8 Mart 2022 Salı

Tıkıtık Tıkıtık Tıkıtık Tıkıtık

 

Sabahattin Gencal,
Çekmeköy, 08. 03. 2022


Üç arkadaş birbirlerine; yazdıkları romanın özetini anlatmak üzere toplandı. Bizim deli 300 sayfalık bir roman yazdığını belirterek anlatmaya başlamış: “Rüstem, komşu köye gitmek üzere atına binmiş. Tıkıtık tıkıtık tıkıtık tıkıtık tıkıtık köye gelince Rüstem atından inmiş.” Tam üç yüz sayfalık tıkıtıklar ne ifade ediyor acaba?

         Yarı buçuk anlatmaya çalıştığım bu deli fıkrası nerden aklıma geldi dersiniz? Nerden olacak, kapıdan çıktım, tıkıtık pastaneye. Pastanede tıkıtık. Sonra tekrar eve... Tıpkı bizim delinin yazdığı gibi.

         “Estağfurullah” falan filan demeyin. Gerçekten yazanlarda biraz delilik vardır. Yazanlar, tabii malum istisnalar hariç bir kuruş kazanabiliyor mu? Sağlıklarında saygı görüyorlar mı? Bırak üç kuruş kazanmayı, bırak saygı kazanmayı daima baskı altında tutuluyorlar. Hapse atılanlar da oluyor. Eee, bu durumda yazmak akıllılık mı? Değil tabii. İşte o zaman akla şu geliyor:

         “Yaygın olarak bilinen “Dâhilik ile delilik arasında ince bir çizgi vardır” sözü bilimsel olarak da doğrulandı. Psikologlar yaratıcı insanlarla psikoz yaşayanların ortak bir gene sahip olduğunu keşfetti.

PSİKOLOGLAR yaratıcı insanların, aynı zamanda psikoz ve depresyonla da ilgili olan ortak bir gene sahip olduğunu keşfetti. “Neuregulin 1” adlı genin beynin gelişiminde önemli rol oynadığı, onun bir başka versiyonunun ise şizofreni ve manik depresyon gibi akıl hastalıklarıyla bağlantılı olduğu tespit edildi. Yeni bulgu, Macaristan’daki Semmelweis Üniversitesi araştırmacılarının, kendilerini “çok yaratıcı” bulan bir grup gönüllü üzerinde yaptığı çalışmayla ortaya çıktı.”1

                Bu araştırma bizim için tam bir teselli kaynağı deli falan filan diyenlere bu araştırmayı iftiharla hatırlatırız.

         Bugün, yani 08 Mart 2022 Salı günü yazacaklarımın ana hatlarını yazmış bulunuyorum. Ayrıntıyı sevmeyenlere “bay bay” edelim ve “şey ayrıntıda gizlidir”, görüşünde olanlarla devam edelim:

         Bilindiği üzere dün akşam aldığımız karar uyarınca bugün kendimle dışarı çıkacaktık. Valla birbirimize söz vermeseydik çıkmazdık. Ama söz bizde şeydir...

         Saat 18.42’yi gösterirken pastanede tuttuğum notları elime alıyorum Yani tıkıtıkları. Beğenilsin beğenilmesin. Doğru yanlış, uzun muzun yazacağım:

         *

         Hava soğuk, yağmurlu da üstelik.

         Bir elinde şemsiye, bir elinde baston arşınlıyorum Kervan Sokağı.

         Saat: 15. 03, hemen yanı başımızdaki Huzur Camii'nin İmamını gördüm. Selâmlaştık. Öğle görevini yaptı. Evine dönüyordu. Onu tanıyan biri arabasının kapısını açtı ona... Islanmaktan kurtuldu. İmam olmak varmış.

         Caminin önündeki mermer alanda ilerliyorum. Genç bir kadın, aşevinden aldığı yemek dolu sefertaslarını, bir poşete koymuş taşıyor. Geç kalmıştı herhalde. Bildiğim yemekler daha önce dağıtılırdı.

         Yemek vermek çok güzel. Ancak genç kadınların yüzlerinde farklılık var... Utanma gibi, hüzün gibi. Keşke bu durum dikkate alınmış olsa. Keşke böylesine yardımlara başka bir formül bulunsa. En iyisi kimsenin yardıma ihtiyaç duymayacak bir ortam yaratmak...

