25 Eylül 2020 Cuma

Metafor

 


Türk Dil Kurumu “metafor” sözcüğünün kökenini Fransızca “métaphore” sözcüğüne dayandırmış ve kavram karşılığı olarak “mecaz” kelimesini vermiştir.

Mecaz sözcüğünü ise “Bir kelimeyi veya kavramı kabul edilenin dışında başka anlamlara gelecek biçimde kullanma, metafor; Bir ilgi veya benzetme sonucu gerçek anlamından başka anlamda kullanılan söz” şeklinde tanımlamıştır.

Tanıma bakıldığında metafor sözcüğünün bir durum, olgu ya da nesnenin benzetme yoluyla başka bir şeye benzetilmesi olduğu görülebilir.

Metafor, tanımlanmış bir benzetimdir (Quale, 2002).

Metafor, zihin ve anlayışımızı şekillendirir ve dünya algımızı değiştirebilir (Lakoff ve Johnson, 1980; Richardson ve Matlock, 2007). Lakoff ve Johnson (1980),

Metafor kavramını, insanların dünyayı ve kendilerini algıları ve her gün deneyim edilen yerleri ve birbirleriyle nasıl ilişkili olduklarını belirleyen bir kavram yapılanması olarak tanımlarlar.

Metafor, herhangi bir şeyin başka bir açıdan anlayış ve yaşayış çeşidini içerir. Hughes, (2003-2004)

Metaforun, sadece şair ya da yazarların kullandıkları bir araç değil, günlük konuşmalar ve iletişim süreçlerinde herkes tarafından kullanılan bir araçtır. Ancak metafor sadece iletişim aracı olarak değil bizim tarafımızdan oluşturulan anlamlar olarak düşünülmelidir.

Metafor, anlamı iletmek için bir ihtiyacın sonucu değildir. Biz anlam oluşturmayız ve sonra seçilen anlamı iletmek için uygun metaforu seçeriz.

Metafor ve anlam aynı anda ortaya çıkar. Metafor bilginin sonuçları anlamından çok devam eden süreç ve algı olarak anlamlandırılmalıdır (Campbell, 2006).

Metafor, iki farklı kavram arasında bir karşılaştırma yapmaktır. Bu kavramlardan biri diğer kavramın açıklanmasında anlaşılabilir.

Metaforda bütün dünya bir sahne, bütün insanlar da sadece birer oyuncudur (Ellis ve Barkhuizen, 2009; Shakespeare, 2007).

Metafor herhangi yeni bir şeyi, göstermek veya kanıtlamak değildir; yapabildiğimiz ya da deneyim edebildiğimiz şeylerde yeni bir ışık yakalayabilmektir.

Öğretim için bir metafor kullanmak, öğretim yapmanın bir yolu değil, öğretim hakkında konuşmanın tercih edilen yoludur. Bu yüzden metafor, gizli, özet, roman veya büyük oranda teorik şeylerin anlaşılması ve ortaya çıkarılmak istenmesi durumunda kullanılır (Yob, 2003).

Metaforlar basit bir benzetme ögesi olarak düşünülmemelidir. İnsanlar biliş açısından incelenmiş ve metaforun bu anlamda merkezi bir rolü olduğu ortaya çıkarılmıştır (Lakoff ve Johnson, 2005).

Okulu bir fabrika gibi, öğretim programını ise bir öğretim aracı olarak görmek, sadece gözlem yapmak değildir. Metafor bir ikna unsurudur ve metaforun gücünün farkında olmayan biri kolaylıkla kurbanı olabilir (Kliebard, 1982).

Metaforun iki türlü avantajı vardır:

1. Anahtar kavramların öğrencilerin farkındalıklarını artırması,

2.Öğretmene öğrencilerin deneyim ve gelişimlerini profesyonelce yansıtma imkânı sağlar (Cortazzi ve Jin, 1999).

 

Tazegül Demir Atalay, Şule Fırat Durdukoca; Öğretmen Adaylarının Değerlere İlişkin Metaforları

Ana Dili Eğitimi Dergisi Journal of Mother Tongue Education Sonbahar, Cilt: 6 Sayı:4 / 2018 Spring, Volume: 6 Issue: 4

http://www.dergipark.org.tr/tr/download/issue-file/14814

 

 

 

              Mecaz Hakkında Ayrıntılı Bilgi İçin Bkz.

https://gencalinnotlari.blogspot.com/2015/07/mecaz-mursel.html

.

