düz değişmece etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
düz değişmece etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Temmuz 2015 Çarşamba

Mecaz-ı Mürsel

Edebî Sanatlar 
Mecaza Dayalı Söz Sanatı
Mecaz (Değişmece)

Sözcüklerin cümle, dize veya deyim içine girdiklerinde, gerçek anlamlarından tamamen sıyrılarak başka bir sözcük ya da kavram yerine kullanılmasıyla kazandığı anlama mecaz (değişmece) anlam denir. Mecaz anlam, Sözcüğün sürekli olmayan, kullanım içinde geçici olarak üstlendiği anlamdır.

Mecaz, çoğunlukla anlatımı daha etkili hâle getirmek, ifadeye canlılık katmak için yapılır. Mecazlı söz monotonluktan kurtulur, aynı zamanda ayrı bir güzellik kazanır. Mecaz anlamlı sözcükler duygu ve hayale zenginlik katar. Mecaz anlam ile anlatılanlar daha iyi kavratılmış olur.

Mecaz Sanatına Örnekler:

“Açık pencerenin önünde saatlerce denizi seyrettim.” cümlesinde “açık” sözcüğü gerçek anlamı ile kullanılmıştır. Sözcük cümlede ‘açılmış, kapalı karşıtı” anlamında kullanılmıştır.

Açık konuşma zamanının geldiğine inanıyorum.” cümlesinde ise “açık” sözcüğü gerçek anlamının dışında mecaz anlamı ile kullanılmıştır. Bu cümlede sözcük gerçek anlamından tamamen uzaklaşarak yeni bir anlam kazanmıştır.

Yüreğime kördüğümler atıldı
Çözemedim, çözülmüyor sultanım

dizelerinde “kördüğüm” sözcüğü gerçekte “çözülmeyen, ilmiksiz düğüm” anlamındadır. Ancak sözcük bu cümlede mecaz anlamıyla kullanılmıştır. Sözcük dizelerde “çözülmesi hemen hemen imkânsız olan sorun” anlamı ile kullanılmıştır.

...
·         Müşteriden para sızdırmak için elinden geleni yapardı.
·         Satıcının o ince ve tiz sesi kulaklarımızda patlıyordu.
·         Bugünlerde havasından yanına varılmıyor.
·         Bu hayırsız evlat için insan kendisini ateşe atar mı?

*
Etimoloji

"Mecaz" sözcüğü Türkçeye en geç 1300'lü yıllarda, Arapça "macāz" sözcüğünden geçmiştir.
 Bu sözcük Arapçadaki cwz (geçit, köprü) kökünden gelir.
 Türkçeye Fransızcadan geçen, Antik Yunancada "taşıma, transfer etme" anlamlarına gelen "metafor" sözcüğü de sıklıkla mecaz ile eşanlamlı olarak kullanılır.

Aristoteles tarafından "mecaz" anlamında kullanılan metafor sözcüğü, Antik Çağ'ın sonlarına doğru ise anlam daralmasına uğrayarak Türkçedeki "istiare, eğretileme" kavramları karşılığında kullanılmaya başlanmıştır.

Gerçek anlam

Bir kavramın mecaz olmayan anlamlarına gerçek anlam denir:

•          Babam yorganı üzerime çekip iyi uykular diledikten sonra alnımdan öptü. (gerçek anlam)
•          Ay ışığında yakamozlar dans ediyor, dalgalar sahili öpüyordu. (mecâz)
•          Bugün hava çok soğuk. (gerçek anlam)
•          Soğuk bir tavırla birbirlerini selamlayıp uzaklaştılar. -R. H. Karay. (mecâz)
•          Sabah erkenden uyandım. (gerçek anlam)
•          Baharın gelmesi ile birlikte doğa uyandı. (mecâz)

Yan anlam

Mecaz anlam sıklıkla yan anlam ile karıştırılır. Yan anlamların her biri, sözcüğün gerçek anlamlarından biridir ve birincil anlamla (temel anlamla) yakından ilişkilidir.

•          Torpido ile vurulan gemi bir süre sonra battı. (temel anlam)
•          Elime iğne battı. (yan anlam)
•          Güneş bugün saat yedide batacak. (yan anlam)
•          Hamileliğin de verdiği alınganlıkla her sözümüz ona batıyordu. (mecâz)

Mecaz türleri

Mecaz, sözcük ve fikir mecazları olmak üzere ikiye ayrılır.

Sözcük mecazında bir sözcük gerçek anlamı dışında, fikir mecazında ise herhangi bir fikir kendi anlamının dışında bir amaçla kullanılır.

https://tr.wikipedia.org/wiki/Mecaz
*
Mecaz, başlı başına bir edebî sanat değildir, daha çok bazı sanatların ortaya çıkmasına yardımcı olur. Örneğin teşbih, istiare, mecaz-ı mürsel, kinaye, tariz, teşhis, intak gibi sanatların bazıları sözcük, bazıları ise düşünce mecazları üzerine kurulmuştur.


Bir kelimeyi ya da sözü gerçek anlamı dışında kullanmaktır. Bir kelimenin gerçek anlamının değil de mecaz anlamının kastedilmesi için iki anlam arasında bir ilgi bulunması gereklidir. Bu ilgiye "karine (delil)" adı verilir.
*
Mecaz Anlam Nedir?


Bir sözcüğün gerçek anlamı dışında bir anlamla kullanılmasına mecaz (değişmece) denir.
Mecaz anlam, değişik kümelerde incelenebilir:
a) Sözcük düzeyinde mecaz
      b) Deyim düzeyinde mecaz
     c) Atasözü düzeyinde mecaz
     d) Argo düzeyinde mecaz


a) Sözcük düzeyinde mecaz anlam
  • Dünya Savaşı o yıllarda koptu.
  • Tiyatroya gitmezsek biletlerimiz yanar.
  • Mesleğimde parlamak istiyorum.
  • Adam köpürmüş, bize doğru geliyordu.

b) Deyim düzeyinde mecaz anlam
  • O adam kolay kolay kül yutmaz.
  • Şu gazetelere göz atsam iyi olacak.
  • Elimiz genişleyince bir araba alırız.
  • Bu işte bir bit yeniği var ama…

c) Atasözü düzeyinde mecaz anlam
  • Can boğazdan gelir.
  • İt itin kuyruğuna basmaz.
  • Acemi katır kapı önünde yük indirir.

d) Argo düzeyinde mecaz anlam
Farklı bir anlaşma biçimi sağlamak üzere aynı meslek veya topluluktaki insanların ortak dildeki sözcüklere özel anlamlar vermek, bazı sözcüklerde değişiklik yapmak suretiyle oluşturdukları herkesçe anlaşılmayan sözcük ve deyimlerden oluşan gereğinde mecazlı anlamlara da yer veren özel dile argo denir. Argonun şoför argosu, öğrenci argosu, hapishane argosu… gibi türleri vardır.
  • Ağzını ıslatmak ==> İçki içmek
  • Atmasyon ==> asılsız, anlamsız
  • Cavlağı çekmek ==> Ölmek
  • Viraj almak ==> Çok yalan söylemek

Mecazla Anlam İle İlgili Karışık Örnekler
Bitmek- Çok beğenmek, âşık olmak- O kıza bittim.
Vurulmak- Sevdalanmak- Ona vuruldum.
Sarmak-Kötü bir işe bulaşmak- Bu işi o sardı bize.
Durulmak- Hırçınlığı, dikliği geçmek- Askerden sonra duruldu.
Dikleşmek- Karşı çıkmak, isyan etmek- Bize niye dikleşiyorsun?
Sermek- Vazgeçmek, o işi yapmaz olmak- Dersleri serdi seninki.
Çürümek- Sağlığını yitirmek, mahvolmak- Hapislerde çürüdü.
Toparlamak- Kendine gelmek- Salma kendini, biraz toparlan.
Tatlı- Cana yakın, sevimli- Çok tatlı bir çocuktur.

Çok ağır bir adam, ona iş yaptıramazsınız.
http://www.renklinot.com/soru-cevap-2/mecaz-anlam-nedir-mecaz-anlam-cesitleri-ve-10-ornek.html

*
Mecaz ikiye ayrılır:

 A. Aklî Mecaz: Bir eylemi asıl özneden başkasına dayandırmaktır. Aklî mecazda öğeler gerçek anlamlarında kullanılır.
Örnek:  Geçen yıllar saçınızı ağartmış.
Saçı ağartma fizyolojik ve biyolojik gelişmelere değil geçen yıllara dayandırılmıştır.

 B. Lügavî Mecaz: Bir kelimenin ya da sözün bir ilgi dolayısıyla sözlük anlamlarından başka anlamları göstermesidir. Mecaz-ı Mürsel ve istiare olmak üzeri ikiye ayrılır.
*


http://www.edebiyathocam.com/2009/04/anlam-aktarmalar-slayt.html

Mecaz-ı Mürsel (Ad Aktarması / Düz değişmece, Metonomi )

Benzetme amacı olmaksızın bir sözün, başka bir sözün yerine kullanılmasına mecaz-ı mürsel denir. Mecaz-ı mürsele düz değişmece de denmektedir. Bu söz sanatında iki sözcük arasında parça-bütün, genel-özel, iç-dış, yazar-eser ya da başka bir çağrışım ilişkisi bulunur. Burada iki sözcük arasında herhangi bir yönden benzerlik ilişkisi söz konusu değildir.

Bir sözü gerçek anlamının dışında benzetme amacı gütmeden kullanmaktır. Bu türün örneklerine daha çok deyimlerde rastlanır.

 Mecaz-ı mürselde şu iki niteliğin bulunması gerekir:

 a. Kelimenin ya da sözün gerçek anlamının dışında kullanılması.
 b. Gerçek anlamında kullanılmasını engeleyen bir durumun olması.
 Örnek:
 göze girmek
 Burada göz kelimesi gerçek anlamı dışında kullanılmıştır. Çünkü gerçekte bir insanın gözüne girilmesi mümkün değildir.

Ad Aktarması  (Mürsel Mecaz)Bir sözü benzetme amacı gütmeden bir başka söz yerine kullanmaktır. Sözcüklerin yeni anlamlar yüklenmesinde bir etken de ad aktarmasıdır.
http://www.erguven.net/ders/Ad-Aktarmasi-
Ad aktarması şu ilişkiler çerçevesinde kurulabilir :

Sanatçı verilir, yapıtı anlatılır.
Örnek : Yaşar Kemal'i lise yıllarımda okudum. (Yaşar Kemal'in romanlarını)

İçteki varlık verilir, dışındaki anlatılır ya da dıştaki varlık verilir içindeki anlatılır.
Örnek :   
Haberi duyunca bütün ev ayağa kalktı. (Evin içindeki insanlar)
Ayağını çıkarmadan içeri girme. (Ayakkabını)

Parça verilir, bütün anlatılır ya da bütün verilir, parça anlatılır.
Örnek :
Bu acılı haberi ona hangi dil söyleyebilir?  (İnsan)
Gemi Mersin'e yanaştı. (Mersin Limanı)

Bir yer adı verilir, o yerde yaşayan insanlar anlatılır.
Örnek :
Bütün köy meydanda toplandı.  (köy halkı)
Erzurum, Mustafa Kemal'e kucak açtı.  (Erzurum Halkı)

Bir yön adı verilir, o yöndeki bölgeler ya da ülkeler anlatılmak istenir.
Örnek :
Batı bu duruma müdahale etmedi.  (Batı ülkeleri)

Bir eşya adı verilir, onu kullananlar anlatılmak istenir.
Örnek :
Koştu, yokuş aşağı bir şapka.  (İnsan)

Soyut bir ad verilip, somut bir varlık anlatılır.
Örnek :
Bu sonucu Türk gençliğine armağan ediyorum. (Genç insanlar)
Gurbet çeken gönüller kuşatmıştı ocağı. (insanlar)

Sonuç verilir, bunun nedeni kastedilir.
Örnek :
Gökten sicim gibi bereket yağıyor. (bereket, sonuçtur, nedeni yağmur anlatılmıştır)


Mecaz-ı Mürsel Sanatına diğer örnekler:

“Sınıf, yeni öğretmeni merakla bekliyordu.” cümlesinde “sınıf” sözcüğü ile ad aktarması yapılmıştır. Çünkü gerçekte sınıf, derslik, öğrencilerin ders gördüğü yerdir. Ama burada “sınıf” sözcüğü ile sınıfta ders gören öğrenciler anlatılmak istenmiştir. Dış iç ilgisi ile sınıf söylenmiş, öğrenciler anlatılmak istenmiştir.

Ad aktarmasında, sözcüğün kendi anlamı dışında kullanıldığını gösteren bir işaret mutlaka vardır. Yukarıdaki cümlede “sınıf” sözcüğünün kendi anlamında kullanılmadığını “merakla beklemek” ifadelerinden anlayabiliyoruz.

“Ülkeler ancak kalem ve kılıç, ile varlıklarını sürdürebilir.” cümlesinde “kalem ve kılıç” sözleri ile ad aktarması yapılmıştır. Burada sebep-sonuç ilişkisi söz konusudur.

