Değerli
arkadaşım Erdoğan Teke Bey, bir yazıma1 yaptığı yorumda, “Bu zamanda çok zor her şeyi dobra, dobra
yazmak.” yargısına vardı. Bu yargıya ezbere varmadığını karşılaştırmalar ve
değerlendirmeler yaparak vardığını söyleyebilirim. 23 yıl İsviçre’de kaldı.
Sadece İsviçrelileri değil oradaki Almanya, Fransa ve diğer bütün devletlerden
gelenleri az çok inceleyen ak saçlı arkadaşımızın bu yargısı düşündürdü beni.
Aslında hepimiz de düşünmeliyiz.
Niye
zor her şeyi dobra dobra yazmak/konuşmak?
Kültürümüzde
“yalan bütün kötülüklerin anası”
sayılmıyor muydu?
Atatürk,
“Hakikatı/doğruyu söylemekten
korkmayınız.” demiyor muydu?
Hadis
olup olmadığı tartışmalı olan, “Batıl /
yanlış şeyleri söyleyerek insanlara nasihat eden, konuşan şeytandır. Hakkı
söylemekten sakınan ise dilsiz şeytandır.” sözünü hiç duymadık mı?
“Kullanılamayan bilgi sahibine yüktür.” derler
ya doğrudur bu. Bilgi, bilgi sahibinin, toplumunun ve insanlığın yararına
kullanılmak içindir. Ayrıca Allah (cc) rızası için paylaşılmak içindir. Doğru
bildiğin bir düşünceyi, iyi niyetle ve Allah rızası için paylaşıyorsunuz. Bu
durumda bilgi yanlış olsa da günaha kalmazsınız. Hatta bu konunun uzmanıysanız
bir sevap kazanırsınız. Bu açıklamadan sonra içinde bulunduğumuz yasakçı ve
dayatmacı anlayışı ve ne korku ikliminin sebeplerinden birine değineceğim:
Toplumumuzda,
hatta bütün Müslüman ülkelerde eleştirel düşünce yok. Düşünce de yok dersek
haksızlık yapmış oluruz; ama eleştirel düşünce yok. Eleştirel düşünme olmadığı
yerde ne kadar düşünür çıkar veya düşünür çıkabilir mi? Bunlar ayrı bir konu.
Eleştiriyi
çok basite indirerek çocuklara anlatırdık. Bir un eleği düşünün. Unu
eliyorsunuz. Kullanılmayacak olanlar eleğin üstünde kalanlardır. Bunları
atıyorsunuz. Ama eleğiniz delikse elemenin, eleştirmenin bir anlamı olmuyor.
Öğretmenler çocukları eleştirirken ilkin elekten geçenleri ele alır. Bak bu da,
şu da çok güzel dedikten sonra eleğin üstündekileri de hatırlatırız.
Şunları
da unutmamak gerekir: Sütü un eleğinde süzemezsiniz; süzgeç gerek. Çeşitli
tahıllar için ayrı ayrı elekler var.
Kalburu hatırlayınız, kum eleğini hatırlayınız. Kısaca eleştirinin de
bir yolu yordamı var. Neyi hangi elekle eleyeceğinizi bilmelisiniz. Örneğin bir
devlet görevi üslenen birinin işlerini kalburla eleyemezsiniz. Üzülerek
görüyoruz ki kahvelerde ve toplantı yerlerinde devlet görevlileri kıyasıya
eleştiriliyor; ama kum eleğiyle.
Bu
arada sanatla ilgili konular da eleştiriler de var. Koca koca adamlar, üst
mevkilere gelmiş bir şeycikler olduğu sanılan adamlar bakıyorsunuz, affedersiniz
“ben böyle sanatın içine bilmem ne yapayım”, diyebiliyor. Bir başkası “ucube”
diyebiliyor. Demek ki okumuşumuz da okumamışımız da eleştiri kültüründen
nasibimizi alamadık. Zaten alsak şaşardım. Çünkü asırlardır. “sorgulamak”
yasaklanmış Müslüman toplumlarda. Oysa sorgulamak
bir değerdir. Ne yazık ki unutturulan bir değer.2 Bu son zamanlarda bazı âlimlerimiz “Allah’ın
zatından” başka her şeyi tefekkür edebileceğimizi söylüyor.
Sorgulama
olmayınca, aklınıza gelen gelmeyen bütün zilletler oluyor. Bunların meydana
çıkmaması için de korku iklimi yaratılıyor, şeffaflık olmuyor, zarar gelmesi
muhtemel kişi ve kurumların üzerlerine gidiliyor vb.
Tüm
yurttaşlar, eşit yurttaşlık haklarına sahiptir. Bu yurt kimsesin babasının
yurdu değildir. Kimse kimseyi, yasanın öngörmediği biçimde cezalandıramaz. Hiç
kimse Anayasal hakların kullanılmasını engelleyemez Vb.
“Bu
zamanda çok zor her şeyi dobra, dobra yazmak.” Yargısıyla ilgili
yazılabileceklerden yalnız eleştirel düşünme ve bundan hareketle sorgulamak üzerinde
kısaca durduk.
İnşallah
açık, seçik ve net olarak fikirlerimizi paylaşabiliriz. İnşallah art niyetsiz
olarak fikirlerini söyleyebilenleri kınamayız. İnşallah insan gibi yaşanabilir
bir geleceğe kavuşabiliriz.
Sabahattin GENCAL,
Çekmeköy-İstanbul, 29. 03. 2022