31 Mart 2022 Perşembe

“Ahlâk Hastalıkları Hastanesi Açılsın”

 

Gönül ne kahve  ister ne kahvehane
Gönül sohbet ister kahve bahane
Sabahattin Gencal- Süleyman Pekin


Eğitimci, tarihçi, din ve dış politika analisti, sendikacı ve de Kocaeli Aydınlar Ocağı Başkanı Doktor Süleyman Pekin, “Ahlâk Hastalıkları Hastanesi Açılsın”* önerisinde bulundu. Bu öneriyi desteklemeyen olur mu bilemem. Beş yıl önce yapılan bu önerinin öylesine yapılan bir öneri olmadığını belirtmek için Pekin’in kartvizitinden birkaçını ilk başta yazdım. Tabii tanıtmak için, övmek için yazmadım bunu. Çünkü Pekin’i tanımayan yoktur. Pekin’in ne övünmeye ne de övülmeye ihtiyacı vardır. Bu unvanları yazmamın nedeni Pekin’in kültürünün ne kadar geniş olduğunu belirterek bu önerinin öylesine bir öneri olamayacağını vurgulamaktır.

 “Ahlâk hastalıkları hastanesi açılsın” önerisinden hareketle düşüncelerimi aktarmaya çalışacağım:

29 Mart 2022 Salı

Eleştiri Üzerine

 

 

Sabahattin Gencal

Değerli arkadaşım Erdoğan Teke Bey, bir yazıma1 yaptığı yorumda, “Bu zamanda çok zor her şeyi dobra, dobra yazmak.” yargısına vardı. Bu yargıya ezbere varmadığını karşılaştırmalar ve değerlendirmeler yaparak vardığını söyleyebilirim. 23 yıl İsviçre’de kaldı. Sadece İsviçrelileri değil oradaki Almanya, Fransa ve diğer bütün devletlerden gelenleri az çok inceleyen ak saçlı arkadaşımızın bu yargısı düşündürdü beni. Aslında hepimiz de düşünmeliyiz.

Niye zor her şeyi dobra dobra yazmak/konuşmak?

Kültürümüzde “yalan bütün kötülüklerin anası” sayılmıyor muydu?

Atatürk, “Hakikatı/doğruyu söylemekten korkmayınız.” demiyor muydu?

Hadis olup olmadığı tartışmalı olan, “Batıl / yanlış şeyleri söyleyerek insanlara nasihat eden, konuşan şeytandır. Hakkı söylemekten sakınan ise dilsiz şeytandır.” sözünü hiç duymadık mı?

Kullanılamayan bilgi sahibine yüktür.” derler ya doğrudur bu. Bilgi, bilgi sahibinin, toplumunun ve insanlığın yararına kullanılmak içindir. Ayrıca Allah (cc) rızası için paylaşılmak içindir. Doğru bildiğin bir düşünceyi, iyi niyetle ve Allah rızası için paylaşıyorsunuz. Bu durumda bilgi yanlış olsa da günaha kalmazsınız. Hatta bu konunun uzmanıysanız bir sevap kazanırsınız. Bu açıklamadan sonra içinde bulunduğumuz yasakçı ve dayatmacı anlayışı ve ne korku ikliminin sebeplerinden birine değineceğim:

Toplumumuzda, hatta bütün Müslüman ülkelerde eleştirel düşünce yok. Düşünce de yok dersek haksızlık yapmış oluruz; ama eleştirel düşünce yok. Eleştirel düşünme olmadığı yerde ne kadar düşünür çıkar veya düşünür çıkabilir mi? Bunlar ayrı bir konu.

Eleştiriyi çok basite indirerek çocuklara anlatırdık. Bir un eleği düşünün. Unu eliyorsunuz. Kullanılmayacak olanlar eleğin üstünde kalanlardır. Bunları atıyorsunuz. Ama eleğiniz delikse elemenin, eleştirmenin bir anlamı olmuyor. Öğretmenler çocukları eleştirirken ilkin elekten geçenleri ele alır. Bak bu da, şu da çok güzel dedikten sonra eleğin üstündekileri de hatırlatırız.