“Kalem” sözcüğü ile eğitimli insanlar, bilim adamları anlatılmak istenmiştir. “Kılıç” sözcüğü ile o ülkeyi dış düşmanlardan koruyacak asker anlatılmak istenmiştir.

Zihnim bu şehirden, bu devirden çok uzakta,
Tanburi Cemil Bey çalıyor eski plakta

Bu dizede “Tanburî Cemil Bey” sözleri ile ad aktarması yapılmıştır. Çünkü burada bir sanatçıdan söz edilmekte, sanatçının adı verilip onun bir eseri anlatılmaktadır. Bu dizelerde “sanatçı-eser” ilgisi ile ad aktarması yapılmıştır.

“Dilerim Tanndan ki, sana açık kucaklar
Bir daha kapanmadan kara toprakla dolsun
Kan tükürsün adını candan anan dudaklar
Sana benim gözümle bakan gözler kör olsun”

Bu dörtlükte “kucaklar, dudaklar, gözler” sözcükleri ile ad aktarması yapılmıştır. Burada parça-bütün ilişkisi söz konusudur. “Kucak, dudak, göz” gibi insanın bazı organları söylenerek “insan” kastedilmiştir.

“Güç belâ bir bilet aldım gişeden
Yolculuk başladı Haydarpaşa’dan ”

Bu dizelerde “gişe” ve “Haydarpaşa” sözcüklerinde ad aktarması vardır. Gişe, bilet satılan yerdir. Burada “gişe” sözcüğü ile oradaki görevli anlatılmak istenmiştir. Haydarpaşa, Kadıköy’deki tren garının adıdır. İkinci dizede “Haydarpaşa” sözcüğü ile bu istasyon anlatılmak istenmiştir.

Minareler bayramda, kubbeler arifede
Başlar birbirinden dik o dört taştan efede
Edirne’de bir sabah üçüncü şerefede
Sinan güzelliği döndürmüştü başını”

Bu dörtlüğün son dizesinde ‘Sinan’ın güzelliği” sözcükleri ile Edirne’deki “Selimiye Camisi” anlatılmak istenmiştir. Burada “sanatçı-eser” ilişkisi ile ad aktarması yapılmıştır. Son dizede bir insan olarak Mimar Sinan’ın güzelliğinden söz edilmiyor, sanatçının adı söylenip onun en önemli eseri olan Selimiye Camisi anlatılmak isteniyor

Yukarıda da belirtildiği üzere bir sözü, benzetme amacı gütmeden, başka bir söz yerine kullanma sanatıdır. Genellikle bütünün, bir parçası söylenerek tümü çağrıştırılır. Örneğin;
“Bu söze bütün sınıf güldü.” cümlesinde “sınıf” sözü “sınıftaki öğrenciler” anlamındadır. Benzetme amacı yok, çağrıştırma var.

Kan tükürsün adını candan anan dudaklar
Sana benim gözümle bakan gözler kör olsun
dizelerinde “dudak” ve “göz” sözcükleri aslında kişiyi ifade eder.

"Erzurum, olimpiyatlara katılacak üniversiteli sporcuları bekliyor."
Bu cümlede geçen "Erzurum" sözcüğü "Erzurum halkı" yerine kullanılmıştır.

-   Bir sanatçı söylenip eseri kastedilebilir:
"Namık Kemal'in birinci sınıfta okutulması doğru değil."

"Namık Kemal" sözü ile sanatçının şiirleri ya da başka eserleri anlatılmak istenmiştir.
-   Bir yer söylenip içindekiler anlatılmak istenebilir: "Necati Bey'in evini şu dükkâna soralım."
"Dükkân" sözü, içindekiler yerine kullanılmıştır.


Benzetme amaç güdülmeden bir sözün ilgili olduğu başka bir söz yerine kullanılmasına daha birçok örnek verilebilir:
·         İşe alınman için dün şirketle görüştüm.(İnsan)
·         Yarın sınıfı 9/H sınıfı yapacak.(Öğrenci)
·         Toplantıya Milliyet gazetesinin güçlü kalemleri de geldi.(Yazar)
·         Nihatın golüyle tüm stat ayağa kalktı.(Seyirci)
·         evine çok bağlı bir insandır.(Ailesi)
·         Bu olay üzerine bütün köy ayaklandı.(Halk)
·         İstanbul’dan kalkan uçak az önce Adana’ya indi.(Havaalanı)
·         O, beyaz perdenin en güzel sanatçısıdır. (Sinema)
·         Çatma, kurban olayım çehreni ay nazlı hilâl.(Türk bayrağı)
·         Sobayı yaktınız mı?(Odun/kömür)
·         O, ülkemizin en güçlü raketlerinden biridir.(Tenis oyuncusu)
·         Siz, hiç Yaşar Kemal’i okudunuz mu?(Eserleri)
·         Gökten bereket yağıyor.(Yağmur)
Aşağıdaki örneklerde  de mecaz-ı mürsel sanatı vardır:
·         Herkes tabağını bitirecek.
·         Ankara, görüşmelere katılacak.
·         Listedeki kitapların hepsi edebiyatımızın ünlü kalemlerinin eserleri idi.
·         Vatandaş ödev ve sorumluluklarını biliyor.

*
Lafız-Mana İlişkisinde Hakikat ve Mecâz

Sözün gerçek anlamda kullanılması hakikat, bir ilgi dolayısıyla bu anlamın dışında kullanılması mecâz, gerçek anlamda kullanılması mümkün olduğu halde zihinde çağrıştırdığı başka bir anlamı da içermesi kinâye, hiçbir ilgi bulunmaksızın bir başka anlamda kullanılması ise galat’tır.
Hakikat, bir lafzın kendisi için konulmuş olan anlamda kullanılmasıdır ve bu anlam onun lügavî (temel/gerçek) anlamıdır.


Belgâtte sözün sonradan kazandıkları anlamlara me’ânî-i sevânî (ikinci anlamlar) denir. Me’ânî-i sevânî için ma’ne’l-ma’nâ (anlamın anlamı) terimi de kullanılmıştır.
Edebi metinler yan anlamlı sözcüklerin yoğun olduğu metinlerdir.
Hakikat ile mecaz arasındaki fark, hakikatin gösterdiği anlam için bir karine(=ipucu)ye ihtiyaç duymaması, mecazın ise bu karineye ihtiyaç duymasıyla ortaya çıkar.


Mecâz

Kelimenin hakiki anlamının anlaşılmasına karîne-i mâni’a (=engelleyici ipucu) adı verilen Aklî bir engel vardır. Bu delil bazen sözün içinde bazen de sözün öncesi ve sonrasındaki ifadede karşımıza çıkar.
Aklî mecâz: Failler arasındaki ilişki nedeniyle, fiilin asıl failiyle değil de başka diğer faille ilişkilendirilmesidir. “Size duyduğum sevgi beni buraya kadar getirdi” dediğimde sevgi’nin binek olmadığını bildiğim halde, bu manada kullanıyor olmam aklî mecaz yoluyla anlaşılabilen bir durumdur.
Mecâz-ı hazfî: Aklî mecâz türü olan mecâz-ı hazfî de fail sözcük öbeğinden düşürülmüştür; “bu adresi bir de kahveye sor” dediğimde kahve sözüyle işaret edilen muhatap ‘insanlar’ sözcük sözcük öbeğinden düştüğü için, kahve sözcüğü mecâz, sözcük öbeği de mecâz-ı hazfî olarak değerlendirilmiştir.
Lügavî mecâz: Bir kelimenin bir ilgi sebebiyle asıl anlamının dışında kullanılmasıdır.

Lügavî mecazın mecâz-ı mürsel ve isti’âre denen iki türü vardır.

Mecâz-ı mürsel: Üç şartla gerçekleşir.
A) Kelimenin gerçek anlam dışında bir anlamı kastetmesi.
B) gerçek anlam ile mecâzî anlam dışında bir ilgi olması
C) gerçek anlamın anlaşılmasına bir engel (karîne-i mâni’a) bulunması.

Mecâz-ı mürselde gerçek anlamdan mecâzî anlama geçişi sağlayan alakalar:

a) Parça bütün (=cüz’iyyet-külliyet) ilişkisi: “saçımı kestirdim” dediğimde saçımın tamamını değil bir kısmını kestirdiğimi ifade ediyor olmam buna örnektir.
b) Mahal ilgisi: “Bardağı bir dikişte içti” dediğimde içilen bardak değil, bardaktakidir, burada bardak, mahal işlevi görevi görmektedir.
c) Sebep-sonuç ilişkisi: Lafzın mecâzî anlama sebep olması, “saçımı boşuna ağartmadım” derken, tecrübe sahibi olduğumu ifade etmem bu duruma örnektir.
d) Genel-özel (=umum-husus) anlam ilişkisi: Özel bir anlamı ifade etmek için geneli ifade eden bir sözcük kullanmak veya bunun tersi durumlar buna örnektir.
e) Mazhariyet ilişkisi: “bütün ev onun eline bakıyor” sözü buna örnektir.
f) Âlet olma ilgisi: Bir kelimenin gerçek anlamının mecazî anlama vesile olması, “Türk dili” dediğimizde “dil” kelimesiyle sakatat değil de sözcükleri ifade ediyor olmamız buna örnektir.
g) Öncelik-sonralık ilişkisi: Bir şeyi geçmişteki haliyle ya da gelecekte alacağı hal ile ifade etmektir; eşşek kadar adamdan “bizim çocuk” diye söz eden ebeveynlerin lafzı bu duruma örnektir.


Bir mecazın sanat olarak kabul edilebilmesi için, kullanılan mecazın dildeki hazır bir malzeme olmaması, eser sahibi tarafından bilerek kullanılmış olmasına dikkat edilir.

http://www.aofdestek.net/turk.dili.edebiyati.ders.notlari/60553-eski.turk.edebiyatina.giris.soz.sanatlari.1.sinif.bahar.donemi.html











Test


1.Marmara’da her yelken
    Uçar gibi neşeli

 Yukarıdaki dizelerde olduğu gibi, kimi sözler benzetme amacı gütmeden kendi anlamı dışında kullanılır.

Aşağıdaki dizelerin hangisinde bu örnektekine benzer bir kullanım vardır?

A)    Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl.
B)     Ben ezelden beridir hür yaşadım hür yaşarım.
C)     Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.
D)    Bastığın yerleri toprak diyerek geçme tanı.
E)     Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda.
*

2. “Çatma kurban olayım çehreni ey nazlı hilal!” dizesinde hangi edebi sanatlar vardır?

A) Teşhis – hüsn-i talil
B) Telmih ” kinaye
C) Mecaz-ı mürsel ” teşhis
D) Hüsn-i talil ” tecahül-i arif
E) Tevriye ” cinas
*
3. Aşağıdaki cümlelerden hangisinde ad aktarması yoktur?
A)  Rahmet yağıyor gökten, rahmet!
B)   Kalemlerimiz gazetelerde kendilerini gösterebilmekte.
C)   Üniversitenin bu kürsüsünden kimler gelip geçti!
D)   İnsanlar yirmi yıl önce buradan göç etmişler.
E)    Adamcağız dün Hakk’ın rahmetine kavuştu.
*
4. Raflarda bana yüzü dönüktüm kitaplar; Rimbaud, Gogol, Puşkin soluklarını tutmuş bekliyorlardı. Yanı başımdaki teybin içinde Brahms, soluksuz bizi dinliyordu. Diğer banttakiler taş kesilmiş, kalmışlardı. Mozart ve Listz öylece susmuşlardı.

Yukarıdaki parçada görülen en belirgin söz sanatı aşağıdakilerden hangisidir?

A) Açık İstiare
B) Mecaz-ı Mürsel
C) Teşbih
D) Tecahül-i Arif
E) Tevriye
*
5.“Gençlik; kafası ve yüreğiyle toplumun güvencesidir."

Yukarıdaki örnekte belirgin olarak görülen söz sanatı aşağıdakilerden hangisidir?
A) Mecaz-ı Mürsel
B) Hüsn-i Talil
C) Teşhis
D) Tenasüp
E) İstiare
*
6.Mecaz anlamlı kelimeler; sözcük, deyim, argo ve atasözü düzeylerinde görülebilirler.

I. Onun ne zamandır kırdığı ceviz kırkı aşıyordu zaten.

II. Seni görünce kirişi kırdı tabii.

III. Borsada kaybedince kafayı yedi.

IV. Her işte kılı kırk yarardı.

V. Ateş düştüğü yeri yakar.

Yukarıda numaralanmış cümlelerin hangisinde deyim düzeyinde mecaz sanatı kullanılmıştır?

A) I. ve II.        
B) II. ve III.        
C) I. ve IV.
 E) IV. ve V                
E) III. ve V
*
7.
       I. Su testisi su yolunda kırılır.
II. Ağzı süt kokan sanatçılar bile bize akıl vermek istediler.
III.Islanmış elbisesini çıkarıp birden yere fırlattı.
IV.Annem melek gibi temiz ruhlu bir insandı.
V. Günler akıp gidiyor.

Yukarıda numaralanmış yerlerin hangisinde mecazlı anlatım yoktur?