         Bir kadın topallayarak önümden geçiyor. Orta yaşın üstündeki bu kadın ıslanıyor. Yanlış anlamlar çıkmayacağını bilsem şemsiyemi verirdim.

         08 Mart (2022) gününde yani Dünya Emekçi kadınlar gününde biri hüzünlü genç, diğeri kendinden geçmiş bir kadın görüyorum. Ama o anda aklıma bugünün Kadınlar Günü olduğu gelmiyor. Gelse ne olacaktı sanki...

Kadınlar günü şimdi aklıma geliyor. Saat 15.34. pastanedeyim.(Cafe diyorlar bu yerlere.)

Bir bayan oturuyor karşı masada. Biraz önce kucağında küçük bir çocuk vardı. Genç bayan arkadaşı çocuğu alarak üst kata çıktı. Kendisi de sigarasını öyle tüttürüyor, öyle üflüyor ki... Bu anda konuştuğu bayanı tam olarak göremiyorum.

Bu bayanın oturduğu bölümde sigara içilebiliyor. Orası çıkma bir yer. Benim oturduğum yer de bir çıkma. Üstümüzde/örtüde nasıl bir madde var bilmem. Ama yağmur damlaları, bana doğduğum yöredeki kom dediğimiz mesireleri ve yaylaları hatırlattı. Buradaki evler hartoma dediğimiz ince tahtalarla örtülüyordu. Yağmurlarda bir başka musiki oluyor damlalar. Uykuya birebir bu sesler. Kime sorarsanız sorun unutulmaz bu tatlı uykuları hatırlar.

15.15’te yazmaya başladım. Yani geldikten birkaç dakika sonra.

Masada konumlanınca garson, arkadaşlarınız gelecek mi dede, diye sordu. Çarşamba ve Cuma günlerimi geldiğimde, ne içersin diye sorduklarında arkadaşımı beklediğimi söylerdim. Onun için sormuş olacaklar.

Çayım geldi. Fotoğraf da çektirdim. Bu arada ismini bildiğim fakat hakkında bilgim olmayan garsonla konuştum. Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Makine Mühendisliği Bölümü ikinci sınıfta okuyor. Ailesi burada. Okul tatil olunca harçlığını çıkarmak istemiş.

Tezgâh arkasındaki bayan yerinde. Ama diğer garson kızlar yok. İlan asılmış bayan garson aranıyor (20-25 yaşlarında) Acaba bundan öncekiler niçin ayrıldılar. Bir kızımız hukukta okuyordu.

Bu durum da irdelenmeli değil mi? Demek ki kadın istihdamında sorunlar var.

Bu anda iki kadın üç çocuk geldi. Çocuklar masamın önündeki sandalyelerin boş olup olmadıklarını sordular ve aldılar.

Garson boşu aldı. Hocam tazeleyeyim mi, dedi. Biraz sonra, dedim. Garsona sormuştum. Buradaki Çarşamba ve Cuma günü yaptığımız görüşmeleri nasıl buluyorsunuz, diye. Üniversiteli olmasaydı sormazdım. Hasbihal ediyorsunuz, dedi. Tabii bu kelimeyi tam telaffuz edemedi. Kitaplar üzerinde konuşuyorsunuz, dedi. Ekledi, az çok idrak ediyoruz.

Burada ekmek de satılıyor. Ak saçları dağınık, şişman bir adam ekmek aldı.

Bir delikanlı da sigara içilebilen bir masaya oturdu. Dışarıdan getirdiği soğuğun etkinden olacak ezildi, büzüldü... Derken sigarasını yaktı.

Buranın gediklisi uzun boylu, uzun saçlı, arkası cırtlı ayarlanabilir şapkalı yaşlı adam oturduğu masadan kalktı. Ekmeğini aldı. Montunun fermuarlarını çekerek dışarı çıktı. Çıkarkan bana bakıyordu. Baksam lâf atacaktı. Daha önceleri de parmaklarını birleştirerek mükemmel işareti vermişti. Ben onu artist sanmıştım. Arkadaşım, benzettiğiniz sanatçıyı tanıyorum, o değil, demişti bana. Bu kişi de başka türlü bir artist. Masaları dolaşıyor, lâf atıyor ve konuşmaya çalışıyor. Aslında var ya tam bir öykü kahramanı bu. Ama formunda değilim, uğraşamam.