Şunları da unutmamak gerekir: Sütü un eleğinde süzemezsiniz; süzgeç gerek. Çeşitli tahıllar için ayrı ayrı elekler var.  Kalburu hatırlayınız, kum eleğini hatırlayınız. Kısaca eleştirinin de bir yolu yordamı var. Neyi hangi elekle eleyeceğinizi bilmelisiniz. Örneğin bir devlet görevi üslenen birinin işlerini kalburla eleyemezsiniz. Üzülerek görüyoruz ki kahvelerde ve toplantı yerlerinde devlet görevlileri kıyasıya eleştiriliyor; ama kum eleğiyle.

Bu arada sanatla ilgili konular da eleştiriler de var. Koca koca adamlar, üst mevkilere gelmiş bir şeycikler olduğu sanılan adamlar bakıyorsunuz, affedersiniz “ben böyle sanatın içine bilmem ne yapayım”, diyebiliyor. Bir başkası “ucube” diyebiliyor. Demek ki okumuşumuz da okumamışımız da eleştiri kültüründen nasibimizi alamadık. Zaten alsak şaşardım. Çünkü asırlardır. “sorgulamak” yasaklanmış Müslüman toplumlarda. Oysa sorgulamak bir değerdir. Ne yazık ki unutturulan bir değer.2  Bu son zamanlarda bazı âlimlerimiz “Allah’ın zatından” başka her şeyi tefekkür edebileceğimizi söylüyor.

Sorgulama olmayınca, aklınıza gelen gelmeyen bütün zilletler oluyor. Bunların meydana çıkmaması için de korku iklimi yaratılıyor, şeffaflık olmuyor, zarar gelmesi muhtemel kişi ve kurumların üzerlerine gidiliyor vb.

Tüm yurttaşlar, eşit yurttaşlık haklarına sahiptir. Bu yurt kimsesin babasının yurdu değildir. Kimse kimseyi, yasanın öngörmediği biçimde cezalandıramaz. Hiç kimse Anayasal hakların kullanılmasını engelleyemez Vb.

“Bu zamanda çok zor her şeyi dobra, dobra yazmak.” Yargısıyla ilgili yazılabileceklerden yalnız eleştirel düşünme ve bundan hareketle sorgulamak üzerinde kısaca durduk.

İnşallah açık, seçik ve net olarak fikirlerimizi paylaşabiliriz. İnşallah art niyetsiz olarak fikirlerini söyleyebilenleri kınamayız. İnşallah insan gibi yaşanabilir bir geleceğe kavuşabiliriz.

Sabahattin GENCAL,

Çekmeköy-İstanbul, 29. 03. 2022

27 Mart 2022 Pazar

Uzun Olur Sagen'lerin Yazısı. Ah!

 

Sabahattin Gencal


-                    Kafam bozuk. Kafam her zaman bozuktu; şimdi daha bozuk demek istiyorum.

-                    Kafan bozuksa yazma.

-                    Yok, yazacağım, illâ ki yazacağım.

-                    Yazmazsan olmaz mı? Olmaz. Bu şey meselesi. Yani “beka” meselesi...

-                    Beka konusunu işleyecek yazı böyle mi yazılır?

-    Değil mi ya? Elbet böyle yazılmaz. İşte onun için diyorum ki; nasıl yazdığıma bakmayın. Ne yazdığıma bakın. Yok, ona da bakmayın ne yazmak istediğime bakın. Çünkü ben, yazının konusunu parçalayarak satırlar arasına dağıtıyorum. Puzle mi diyorlar şu yap-boz oyunu gibi. Ben bozuyorum, okuyucu toplasın istiyorum.