A) I. ve II.        
B) II. ve V.        
C) III. ve IV.
 D) I. ve V.            
E) III. ve V.
*
8.Tablasındaki taze salatalıkları övmek için: “Badem bunlar, badem!” diye bağıran satıcı, aşağıdaki söz sanatlarından hangisine başvurmaktadır?
A) Benzetme
B) Tenasüp
C) Kinaye
D) Hüsn-i Talil
E) Mecaz-ı Mürsel
*
9.Aşağıdakilerin hangisinde Mecaz-ı Mürsel (Ad Aktarması) yoktur?

A) Çukurova kesti benden selamı
     Diyemem derdimi yoktur dermanı

B) Zihnim bu şehirde, bu devirden çok uzakta,
     Tamburi Cemil Bey çalıyor eski plakta

C) Ağladıkça inci döker gözünden
     Gülüverse on dördünde ay gibi

D) Kandilli yüzerken uykularda
     Mehtâbı sürükledik sularda

E) Güç bela bir bilet aldım gişeden
     Yolculuk başladı Haydarpaşa’dan
 *
10.  I. Barış umutları yeşerdi.
II. Serin ama tatlı bir ilkbahar akşamıydı.
III. Olaylara bir de bu gözle bakmalısın.
IV. Yeni idarecimizin davranışları hamdı.


Aşağıdakilerden hangisinde yukarıda numaralanmış cümlelerde altı çizili kelimelerde kullanılan mecazi anlatımın ifade ettiği bir anlam yoktur?

A) Seviyeli anlamında
B) oluşmak anlamında
C) hoş anlamında
D) anlayış anlamında
E) tecrübesizlik anlamında
 *
11.Mecaz anlamlı kelimeler; sözcük, deyim, argo ve atasözü düzeylerinde görülebilirler.

I. Onun ne zamandır kırdığı ceviz kırkı aşıyordu zaten.

II. Seni görünce kirişi kırdı tabii.

III. Borsada kaybedince kafayı yedi.

IV. Her işte kılı kırk yarardı.

V. Ateş düştüğü yeri yakar.

Yukarıda numaralanmış cümlelerin hangisinde deyim düzeyinde mecaz sanatı kullanılmıştır?

A) I. ve II.       
B) II. ve III.       
C) I. ve IV.
E) IV. ve V               
E) III. ve V
*
12. Küçük bir çocuğun kaçırıldığı haberi etrafa yayılınca bütün Amasra ayağa kalktı.

Bu cümlede görülen edebi sanat aşağıdakilerden hangisidir?

A)  İstiare              
B)  Kinaye                          
C) Abartma
D) Tevriye              
E)  Mecaz-ı  Mürsel
*
13.   Bir hilal uğruna ya Rab!
Ne güneşler batıyor
Yukarıdaki dizelerde altı çizili sözcüklerle sağ­lanan iki söz sanatı aşağıdakilerden hangisi­dir?
A)     Tevriye - istiare
B)     Teşbih - cinas
C)     Tevriye - teşbih
D)     Mecaz -ı mürsel - istiare
E)     Mecaz-ı mürsel - cinas

*
14.     Ben, garip çizgilerle uğraşırken baş başa
Rastlamıştım duvarda bir şair arkadaşa
Yukarıdaki beyitte altı çizili sözcükteki söz sa­natı aşağıdakilerden hangisinde verilmiştir?
A) İstiare                                        
B) Kinaye
C) Teşbih                                       
D) Mecaz-ı mürsel
E) Tevriye

*

Cevap anahtarı: 1.A, 2.C, 3.D, 4.B, 5.A, 6.C, 7.C,8. E, 9.C, 10.A,

11.C, 12. E, 13.D; 14. D,
===================

Kaynaklar
  •        http://www.edebiyatfakultesi.com/
  •        http://www.edebiyatdunyasi.com/
  •        http://www.edebiyatogretmeni.org/
  •        http://www.xn--edebiyatgretmeni-twb.net/i    
  •         http://www.edebiyathocam.com/
  •       http://www.turkcebilgi.com/
  •        http://www.erguven.net/
  •       http://www.bilgicik.com/
  •        http://www.cokbilgi.com/
  •        http://www.diledebiyat.net/
  •         https://tr.wikipedia.org/
  •        http://www.renklinot.com/
  •          http://www.derszamani.net/




Ek Okuma




MECAZ

(المجاز)

Bir ilgi ve karîne ile gerçek anlamı dışında kullanılan kelime veya terkibi ifade eden belâgat terimi.

Sözlükte “bir yeri yürümek suretiyle geçmek, yol katetmek” anlamındaki cevz (cevâz) kökünden isim veya masdar olan mecâz kelimesi “asıl mânasından alınıp ilgili bulunduğu başka bir mânaya nakledilen lafız” demektir.
Mecaz masdarı ism-i fâil anlamında “asıl mânasından başka anlama geçen lafız” veya ism-i mef‘ûl anlamında “asıl mânasından başka mânaya nakledilen lafız” olarak iki şekilde yorumlanmıştır.
Mecaz ile hakîkat hem sözlük hem terim anlamları bakımından birbirinin karşıtı durumundadır. Çünkü hakikat sözlükte “kendi yerinde duran veya sabit bırakılan nesne (kelime)” mânasına geldiği gibi terim olarak da gerçek anlamında kullanılan lafzı ifade eder.
Mecazın sınırlarını ve dolayısıyla tanımını belirleyen temel unsurlar Hatîb el-Kazvînî ile tamamlanmış olup (el-Îżâĥ fî Ǿulûmi’l-belâġa, s. 392-396) ondan öncekidilcilerce yapılan mecaz tanımlarında bu unsurlar eksiktir. Buna göre mecazın tam tanımı, “hakikat mânası ile nakledilecek mâna arasında bulunması gereken bir alâka ve hakikat anlamının kastedilmesine engel olan bir karînenin bulunması halinde ortak bir iletişim dilinde konulduğu anlamının dışında kullanılan lafız” şeklinde olmalıdır. Tanımdaki “ortak iletişim dili”nden maksat lugat, örf veya din dillerinden biridir.

Hakikatle mecazın belirleyicisi kullanımdır. Bir kelime yahut ifade bir kullanım içinde konulduğu anlama delâlet edip etmemesine göre hakikat veya mecaz adını alır. Meselâ “salât” kelimesinin din dilinde konulduğu (hakikat) anlamı “belli erkân ve şartlarla eda edilen ibadet”tir. Kelime dinî literatürde bu anlamıyla kullanılırsa hakikat, aynı literatürde “dua” anlamında kullanılırsa mecaz konumunda bulunur. Buna karşılık salâtın sözlükte konulduğu anlam “dua” olduğundan bu literatürde “ibadet” mânasında kullanılırsa mecaz olur.

Hakikatle mecaz lugat, din, avam örfü (günlük iletişim dili) ve havas örfü (bilim dili) kısımlarına ayrılır. Bir kelimenin bu dillerden birindeki yaygın anlamı o dildeki hakikat mânası, bunun dışındaki anlamı ise mecazi mânasıdır. Meselâ “fiil” kelimesi lugatçıların dilinde “işlemek, yapmak, iş” anlamında kullanılmışsa lugavî hakikat, kelime çeşidi (fiil) olarak kullanılmışsa lugavî mecaz olur. Nahiv âlimlerinin dilinde “fiil” anlamında kullanılırsa havas örfü hakikati, “iş ve işlemek” anlamında kullanılırsa havas örfü mecazı olur. Aynı şekilde sıfat, izâfet, istisna kelimelerinin sözlük anlamları ile nahivcilerin dilindeki hakikat anlamları, yine zekât, hac, iman, İslâm, küfür kelimelerinin sözlüklerdeki gerçek anlamları ile din dilindeki gerçek anlamları ve buna bağlı olarak mecazi anlamları farklıdır.

Mecazla hakikat bir delâlet kategorisi olup lafzî delâletin kapsamına dahildir. Delâlet bir şey hakkındaki bilginin başka bir şeyin bilgisine ulaştırması demektir. İlk bilgiye “dâl” (dâll), ulaşılan bilgiye “medlûl” denir. Lafızla anlamı arasındaki bilgi akışına “lafzî delâlet” adı verilir. Lafzın kendisi dâl, anlamı medlûldür.
Delâlet vaz‘î (mutabakat), tazammunî ve iltizâmî olmak üzere üçe ayrılır.
Bir lafzın bir ifade ve kullanımda lugat, din veya örf dillerinden birinde konulduğu anlamı bütün unsurlarıyla belirtmesine “vaz‘ delâleti”, bir kısmını bildirmesine “tazammun delâleti”, konulduğu anlamla zorunlu olarak bağlı bulunduğu başka bir anlam bildirmesine “iltizam delâleti” denir (Zemlekânî, s. 98). Cüz’î veya zorunlu anlamların tayininde zihin etkin rol oynadığı için son iki nevi aklî delâlet kategorilerinden kabul edilmiştir. Hakikat vaz‘î delâletin, mecaz tazammunî, kinaye ise iltizâmî delâletin kapsamına girer.

Bir mecaz mecaz olarak kullanılan kelime (terkip), gerçek anlam, mecazi anlam, alâka ve manî‘ karîne olmak üzere beş temel unsurdan oluşur.

Mecazın gerçekleşebilmesi için hakiki anlamdan mecazi anlama nakil ve ikisi arasında alâka (münasebet / ittisâl / ilinti) şarttır.

Alâkanın bir benzerlik olması halinde bu mecaza “istiare”,

benzerlikten başka bir alâka söz konusu ise “mecâz-ı mürsel” denir.

İstiaredeki alâkaya “mânevî ittisâl”, mecâz-ı mürseldekine “sûrî ittisâl” adı verilir.

Ayrıca mecazda nakledilen şeyin lafız veya mâna olduğu yolunda iki ayrı tez mevcuttur.

Yukarıda verilen mecaz tanımına göre anlamlar sabit olup lafızlar hakiki mânalarından mecazi mânalarına nakledilmektedir.

Birden çok anlama gelen müşterek lafızlar mecaz sayılmaz. Zira bu mânalardan her biri gerçek (vaz‘î) olup aralarında nakil diye bir şey söz konusu değildir. Gerek mürtecel gerekse menkul özel isimlerde nakil şartı bulunmakla birlikte alâka şartı mevcut olmadığı için bunlar mecaz sayılmaz. “Kaya” anlamında cins ismi olan “hacer” kelimesini birine özel isim olarak nakletmek (menkul özel isim) mecaz sayılmaz, çünkü kelimenin gerçek anlamı olan kaya ile kendisine ad olarak nakledilen insan arasında mâkul bir alâka mevcut değildir.

Karîne bir iş ve meselenin anlaşılıp çözülmesine yarayan ipucu demektir.

İbare içinde yer alan bir kelime veya ifade kelimenin gerçek anlamda kullanılmasına engel teşkil eden bir karîne olabilir. Buna “karîne-i lafzıyye” denir.

Kullanım yerine göre akıl, örf ve durum da gerçek anlamın kastedilmesine mâni bir karîne teşkil edebilir. Kelime ve ifadenin gerçek anlamı akıl, örf, durum ve bağlam (konteks) itibariyle imkânsız olabilir. Bunlara da “karîne-i akliyye, karîne-i örfiyye, kârîne-i hâliyye” adı verilir.

Mecazla hakikatin tanınıp ayırt edilmesi konusunda bazı ölçüler ortaya konulmuş olup başlıcaları şunlardır:

Dili kullananların ve dil âlimlerinin beyanı esastır.

Lafzın ilk akla gelen veya karînesiz anlaşılan anlamı hakikat, karîne ve aklî çıkarım yoluyla anlaşılabilen anlamı ise mecazdır.

Hakikatin tekili, ikili, çoğulu, iştikak ve çekimi olur, mecazın olmaz. Hakikat anlamında kullanılan kelimenin çoğulu ile mecazisinin çoğulu farklı olabilir. Emr (buyruk: hakikat), çoğulu evâmir; emr (durum, iş: mecaz), çoğulu umûr; aħ (kan kardeşi: hakikat), çoğulu ihve, aħ (din kardeşi: mecaz), çoğulu ihvân gibi. Hakikat tekit edilir, mecaz edilmez, özellikle mecazda masdarla tekit yapılmaz. Bu sebeple, “Allah Mûsâ ile gerçekten konuştu” (وكلّم الله موسى تكليماً) meâlindeki âyette (en-Nisâ 4/164) yer alan konuşma fiili hakikattir. Buradaki söz konusu kelâmın mecaza yorulmasına masdar tekidi mânidir. Tekit hakikat-mecaz ayırımında en iyi belirleyicilerden biridir.
Hakikatte kıyas geçerli, mecazda ise geçersizdir. Bu sebeple, “Köye sor” (Yûsuf 12/82) mecazına kıyasla sahibini kastederek meselâ, “Kilime sor” denemez. Bir kullanımda aklen imkânsız olana isnat varsa bu isnat mecazdır. Meselâ, “Rabbin geldi” ifadesi (el-Fecr 89/22) mecazdır, çünkü rabbe “gelme” eylemi isnat edilmiştir, halbuki zât-ı ilâhiyyenin beşerî ölçüler dahilinde gelmesi aklen imkânsızdır.