Arkamda bayanlar, özelliklede çocuklar sesli konuşuyorlar, gülüyorlar da. Çocukların gülmeleri tatlı.

İşte orta yaşlı bir adam daha. Ekmek aldı ve çıkıyor.

Saat: 16. 10 çayım tazelendi. Soğukta mutluluk buharları çıkıyor. Ama bize uğramıyor. Buhar bu kadar belirgin olduğuna göre hava soğuk demek. Soğuk olmasa tepemizdeki elektrik sobasını yakmazlardı.

Sağ köşede genç erkekler var. Sessizce konuşuyorlar. Yarın, yarın... kelimelerini duyuyorum. Tabii yarınlar planlanmalı.

Biri pastalara bakıyor. Eşine mi alıyordur?

Biraz önce ezilip büzüldüğünü söylediğimiz genç kâğıt paraları hemen yanındaki sandalyede desteliyor. Pazarcı herhalde. Sağa sola bakmayı da ihmal etmiyor.

Kapı komşum bir bayan da ekmek alarak çıkıyor. Komşularımızın çoğuyla sohbetimiz yok maalesef. Baktı ve geçti...

Üst kattan da sesler geliyor. Üst kata hiç çıkmadım. Çocuklar için de oyun yeri var ki çocuklar da çıkıyor.

Çocuklar döndü. Bizi almadılar diyor biri. Birinin yere çakıldığını öyle anlatıyorlar ki...

Pastaneye gelip gidenleri yazmaya devam edersem kendimle sohbet edemeyeceğim. Dışarıdaki manzaradan da söz edemeyeceğim.

Düşünüyorum. Çarşamba ve Cuma günleri iki saatten çok buradayız. Ama ne bu manzaraları görüyor ne de bu sesleri duyuyordum. Demek ki ne kadar da arkadaşlara odaklanmışım.

Dışarıya bakayım dedim. Tam yol ağzı. Evet, dört, pardon beş yol ağzı. Arabalar gidip geliyor; vızır vızır mı derler. İnsanların çoğu şemsiyesiz. Montlarının içinde üşüyorlar.

Dışarıya göz atalım, derken bir çocuğun baba! Demesiyle yine içerideyim. Genç bir baba çocuğuyla birlikte pasta alıyor. Çocuklar genellikle anneleriyle geliyorlar. Onun için bu genç babayı yazmak istedim. Diğerlerinden farklı. Büyük bir pasta kutusu mu paketi mi diyeyim... Demek ki evde kutlamaları var.

Şimdi bir çift görüyorum. Pasta siparişlerini vererek yerlerine geçtiler. Evli veya sevgili olabilirler...

*

İkindi ezanı okunuyor. Saat 16.36. Ezanlar eksilmesin dünyamızdan.

Arkam sıradakiler kalktılar. Şimdi yeniden damlaların sesini duyuyorum. Ama damlalar yağmurun dinmekte olduğunu söylüyor.

Ben kâtiplik yapmaya mı geldim buraya. Sözde kendimle sohbet edecektim. Anlaşılan sohbeti yine evde yapacağız.

Karşımda paraları sayan, pazarcı olabileceğini tahmin ettiğimiz genç var ya... Sigarasını tüttürürken sağına soluna bakıyor. Sandalyeyi çekiyor. Aşağı eğilip bakıyor. Kalkacak herhalde. Bir şey düşürüp düşürmediğine bakıyordur. Kalkmadı. Öyle dik bakışları var ki. Ancak bir yere sabit değil.

Evli ya da sevgili olabileceklerini söylediğimiz genç çiftler de çıkmak üzere geçti önümden. Erkek paranın üstünü cüzdanına yerleştirirken zoraki gülüyor gibi.

Önümde bir düzenek var. Bir lira atıyorsunuz bir yuvarlak renkli şeker düşüyor. İki lira atıyorsunuz zıplayan top çıkıyor. Bu düzeneği görmüştüm; ama üzerinde düşünmemiştim.7-8 yaşlarında dört çocuk para atmışlar; ama bozulmuş. 50 kuruş atılınca bozuluyormuş. Hiç kimsenin aklına çocukların paraları iade etme gelmiyor... Bu da yazılır mıymış? O küçük ve zıplayan toplar var ya... Ne oynardık onlarla. Yanmadan ne kadar zıplattığımı, sektirdiğimizi mi demeliydim hatırlamıyorum. 100 – 200 belki de daha fazla. Çocukluk güzel diyorum bir defa daha.

