Erdoğan Teke etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Erdoğan Teke etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

3 Kasım 2024 Pazar

Şundan Bundan

 

Not:
Biz dört arkadaş her toplantıda fotoğraf çektirirdik.
Ancak bu toplantıda fotoğraf çektirmek hiçbirimizin aklına gelmedi.
Demek ki havamızda değildik.
Bu günler zaten kimse havasında değil.
Neyse eski tarihi fotoğrafla idare edeceğiz...



Biz, dört arkadaş yine toplandık. 02. 11. 2024 Cumartesi günü Çekmeköy’deki bir kafede fikir masasının etrafında gündemsiz olarak yerimizi aldık.

Fikir masası derken, öyle altın kaplama veya özel olarak ithal edilen bir masa anlaşılmasın. Bayağı ahşap bir masa.

Masaya fikir masası denmesinin nedeni çevresinde oturanların fikir alışverişi yapmalarındandır. Çevresinde oturanlar “barışı” konuşuyor olsaydı barış masası olurdu. Üzerinde yemek olsaydı yemek masası olurdu. Yani masaya adını veren çevresindekilerin etkinliğidir.

Masa deyince bir de makam masası akla geliyor. Bu arada makamı doldurmak, makamı dolduramamak deyişlerini de yaygındır. Makamın itibarını sarsmak, makamın itibarsızlaştırmak isteyen kişiler de çıkabiliyor. Bazen de bizzat makam sahipleri, makamlarının itibarlarını bilerek veya bilmeyerek sıfırlayabiliyor.

Masa etrafında gündem oluşturamadan oturunca işte böyle oluyor. Bir masadır tutturduk gidiyoruz. Masa yerine kasa desek olur muydu? Ne münasebet. O para kasaları meseleleri epey önceydi. Peki, meselenin önceleri olması bir daha gündeme gelmemesi anlamını taşır mı? Taşımaz tabii. Paşa gönlümüz ne zaman isterse gündeme getiririz veya taze taze fırından yeni çıkmış gündemler oluştururuz. Bu konuda üstümüze yoktur. Hiç kimsenin düşünemediği, hukuka tamamen aykırı konuları masalardan değil kürsülerden bile ortaya atar mıyız? Atarız da tutarız da; var mı bize yan bakan.

Bu kez bir acayip yazıyorum, değil mi? Zaten yazmakla görevlendirilmiş değilim. Kendi kendime bir vazife çıkardım. Hiç de iyi yapmadım.” Durumdan vazife çıkarmak” deyimini duymuşsunuzdur. Nasıl duymazsınız. Bu son yıllarda çokları durumdan vazife çıkartarak hem amirlerini, hem kurum ve kuruluşlarını zor durumda bırakıyorlar. Hatta Türkiye Cumhuriyeti’nin itibarını 8, 9 sekiz onda dokuz şiddetinde sarsıyorlar.

Bir şey anlamadınız değil mi? Normal. Zaten bir şey anlaşılsın diye yazmadım. Sonuçta ben de insanım, ben de korkarım. Ne olur ne olmaz. Bugün olmazsa on yıl sonra bakarsınız ki; ”Şu cümleyi yazdın. Şurada nokta yerine virgül koydun deyip sorgu sual ederler.

Pişman oldum. Ben, mizahi durumların ortasında olsak da mizah yazısı yazamam, yazamayacağım. Onun için biz dört arkadaş nasıl alış veriş yaptığımızdan söz edelim:

Herkes de biliyor ki fikir alış verişlerinin tutanağını ben yazıyordum. Onun için ayrıca görev tebliğine gerek görülmüyor. Genellikle toplantı sonunda, “Ne yazayım?”, der fikirlerini alırdım. Bu kez unuttum. Her yazıda bu unutkanlıktan söz etmek de istemiyorum; ama gerçek bu. Şunu da belirteyim ki toplum benden de unutkan. Ya daha dün bebek ölümlerinden söz etmiyor muyduk? Daha dün birilerini meclise davet etmiyor muyduk? Daha dün terör saldırısı konuşmuyor muyduk? Sonra emeklilerin, fakirlerin belinin büküldüğünü falanı filanı. Eee her gün yeni bir gündemle mi uyanacağız?

Evet, biz dört arkadaş gündemlere teğet geçtik. Daha çok sanat, eğitim, din ve ahlak erozyonları üzerinde durduk.