Bir düşüncenin hem hakikat hem mecazla anlatımının mümkün olması durumunda genelde hakikat konumundaki ifade kullanılır. Ancak telaffuz, vezin, kafiye, secî, edebî sanat yönlerinden ve maksadı anlatma bakımından üstünse mecazi ifadeye gidilir.

Ayrıca üç yararı sebebiyle mecazi ifadelere yönelme olduğu ve onların hakikate tercih edildiği belirtilmiştir. Bunlar ittisâ‘ (anlam genişlemesi, kelime haznesinde artış), tekit ve teşbihtir (Süyûtî, I, 358-359).

Hakikat asıl, mecaz onun bir fer‘idir. Bu sebeple her mecazın bir hakikatinin bulunması zorunludur. Hakikat metbû, mecaz ona tâbi bir mâna, hakikat melzum, mecaz ona ekli bulunan (lâzım) bir anlamdır. Bu durum mecazı kinayeden ayıran en önemli noktalardan biridir.

Mecazların oluşumuyla ilgili olarak kabul görmüş teoriye göre, diller ister insanlar tarafından ister ilâhî bildirim neticesinde ortaya konulmuş olsun ilk önce nesne ve olaylar gerçek mânalarıyla ifadelendirilmiştir. Sonraki zamanlarda insanlar bazı nesne ve olaylarda üstün vasıflar gözlemiş, bunlarla kendilerine benzeyen, fakat daha zayıf niteliğe sahip bulunan diğerleri arasında ilgiler kurmuştur. Aynı şekilde somut varlıklara ait isim, fiil ve anlamlar soyutlarınkinden önce ortaya çıkıp iletişim alanında yerlerini almıştır. Çünkü duyu alanına giren varlıklarınzellik ve nitelikleri hâfızada soyut olanlara göre daha belirgin ve güçlü bir yer tutar. İlerleyen zamanlarda insanlar somut varlıkların güçlü ve belirgin nitelikleriyle soyut varlıkların zayıf ve belirsiz nitelikleri arasında ilgiler kurup benzerlikler tesbit etmişlerdir. Böylece nesne ve olayların gerçek anlamlarının yanında mecazi mânaları teşekkül etmiştir. Artık “aslan” denilince bilinen yırtıcı hayvan anlamının yanında “korkusuz, cesur ve yiğit insan” anlamı, “ay” denilince parlak gök cisminin yanı sıra “parlak yüzlü kadın” anlamı oluşmuştur. Zamanla bu mecazi anlamların artmasına paralel olarak dillerin zenginleşmesinde mecaz en etkin rolü üstlenmiştir (Bekrî Şeyh Emîn, II, 71-75).

Belâgatla onun teşbih, mecaz, istiare gibi nevileri, insan aklının nesne ve olaylar arasında tesbit ettiği çeşitli semantik alâkaların ifadesi olduğundan evrenseldir, dil ve edebiyatların ortak ürünüdür. Aristo’nun belâgat ve hitabete dair eseri olan Retorik’inde mecazın en önemli türü olan istiare ile teşbih konusunda yorum ve tahlile dayalı ayrıntılı bilgiler yer almaktadır (s. 168-193). Sözü edilen eserin incelenmesinden Aristo’dan çok önce belâgat, teşbih, istiare ve mecaz gibi konuların bilinmekte olduğu anlaşılmaktadır (a.g.e., s. 173).

İslâm âleminde mecaz ve hakikat üslûplarının ilk farkedilişi Kur’an metnindeki mecazi ifadeler hakkında ve kelâm âlimleri arasında görülür. Mu‘tezile kelâmcıları, muhtelif âyetlerde yer alıp Allah’a yaratılmışlara özgü nitelikler nisbet eden ifadeleri mecazi yoruma tâbi tutmak suretiyle zât-ı ilâhiyyeyi bunlardan tenzih etmeye çalışmışlardır. Aklî mecaz üslûbuna ilk dikkat çeken âlim Hasan b. Muhammed b. Hanefiyye’dir (ö. 100/718 [?]). İbn Hanefiyye, er-Risâle fi’r-red Ǿale’l-Ķaderiyye adlı eserinde Kur’an’da Allah’a ait bir fiilin sebep alâkasıyla mahlûka isnat edildiğine işaret etmiş ve bunun aklî / isnadî bir mecaz üslûbu oluşturduğunu belirtmiştir (van Ess, s. 105, 108-109).

Tesbitlere göre mecaz üslûbunu ilk yorumlayan ve bu konuda terim ortaya koyan dil âlimi Sîbeveyhi’dir (ö. 180/796). Sîbeveyhi mecazi üslûplar için “el-ittisâ‘ fi’l-kelâm, el-îcâz ve’l-ihtisâr” terimlerini ortaya koymuş, mecaz üslûbunun ifadedeki temel fonksiyonunu açıkça belirtmiştir. Yahyâ b. Ziyâd el-Ferrâ, MeǾâni’l-Ķurǿân’ında (III, 270-271) mecaz üslûbundaki ifadeler için “el-ittisâ‘ fi’l-luġa” ve “el-icâzet” terimlerini kullandığı gibi değişik alâkalarla oluşmuş aklî ve mürsel mecaz ifadelerini (I, 15; II, 15-16) ve istifham üslûbunun bazı mecazi anlamlarını (I, 23, 50, 202) doğru olarak yorumlamıştır. Mecâzü’l-Ķurǿân adlı eseriyle mecaz terimini ilk kullanan kişinin Ebû Ubeyde Ma‘mer b. Müsennâ (ö. 209/824) olduğu kabul edilmekle birlikte kaynaklar onun çağdaşları Kutrub ve Ferrâ’nın da zamanımıza ulaşmayan Mecâzü’l-Ķurǿân adlı eserlerinden söz eder. Ebû Ubeyde belâgat, anlam bilimi, lugat ve nahiv yönlerinden izah, tefsir ve te’vil edilmesine ihtiyaç duyulan her türlü tabir ve ifade tarzı için mecaz tabirini kullanmaktadır; bu bir bakıma te’vil ve tefsir karşılığıdır. O, hazif mecazı için “muhtasar mecaz” tabirini ortaya koymuş (Mecâzü’l-Ķurǿân, I, 279) ve Kur’an’daki müşâkele örnekleri için mecazi te’viller yapmıştır.

Mecazı belâgat çerçevesinde ilk farkeden âlim Câhiz’dir. Câhiz mecazı, “dili konuşanların bir tevessüu olarak gerçek anlamı dışında kullanılan lafız” şeklinde anlamış ve teşbih, istiare gibi beyân ilmi nevilerini mecaz kapsamında görmüştür. İbn Kuteybe istiareyi “bir şeyi sebebi, mücâviri veya müşâkilinin adıyla isimlendirmek” şeklinde tanımlayarak mürsel mecazla karıştırdığı gibi bazı beliğ teşbih, aklî mecaz, müşâkele ve kinaye örneklerini de istiare saymıştır (Teǿvîlü müşkili’l-Ķurǿân, s. 135, 146, 147, 149, 154-155). Mecazın karşıtı olarak “hakikat” ve “asl” terimlerini ilk defa kullanan Müberred’dir (el-Kâmil, I, 45).

Hakikatin tanımını ilk yapan ve hakikatle mecazı bir arada ilk zikreden müellif İbn Cinnî’dir (ö. 392/1002). İbn Cinnî, anlam derinliği, pekiştirme, benzetme ve abartı özellikleri sebebiyle mecaza yönelme olduğunu, karîne ve delilsiz mecaza gidilemeyeceğini, dilde mecazların varlığının en güçlü kanıtının onda tekit üslûbunun yaygın biçimde kullanılması olduğunu, zira tekit üslûbuna yanılma ve mecazi anlama yorma ihtimalini önlemek için başvurulduğunu ifade etmektedir. İbn Cinnî iyice düşünüldüğü takdirde, “Zeyd oturdu” gibi olağan sözlerin bile mecaz olduğunu, genelin anılarak özel bir oturma nevinin kastedildiğini belirtir. Ayrıca gerek Mu‘tezile’yi gerekse İbn Kuteybe’yi, mecazı edebî ve estetik bir üslûp tarzı değil Allah’ı yaratılmışlara özgü niteliklerden tenzih etme vasıtası olarak görmelerinden dolayı eleştirir (el-Ħaśâǿiś, II, 442, 447-448, 451).

İbn Reşîķ el-Kayrevânî mecazı “bir şeye mücâvirinin veya sebebinin adını vermek” şeklinde tanımlayarak istiare ve mürsel mecaz ayırımında ilk adımı atmıştır. Sonraki belâgatçılar onun tanımındaki birinci şıkka istiare, ikincisine mürsel mecaz demişlerdir. Abdülkāhir el-Cürcânî mecaz, istiare, teşbih ve temsil konularına geniş yer ayırmış, ilk defa derin yorumlar ve tahliller getirmiş, lugavî ve aklî mecaz taksimini ilk defa o yapmış, birçok istiare türünü keşfetmiş, mecazda lafzın değil anlamın nakledildiğini savunmuştur. Cürcânî tasrihî-meknî, aslî-tebaî istiare türlerini kesin çizgilerle ayırdığı gibi mürsel mecaz tabirinin ortaya konulmasına da ön ayak olmuştur (Delâǿilü’l-iǾcâz, s. 288, 293-303; Esrârü’l-belâġa, II, 233-252). Ziyâeddin İbnü’l-Esîr mecazın karînesi hakkında ilk defa açık ve anlaşılır izahlar ortaya koymuştur. Tâceddin es-Sübkî aklî mecaza “mülâbese mecazı”, Süyûtî “terkipte mecaz” adlarını da vermişlerdir. Sekkâkî aklî mecazı istiâre-i mekniyye kapsamında görerek ona beyân ilminde yer vermiş, Kazvînî ise isnada dayalı mecaz olduğundan aklî mecazı “isnatla mecaz” adıyla isnat bahsinde ele almıştır. Kazvînî, “gündüzü sâim, gecesi kāim” gibi örneklerde teşbihin iki tarafının da zikredilmiş olduğuna dayanarak Sekkâkî’nin aklî mecazı istiâre-i mekniyyeden saymasını eleştirmiştir. Mecazın akıl değil lugat meselesi olduğunu ileri süren Yahyâ el-Alevî mecâz-ı aklîyi lugavî mecazın mürekkeb nevinden sayar.

Bir kelime veya terkibin lugat anlamının nakline dayanan mecaza “lugavî mecaz” denir.

 Bir eylemin ilgilisinden ilgisiz olana nakil ve isnat edilmesiyle oluşan mecaza da “aklî (isnadî) mecaz” adı verilir.

Mecaz denince ilk akla gelen lugavî mecaz olup müfred ve mürekkeb olmak üzere ikiye ayrılır.

Kelimenin aslî anlamından başka mânaya nakledilmesine dayalı müfred mecaz da istiare ve mürsel mecaz nevilerine ayrılır.

Alâkası sadece benzeşme (müşâbehet) olan müfred mecaza istiare,

alâkası değişik (serbest) olana da mürsel mecaz adı verilir.

Abdülkāhir el-Cürcânî’nin bir ifadesinden esinlenerek mürsel mecaz terimini ilk ortaya koyan belâgatçının Sekkâkî olduğunu söylemek mümkündür. Kendisinden önceki müellifler onun çeşitli alâkalarını açıklamışlardır. Mürsel mecaz için otuzdan fazla alâka tesbit edilmiştir. Parçayı anıp bütünü kastetmek (cüz’iyyet) ve tersi (külliyyet), sebebi anıp müsebbebi kastetmek (sebebiyyet) ve tersi (müsebbebiyyet), bir yerianıp içindekileri kastetmek (mahalliyyet) ve tersi (hâlliyyet), bir şeyi anıp onunla zıddını kastetmek (zıddıyyet), bir şeyle civarında olanı ifade etmek (mücâvere), bir şeye önceki durumunun (kevn-i sâbık) veya daha sonra alacağı durumun (kevn-i lâhik) adını vermek, ibareye kelime katmak (ziyade mecazı) veya ibareden kelime düşürmek (hazif / noksan mecazı) gibi (bk. İSTİARE). Ayrıca bazı hazif îcâzları mecaz türünden sayılır. Her hazif mecaz kapsamına girmez. Hazif sebebiyle kelime gerçek anlamı dışında bir anlamda kullanılıyorsa bu tür hazif mecaz kapsamına girer.

Aklî mecaz, fiili veya fiilimsiyi bir ilgiyle söz sahibine göre gerçek olmayan fâiline isnat etmektir. Gerçek fâile yapılan isnat ise aklî hakikattir. Bu tür mecaza, özneyüklem irtibatına dayalı olarak aklın tasarrufuyla oluştuğu için aklî mecaz adı verildiği gibi isnadî, hükmî, terkibî, nisbî mecaz, isnatta mecaz, mecazi isnat, ispatta mecaz, terkipte mecaz, cümlede mecaz, mülâbese mecazı gibi isimler de verilmiştir.