26 Mart 2022 Cumartesi

Bugün de Yazabildik

 

Sabahattin Gencal

İnsan bazen de yazamayabilir. Yazmaya eli kalkmayabilir veya yazacak konu bulamayabilir?

Kalem tutamamayı/klavyenin tuşuna basamamayı anlarım; ama konu bulamamak da ne demek. Evet, insan beyninden günde 60 bin 70 bin duygu ve düşünce geçecek de konu bulamayacak...

İnsanın kafasından bunca duygu ve düşünce geçmesini derelerin akmasına benzetirim. Biz mesirelerde dereden su alırdık. Bazen dereler öyle coşardı ki su kabını bile alıp götürecek olurdu. O zamanlar biz çocukları su almaya göndermezlerdi. Allah (cc) göstermesin su bizi alabilirdi. Karadeniz’in derelerini görmeyenler, bilmeyenler anlayamazlar bizi. Evet, kafandan geçenler alır götürür seni. Evdekiler beklesin ki çocuk sudan gelecek. Başka türlü yazıyorum, okuyucu beklesin ki yazar bir konuyu gündeme getirecek. Nerde?

25 Mart 2022 Cuma

Çaaaylaaarrrrr! Şen Olur Benim Gönlüm

 

 

Sabahattin Gencal-Erdoğan Teke
Çekmeköy-25.03.2022

Yazar öyle yazmalı ki okuyucu yazarın gözünden görmeli ortamı. Yazar öyle yazmalı ki okuyucu da işitmeli yazarın işittiklerini. Yazarın duyguları da sezgileri de okuyucuya akmalı. Okuyucu yazarın cilalı kalbine bakabilmeli.

Okuyucu bir an yazar olabilmeli, sonra da elde ettiklerini yoğurmalı beyin potasında. Okuyucu yeni fikirler üretebilmeli, fikir fikir diye akmalı. Yazar okuyucu ilişkisi işte budur diyebilmeli.

Günümüz -meli, -malıyı kaldıramıyor. Günümüzde duygular, engin maviliklerin bulutu, gençlerin umudu olamıyor.

Günümüzde fikir üretme çabası yok. Günümüzde, fikirler yağmur olup akmıyor. Çorak beyinlere ithal sloganlar dayanmıyor.

24 Mart 2022 Perşembe

Çatal Yürekli Olabilmek

 

Sabahattin Gencal

Paylaşmak önemli. Yazıları paylaşmak daha önemli. Çünkü değişik yorumlar olur. Yorumlar bazen yeni yazı yazmaya sebep olur. Yeni yazı da güzel şeylere sebep olur.

“Mallarını Allah yolunda harcayanların durumu, yedi başak bitiren ve her bir başakta yüz dane olan bir tohum tanesi gibidir. Allah dilediğine kat kat verir. Allah, Yardımı Çok Kapsamlı Olan'dır, Her Şeyi Bilen'dir.” (2. Bakara suresi 261. Ayet)

Bizim mallarımız da, kalmışsa eğer birkaç fikir tohumu. Allah(cc) rızası için doğru bildiğimizi söyleriz. Umarız ki bizim bilgimiz de başak başak olur. Okuyucuların da daha çok olur.

23 Mart 2022 Çarşamba

Ben de Uydum İmama

 

 

Sabahattin Gencal


Bugün iyice anladım ki bu dünya ile işim kalmadı. Bu dünyaya çoktan güle güle demem gerekirdi; ama “İyi olacak inşallah iyi olacak inşallah!” diye diye bu hallere geldik. Dua elbette iyi. İyi de biraz da fiili dua etmek gerekmez miydi? Suya sabuna dokunmayalım; çocukların rızkına mani olmayalım bahaneleriyle senelerce hareketsiz kaldık. Biz hareketsiz kalınca bu dünya yani emperyal dünya dur durak bilmiyor. Beni sildi süpürdü; şimdi de çocuklarıma, torunlarıma sıra geldi. Yeter be! Artık ben de; Yar saçları lüle lüle / Emperyalistlere güle güle; İşbirlikçiler benziyor doymaz file / topunuza güle güle! demek raddesine geldim.