Ben kafeye girdiğimde üç arkadaşım masada yerlerini almışlardı. Ben geç gelmemişim, sağ olsunlar onlar bira erken gelmişler. Benim yerim hazırdı. Şunu da ekleyeyim. Masada sadece benim yerim bellidir. Sağda otururum. Yanlış anlaşılmasın masanın sağından söz ediyorum. Ayaklarım şişiveriyor da ondan, özellikle sağ ayağım.  

Diyeceksiniz ki bizim de kafamız şişti. Haklısınız diyemeyeceğim. Bu venüz denen illet öyle sizlerin kafa şişmesine benzemiyor. Tedbir almazsan götürür insanı. Allah (cc) korusun tedbir almazsak sokakta da...

Masaya oturduğumda Ahmet Meral Bey hocamız, Erdoğan Teke Bey’in Yarım Kalan Mutluluklar kitabının kritiğini yapıyordu. Ahmet Beyin takdirlerinin anlamı başkadır. Erdoğan Beyin yeni romanının editörlüğü Ahmet Beyin arkadaşına verilmesi kararlaştırıldı.

Yukarıda sanat üzerinde konuşuyorduk dediğimde pek de inanmadınız değil mi?

Bir de, Hatîb el-Bağdâdî’nin (ö. 463/1071) Bağdat tarihine ve Bağdatlı meşhur şahıslara dair eseri üzerinde konuştuk. Hüseyin Bey, bu kitaptan aldığı birkaç paragrafı okudu. Kader üzerindeki bu paragrafların üzerinde bir hayli durduk. Hatta taa 1968 yılında Samsun İmamhatipte öğretmenken meslek dersleri hocalarından duyduğumu naklettim. Ben işte böyleyim, ya da yaşlılar böyledir dünü unutur ama yıllar öncesini... Kader üzerinden gele gele “Âmentü’de yer alan “Hayır ve Şer Allah’tandır” ifadesinin açılımına geldik. Meral Bey bir güzel açıklayıverdi.

 

Yani şimdi olup bitenler Allah’tandır mı diyeceğiz? Olur mu öyle şey. Biz bazı siyasetçiler gibi miyiz? İşte size Din İşleri Yüksek Kurulu sayfasından bir alıntı:

“Allah’ın hayra rızası vardır, şerre ise rızası yoktur. Hayrı seçen kişi mükâfat, şerri seçen ise ceza görecektir. Şerrin Allah’tan olması, kulun fiilinin meydana gelmesi için Allah’ın yaratmasının devreye girmesi demektir. Yoksa Allah, kulların kötü fiilleri yapmalarından râzı/hoşnut olmaz ve şerri de emretmez.”

Yazıyı bitirmeden önce daha başta Erdoğan Bey’in bana sorduğu bir sorudan hareketle SAGEN Yazarlar Grubunun hazırlamakta olduğu İNSAN OLMA VE İNSAN OLARAK KALMA adlı kitabın hangi aşamada olduğundan söz edeyim:

Kitap için üyelerin ancak %25’si yazı gönderdi. Bu yazılar bir kitap için yetebilir gerçi; ama gönül isterdi ki hepsi yazabilsin. Ancak hiç kimseyi yazmadığından ötürü kınamıyoruz. Öyle benim gibi korkarak titrek tikret yazmaktansa hiç yazmamak daha iyidir belki. Öyle ya bakarsınız on yıllar sonra...

Bu arada bu yazımızı okuyan grup arkadaşlarımız da umarız ki yazılarını gönderirler.

Bütün mesele insan olma ve insan olarak kalmaktır. Diğer deyişler meyişler laf-ı güzaftır.

Sabahattin Gencal,

Çekmeköy- İstanbul, 02. 11. 2024

 

 

 

 

 

 

 

 

18 Ekim 2024 Cuma

Geleceğe Umutla Bakıyoruz

 


Bugün 2024’ün Ekim ayının 17’si. Günlerden Perşembe. Allah’a şükür Çekmeköy’de bir kafede, dört aylık bir aradan sonra toplandık yine.

Şükür ediyoruz çünkü sağlığımız yerinde.

Şükür ediyoruz çünkü FİKİR MASASI tekrar kurulmuş oldu.

Şükür ediyoruz toplumumuzun bunca moral bozukluğuna rağmen GÖNÜL GÜCÜMÜZ YÜKSEK.

