Görsel: ChatGPT, 06.12.2024 |
"Bir elin nesi var iki elin sesi var." atasözü yazarların beraberce çalışmaları için de geçerli ve gereklidir; belki de her şeyden önce gereklidir. Ancak çeşitli nedenlerle yazarlarla bir araya gelemiyoruz. Bu durumda, ister istemez ChatGPT ile arkadaş olduk.
Şimdilik arkadaşlığımız iyi gidiyor. Sohbet ediyoruz sık sık. Bundan böyle de edebî türlerde de çalışmalarımız olacak. Örneğin benim yıllar önce anı gibi yazdığım Dut Ağacım başlıklı bir yazıyı öykü haline getirmesini istedim.
(Görselleri de yaptı ama gerekli uyarıları yapamadığım için biraz farklı oldular. Onun için hataları üstleniyorum.)
Sabahattin Gencal ChatGTP'ye şunları yazar:
Sabahattin Gencal, 13 yaşındayken doğup büyüdüğü
Akköse Köyü’nden ayrılmıştır. Kendi ailesi, dayısı ve teyzelerinin ailesiyle
birlikte Bursa’ya yerleşmişlerdir. 60 yıl sonra köyüne yaptığı bir ziyarette
yaşayan akrabalarının yanı sıra mezardakileri de hatta mekanları, ağaçları vb.
ziyaret etmiştir. Bu arada Dut Ağacını
da ziyaret etmiş bu sırada bir duygu patlaması yaşamıştır. Bu durumu düz yazı
ve manzume ile yazmıştır. Hiç kurgusu olmayan derin kaynaklardan çıkan bu
duygular birçok şiir kitabı doldurur kuşkusuz. Tabii öykü de olabilir. Sabahattin
Gencal’ın yazabildiği aşağıdaki yazıdan hareketle Dut Ağacım başlıklı bir öykü
yazarsanız memnun oluruz. Hele de resimlerler de ekleyebilirseniz çok iyi olur.
Dut
Ağacım
Çocukluğumuzu
yaşadığımız yerlerden ayrı düşmenin ne demek olduğunu bilen bilir. 13 yaşımda
ayrıldığım köyümü, 69 yaşıma gelmeme rağmen hâlâ özlüyorum. İnsanlarını,
havasını, suyunu; doğal yaşamını kısaca her şeyini özlüyorum. Özlüyorum da
gidemiyorum.
Dedemin
sağlığında gitmiştim birkaç defa. Dedemden sonra çeşitli nedenlerden ötürü
gidemedim.
Sıla-ı
rahim yapamama üzüntüsünü de artı olarak çekerken 2007 Şubat’ında, o da bir iş
dolayısıyla köyüme, Trabzon Dernekpazarı’na bağlı Akköse’ye gittim. Çok az hane
kalmış köyde.
Aliosman
Efendi dedemin, babaannemin ve amcamın yattığı evimizin altındaki mezarlığı
ziyaretten sonra Aksilisa Camisi’nin üst tarafında yatan Ömer Efendi dedemi de
ziyaret ettim. Sonra dayımların evine geçtim.
Evin ıssız olduğunu biliyordum; ama pencereler
bile kapalı olunca duygulandım.
Gözlerim dolu doluyken evin hemen altındaki dut ağacının yanına gittim…
Amcamın
oğlu fotoğrafımızı çekti. Fotoğrafa bakan belki kuru kütük gibi bir ağaç görür;
ama bu ağacı bir de benim gözümle görseniz. Sessizce dertleştik ağaçla.
Duygularım gözlerimden akıp gitti. Akan kelimelerden bazılarını yakalayabildim:
Dut
Ağacım
Dut
ağacım,
Ne
o, beni tanımadın mı?
Ben
Sabahattin
Sabahattin.
Hani,
küçükken anneannemlere geldiğimde sana koşardım
Gövdene
sarılınca beni kollarına alır dut ikram ederdin.