Aynı anda geldiğimiz veya ben geldiğimde burada olan müşteriler de çıkıyor yavaş yavaş. Anlaşılan kendimle sohbet yapmadan ben de çıkacağım birazdan.

Yanıma bir yüzü yazılı, bir yüzü yazılı olmayan kâğıtlar almıştım. Onları da doldurdum. Demek ki pastanede kalma sürem de doldu doluyor.

Dışarıya bakıyorum, yine. Daha çok bayanların ellerinde cep telefonları. Artık bu durum yadırganmıyor.

Tekrar içeride gözlerim. Biraz önce gelen biri karşımdaki masada. Hani pazarcı olduğunu sandığım birinin kalktığı masada. Çayını söyledi. Çay kaşığını iade etti. Demek ki o da şekersiz içiyor. Gözlüklü 60-65 yaşlarında biri. Bıyıklı, tıraşsız da. Çok ilginç sol kulağına dayadığı telefon dakikalardır elinde. Konuşurken sigara dumanları çıkıyor ağzından. Bir taraftan da çay içiyor. Televizyona da bakıyor arada bir. Şimdi telefonu kapattı. Sigarasını öyle çekiyor ki. Sonra düşüncelere dalıyor. Çayından da alıyor...

Böyle yerlere kamerayla gelmek gerek. Kalem benim elimde olunca kamera özelliği taşıyamıyor.

Tepemizdeki elektrik sobası yanarken arkam üşüyor. Allah Allah. Kısa paltomu giyeyim bari...

Saat 17.15. Demek ki iki saattir buradayım. Eh, yeter. Kalkalım artık.

*

Eve doğru geliyorum. Demek ki okul dağıldı. Liseli dört veya beş kız birbirlerine yaklaştılar. Sanki kenetlendiler. En sağdaki ve soldaki kızlar ellerini kaldırıp zafer işareti yapıyorlar. Tam arkadan da bir kız fotoğraf çekiyor. Anlamadım. Yoksa Kadınlar Günü için mi bu zafer işareti. Peki, neden önden değil de arkadan fotoğraf çekiliyor. Üç beş kişiyi değil tüm genç kızları temsil ediyoruz anlamı mı var?

Yolda gördüklerimden söz etmeyeyim artık. Yol bu elbette gelip geçenler her zaman olacaktır. Ama bugün, daha doğrusu bu son günler insanlar garip nedense.

Apartmana girdim. Asansörün önünde çocuklar. Bir çocuk asansör aşağıya inecek ilkin, diyor. Bir baktım içerideki bütün düğmeler kırmızı. Demek ki basmadıkları düğme kalmamış. Korktum binmeye. Zaten birinci kata çıkacaktım. Kolayca çıktım. Hasta olmadan önce hiç binmezdim asansöre. Demek bundan böyle asansöre binmesek de olur.

Ve ara vere vere bu uzun yazıyı yazdık. Aslında kendimle oturup sorular soracaktım. Erkeklerimizin suratları niye asık. Kızlarımıza gençlerimize geçici işler bile niçin verilemiyor? İnsan ekmeği alırken bile niye bir acayip oluyor? Akıllarından neler geçiyor... Bu yorgunluktan sonra bu konular üzerinde doğru dürüst duramayız. Bunlar başka bahara inşallah...

İşin kolayını bulduk. Takıldığımız yere üç nokta (...) koyarak topu okuyucuya atıyoruz.

Okula başlarken de KAYA TOPU TUT. KAYA TOPU BANA AT diyorduk. O günden bugüne bir arpa boyu yol alamadık gitti.

Oğlum Fuat’ın deyişiyle İyi olacak inşallah, iyi olacak inşallah.

Sabahattin Gencal,

Çekmeköy-İstanbul, 08. 03. 2022

                        ______________ 

1.                 https://www.hurriyet.com.tr/dunya/d-hilikle-delilik-arasindaki-ince-cizgi-12591538

Paylaşmak güzeldir.