Evet, evet biraz geç oldu. Gecikmeden dolayı özür diliyorum. Artık bundan böyle tek amaçları para olan, para için her türlü katakulliyi yapmaktan çekinmeyenlerle işim kalmadı artık.

Sonda söyleyeceğimi başta söyledim. Şimdi de başta söylemem gerekenleri yazmaya çalışalım. Yani hüküm verildi, şimdi de gerekçelerden bazıları. Bazıları diyorum; çünkü tonlarca gerekçe var. Bu yazımızda şahsımla ilgili olanlara değineceğim. Ne hikmetse bugünler şahsımla ilgili yazmaya başladım ki bu hayra alâmet değil. Ne derler iyi yazar kendini silmeli. Hiç görülmemeli. İnşallah iyi yazar da oluruz. Antremanlara “Pazartesi” başlarım. Perhize başlarım, der gibi yazdım. Neyse, sadede gelelim:

Bugün 3 kitabım daha yayınlandı. Güzel bir şey değil mi? Bunu öne almam, duygularımı belirtmem gerekmez miydi? Normalde gerekirdi tabii. Ama normal günlerde mi yaşıyoruz?

Kitap basıldı iletisiyle birlikte sosyal medyada “sponsorlu olarak öne çıkmam için 2000 liradan başlayan reklam parası vermem gerek. Son çıkan 3 kitap için ne eder? 6.000 lira. Öncekileri de düşünürsek... Burada kendime kızıyorum. 6 yıl kadar önce duydum ki falan yazar Feşmekân kitapçının vitrininin bir köşesini 10. 000 liraya kirâlamış. Asıl o zaman bu düzene lanet okumalıydım. İşin ucu bana dokununca yazmışsın ne fayda. Hem kınanırız da. Öyle ya, biz hep böyleyiz; ucu bize dokununca uyanırız. Kınamayın lütfen.

Hem bu ilk değil. Birkaç sene önce bir ileti aldım: Altın Kalem Ödülü kazandınız... Falan tarihte Feşmekânda yapılacak yemekli ödül törenine katılmanızı... 4 kişilik yemek ücreti 1750 liradır. Para fazla değil; ama ödül alan kimseden de alınırsa bunun para için yapılan bir organizasyon olduğu şüphesi doğar. Ödül törenine katılmadığım için, değil altın kalem kurşun kalem bile vermediler bana. (Anti parantez olarak kitapçımızı kınamadığımı belirteyim. Düzen böyle. Onlar bana yardım için çabalayan kimseler...)

Oğlum Ahmet için de aynı şeyleri söyleyebiliriz. Torunum, “Amca, önce meşhur ol, sonra kitap yaz.” diyor. İşte burası mühim önce meşhur olacaksın. Nasrettin Hocanın deyişleriyle bu konuyu kapatalım: “Parayı veren düdüğü çalar.” “Ye kürküm ye.”

Bu yazıyı yazdığım sırada, bir değerli dost telefon etti. Telefonda sohbet ettik. Bu arada böyle bir yazı yazmakta olduğumu söyledim. O da “Ben çoktannn anladım bunu.” dedi. Biz de anladık anlamasına; ama ha düzeldik, ha düzeleceğiz dedik; “Milli ve yerli...”söylemlerine inandık. Ne millisi kardeşim, ne yerlisi kardeşim? Edebiyat edebiyat olmaktan çıktı. O kadar çıktı ki, o kadar kafa ütülediler, beyin yıkadılar ki ben de inanır oldum. Hatta “Benim eserler edebi değil, ama oğlumun eserleri edebi. Ben bir öğretmenim oğlumsa sanatkâr.”diyordum. Şimdi bu söylemlerime de kızıyorum. “Ben beceremedim de işin içinden çık.” Ne demek ben bir öğretmenim sanatçı değil. Bunca öğretmen sanatçıya karşı da ayıp olmuyor mu?