Aklî mecazın en meşhur alâkaları şunlardır:

1. Zamâniyye: Fiili (fiilimsiyi) zamana isnat etme;
2. Mekâniyye: Mekâna isnat etme;
3. Sebebiyye: Sebebe isnat etme;
4. Fâiliyye: Meçhul fiili veya ism-i mef‘ûlü fâile isnat etme;
5. Mef‘ûliyye: Mâlûm fiili veya ism-i fâili mef‘ûle isnat etme;
6. Âliyye: Fiili aletine isnat etme;
7. Cinsiyye: Ferdin yaptığı fiili cinse, kavme isnat etme;
8. Masdariyye: Fiili fâiline değil masdarına isnat etme;
9. Mücâvere (musâhabe): Fiili gerçek fâiline değil onun yakınına isnat etme.
Aklî mecaza bir düşünceyi abartıyla vurgulama, özlü anlatım, hayal ve tasvir zenginliği gibi amaçlar için başvurulur (Abdülkāhir el-Cürcânî, Delâǿilü’l-iǾcâz, s. 288).

İsnadın hakiki veya mecazi sayılmasında sözü söyleyenin inancı da belirleyici bir faktördür. “Doktor hastaya şifa verdi” cümlesini şifayı veren Allah olduğuna, doktorun buna sebep teşkil ettiğine inanan kimse söylerse mecazi isnat, böyle düşünmeyen biri söylerse hakiki isnat olur. “Bizi ancak zaman helâk etmekte” (el-Câsiye 45/24) âyetindeki isnat onu söyleyen dehriyye inancına uygun olduğundan hakiki, realiteye göre ise mecazidir.
Kur’an’da ve özellikle akaidi ilgilendiren hadis metinlerinde mecaz ifadelerinin bulunup bulunmadığı hususu selef âlimleriyle kelâmcılar arasında tartışmalıdır (bk. MECÂZÜ’l-KUR’ÂN; MÜTEŞÂBİH).

BİBLİYOGRAFYA:

Tehânevî, Keşşâf, I, 208-217, 330-334; Eflâtun, Phaidros (trc. Hamdi Akverdi), İstanbul 1943, s. 93-109; Aristotales, Retorik (trc. Mehmet H. Doğan), İstanbul 1995, s. 158, 168-193, 196; Sîbeveyhi, Kitâbü Sîbeveyhi (nşr. Abdüsselâm M. Hârûn), Kahire 1977, I, 53, 98, 169; II, 11 vd.; Yahyâ b. Ziyâd el-Ferrâ, MeǾâni’l-Ķurǿân, Beyrut 1980, I, 15, 23, 50, 202; II, 15-16; III, 270-271; Ma‘mer b. Müsennâ, Mecâzü’l-Ķurǿân (nşr. Fuat Sezgin), Beyrut 1401/1981, I, 279; II, 96; İbn Kuteybe, Teǿvîlü müşkili’l-Ķurǿân (nşr. Seyyid Ahmed es-Sakr), Kahire 1393/1973, s. 135-155; Müberred, el-Kâmil (nşr. M. Ebü’l-Fazl İbrâhim - Seyyid Şehhâte), Kahire 1376/1956, I, 45, 79, 118, 188; III, 1170; İbn Cinnî, el-Ħaśâǿiś (nşr. M. Ali en-Neccâr), Beyrut, ts. (Dârü’l-kitâbi’l-Arabî), II, 442, 447-457; Ebû Hilâl el-Askerî, Kitâbü’ś-ŚınâǾateyn (nşr. Müfîd M. Kumeyha), Beyrut 1404/1984, s. 295-338; Abdülkāhir el-Cürcânî, Delâǿilü’l-iǾcâz (nşr. Mahmûd M. Şâkir), Kahire 1384, s. 288, 293-303, 462; a.mlf., Esrârü’l-belâġa (nşr. M. Abdülmün‘im el-Hafâcî), Kahire 1396/1976, II, 233-252; Ebû Zeyd el-Kureşî, Cemhere (Hâşimî), I, 113, 139; Ebû Ya‘kūb es-Sekkâkî, Miftâĥu’l-Ǿulûm (nşr. Naîm Zerzûr), Beyrut 1403/1983, s. 358-402; Ziyâeddin İbnü’l-Esîr, el-Meŝelü’s-sâǿir (nşr. Ahmed el-Havfî - Bedevî Tabâne), Kahire, ts. (Dâru nehdati Mısr), I, 105-112; II, 284; Şürûĥu’t-Telħîś, Beyrut, ts. (Dârü’s-sürûr), IV, 2-20; Abdülvâhid b. Abdülkerîm ez-Zemlekânî, el-Burhânü’l-kâşif Ǿan iǾcâzi’l-Ķurǿân, Bağdad 1394, s. 98; Hatîb el-Kazvînî, el-Îżâĥ fî Ǿulûmi’l-belâġa (nşr. M. Abdülmün‘im el-Hafâcî), Kahire 1400/1980, s. 392-455; Yahyâ b. Hamza el-Alevî, eŧ-Ŧırâžü’l-müteżammin li-esrâri’l-belâġa, Beyrut 1402/1982, I, 46-63, 77-103; Teftâzânî, el-Muŧavvel, İstanbul 1309, s. 348-349; Zerkeşî, el-Burhân, II, 254-255; Süyûtî, el-Müzhir fî Ǿulûmi’l-luġa ve envâǾihâ (nşr. M. Ahmed Câdelmevlâ v.dğr.), Kahire, ts. (Dâru ihyâi’l-kütübi’l-Arabiyye), I, 355-368; Brockelmann, GAL Suppl., II, 571; Mustafa Sâdık er-Râfiî, Târîħu âdâbi’l-ǾArab, Kahire 1954, I, 180; J. van Ess, Anfange Muslimischer Theologie, Beyrouth 1977, s. 105, 108-109; Abdülazîm İbrâhim M. el-Mut‘inî, el-Mecâz fi’l-luġa ve fi’l-Ķurǿâni’l-Kerîm, Kahire 1405/1985, tür.yer.; M. Bedrî Abdülcelîl, el-Mecâz ve eŝeruhû fi’d-dersi’l-luġavî, Beyrut 1406/1986, tür.yer.; Abdülfettâh Besyûnî, Ǿİlmü’l-beyân, Kahire 1408/1987, s. 136-240; Mahmûd Sa‘d, Mebâĥiŝü’l-beyân Ǿinde’l-uśûliyyîn ve’l-belâġıyyîn, İskenderiye 1989, s. 35-110; Bekrî Şeyh Emîn, el-Belâġatü’l-ǾArabiyye, Beyrut 1990, II, 71-75; Hikmet Akdemir, “Kur’an-ı Kerim’de Mecazın Varlığı Problemi”, Harran Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, IV, Şanlıurfa 1998, s. 59-90.

İsmail Durmuş 
http://www.islamansiklopedisi.info/dia/ayrmetin.php?idno=28

*


 KUR'AN'DA  MECAZ

(...)
Belagat - edebi konuşma- ulemasının ittifaken kabul ettiğine göre mecaz, hakikatten daha beliğdir - sanat içeriklidir:

                                                            AYETLERDEN ÖRNEKLER 

"Çocukları ihtiyarlatan o gün " (Müzzemmil:17) :Yani  Kıyamet günü...,

"yüzünüzü mescid-i Haram'a çevirin " (Bakara: 149) : Sadece yüz değil, tüm vücut, 

"Nefes almaya başlayan sabaha" (Tekvir: 18) Yani ufuktan güneşin doğuşu sırasında yaydığı ışık

"Onlara elim bir azap müjdele " (İnşikak: 24) :Aslında müjde burada zıt anlamı ile kullanılmıştır...

Bazen kesin olacağı bildirilen hükümler "mazi" - geçmiş zaman- sıgası yerine istikbal - gelecek  sıgası ile kullanılır: " Sura üflendi."(Yasin: 51), "İki eli kurudu da" ( Tebbet: 1) .

" Şehre sor "  (Yusuf: 82): şehir halkına sor

" Dünya hayatı , tıpkı gökten indirdiğimiz bir suya benzer " (Kehf: 45) :Yani dünya hayatı süratle geçer.

" O , katımızda bulunan ana kitaptır " (Zuhruf: 4) : Yani asıl kitaptır.

" Onlara şefkat  kanatlarını ger"  (Hicr: 88) : yani merhamet göster.

" Ölü  iken kendisini dirilttiğimiz " (En'am: 122) : Yani delalette iken hidayet verdiğimiz...

" Topluca Allah'ın  ipine yapışın " (Ali İmran:103)  : Allah'ı  güven , teslimiyet, Kur'an'a  uymak...

" Onlar sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler "(Bakara:18):Günümüzün deyimi ile üç maymunu oynayanlar.Bilerek Hak'kı  inkar edenler.

" Beyaz iplik, siyah  iplikten ayırt edilene dek ..." ( Bakara:187 ) :yani gündüzün beyazlığı, Tan vakti ...

" Onlar sizin elbiseleriniz, sizde onların elbiseleridir " : Yani Kadın erkek arasındaki ilişki, yakınlık...

" Elini boynuna bağlama (cimrilik yapma) ve hepsini açıp saçma (israf etme)":  ( İsra:29 )

" Allah'ın  iki elide açıktır " (Maide: 64) : Allah cömerttir ( Aynı anlamda hadis : "Allah'ın sağ eli doludur." ( Buhari: 9/150) )
*
Synecdoche: Bir parçanın aslında bütünü ya da bütünün aslında parçayı ifade ettiği söz sanatı. 

Kuran’dan Örnekler:

Muhtelif ayetlerde geçen “yeri yaydı”, “yeri çekip uzattı”, “yere uzantı verdi”, “yeri sizin için bir halı yaptı” şeklindeki ifadelerde geçen “yer” kelimesi aslında “yer kabuğu” anlamında kullanılmıştır.

"Yüzünüzü Mescid-i Haram tarafına çeviriniz" (Bakara, 2/144). Burada yüzden maksat bütün vücuttur.

“Esir bir boyun kurtarmaktır”. (Köle azad etmek) (Beled, 90/13) 


http://www.quran-miracle.info/kuran-soz-sanatlari.htm
*
                                                                HADİSLERDE MECAZ 


 " Rabbimizin Cehenneme iki nefes almasına izin vermesi :Biri soğuk, diğeri sıcak : yani Cehennemde sıcak ve soğuk azap  olarak vardır...Ve Sıcak-soğuğa kinaye...Günümüzde çok sıcak havalar için bile cehennem   sıcağı  denmez mi...!?

  " Cennet annelerin ayağı  altındadır " : Annenin  değeri vurgulanır

" Humma - sıtma- hastalığı , cehennem ateşindendir"  : Cehennemden gelmiş kadar korkunc ve korunulması gerekendir

" Nil, ceyhan,fırat ... Cennet nehirlerindendir." : Yani Verimli, bereketlidir...Cennetin olumlu  imajı onlara da  atfedilmiştir

" Kim ağaç keserse , Allah'ta onun başını Cehennemden aşağı sarkıtır ."  Sakındırmak için teşbih...

"İsrail oğulları olmasaydı , et bozulmazdı ." Eskiden yaptıklarına kinaye.Etlerinin zekatını vermeyip, kenara yığıp kokuşmalarına izin vermeleri kast edilir.

" Güneş batınca Allah'a secde eder" Yani Güneşin Allah'ın  kendine verdiği kurallara uyması, görevini ifa etmesi...

"İşler ehline verilmediği zaman kıyameti bekle " : Maksat ümmetin  kıyameti, helakı...

" Hz. Resul'un göğsünün yarılması" : Manevi kirlerden temizlenmesi ... Manevi ameliyat .

" Bana en çabuk kavuşacak olanınız kolu en uzun olanınızdır " : eli uzun olan, yani cömert olan...

" cennet - cehennemlikler yerini alınca ölüm getirilir aralarına ve sonra kesilir...artık ölüm yok denir ..." : yani ebedi kalınacak cennet ve cehennemde...

" Cennet kılıcların gölgesi altındadır" Şehitliğin  önemi...Yoksa  kocaman bir kılıc ve altında cennet kast edilmemiştir.

"“Hacerü’l-esved Allah’ın sağ elidir, kim isterse O’nunla musafaha yapsın.” (es-San’anî, 5:39) hadisinde mecaz vardır ve Hacerü’l-esved’in Allah’a yakınlaşma yollarından birisi olduğunu ifade eder (Razî, 440-441)

 Hz. Âişe vâlidemiz anlatıyor. Bir gün Allâh Rasûlü Sallallâhu Aleyhi ve Sellem odama gelmişti.Yere düşmüş bir ekmek parçası görünce onu aldı ve “Ey Âişe, nîmetin kıymetini bil. Çünkü şu ekmek bir toplumdan nefret edip kaçtı mı bir daha ona dönmezbuyurdu. (İbn Mace, Etime 52, no: 3353) 

 Ateist bu hadisi okuyunca : "İşte buldum bakın, Muhammed ekmeği canlı zannediyor" diye hemen ithamda bulunurdu eminim ki...! Halbuki o dönemde yazmak yerine konuşma geleneği hakim idi topluma. Bu da sanat, edebiyat dolayısı ile teşbih-benzetme konuşma diline de yansımıştır. Hz Muhammed'in  (sav)  o toplum içinden biri olarak konuşma diline bu metodun yansımasından doğal bir şey olamaz. Gerisi sadece detay veya önyargıdır...!

