikten sonra lanetli ağaçtan ve sınanmaktan bahsedilmesi, bize bahis konusu lanetli ağacın insanla ilgili ve insana dair bir şey olduğunu söylemektedir. Şimdi aşağıdaki resme bakalım:
Resimde de görüleceği üzere solunum sistemi, nefes borusu ve nefes borusundan çıkan bronşların akciğerlere girmesi ile bir ağaç görüntüsü oluşmaktadır. Nefes borusu ağacın gövdesi, akciğerlere giren bronş kolları da ağacın dallarını oluşturmaktadır (Ağacın ters oluşuyla ilgili açıklama aşağıda "Not" bölümünde mevcuttur.)
Kur’an’da lanet/dışlama üzerine olan nedir?
A.Din gününe kadar (Hicr 34-35, Sad 77-78); yani  sadece bu dünyada lanet/dışlama İblis üzerinedir.
B.Hem bu dünyada hem ahirette lanet/dışlama şeytan üzerinedir. Yani şeytana/ham düşüncelerine uyan insan, hem bu dünyada hem ahirette lanetlenmiştir. Nihayetinde şeytanı/ham düşünceleri üreten ve uyan insandır.

2.Bu durumdaİsra 60’da lanetlenmiş ağaç benzetmesi ile kastedilen nedir?
Kur’an’da lanetlenmiş bulunan o ağacı da insanları sınamak dışında bir sebeple göndermedik.”
İnsanın sınanması İblis’e/arzu ve isteklerine uymaması iledir. Yukarıda gördüğümüz resimdeki ağaca benzeyen solunum sistemi, İblis’in/kötü arzu ve isteklerin kaynağıdır. İsra 60’da lanetlenmiş ağaç benzetmesi ile kastedilen İblis’tir. Şimdi aşağıdaki ayetlere bakalım:
Kendilerine gelmiş hiçbir kanıt olmadan, Allah'ın ayetleri hakkında tartışıp duranlar var ya, onların göğüslerinde, asla ulaşamayacakları bir büyüklüğün kuruntusu vardır. Artık Allah'a sığın! O'dur Semî, O'dur Basîr. (Mümin, 56)
Göğüslerindeki düşmanlığı çekip almışızdır. Köşkler/divanlar üzerinde karşı karşıya oturan kardeşler olmuşlardır. (Hicr, 47)
Göğüslerinde düşmanlıktan ne varsa söküp atmışızdır… (Araf, 43)
De ki: "İnsanların Rabbine sığınırım! İnsanların yöneticisine, yönlendiricisine, İnsanların ilahına; Kıvrılıp kıvrılıp saklanan, sinip sinip gizlenen vesvesenin/o sinsi, o aldatıcı şeytanın şerrinden, İnsanlarıngöğüslerine kuşkular, kuruntular sokar o; Cinlerden de insanlardan da olur o!" (Nas Suresi)
Ağızlarından nefret ve öfke taşmaktadır göğüslerinin saklamakta olduğu ise daha büyüktür. Eğer aklınızı işletirseniz Allah size ayetlerini açık-seçik göstermiştir. (Ali İmran, 118)
…Onlar ise sizinle karşılaştıklarında inandık derler; başbaşa kaldıklarında size öfkelerinden parmak uçlarını ısırırlar. De ki onlara: “Öfkenizle geberin.”Allah, göğüslerin içindekini çok iyi bilmektedir. (Ali İmran, 119)
”Bu, Allah göğüslerinizdekini denesin, kalplerinizdekini ortaya çıkarsın diyedir. Allah, göğüslerin özünü çok iyi bilir. (Ali İmran, 154)
Savaşın onlarla ki, sizin elinizle Allah onlara azap etsin, onları rezil etsin. Onlara karşı size yardım etsin. Ve inananlar toplumunun göğüslerine şifa ulaştırsın. (Tevbe, 14)
Ve senin Rabbin, onların göğüslerinin sakladığını da açığa vurduğunu da çok iyi bilir. (Neml, 74)
O bilir gözlerin hain bakışını ve göğüslerin sakladığını. (Mümin, 19)
Yukarıdaki ayetlerde “Göğüslerindeki düşmanlık, kuşku, kuruntu, öfke, nefret”, “Göğüslerdekinin denenmesi”, “Göğüslere şifa” gibi ifadeler yer almaktadır. Solunum sistemi nesnel olarak İblis’in/kötü arzu ve isteklerin kaynağıdır, dedik. Yani öfke, kuşku, kuruntu, kin, nefret, aç gözlülük, intikam, hırs gibi duyguların kaynağı. (Depresyon hastalarının büyük çoğunluğunda göğüs şikayetleri vardır. Göğüste yanma, göğse bıçak saplanması, göğüste sıkıntı, çarpıntı hissi v.s. Bu tesadüf olmasa gerektir.)
Solunum sistemi yanında kalp de göğüs kafesi içerisindedir. O sebeple göğüs kelimesi bazen kalplerin denenmesi anlamında da kullanılmaktadır.