    Metafor ile İlgili Bazı Adresler

.

https://tr.wikipedia.org/wiki/Mecaz

https://www.youtube.com/watch?v=VmhDblTW8FI&ab_channel=321GO

https://www.turkedebiyati.org/metafor/

https://www.mediaclick.com.tr/tr/blog/metafor-nedir 

https://www.cokbilgi.com/yazi/metafor-nedir-ozellikleri-ornekleri/


.






1 Ağustos 2020 Cumartesi

En Büyük Hastalık Yurt ve Ulus Sevdalısı Olmak




Ah. Mehmet Duman Ah!
Ah, rahmetli arkadaşım ah!
Sen hastalığımızı seneler önce teşhis etmiştin; ama...
...
Ufak tefek bin bir rahatsızlığım olmasına rağmen Allah’a(cc) hamd ederim. Şikâyetçi olmam. Hatta başta anksiyetem olmak üzere hastalıklarımla dalga geçerim. Kanser hücrelerini terörist hücrelere benzetirim. Vücudumum terörle savaşını  maddi ve manevi olarak desteklerim...
Uzatmayalım böylesine durumlarla başbaşa iken bir de yurdumuzun ve ulusumuzun içinde bulunduğu feci durumu dert edinirim. Kendi kendime söylenip dururum:
Sabahattin, konuşman da boşuna, yazman da; bunu bile bile ne üzülürsün? Hani, yapabileceğin bir şey olur da yapmazsan üzülür insan. Ama...
Aması maması yok bu işin “En büyük hastalık yurt ve ulus sevdalısı olmak.”  İlköğretmen okulunda yakalandık bu hastalığa. Hani köy enstitüleri mirası üzerinde kurulan ilköğretim okulu var ya, işte orada. Sonra Eğitim Enstitüsü, sonra  amme idaresi enstitüsü vb. Bunun teşhisini rahmetli arkadaşım taa 1979’da bana söylemişti.
1979’da TODAİE sınavları için Ankara’ya gitmiştim. Orada arkadaşımı da gördüm. O da sınav için gelmişti. En çok da resim sergileri olmak üzere birçok yer gezdik onunla. 1962’de mezun olduğumuz okulumuzla ilgili hatıraları da bir kere daha yaşadık. Oradaki kazanımlarımız konusuna gelince ne dediğini tahmin edemezsiniz: “Sabahattin biz b.ku yedik, b.ku yedik.”  “İflah bulmayız. Yurt ve ulus sevgisini öylesine doldurdular içimize...” Ben argo kelime kullanmadım hiç, kullanmak istemem de; ama rahmetli arkadaşım yeri geldiğinde argo margo demez... Arkadaşım kazandırsaydılar yine beraberce okuyabilirdik; ne de güzel olurdu. Öğretmen okulundayken sabahın erken saatinde kaldırırdı beni. “Erken kalkan yol alır, erken evlenen döl alır.” derdi. Pekiyi ile mezun olanlardandık; ama o birinci geldi. Bir ekleme yapayım son sınıfa kadar hep bizlerin arkasındaydı; ama son anda parkuru önde bitirmişti. (Yukarıda kazandırılsaydı deyişimin nedeni şu. Tabii, tahminen söylüyorum: İlköğretmen okulunu birincilikle bitiren arkadaşımızın kazanamaması düşünülemezdi; ama o sınav salonunda bizim gibi başı önünde duranlardan değildi. Gerçi aynı ortamda yetiştik; ancak o, kendi deyişiyle söylüyorum “Gerçi ben kozayı yırttım; ama...” Kozasını yırtanlar pek makbul sayılmazlar. Kim bilir sınav yapan Proflara nasıl cevaplar vermiştir...
Zaman zaman ah, Mehmet Duman ah! derim.  Allah’tan ona da tüm ölülerimize de rahmet dilerim.
Aslında şimdi vahlanma zamanı. Gerçekten vah ki vah.
Ben ki zaman zaman bir düşünürün sözünü sık sık hatırlatanlardanım: “Yakınmayı bırak, bir mum da sen yak.”  “Karanlığa söveceğine, kalk bir mum yak. “ ( Konfüçyüs) diyenlerdim. Yok yok, Yine böyle diyelim değil mi?
Amacım, ulusumuzun ve yurdumuzun içine düştüğü durumu anlatmak değil. Şahsen içinde bulunduğum durumdan söz etmekti. Ancak her zaman olduğu gibi bazı hatırlatmalarımız da olacak:

TÜRK
ÖĞÜN
ÇALIŞ
GÜVEN

GAZİ MUSTAFA KEMAL  ATATÜRK
Dikkat, dikkat!
Bugün Türk kelimesi her yerden kazınmaya çalışılıyor mu?
Bugün öğünülecek durumumuz var mı? Öğünmek bir yana aşağılık duygusu virüs gibi, hatta virüsten de beter içimize girdi. Yapamayız, edemeyiz. Ne münasebet, kimden aşağıyız? Her şeyi yapabiliriz. Tabii kendimize gelebilirsek...
Bugün Türk milleti çalışkan (mı)dır?
Bugün güvenilecek bir kurum ve kuruluş kaldı mı? Araştır istersen.