İnsan öfkeli olduğu zaman ne konuşmalı ne de yazmalı. Bir köşeye çekilmeli. Aksi takdirde böyle anlaşılmaz ifadeler ortaya çıkıyor.

Evet, insan kendini de anlayamıyor. Edebiyat değerlendirme ölçütlerini öyle değiştirdiler ki insan aşağılık komplesine kapılıyor. Öyle ki bu son üç kitabım ve bundan önce yazdığım otuzun üstündeki kitaptan birkaç tanesinin Türkiye’de eşi yokken... Kitaptan saymadığım diğerleri de, aşksız, macerasız,  entrikasız vb. sizin ve bizim gibi adam kayırmayan, katakulli yapmayan, dolandırmayan, devlet malını deniz görmeyen vb. insanlara değinmeleri bakımından önemli.  Bunlara karşı da mahcubum. İsyan ediyorlar. Bizlerin değerini düşüremezsin. Yazar kitabı yayınlanınca, kitapla alâkası kalmaz. Onlardan da özür diliyor ve ilgimi kesiyorum. Ne yaparlarsa yapsınlar...

Ooo, iş büyüdü. Önce emperyalist  işbirlikçilerinden ilgiyi kesmekten söz ettik. Valla, siz de şahitsiniz ben her zaman onları da, kardeş olduğumuz için kucaklamak gerektiğini düşünüyordum. Demek ki olmuyor. Olmuyorsa olmuyor. Ben de uydum imama, kutuplaşmaysa kutuplaşma...

Sabahattin GENCAL,

Çekmeköy-İstanbul, 23. 03. 2022

 

 

 

 

22 Mart 2022 Salı

Çok Yorgunum Dostlarım

 


Sabahattin Gencal

Bugün 22. 03. 2022 Salı. Oğlum Fuat, sabahleyin beni Mimarsinan Mahallesi’ndeki bir bankaya götürdü. Bankada işimiz bitince bu sefer Hamidiye’deki Aile Sağlık Merkezine götürdü. Oradan eczanelere uğradık. Sonra Ümraniye’ye indik. Dönercide yedikten sonra Vergi dairesine gittik. İşlerimiz bittikten sonra sağ salim yuvamıza döndük. “İmanım gevredi” der bazıları. Bizim yörede de “Sanki Ancumah’tan (şahane bir mesire yeri) yük indirdim.” deriz. Öylesine çok yoruldum. Sanki dersin, yaya yürüdüm de soluğum kesildi. Eve gelir gelmez kafayı hemen yere vurdum.

Biraz önce otomatik olarak kalktım. Benim vücudum otomatiğe bağlıdır. Yorgunluk morgunluk tanımaz.

16 Mart 2022 Çarşamba

Sa-Gen Şifa Sirkesi

 

Sabahattin Gencal, 
Sancaktepe, 2020


Yazın dünyasında Montaigne’i (1533-1592) tanımayan yoktur sanırım. Ben de gençliğimde görüşürdüm kendisiyle. Kendisine denemenin babası, üstadı vb. diyenler olmuştur; ancak bence o ne babalığı ne de üstatlığı kabul eder. Hatta denemeci olduğunu da kabul etmezdi sanırım. Zaten hiçbir denemeci deneme yazıyorum, dememiştir.

Montaigne’nin; “Her insanda insanlığın bütün halleri görülür.” mealindeki bir sözü fena etkiledi beni. Bizim Yunus’un; “Bir ben vardır bende benden içeri.” sözünü çözmeye uğraşan; yine Yunus gibi “halden hale” geçen biri olarak Montaigne’nin sözünü gelişi güzel yazılarımın gerekçesi yaptım. Her halde yanlış yapmışımdır. Montaigne kural tanımayabilirdi, uyuma dikkat etmeyebilirdi; ama Sa-Gen’e bu yakışmazdı. Öyle ya doğumundan bugüne özel yaşantısında kurallarından bir milim şaşmayan dosdoğru çizgiyi takip eden Sa-Gen’in yazılarında da böyle olması beklenirdi.