3.Kişinin, bilgiden uzak düşüp zanna saplanmasıyla kendi zannın kuşatması altına girdiğini önceki makalelerimizde belirtmiştik. Şimdi İsra 60’a tekrar bakalım:
Hani, sana: "Rabbin, insanları çepeçevre kuşatmıştır." demiştik. Sana gösterdiğimiz o görüntüyü de Kur’an’da lanetlenmiş bulunan o ağacı da insanları sınamak dışında bir sebeple göndermedik. Biz onları korkutuyoruz ama bu onların kudurganlığını artırmaktan başka bir katkı sağlamıyor. (İsra, 60)
Lanetlenmiş ağaç ile ilgili cümlelerden önce “Rabbin insanları çepeçevre kuşatmıştır” denmektedir. Bu da bize kişinin bilgiden uzak düşüp zanna saplanması neticesinde kendi zannı ile kuşatılmasının bu solunum sistemi vasıtasıyla olduğunu göstermektedir.
O ağaç ki, zalimler için onu bir fitne yaptık. (Saffat, 63)

NOT: Benzetmesi yapılan ağacın ters oluşuyla ilgili olarak aşağıdaki ayete bakalım:
Pis bir kelimetin/söz de gövdesi toprağın üstünde ictusset/destek bulmuş bir ağaca benzer, dayanağı yoktur onun. (İbrahim, 26)
Ayetin neden bahsettiği anlaşılmadığı için çeviriler de yanlıştır. Çeviriyi düzelttiğimizde taşlar da yerine oturacaktır.
Toprağın üstünde olarak çevrilen kısmın orjinali “Min fevki el ardı”dır. Bu “Yerin yukarısından demektir.”
“İctusset” kelimesinin kökü ise C-s-s’dir. Bir şeyin cüssesi onun ortada olan şahsıdır/kısmıdır (Müfredat). Ağacın ortada olan kısmı gövdesi ve dallarıdır. Bu itibarla benzetmesi yapılan ağacın ters olduğu net bir biçimde ortaya çıkmaktadır.
“Dayanağı yoktur” olarak çevrilen kelimenin kökü de K-r-r’dir. Yerinde hareketsiz bir şekilde donakaldı, denir (Müfredat). Bu itibarla “Karar” kelimesi burada “Kök” demektir.
Çeviri şöyle olmalıdır:
Pis bir kelimetin/söz de yerin yukarısından ictusset/biten bir ağaca benzer, kökü yoktur onun. (İbrahim, 26)
İbrahim 24 ile ilgili açıklama “Müteşabih Ayetler İki Anlamlıdır” makalesinde verilmiştir. İbrahim 24-25-26 ayetleri müteşabih anlamlıdır.

http://www.kurandini.net/index.php/lanetlenmis-agac.html

Paylaşmak güzeldir.