Gazi nasıl anılıyor? Bağımsızlık mücadelesi veren ulusların tek lider örneği, cepheden cepheye koşan Gaziyi öteden beri emperyalistlerin silmeye çalışmalarına içimizden de katkı sağlanıyor. İşbirlikçiler diyemeyeceğim onlara, ne diyeceğimi de bilemiyorum.
Mustafa Kemal üzerine daha doğrusu ailesi üzerine, özel hayatı üzerine söylenmedik lâf kaldı mı?
Atatürk’ü ağzına almamak için yemin edenler var sanki?

Bir milletin nasıl yıkılmaya çalışıldığına şahit oluyoruz:
Şimdi “ En hakiki mürşit ilim (mi) dir?”

Şimdi “Adalet Mülkün temeli(mi)dir?
Peki, Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik, Halkçılık, Laiklik, Devletçilik, İnkılapçılık kısaca Atatürk ilkeleri ne durumda? https://tr.wikipedia.org/wiki/Atat%C3%BCrk_%C4%B0lkeleri
Aaa parti propagandası yapıyorsun? Hayır, aksine bu ilkeleri 6 ok olarak simgeleyen partinin artık bunların içeriği bilmediğini sanıyorum. Bu fena. Yok, eğer biliyor da uygulamıyorsa bu daha fena. Düşünün bir benim imanlı, dürüst insanım emperyal emelleri olan, vahşi liberal- kapitalistlerle rekabet edebilir mi? Peki, o zaman devletçilik? Bakın, memur kafası, dünyadan haberi olmayan, diyecekler olabilir. Ama önce batırt sonra özeleştirme. Özelleştirme fırıldakları da ayrı bir konu.
Sıra ile yazmayı unuttum. Aklıma geldiğini yazayım? Bu memlekette niçin tütün yetiştirilmesine son verildi? Tütün işleme fabrikaları? Niçin pancar yetiştirilmesine son verildi? Şeker fabrikaları? Tabii, hepten de son verilmedi. Turşu yapmak için pancar yetiştirmek serbest. Afyon, kenevir?   Bir de mısır... Asırlık zeytin ağaçları? Bunlar hep tarım politikalarıyla ilgili değil mi? Hayvancılık, balıkçılık... Allah’ını seven açıklasın bütün bunlar tesadüf mü? Yoksa,  biz bağımsız değil miyiz?
Sabahattin Gencal, Tuzla Piyade Okulu, 1972

“Milliyetçilik ayaklar altına” alınırken, Halkçılığın esamesi okunmazken, laiklik dinsizlik olarak tanıtılırken... Sahi be. Bütün bunlar alıştıra alıştıra yapılırken biz hangi derin uykulardaydık...
...
Günümüz ortamında ne yazdığımızı, ne yediğimizi inceleyen var mı? Vardır her halde. Ben de hasta hasta hiç kimsenin açıklıkla belirtmediği sosyal medyaya bir bakayım, dedim. Belirtmedi olur mu? Torba kanun bile çıkarıldı. İnşallah iyi olur. Ama bilelim ki bu iş kanunla olmaz, olamaz. Olsa olsa birilerine çatma önlenebilir o kadar. Asıl dert çok çok daha büyük. Büyük dert için çuvalla kanun çıkarsan olmaz. (Bu torba ve çuval kelimelerini böyle kanun çıkarılmasının iyi olmayacağını vurgulamak için söylüyorum. Benim acizane fikrim odur ki her madde, fıkra, ibare vb. ayrı ayrı, enine boyuna, uzunluğuna göre incelenmelidir.)
Sosyal medyaya baktım. Gördüm, birkaç şirket dışında tümüyle yabancı bunlar. Bizimkilerin teşebbüsleri  işe yaramadı. Yukarıda dedik ya, bizim dürüst insanımız bunlarla yarışa giremez; ama devletçilik olsa...
İncelememde gördüm ki sosyal medya, özellikle gençliğimiz olmak üzere tüm insanımızın nasıl manyaklaştırıldığı konusu üzerinde bina ediliyor. Emperyalistlere her yönüyle her yönüyle yardımcı olunduğu üzerinde ise...
...
Vay be. Biraz döktüm içimi. Benim anskiyedem aslında faydalı olabilirdi. İçimi tam olarak döksem bütün kaygılarımı sergilesem; cürmüm kadar bile yer yakmadan fikirlerimi de iletebilsem.
Benim fikirlerimin modası mı geçti? Öyleyse aşağıda aldığım bağlantıları, yazıları bir inceleyin de sizin fikirlerinizi de görelim. Korkma, henüz fikir sergilemek yasaklanmadı. Eyleme geçirmeyin yeter. “Oh, fikrimi söyledim.” ferahlığı ile idare edin.