8 Mart 2022 Salı

Tıkıtık Tıkıtık Tıkıtık Tıkıtık

 

Sabahattin Gencal,
Çekmeköy, 08. 03. 2022


Üç arkadaş birbirlerine; yazdıkları romanın özetini anlatmak üzere toplandı. Bizim deli 300 sayfalık bir roman yazdığını belirterek anlatmaya başlamış: “Rüstem, komşu köye gitmek üzere atına binmiş. Tıkıtık tıkıtık tıkıtık tıkıtık tıkıtık köye gelince Rüstem atından inmiş.” Tam üç yüz sayfalık tıkıtıklar ne ifade ediyor acaba?

         Yarı buçuk anlatmaya çalıştığım bu deli fıkrası nerden aklıma geldi dersiniz? Nerden olacak, kapıdan çıktım, tıkıtık pastaneye. Pastanede tıkıtık. Sonra tekrar eve... Tıpkı bizim delinin yazdığı gibi.

         “Estağfurullah” falan filan demeyin. Gerçekten yazanlarda biraz delilik vardır. Yazanlar, tabii malum istisnalar hariç bir kuruş kazanabiliyor mu? Sağlıklarında saygı görüyorlar mı? Bırak üç kuruş kazanmayı, bırak saygı kazanmayı daima baskı altında tutuluyorlar. Hapse atılanlar da oluyor. Eee, bu durumda yazmak akıllılık mı? Değil tabii. İşte o zaman akla şu geliyor:

7 Mart 2022 Pazartesi

Yarın Kendimle Buluşmak Niyetiyle...

 

Sabahattin Gencal'ın Masası ilk kez bu kadar karışık görünüyor.
Masasın karışıklığı kafa karışıklığı ile doğru orantılı mıdır?
Çekmeköy-05. 03. 2022


 

Bugün 07. 03. 2022 Pazartesi. Saat: 22.24. Çekmeköy’deki ikametgâhımda klavyenin başındayım. Az önce niyet ettim bu yazıyı yazmaya:

Gün boyu yalnızım. Oğlum da torunum da henüz işten dönmediler.

Fiziksel ve ruhsal olarak rahatsızım. Bu rahatsızlıklar için internet dünyası, bin bir çare üretti. Bir yararı olmayacağını bile bile birkaç yazı okudum. Her zaman okumam; ama bugün kendimi yorgun hissettiğim için yazmakta olduğum Esma-i Hüsna adlı kitap için çalışmalarıma ara verdim. Boş da duramadığım için konu ve yazar belirlemeden gelişi güzel okuyorken bir cümleye takıldım: Kendinle arkadaş ol.

4 Mart 2022 Cuma

Arkadaşlığın Değeri Ölçülemez

 

 

Sabahattin Gencal-Erdoğan Teke
Geleneksel Aşçı Yemeği 14.02 Sohbetinde
Çekmeköy-04. 03. 2022


Arkadaşlığın-dostluğun değeri ile ilgili ne söylenmişse azdır. Allah’a (cc) şükürler olsun ki çok değerli arkadaşlarım oldu.

Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) bir hadislerinde; "Biriniz kardeşini (Allah için) seviyorsa, ona sevdiğini söylesin." [Ebû Dâvud, Edeb 122, (5124); Tirmizî, Zühd 54, (2393).] buyurmuşlardır. Bunun bildiğim halde sevdiğimi söylemeyi beceremedim. Buna rağmen öğrencilerim, arkadaşlarım, yakınlarım ve tabii ki aile bireylerim beni sevmişlerdir. Bu tarif edilemez duyguyu Allah’ın bir nimeti, bir lütfu olarak kabul ediyor ve yine şükrediyorum.

Paylaşmak güzeldir.