Kaynaklar :Difaun ani's-sunne : Pr. M. Ebu  Şehbe.Keyfe neteamel maassunneh : Pr. Y.el- Kardavî.Tevilu muhteliful - hadis :Muhammed bin muslim b.  Kuteybe.El itkan fi ulumil Kuran: Celaleddin Es-suyuti


                                                                         MECAZ

1. Mecaz nedir ?

‘Mecaz’, bir sözcüğü gerçek anlamından başka bir anlamda kullanma sanatıdır. Sözü daha canlı, çarpıcı ve etkili kılmak amacıyla kullanılır. Mecazın zıddı ‘hakikat’tır.

2. Kuran'daki Kullanımı

1-Genel olarak kullanılan mecaz.

Örnekler:

“Şu dünyada kör (a’ma) olan kimse, ahirette de kördür, yolu daha sapıktır.” (17/72) Bu ayette geçen ‘kör’ sözcüğü hakiki manasıyla değil mecazi anlamda kullanılmaktadır. Buradaki körlük bedensel bir özrü değil, ‘dalalet’i (şaşkınlık, doğru yolu bulamama) ifade etmektedir.

“Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak, size helal kılındı. Onlar sizin elbisenizdir. Siz de onların elbisesisiniz...” (2/187) Burada ‘elbise’ (libas) sözcüğü gerçek manasının dışında mecazi olarak kullanılmıştır. 

2- Tabiatla ilgili:

1. Nefes alıp verdiği zaman sabaha andolsun. 81/18
2. Yürüdüğü zaman geceye. 89/4
Kuran’da tabiatı ‘canlı’ bir biçimde anlatan daha pek çok ayet vardır. Bütün bu ayetlerde ‘nefes almak’ ‘yürümek’ ‘kovalamak’ gibi fiiller canlı varlıklara ait olduğu halde cansız tabiata mecazen atfedilmiştir. Etkisi ise gayet açıktır. Sabahın nefes aldığını tasavvur ettiğinizde çok daha farklı bir etki bırakıyor insanın ruhunda. Tabiattaki canlılığı, dinamikliği bundan daha güçlü anlatamazsınız. 

3-Allah’ın isim ve sıfatlarıyla ilgili olarak kullanılan mecaz.

Kuran zihnimizde varolan kavram ve kelimelerle ‘yaşayan, canlı, her an hayatın içinde’ bir Allah anlayışını ‘etkili ve güçlü’ bir biçimde vermeyi amaçlamaktadır.

1. Allah’ın ‘yüzü’ tabiri:
Kuran’da Allah’ın yüzünden bahseden birçok ayet vardır. Bu ayetlerde Allah’ın zatı ve kendisi ifade edilmektedir. “Ve Allah ile beraber başka bir ilaha tapma. O’ndan başka ilah yoktur. O’nun yüzünden (vech) başka herşey helak olucudur. Hüküm O’nundur ve siz O’na döndürüleceksiniz.” (28/88)Bu ayetteki ‘yüz’ ifadesi mecazi olup Allah’ın “zatı”, “kendisi” anlamındadır. AYNI SÖZCÜK (VECH=YÜZ) KURAN’DA İNSAN İÇİN DE KULLANILMAKTA ve ‘ZATI’ ‘KENDİ’Yİ ifade etmektedir. ‘Öyleyse sen yüzünü Allah’ı birleyen olarak dine, Allah’ın o fıtratına çevir; ki insanları bunun üzerine yaratmıştır.’ (21/30)
Kuran’ın bütünlüğüne başvurmanın asırlardır tartışılan konuları nasıl çözüme kavuşturduğunu görüyoruz. Burada insanın FİZİKİ ANLAMDA YÜZÜNÜ DİNE ÇEVİRMESİNİ istediği söylenebilir mi ?

2. Allah’ın ‘eli’ tabiri:
Kuran’da Allah’ın elinden, iki elinden bahseden birçok ayet vardır. ‘Görmediler mi ellerimizin (eydina) yaptıklarından kendilerine nice hayvanlar yarattık da kendileri onlara malik olmaktadırlar. (36/71)Kuran’ın muhtevası ve bütünlüğü gereği Allah’ın elleriyle fiiller yaptığını söylememiz mümkün değildir. Zira Allah ‘bir şeye ‘ol’ der, o da hemen oluverir.’ (Yasin suresi 82. ayet)Burada ‘ellerin yaptıklarından’ maksat ‘Allah’ın kudretiyle yaptıklarıdır’.Zira ‘el’ kuvvet anlamında da mecazen bütün dillerde kullanılmaktadır. Aşağıdaki ‘Ülke padişahın elindedir’ misalini hatırlayalım.
“El”in mecazi anlamda Allah’a atfen kullanıldığı bir başka ayet ise şöyledir:“Sana biat edenler gerçekte Allah’a biat etmektedirler. Allah’ın eli (yedullah) onların ellerinin üzerindedir...” (48/10) Ayetteki “el” tabirini hakiki/zahiri manada alıp Allah’ın elinin somut biçimde müminlerin elleri üzerinde olduğu düşünülemez. Bu ifade ile Allah’ın rahmeti ve kudreti ile müminlere destek ve yardımcı olduğu ifade edilmek istenmektedir.
Yine Kuran bütünlüğüne başvurduğumuzda ‘EL’İN SÖYLEDİĞİMİZ ANLAMDA İNSANLAR İÇİN DE KULLANILDIĞINI tespit etmekteyiz:‘Bir mehir kestiğiniz takdirde, henüz dokunmadan onları boşamışsanız, kestiğinizin yarısını verin. Ancak kadınlar vazgeçer yahut nikah bağı ELİNDE (biyedihi) bulunan erkek vazgeçerse başka.’ (2/237) Ortada somut bir nikah bağı varda kişi onu MADDİ ELİYLE TUTUYOR DEĞİLDİR. 

3. Allah’ın ‘unutması’
‘Öyleyse bu gününüzle karşılaşmayı unutmanıza karşılık olarak azabı tadın. Biz de sizi gerçekten UNUTTUK (nesina) (32/14)Bu ayetteki ‘unutma’ fiilini lafzi anlamıyla Allah’a atfetmenin bir imkanı yoktur. Mecaz yoluyla atfedilebilir ancak. Ve yine günlük lisanımızda da ‘ben seni unuttum’ derken hafızanın unutması değil, o kişiye artık değer verilmediğini ifade etmek için kullanılır. Görüldüğü gibi ayetlerde ifade edilen birtakım fiiller Allah’a ancak MECAZ YOLUYLA ATFEDİLEBİLİR. Başka bir örnek:‘İşte Allah’ın boyası. Allah’dan daha güzel boyası olan kim vardır ? Biz yalnız ona kulluk ederiz.’ (Bakara 138)Buradaki ‘boyayı’ mecaz dışında lafzi(fiziki) anlamıyla anlamak mümkün müdür ? Örnekleri çoğaltmak mümkün.4. Allah’ın arşa(tahta) istiva(kurulma, oturma) etmesi 'Arşa İstiva' ifadesinini gectiği ayetler sunlar:
7:54. -10:3.-13:2. -20:5. -25:59. -57:4. : 'Arş' kelimesi sözlükte taht, hüküm/iktidar makamı gibi anlamlara gelir.Yukarıdaki ayetlerde mecazi olarak kullanılan bu kelime Allah’ın, yaratıkları üzerindeki mutlak hüküm ve iktidarını ifade etmektedir. Dikkate değer bir husus da şudur ki, Kur’an’da Allah’ın “kudret ve iktidar makamına” oturduğundan (arşa istiva edişinden) söz edilen yedi yerin hepsinde bu ifade Allah’ın alemleri yaratmasına ilişkin bir açıklamayla bağlantılı olarak geçmektedir.Bunun anlamı, Yüce Allah'ın kainatı yarattıktan sonra GERİ ÇEKİLMEDİĞİNİ, bütün iş ve oluşları KENDİSİNİN çekip çevirdiğini, Eski Yunanlıların inandıkları bir şekilde 'yaratıp da geri çekilen bir ilah' -deist-  olmadığını ifade etmektedir. Yani doğru bir Allah anlayışı/telakkisi oluşturabilmek için O'nun bu özelliğine dikkat çekilmesi gerekmektedir. Bu da en etkili bir şekilde mecazi anlatım şekliyle yapılabiliyor.Bu konu dar görüşlülükten dolayı Allah'a mekan isnad etmeye kadar vardırılmıştır maalesef.

Tevil iddiası:
Ayetlerin tevil edildiği iddiası doğru değildir. Tevil kelimesi Kuran’da bugünkü kullanıldığı anlamıyla kullanılmamıştır. Yani bugün tevil ‘bir kelimenin manasını değiştirip başka bir manaya hamletmek’ anlamında kullanılıyor. Halbuki Kuran’da tevil kelimesinin geçtiği bütün ayetler okunduğunda ve ilk dönem Arapça lügatlarına bakıldığında ‘bir şeyin akibeti/sonucu’ anlamında kullanıldığını görmekteyiz.
Kuran’da geçen birçok kavram tarihi süreç içinde ya tahrif edilmiş (insanların zihninde, Kuran’da değil), ya yeni anlamlar yüklenmiştir ya da anlam sahası daraltılmıştır. Sabır, ilah, rab, veli vb. birçok kavram buna dahildir. 

Arşa istiva ile ilgili ayeti mecazi olarak anlamak asla bugünkü kullanıldığı anlamıyla dahi bir tevil değildir. Neden ?Arşın mekan olup olmadığının ısrarla sorulmasının sebebi budur. Burada büyük bir yanılgı sözkonusudur. ARŞ=TAHT DEMEKTİR. Taht bütün dünya dillerinde İKTİDARIN SEMBOLÜDÜR(mecazdır). 

Kuran’da BELKİSİN ARŞI/TAHTI diye geçer. Neml Suresi:29...42- Melike gelince, "Senin ARŞIN(tahtın) da böyle mi?" dendi. O şöyle cevap verdi: "Tıpkı o! Zaten bize daha önce bilgi verilmiş ve biz teslimiyet göstermiştik."Şimdi bu ayetler üzerinde düşünelim, neden Hz. Süleyman Belkis’in arşını/tahtını getirtiyor da başka bir nesneyi getirtmiyor ? Mektubunda bana teslim olmuş olarak gelin, başkaldırmayın diyor. (31. ayet)Belkis’e kendi kudretini, iktidarını göstermek için tahtını getirtiyor, zira taht iktidarın sembolüdür. Bir nevi ‘senin benim karşımda hiçbir gücün kuvvetin yoktur, buralarda benim sözüm geçer’ mesajını veriyor veya bu konuda Belkisin iyice ikna olmasını sağlamak istiyor.
Kısacası Yüce Rabbimiz de arşa istiva ettiğini belirtirken bir mekana (Zatıyla) yerleştiğini, bir mekana sahip olduğunu belirtmemektedir. Bütün kainatın (yaratılmasından sonra da) iktidarının/yönetiminin Allah’a ait olduğunu vurgulamak için mecazi bir dille ifade etmektedir. Bütün olay bu. Bundan Allah’a mekan çıkarmak, O’nu bir yere ‘yer’leştirmek (haşa ve kella) kadar büyük bir gaf olamaz.

Nitekim bu tür mecazlar dilimizde de çok yaygındır. Mesela: ‘KOLTUK KAVGASI’ denir. Bundan kimse insanların bürolardaki koltuklar için dövüştüğünü anlamaz. Maksad nedir: Koltuk iktidarın sembolüdür. İnsanlar iktidar mücadelesi vermektedirler. Veya ‘ÜLKE PADİŞAHIN ELİNDEDİR’ denmektedir. Kimse bu sözden koca toprak parçalarının padişahın avucunun içine sığdığını anlamaz. Maksat  nedir: Ülkede padişahın sözü geçer, emir onun elindedir. Padişahın fiziki anlamda iki eli kesik de olsa bu söz kullanılır. Çünkü mecazen kullanılmaktadır. MÜHÜR FİLANIN ELİNDEDİR tabiri de yine aynı maksatla ifade edilmektedir.
Bir insanın elinde mühürün olması ne yazar olmaması ne yazar lafzen anlaşıldığında. Fakat mühür dediğimiz o küçük şey de birşeylerin sembolü olmuş ve insanlar onu da mecazi anlamıyla kullanıyorlar.

Diğer örnekler:

"Yeryüzü ZİNETİNİ takınıp süslendiği"(10/24) Bu ayetteki terkipte yeryüzünün zinet takmasından söz ediliyor. Halbuki zineti insanlar, takar. Öyleyse buradaki terkipten yeryüzünün yeşermesi kasdedilmiştir. 