Sabahattin Gencal oğulları Fuat, Ahmet ve torunu Sabahattin'le birlikte...
Çavuşbaşı-Beykoz

Bir not yazayım mı? Bu yazıyı yazmakta iken, telefon görüşmemiz sırasında öğrendim ki oğlum Fuat da, oğlum demeyeyim,  ünlü olması yakın olan YouTuber Fuat da medya ile ilgili hastalıkları konu edinecek. Bilesiniz ki o benim gibi değil. Açık, akıcı, güzel bir üslupla anlatıyor. Ne desem diyeyim reklam yaptığımı sanacaksınız. Onu bir izleyin de reklam yapmadığımı anlayın.  https://www.youtube.com/user/fanartikel/videos  bu adrese birkaç gün sonra uğrayabilirsiniz. Zaten aşağıdaki yazıları birkaç günde bitiremezsiniz. Aşağıdaki yazıları ayrıntılı okuduğumu sanmayın “Ah ah! Vah Vah! diye diye göz attım. Okuyup incelemem asıl bundan sonra. Sağlık olursa tabii.
Ulusça sağlıklı ve mutlu günler dileğiyle...
Sabahattin Gencal, Çekmeköy-İstanbul, 01.08. 2020

Ey okuyucu, aşağıdaki satırları incelemeden geçme sakın. Düşün ki
GELECEK AKLINI ÇALIŞTIRANLARINDIR.
SaGen