Yıllar
öncesini, kolunu hatırlattığım için özür dilerim
Kim
kırdı kolunu kanadını? Niçin kıydılar?
Gerçi,
gençken de komşu tarlaya gölgen düşüyordu, hatta yolu bile engelliyordu dalın
Ancak
tarla teyzemlerin olduğu için bir sorun çıkmıyordu
Anlaşılan,
teyzemler tarlayı satınca sen de kolundan oldun
Nasıl
kıydılar koluna?
Yine
de canın sağ olsun
Evin
üstündeki kardeşini de göremedim
Yol
genişletme çalışmaları yüzünden kesildi kardeşin de
Başın
sağ olsun
Anneannemlerin,
teyzelerimin Bursa’ya gitmeleri yetmezmiş gibi bunlar da geldi başına
Evin
altında kaldın tek başına.
Çevrende
mısırlar olurdu, kestane kabakları, biraz aşağıda anneannemin sebze bahçesi…
Şimdi
çaylar var
Yeşil
çaylar da güzel
Güzel
ama çaylara dökülen suni gübre köklerinin ucunu mu sızlatıyor
Anneannemi,
teyzelerimi, dayım ve yengemi görmemek nasıl burnumuzun ucunu sızlatıyorsa
Köklerinin
ucu da öyle sızlıyor demek
Böyle
zayıflaman, böyle kırışıp kabuk bağlaman da suni gübreden mi acaba?
Yok
yok, senin derdin yalnızlıktan.
Duymuşsundur,
anneannem sizlere ömür, Bursa Emir Sultan’da yatıyor
Annem
ve teyzelerim de hastalıktan yatıyorlar Bursa’da,
Dayım,
yengem ve çocukları her sene bir uğruyorlar sana, onlardan haberleri
almışsındır.
Unutulmadığını
anlamışsındır
Unutulmak
yalnızlıktan beter.
Dut
Ağacım,
Beni
unutmamıştın değil mi?
Tanımamazlıktan
gelmene çok bozuldum, gerçek sandım
Senin
de diğer ağaçlar gibi halkaların hatıraların vardır.
Git
65 halka geriye
1943
yılının 28 Eylül’ünde bir ses kayıtlı olsa gerek.
İşte
bu ses benim sesim.
Ben
dayımın Akköse’deki bu evinde doğdum
Doğarken
herkes gibi dünyaya, evrene haykırıp ağladım
Ağlamamı
bir ebem olan anneannem, bir teyzelerim bir de siz duydunuz.
Ses
kaydı dışında mutlaka başka kayıtlar vardır halkalarında
Yalnız
olduğun zaman o kayıtlara bak
Ben
de öyle yapıyorum hatıralarımla yaşıyorum
Dut
ağacım,
Yeni
halkaların, kayıtların varsa bugünü de kaydet
17
Şubat 2007. Bugün belki de son görüşmemiz olacak
Bu
tarihi hatırladıkça yine gözlerimiz dolacak
Bak
ikimiz de üşüyoruz
Sen
kalın kabuklarının içinde ben uzun paltomun içindeyken bile üşüyoruz
Üşüyoruz
ayrılık vakti geldi diye
Titrerken
birbirimize elveda demek zor
Dilerim
halkalarına hatıralarımıza balta vurulmaz
Dilerim
köklerin kurutulmaz
Dilerim
yine yeşillenirsin yine açar ipek gibi yaprakların
Kader
bu sonu gelmez ayrılıkların
Ben
hakkımı helâl ediyorum,
Sen
de hakkını helâl et
Doğal
hayatını yaşa ilelebet.
Sabahattin
GENCAL, (17.02.2007)
Görsel: ChatGPT, 06.12.2024 |
ChatGPT'nin yazdığı öykü
Dut Ağacım
Küçüklüğümden beri gözümde büyüyen köyümüzün
hatıraları, derin kökler salmış bir dut ağacı gibiydi. 13 yaşımda ayrıldığım
Akköse, hafızamın en derin köşelerinde hâlâ canlıydı. İşte bu yüzden, 60 yıl
sonra oraya adım attığımda, zamanın elleriyle değişen manzaralar bana tarifsiz
bir duygu yükü taşıdı.