"Bütün genişliğine rağmen yeryüzü başınıza DAR gelmişti." (9/25)Bu ayetin terkibinden maksat da yeryüzünün daralması değil, kalblerin neşesini kaybedip kederle dolmasıdır.
"Onların TİCARETİ kazanmadı." (2/16)Bu ayetteki "kazanç" ve "ticaret" kelimeleri mecâzdır.
"Onun ANASI haviyedir." (101/9) Ayetteki "haviye/cehennem"in ‘ana’ olarak takdim edilmesi mecazîdir. Ana çocuğuna sığınak olduğu gibi cehennemde kafire sığınak gibi gösterilmiştir.

3. Neden mecaz kullanılır: 
Mecazi kullanımın farklı bir etkisi, ağırlığı vardır. Dilin etkinliğini artıran bir söz sanatıdır mecaz. Mecaz ile bir konu zihinde daha canlı anlatılabilmektedir...  


 Ömer Karaaslan
                  
http://www.islamustundur.com/kurandatesbih_mecaz.htm


*
...
Mecaz-ı Mürsel: Mecazda alâka müşâbehet dışında bir şey olursa, buna mecaz-ı mürsel denir (el-Haşimî, 291). Bu bahiste otuza yakın alâka sayılmıştır. Bunun da ayrıntısına girmeden en çok kullanılanları zikretmekle yetiniyoruz:

1. Sebebiyet: Sebebi söyleyip müsebbebi kastetmektir. Meselâ; Araplar Hayvanlar yağmur otladı. derken, yağmur ile otları kastederler, zira yağmur otların sebebidir (Tavîle, 164).

2. Müsebbebiyet: Neticeyi sِöyleyip, bundan sebebi kastetmektir. Meselâ, tefsirciler, وَيُنَزِّلُ لَكُمْ مِنَ السَّمَآءِ رِزْقًا †Sizin için semâdan rızık indirir. (Mü min/40: 13) âyetinde geçen rızıktan, onun sebebi olan yağmurun kastedildiğini belirtmişlerdir (Tavîle, 164).

3. Cüz iyet: Parça sِöylenip bütün kastedilir. Meselâ; فَكُّ رَقَبَةٍ †Boyunu salıvermek (Beled sûresi, 90/13) ibaresinde boyundan kastedilen, insanın kendisidir (Bilgelil, 169).

4. Külliyet: Bütün zikredilerek parça kastedilir: جَعَلُواأَصَابِعَهُمْ فِي آذَانِهِمْ -Parmaklarını kulaklarına tıkadılar (Nuh/71: 7). Burada kastedilen parmakların hepsi değil, uçlarıdır (Bilgegil, 170.

5. Mâziyet: Bir şeyin öncesini zikredip, bulunduğu hâli kastetmektir: Hz. Nuh un (a.s.) duasında dediği gibi وَآتُوا الْيَتَامَى أَمْوَالَهُمْ -Yetimlere mallarını veriniz (Nisa/4: 2). Yetim, babası ölen küçük çocuk demektir. Âyette ise malların kendisine verilmesi emredilen kişi, artık rüşd çağına erip çocukluktan çıkmıştır (Tavîle, 165).

6. Müstakbeliyet: Bir şeyi sonradan alacağı durum ile zikretmektir: وَقَالَ نُوحٌ رَبِّ لاَ تَذَرْ عَلَى اْلأَرْضِ مِنَ الْكَافِرِينَ دَيَّارًا إِنَّكَ إِنْ تَذَرْهُمْ يُضِلُّوا عِبَادَكَ وَلاَ يَلِدُوا إِلاَّ فَاجِرًا كَفَّارًا -Nûh: Ya Rabbî, dedi, yeryüzünde dolaşan bir tek kâfir bile bırakma! Zira bırakırsan onlar Senin kullarını Senin yolundan saptırırlar ve sadece kendileri gibi facir, kâfirden başka doğurmayacaklar (Nuh/71: 26-27). Esasen doğan yeni çocuk kâfir veya facir değildir. Âyette söz konusu olan, bunların ileride kâfir ve facir olacaklarıdır (Tavîle, 165).


Halim Çalış, 
http://www.yeniumit.com.tr/konular/detay/belagat-iki-unsuru--mecaz-ve-kinaye
*
Bu makalede sizi Kur’an’ın engin sembolik dünyasında bir yolculuğa çıkarmak istiyorum.
Çünkü Said Nursi’nin “Mecaz avama inince hakikate dönüşür” demesinden de anlaşılacağı gibi bu konuda nice çamlar devirildiğini görüyoruz.

Kur’an’da imgeler, simgeler ve semboller konusuna fransız kimileri Kitab’ı hurafeler, mucizeler ve harikalar diyarına çevirmiş durumda…

Kitab “Ekmek arslanın ağzında” diyor, biz
im ‘molla’ gidip hayvanat bahçesindeki arslanın ağzında ekmek arıyor.

Kitab “Göle maya çalınmaz” diyor, bizim ‘molla’ unla, değirmenle, gölle uğraşıyor.
Kitab “Herkes gider Mersin’e , o gider tersine” diyor, bizim ‘molla’ otogarlarda mersin yolcusu arıyor.

Bu konuda vahim yanlışlara bizzat şahit olduğum için Kur’an’ın sembolik tabir ve deyimleri hakkında yazmak vacip oldu.

Kur’an’da sembolizm vardır, evet, ama bu helallerde ve haramlarda değil; daha çok metafizikî konuları kavratmada, kimi kıssalarda ve hatta kıssaların kimi tabir, kelime ve deyimlerindedir.
Bu konular tefsir usulü kitaplarının mecaz-hakikat, muhkem-müteşabih bölümlerinde uzun uzun ele alınır.
Bizim buradaki yaklaşımımız olaya daha “sosyal” pencereden bakmaktan ibaret.
Çünkü İslam’ı, “bireysel kurtuluşçu” ve “terapik din” olarak değil; toplumsal kurtuluşçu, devrimci, sosyal bir din olarak ele alıyoruz. Bunun böyle olduğunu bizzat Kur’an’ın kendisi bize öğretiyor.

Aşağıda “avamın elinde hakikate dönüşen” Kur’an’ın 25 imgesel ve simgesel tabir ve deyimini sıraladım. Kur’an’ın engin ve zengin sembolik dünyasında yapacağımız bu kısa yolculuk umarım işinize yarar…

*
Kur’an’da imgesel ve simgesel anlatım en yoğun şekilde Adem kıssasında görülür. O halde buradan başlayalım.

“Adem” biz insanları, “şeytan” içimizdeki Allah’tan uzaklaştırıcı kötülük dürtülerini, “ateş” hırs, şehvet, haset gibi dürtüleri, “iblis” Allah’a güvenemeyen yanımızı, “mülk-i la yeblâ” (yıkılmayacak servet ve iktidar)  sahip olma hırsımızı, “şecere-huld” (sonsuzluk ağacı) bunun için son sınırına kadar (bilgiyi, serveti ve iktidarı) toplamayı, biriktirmeyi ifade eder.
Çünkü Allah’a (doğaya, rızka, topluma, kamuya, cemaate) güvenmeyen yanımız (iblis), bunlardan ümidini kesmekte ve böylece bizi bunlardan uzaklaştırmaktadır. Bundan dolayı da içimizdeki güvensizliği ve tatminsizliği gidermek için son sınırına kadar her şeyi (servet, siyaset, şehvet, şöhret) kendimizde toplamak ve böylece yıkılmayacak bir mülke kavuşmak istemekteyiz.
“Şecere” toplama, “huld” da bir şeyi son sınırına kadar götürmek demektir. Ağaç, yaprakları, dalları ve meyveleri kendinde topladığı  için Arap ona “şecere” demiş. Soy şeceresi (soy ağacı) da tüm geçmiş soyumuzu topladığı için “soy ağacı” olmuş…
Bu durumda “Ağaca yaklaşmayın” toplamaya, biriktirmeye yaklaşmayın, Allah’a güvenin, O’ndan ümidinizi kesmeyin, O’ndan uzaklaşmayın yani İblis ve Şeytan olmayın demektir. Demek ki yasak ağaç mülk/mülkiyet olmaktadır.
“Şeytanın soldan, sağdan, arkadan, önden yaklaşması” bu durumda içimizdeki servet, siyaset, şöhret ve şehvet tutkularının bizi hırsa ve hasede sürüklemesi demektir.  Biz Ademler hep buralardan kaybederiz.

“Cennette açlığın, çıplaklığın, susuzluğun ve güneşin sıcağında yanmanın olmaması”, açlığın, yoksulluğun, evsizliğin, çaresizliğin, temel yaşam araçları kıtlığının ve güvensizliğin olmaması, bütün bunların sorun olmaktan çıkarılması, barış, kardeşlik, adalet, esenlik, sevgi, merhamet ve paylaşım yurdunun kurulması demektir. Öyle ki orada sadece “selam” (esenlik, barış, kardeşlik) vardır.
Bunlar olmayınca biz Ademler “şecere-i huld” ve “mülk-i la yebla” peşine düşeriz. Böylece “yasak ağaçlara”dokunur, bunun için olmadık (servet, siyaset, şehvet, şöhret) suçları işler ve içinde bulunduğumuz doğal dünyayı (cenneti) cehenneme çeviririz…

“Adem’in topraktan yaratılması”: İnsanın yaratılışı anlatılırken kullanılır. Topraktan yaratılma, topraktan gelen gıdalardan yaratılma demektir. Bu yaratılış halen sürmektedir. Bütün gıdalar topraktan gelir. Erkekte sperm (nutfe), kadında yumurtaların oluşmasına sağlar ve bu ikisinin biri araya gelmesiyle yeni Ademler (insanlar) yaratılır.

“Cinin (şeytanın) ateşten yaratılması”: İnsanın içinde dolanan hırs, ihtiras, şehvet gibi dürtüleri ifade için kullanılır. Çünkü ateş dini sembolizmde içteki kötülük dürtülerini anlatır. Kırmızı renk bu nedenle öfkenin ve şehvetin sembolüdür. “Dumansız ateş” (Hicr; 27) denmesinden anlaşılacağı gibi bu bildiğimiz ateş değildir. Hem tabiattaki, hem de insandaki ‘enerjiyi’ ifade eder.

“Cennetten kovulma”: Kur’an insan eli değmemiş, kan dökülüp fesat çıkarılmamış, henüz mülk edinme savaşlarının çıkmadığı, sınırların çizilmediği, çitlerin çevirilmediği doğal dünyaya cennet der. İnsanoğlu (Adem) yıkılmayacak mülk (mülk-i la yebla) ve son sınırına kadar toplama (şecer-i huld) peşine düşünce yani yasak ağaçlardan yemeye başlayınca doğal dünya bozulur. Tekâsür (çoğaltma, yığma, biriktirme) yarışı insanı kaosun, çatışmanın, yıkıcı rekabetin, her şeyin alınıp satıldığı bir ateş çemberinin (cahim) içine düşürür. Böylece Adem cennetten kovulmuş olur. Kovulmamak için bu yasak ağaçlara dokunulmaması, doğal dünya ile uyum içinde olunması gerektir. (bkz. “Kıssaların anası 1-2” başlıkla makale).
***
Adem kıssasında mesele böyle olunca, Kur’an’ın diğer yerlerinde geçen sosyal içerikli tabir ve deyimlerin genellikle bununla ilgili olduğunu göreceksiniz. Arkası çorap söküğü gibi gelecektir…Devam ediyoruz…

“Bin yıldan elli yıl eksik yaşamak”: Hz. Nuh anlatılırken kullanılır. Nuh’un 950 yıl yaşadığını değil; çok uzun süre aralarında kalıp “Etrafındaki ayak takımını (erâzilkov” diyen kavmin kodamanlarına (ekabir) karşı uzun soluklu bir mücadele içine girdiğini ifade eder. Çokluktan kinaye bir deyimdir. Sürenin çok uzun olduğunu anlatmak için kullanılır. Türkçede kullanılan “Sittîn (60) sene oldu”, “Kırk yıl dağda gezdim”, “Yediği herze 40’ı geçti”… deyimleri gibidir.

“Deveyi boğazlamak”: Hud kavmi ve Salih kıssasında geçer.  Nagatallah (Allahın’ın devesi) Adem kıssası bağlamında “ağaç”, Mekke ortamı bağlamında “Beyt”, insanlığa mesaj bağlamında “kamu”yu ifade eder. Deve boğazlanmamalıdır yani yasak ağaca dokunulmamalıdır, Beytullah’a ait olan nimetelere (en’am) açlık, susuzluk, güvenlik korkuları ile el konulmamalı, kendinde toplanmamalıdır, kamuya (herkese) ait olan bu nimetler  talan edilmemelidir. Allah zaten Kureyş’i (=insanlığı) doğal rızık ve rızık kaynakları ile açlıktan korumakta ve doyurmaktadır, biriktirmeye gerek yoktur. (bkz. “Deveye dokunmayın” başlıklı makale)

“Ateşe ‘serin ol’ demek”: Hz. İbrahim anlatılırken kullanılır. “Ey Ateş! Serin ol dedik, selam olsun İbrahim’e!” (Enbiya; 69) şeklinde geçer. Hz. İbrahim’in ateşte atılıp tam yanacakken orada bir gül bahçesi bitmesini değil; İbrahim’in hicret etmek suretiyle ateşte yakılma (idam) cezasından kurtulmasını, yaktıkları ateşin de sönüp gitmesini ifade eder. Nitekim İbrahim’in ateşten nasıl kurtulduğu satır aralarında şöyle açıklanır:  “İbrahim’in sözlerine kavminin cevabı sadece ‘öldürün yahut yakın” demek oldu.” Yani bunu ‘demekten’ başka bir şey yapamadılar çünkü İbrahim tıpkı yerine Ali’yi bırakıp Hz. Peygamber’in şehri terk etmesi suretiyle ölümden kurtulması gibi ateş yakıldığı sırada şehri terk etmişti: “Onu ve Lut’u alemler için kutlu kıldığımız yere ulaştırıp kurtardık” (Enbiya; 71). “İbrahim dedi ki: “Ben de Rabbime hicret edeceğim” (Ankebut; 27).