30 Temmuz 2020 Perşembe

“Not defteri” Yeniden Hizmete Giriyor



Bir blog hizmete açılırken, daha doğrusu hizmete ara verilen bir blog tekrar açılırken ne söylenip ne yazılacağını bilemiyorum. Ülkemizde küçük büyük demeden her yapılan tesislerin açılışları anlı şanlı olur. Yakından uzaktan taraftarlar gelir. Alkışlarla birileri kürsüye çıkar. Çıkar da konuşmaları yazılı ve görsel medya vasıtasıyla arş-ı âlâyı tutar. Öyle hipnotize edici konuşur ki izleyenler ne tesisi açıldığını oracıkta unuturlar. Tesisten hiç konuşulmamıştır. Tesis mesis bahane  ikramlar şahane...
Bu anda aynı hataya düşmek üzereyim. Biz böyle gördük, böyle alıştık. Nutuk atmak için, “Tutmayın beni.” diyeceğim; ama yanımda kimseler yok.
Yapayalnızım, klavye başında ve de hayallerle başbaşa. Eee, bizim tesisin açılışında böyle yazı yazılması da nasipmiş. Kaderden kaçılmaz.
Açılan tesislerde yapılan konuşmalar tesis arşivlerinde saklanıyor mu bilemem. Saklansa iyi olur, çünkü insanımızın mizaha ihtiyacı vardır. Zira mizahtan başka hiçbir şey yüzümüzü güldüremez.
Ben bu yazıyı saklayacağım. İnşallah ileride gülümseyerek okuruz. Evet, şimdilik düşünerek okuyalım, gülümseme de ileride olur inşallah...
Sevgili okurlarım,
İnternet dünyasında bilgiler kirleniyormuş. Bu doğru. Bu doğru olduğu kadar internetin bir bilgi hazinesi olduğu da doğru. Ucu bucağı sınırsız bir hazine, bir umman.  Hz. Mevlâna mı demişti. “Umman da olsa, ancak kovan kadar su alırsın.” Bizim kovalar pek küçük. Üstelik ummanda yüzmesini de bilmiyoruz. Onun için birbirimizle yardımlaşmamız gerekir.
Bundan 5-6 sene önce “Ben nasıl yardımcı olabilirim?” Tabii, eğitimden söz ediyorum. Emekli olarak bir köşeye de atılmış olsam bile bir karınca misâlı, bir serçe kıssasının düşündürdükleriyle başta Türkçe-edebiyat seven öğrencilere, öğretmenlere, yazar adaylarına, edebiyat dostlarına bir katkım olsun istedim. Ne yaptığımı söyleyeyim mi?
Dil ve dilbilgisinden edebi sanatlara, anlatım biçimlerinden yazım yöntemlerine, noktalama işaretlerinden yazım kılavuzuna kadar vb. birçok konuda internette yayınlanan konuları kolaydan zora doğru derlemeye çalıştım. Derleyip düzenlediklerimi paylaştım. Doğrusu fena olmadı. Ummadığım bir trafik oluştu.
Trafikten yoruldum doğrusu, sonra sevgili eşim vefat etti. Kolum kanadım kırıldı. Hâlâ depresyon ilâcı alıyorum. Bugün ilâcı unuttum herhalde. Böylesine yazmama bakılınca...
not defteri adlı blogumuzu silmedik; ama kapılarını kapattık.
Günümüzde, bu pandemi illetinden sebep başta öğrenciler olmak üzere edebiyatseverler internette kulaç atmaya başladılar. Yani, şimdi yardımcı olamazsak ne zaman olacak? Onun için bir iki rutuşla blogumuzu  tekrar açıyoruz.
Aslında bizim yaptığımız boş gürültü, lâf salatası deseniz yeridir. Başkaları olsa ki örnekleri çoktur. Bütün bloglara davetiye gönderir, reklâm meklam derken... Bize gelince kendimiz söylüyor, kendimiz dinliyoruz. Bizimkisi hep böyle oluyor. Onun için ciddiyeti işin içine katmıyorum. Katmıyorum ki tesadüfen gelenler olursa fazla sıkılmasınlar. Ancak şu kadarını ciddi ciddi söylemem gerekir:
1.                Alıntı yaptığım siteler iyidir de diğerleri iyi değil demek istemiyorum. Ben bunları görebildim ancak. Dedim ya fazla yüzme bilmiyorum.
2.                Alıntı yaptığım sitelerin adreslerini/linklerini yazıyorsam oraya yönlendiriyor, onun reklamını yapıyor değilim. Linkleri, kural bir tarafa ahlak gereği yazmamız gerekli. Onca emek sarf edilmiş. Allah razı olsun.
3.                Yukarıda arz ettiğim sebeplerden ötürü derleyip düzenleme çalışmalarını yürütemez duruma gelince bu sefer çok zengin bir bağlantı listeleri oluşturdum. Sakın yanlış anlaşılmasın bunların reklamlarını da yapıyor değilim. Bulduklarımla yetindim. Misafirlerimiz de umduklarıyla değil bulduklarıyla yetinmeyi artık öğrenmeye çalışacaklar.
4.                Günlük medyadan bıkanlar, not defterini açabilir. İstedikleri linke basabilir veya “Rast gele yavrum rast gele.” İkisi de aynı kapıya çıkar. Kapılar açılınca, bir başka edebiyat dünyasına geldiğimizi anlarız. “Bir başkadır benim defterim...”
Bu tip madde madde yazmayı da bir tarafa bırakıp çok çok önemli bir konuya temas edeceğiz:
Bilindiği üzere OKU blogumuzda organize ettiğimiz Gencal Edebiyat Ödülleri 2020 Kısa Öykü Yarışması Etkinlikleri hiç umulmadık başarıyla sonuçlandı. İşte bu etkinliği, artık edebiyat, kültür, sanat vb. etkinliklere daha çok yer verecek olan  not defterinde ele alacağız.
Haa, şunu da ekleyeyim. Hiçbir iddiam yoktur. Evet, biz eski blogculardanız. Eski blogculardan kimler kaldı ki? Çoğu YouTuber olmuş. İyi olmuş. Diğer sosyal medyada boy gösteriyorlar. O da güzel. Ama blog? Ya, kim uğraşacak yazmayla, okumayla. Ya, ne günlere kaldık sanki kazmayla çapayla uğraşılıyor. Ne derler “Dam üstünde saksağan vur beline kazmayı.”
Eee, şimdi ne dersiniz? Not defteri’nin yeniden hizmete girişi vesileyle yazdığımız bu yazı ünlülerin nutuklarına benzedi mi benzemedi mi?
Şunu ekleyeyim, birçok yazı çeşidinin özelliklerinin anlatıldığı, edebi sanatların, hem de fazlasıyla bulunduğu bu blogda, kusura bakmazsanız böyle bir yazı da bulunsun.
Son olarak arz edeceğim şudur: Artık sizin de bir katkınız bulunsun.
Sabahattin Gencal, Çekmeköy-İstanbul, 30.07.2020


Paylaşmak güzeldir.