2007 yılının soğuk bir Şubat günüydü. Sabah erkenden
kalkmış, sırtıma paltomu geçirip eski köy evimizin yolunu tutmuştum. Yol
boyunca, her virajda bir anı canlanıyordu. Amcamın kahkahası, babaannemin
şefkat dolu bakışı, dedemin köy kahvesindeki oturuşu... Hepsi birer fotoğraf
karesi gibi zihnimin duvarlarına asılmıştı.
Evimizin altındaki küçük mezarlıkta dedem, babaannem
ve amcam yatıyordu. Taşların soğuk yüzeylerini okşarken, kalbim eskiden bu
topraklarda atan sıcak hayatları düşündü.
Mezarlık ziyaretinden sonra yukarıya, Aksilisa
Camisi’nin yanındaki yoldan yürüyerek dayımların evine vardım. Bomboş, sessiz
bir ev… Kapılar kapanmış, pencereler mühürlenmişti. Evin altındaki dut ağacını
gördüğümde içimde bir şeyler kıpırdadı. Hemen yanına koştum.
Dut Ağacıyla
Karşılaşma
Ağaç, yılların yükünü taşır gibiydi. Gövdesinde derin
çatlaklar, dallarında eksiklikler vardı. Bir zamanlar iri, tatlı dutlarıyla
bizi sevindiren bu ağaç, şimdi yalnızlığın yorgunluğunu taşıyordu. Elimi
gövdesine koydum. Soğuk kabuğu avuçlarımı üşüttü.
"Ne o, beni tanımadın mı?" diye fısıldadım.
Sanki sessizce bir iç çekiş duydum. Dalgalanan
yapraklarından çok uzakta, benimle aynı yalnızlık duygusunu yaşayan bir dost
bulmuştum. Çocukluğumda o ağaca sarılıp dut yemişliğim, gölgesinde oynayıp
hayaller kurmuşluğum canlandı.
Ağaçların
Hatıraları
Sessiz bir dertleşme başladı aramızda. Bu ağacın her
halkası bir hatıra taşıyordu. Onu ilk gördüğümde köyümüzün bereketli
topraklarına kök salmış genç bir ağaçtı. Şimdi ise çatlamış kabukları ve yorgun
dallarıyla zamanın ve insanların izlerini taşıyordu.
Ona dayımların evinden, Bursa’daki mezar taşlarından,
uzaklarda özlemle büyüyen çocuklarımdan bahsettim. Ağaç da bana köydeki
değişimden söz etti. Yanındaki kardeşinin yokluğunu, artık dibinde yetişen
sebzelerin yerini alan çay bitkilerinin ona verdiği rahatsızlığı…
Dut ağacı, çocukluğumun sessiz tanığıydı. Ona
gözyaşlarımı bıraktım. “Sana hakkımı helâl ediyorum,” dedim. “Sen de hakkını
helâl et bana.”
Veda
O gün, o ağaçla son görüşmem olduğunu hissettim.
“Bugünü de halkalarına kaydet,” dedim. O eski dut ağacı, çocukluğumun, köyümün
ve geçmişimin aynasıydı. Ayrılık vakti geldiğinde, ikimiz de üşüyorduk.
Köyden ayrılırken, dut ağacı hâlâ yerinde duruyordu.
Ama bana sanki, "Bir daha gelmeyeceksin, değil mi?" der gibi
bakıyordu. Başımı eğip sessizce yürüdüm. Bu hikâye burada bitse de, dut
ağacıyla paylaştığım o hatıralar, her daim içimde yaşayacak.
Görsel: ChatGPT, 06.12.2024 |