“Parçalanmış kuşları ayrı ayrı tepelerden çağırmak”: Hz. İbrahim’in “Ölüleri nasıl dirilteceğini bana göster” sorusuna cevap verilirken geçer. Ona şöyle denir: “Kuşlardan dört (lü) al. Onları alıştır kendine. Sonra her dağa/tepeye onlardan bir parça yap/koy. Sonra onları çağır. Koşarak sana geleceklerdir.” (Bakara; 260).  Yani kuşlardan dörtlü gruplar yapması, onları kendine (yuvalarına) alıştırması, sonra her grubu/parçayı bir dağın tepesine koyması ve sonra onları yuvalarına çağırması isteniyor. Kuşların koşarak/uçarak geleceği söyleniyor. Burada kuşlar dünyada parçalanmış, ayrı ayrı tepelere (ülkelere) bölünmüş, esarete düşmüş ezilenleri (mustazaf) temsil ediyor. Onların nasıl dirileceği, birleşip toplanacağı anlatılıyor. Keza kuşlar uhrevî anlamda da ayrı ayrı mezarlarda yatan tüm ölüleri temsil ediyor. Onların nasıl dirilip toplanacağı anlatılıyor: Her şey alışık olduğu/yaşadığı/aktığı asli mecraya geri döner. “İşler dönüp dolaşıp Allah’a/halka varır.”

“Yüz yıl sonra dirilen ölü şehir”: (bkz. “Ölü şehirlerin dirilişi” başlıklı makale)

“Onbir yıldız, ay ve güneşin secde etmesi:” Hz. Yusuf kıssası anlatılırken Yusuf’un rüyası olarak geçer. Kişinin kuyuya atılıp yok edilmek, gömülmek istendiği baskıcı ve boğucu çevresini aşıp başka bir dünya vizyonu görebilmesini, önce bunun rüyasını/görümünü/vizyonunu yaratabilmesini ifade için kullanılır. Öyle ki her zaman birileri bir rüya görür, sonra dünya o rüyanın içinde yeniden kurulur. Gerçek ‘devrimci’ bu rüyayı görebilendir. (Yusu; 4).

“İneği kesmek”: Hz. Musa’nın İsrailoğulları’nı Firavun zulmünden kurtarmak için Mısır’ı terk etmesi anlatılırken kullanılır. Bildiğimiz ineği et yemek için kesmek değildir. İnek (bakara) Firavun İmparoturluğu’nun simgesi ve arması idi. Ondan kurtulmak, ona dair korkularını atmak, onunla bağlarını koparmak, kesmek kastedilir. (Bakara; 67)

“Altından buzağıyı put edinmek”: (bkz. “Tek çeşit yemek ve  Samiri’nin buzağısı” başlıklı makale)

“Sudan (nehirden) içmek”: (bkz. “Talut ve Calut kıssası ne anlatıyor” başlıklı makale).

“Aşağılık maymun olmak”: (bkz. “Aşağılık maymunlar olun” başlıklı makale).

“Suyu sırayla eşitçe taksim etmek”:  Hud kavmi ve Salih kıssasında geçer. aralarında eşitçe taksim etmek (kısmetun beynehum) Kabe’yi gelen nimetlere el konulmamasını, insanlar arasında eşitçe bölüştürülmesini ifade eder. Buradan Allah’ın yeryüzündeki nimetlerinin kulları arasında eşitçe bölüştürülmesi mesajı verilir. “Sudan herkes eşitçe içmelidir!”.(Kamer; 28).

“99 koyuna 1 koyun”: Hz. Davud anlatılırken kullanılır. Nüzul sırasında deveyi boğazlama kıssasının hemen arkasından anlatılır. Tema ve vurgu yine aynıdır. Mekke’de 99/1 oranında derin eşitsizlik ve uçurum vardı. 1 ikili sayıların en dibini, 99  en tavanını ifade eder. Aradaki eşitsizlik bu oranlamayla ifade ediliyor. Bugün Wallstreet işgalcilerinin kullandığı “Biz % 99, siz % 1’siniz” sloganının yılın sözü seçilmesinden de anlaşılacağı gibi Kur’an’ın 99/1 kıyaslamasıyla verdiği çağlar üstü mesaj yaşıyor. (bkz. “99 koyuna 1 koyun kıssası ne anlatıyor” başlıklı makale).

“Cinleri, şeytanları, dalgıçları, kuşları emrine vermek”: Hz. Süleyman anlatılırken kullanılır. Cinler Babil’den gelen yabancı yapı ustaları, şeytanlar kötü fikirli kimseler, dalgıçlar ve rüzgarlı gemiler Fenikeli denizciler, kuşlar Hitit askerlerini ifade etmekteydi. Süleyman’ın ordusunda bütün bunlar yer almaktaydı. Süleyman’ın amacı bölgeyi bir esenlik ve barış yurduna (Darusselam) çevirmekti. Açlığın, susuzluğun, çaresizliğin, evsizliğin, güvensizliğin kalmadığı adalete dayalı bir dünya düzeni kurma yolunda hayli ilerlemişti. Tasvirler onu anlatmaktadır. Bugün hala onun yaşadığı şehir aynı isimle anılır (Jeruselam/Kudüs).

“Karıncalarla konuşmak”: Karınca (Nemle) adlı yerleşim biriminden geçerken onlarla konuşmak demektir. Nemle (Karınca) kasabası veya şehrinin adıydı. Ve bu Belkıs’in ülkesinde bulunuyordu. Belkıs Sebe kraliçesi idi. Dolayısıyla karıncalarla konuşmak Sebeliler ile konuşmak demektir. Nitekim Sebe ülkesinin arması karınca idi. (Bugünkü örneğin arı, bozkurt, sarı kanarya, kara kartal, şahin, doğan, arslan, kaplan, panter gibi!)

“Hüdhüd ile konuşmak”: Hz. Süleyman kıssasında geçer. Süleyman Kuşlardan Hudhüd’ü arar, ‘o nerede onu göremiyorum’ der. Derken Hüdhüd Sebe ülkesine gider ve oradan haberlerle getirir. Burada Kuşlar Hititler, Hüdhüd de Hitit’den gelip Süleyman’ın ordusuna katılan subayın lakabıdır. (Neml; 20,22,27).

“Cinlerden bir İfrit”: Hz. Süleyman kıssasında geçer. Cinler, Babil’den gelen yapı ustaları, cinlerden bir ifrid de onlardan birisinin lakabıdır. İfrid olarak bilinen Babil’den gelen maharetli yapı ustalarından birisi demektir. (Neml; 39).

“Cinlerden bir heyet”: Nusaybin’den gelen ve cinlere, perilere inanan bir gurubun insanın Hz. Peygamber ile konuşup Kur’an dinlemesi ve bu batıl inançlarından nasıl vazgeçtikleri anlatılırken geçer. Daha önce Mekke’de görülmeyen, yabancı (ecnebi) bir heyet anlamındadır. (Cin; 1)

“Cinleri ve insanları ibadet için yaratmak:” “İns-u cinn” tabiri aşağı-yukarı, ileri-geri, sabah-akşam, gündüz-gece gibi görünen (ins) ve görünmeyen (cinn) anlamında bir deyimdir. Evrende gördüğümüz ve görmediğimiz her şey kastedilir. İbadet de yapmak, ortaya çıkarmak, iş ve değer üretmek demektir. “Gördüğünüz ve görmediğiniz her şeyi Allah’a (onun emri ve yasaları doğrultusunda) yapsınlar, ortaya çıkarsınlar, iş ve değer üretsinler, kendilerini ifade etsinler diye yarattık” denmek istenir. (Zariyat: 56)

“Ye’cüc ve Me’cüc”: Türkçe’deki herc-ü merc tabiri gibi altüst oluşu, fesat ve kargaşa çıkaran toplulukları anlatır. Yeryüzünde mülk-i la yebla ve şecere-i huld için yani yıkılmaz bir mülk ve her şeyi kendine ait kılıp, toplama ve mülkiyetine geçirme için kan döküp fesat çıkaran toplulukları ve ülkeleri ifade eder. Yağmaya, talana, çapula, işgale girişen her topluluğun genel adıdır. (Kehf; 18/94)

“Dabbetu’l-arz”: Yeryüzünün kımıldanışı/hareketlenişi manasına gelir. Yeryüzünün içindekileri (üzerinde olanları) haber vermesi manasında, dile gelip konuşması (kelam etmesi) ve yağmaları, işgalleri, kan döküp fesat çıkarmaları haber vermesini ifade eder.  (Neml; 27/82-84). “Bastığın yerleri toprak diyerek geçme tanı” mesajı verir. (Ayrıca bkz. “Dabbetü’l-arz nedir, Ye’cüc ve Me’cüc kimdir” başlıklı makale)

“Gökten kulak hırsızlığı yapmak”: Kahinleri ve mecnunları eleştirirken geçer. Onlar yol başlarına oturarak, yıldızlardan fal bakıp geleceği okumakta ve gaibten haber vermekteydiler. “Böylesi ‘göğü dinleyip kulak hırsızlığı yapanların’ üzerine ateş yağacak ve yaptıklarını ağır bir bedelle ödeyecekler, cehennemi boylayacaklar” denmek istenirken kullanılır. (Hicr; 18).

“Yerinden kalkmadan tahtı getirmek”:: Hz. Süleyman kıssasında geçer. “Çok kısa sürede”, “En kısa zamanda”, Göz açıp kapayıncaya kadar” manasında bir deyimdir. Cinlerden bir ifrid’in ışık hızı ile Belkis’ın tahtını getirmesini değil; Babil’den gelen İfrid lakaplı yapı ustasının, çok kısa zamanda tahtın bir benzerini yapmasını ifa eder. (Neml; 39).

“Eline bir demet sap almak”: Hz. Eyyub anlatılırken kullanılır. Hz. Eyyub’un karısına eline bir demet sap olarak vurmasını değil; birleşmek, yekvücut olmak, demet gibi yan yana durmak anlamında bir deyimdir. Hz. Peygamber’e ambargo yıllarında Eyyub sabrı ve direnişi örnek gösterilir ve dağılmamaları, yılmamaları, sapların bir demet halinde bir arada durması gibi, kendisine inananlarla birlikte öyle olmalarını ifade eder. Sözünüzden (davanızdan) dönmeyin, demetlenmiş gibi durun, yekvücut olun denmek istenir. (Sa’d, 44).

“Ayağını yere vurunca su gelmek”: Hz. Eyyub anlatılırken kullanılır. Hz. Eyyub’e baskılar karşısında ayağını yere sağlam basmasını, güçlü ve kararlı durmasını, davasından dönmemesini, eğer böyle yaparsa güçlükleri aşıp zafere (suya) ulaşacağını ifade için kullanılır. Amborgo yıllarında inen Sa’d suresinde geçer. Hz. Peygamber’in de o yıllarda öyle olması gerektiğini, onlar üzerinden de bu durumda olan herkesin öyle olması gerektiğini ifade için kullanılır. (Sa’d; 42).

“Beşikteyken ve yetişkinken insanlarla konuşmak”: Hz. İsa anlatılırken kullanılır. “Beşikten mezara ilim öğreniniz” rivayetinden de anlaşılacağı gibi, “tüm ömrü boyunca” manasında bir deyimdir. “İsa tüm ömrünü yeryüzünde Allah’ın sesi (kelime) olmaya adayacak, bütün ömrünü bu görevi yerine getirmek için harcayacak” denmek istenir. (Ayrıca İsa’nın ölüleri diriltmesi, körü ve alacalıyı iyi etmesi, evlerde biriktirilenleri haber vermesi, çamurdan bir kuş yapması deyimleri için bkz. “Ölü şehirlerin dirilişi” başlıklı makale).

Görüldüğü gibi daha bunun gibi bir çok tabir ve deyim sıralanabilir. 25 kadarını aktardım. Bunda anlaşılmayacak garip bir şey yok. Konuştuğumuz dillerde de böylesi kullanımlar çoktur. Bunların o günkü anlamı kaybolmuş, artık kullanılmıyor olabilir. Ancak Kur’an’da geçtiğine göre, bir tabir ve deyim kazısı çalışması yapıp güncellemek gerekmektedir.

Kur’an’a bir de bu gözle bakın, çok yakınınıza geldiğini görecek ve büyük zevk alacaksınız.

R. İhsan Eliaçık, 17 Ocak 2012




Paylaşmak güzeldir.