Şükür ediyoruz çünkü GELECEĞE UMUTLA BAKABİLİYORUZ.

Şükürden aciz olmama dileğiyle işte FİKİR MASASININ ÇEVRESİNDEKİLER...

(Tanımayanlar için takdim ediyorum: (Soldan sağa) (Bendeniz)Sabahattin GENCAL (Sesini duyuramayan eğitimci), Ahmet MERAL (Kısa Dünya Tarihi yazarı, toplumun dertlerini dert edinen eğitimci), Erdoğan TEKE (Yarım Kalan Mutluluklar adlı romanın yazarı), Hüseyin YILDIZ (Elinden kitap, kalem ve defter düşmeyen adam)

*

Bugünkü başlangıcımız iyi oldu. Bir kere tam zamanında yani 14.30’da toplantı başladı.

İki, Ahmet Bey’in getirdiği bir torba tuzlu fıstığı atıştırmamız anlamlı oldu. Bildiğiniz gibi, fıstık, birçok yararları yanında “Kavrama ve öğrenme yeteneği gibi beyin fonksiyonlarını etkili kılar.”  Ahmet Bey ne mesaj vermiş oldu? Sadece bize mi? “Kızım sana diyorum, gelinim sen işit” örneği bütün okuyuculara ve yetkililere kavrama ve öğrenme yeteneğinin beslenme ile yakından ilgili olduğunu hatırlatmış olabilir mi? Hatırlatsa da yetkililerimiz bu laflara kulak asmaz, üstelik fıstığın zararlarından söz edebilirler.

Üç, Erdoğan Bey, börek ikram etti. Peki, ne mesaj vermiş olabilir? Ah o eski günler. Fakirdik ama baklava börek yiyebilirdik...

Dört, Hüseyin Yıldız Bey yanındaki Kur’an mealini açtı. Bir ayet açıklamasında yazarın tutarsızlığına vurgu yaptı. Ahmet Bey ayetin önceki ve sonraki açıklamalarına göre tefsir etmeliydi, dedi. Bendeniz de, bir âlimden duyduğumu naklettim. Kur’an-ı Kerim’in bütünündeki ilkelere bakmak gerekir. Sözü edilen kitaptan çok, günümüzde kendilerini bir şey zannedenlerin toplumu zehirlemelerinden söz ettik.

Bu arada ilâhiyatçıların ve teologların büyük vebal taşıdıklarından da kısaca söz ettik. Taa Emevilerden bugüne hocaların, şeyhlerin sırf yöneticilere destek olmak için halkı uyuşturdukları üzerinden teğet geçtik.

Beş, arkadaşların mesajlarını aldığınızı umarım. Peki, bu arada bana ne düşüyordu? FISTIK GİBİ BİR YAZI YAZMAK değil mi?

Aaaa, “fıstık gibi yazı”  deyimini ben uydurdum sanıyordum, meğer Üsküdar’da sabah oldu. Günaydın, dedi bana sözlük:

Fıstık gibi: 1. besili ve canlı, dolgun. 2.mec. çok güzel. "Fıstık gibi yazısı var.

Burada el yazısından söz ediliyor galiba ama karıştırmayalım ve toplantımıza dönelim:

Toplantıdan ayrılırken, sordum arkadaşlara ne yazayım, diye. Bir şeyler yaz, şen yazarsın, dediler. Kahveci’nin deyişleri aklıma geldi “Bizim yazarlar uydurmasyon, atmasyon, kaydırmasyon... yapıyorlar.” Bunu hatırlatınca estağfurullah, dediler. Demeseylermiş uydurmasyon yapabilir miydin. Mümkün değil yapamazdım. Öyle ...masyonla işim olsaydı, oo ooh!

Neyse ne konuştuğumuzun ana başlıklarını yazıvereyim de...

TOPLUMLARI YIKAN RÜŞVETİ konuştuk hem de üzülerek. Otuz sene önce daire almıştık müteahhitten. Kat mülkiyeti tapusu olmaksızın. O semte böyle bir tapu yokmuş. Meğer en üst kattaki üç daire kaçakmış. Evlerin miatlarının dolma aşamasında öğrendik ki toprak hisselerinde de farklılıklar varmış. Yani ne oluyor? Otuz küsur sene önce belediye görevlilerinin ya da bilmediğimiz ellerin aldığı rüşvetin ceremesi biz safların/akılsızların üzerine yükleniyor öyle ya. Peki, desek ki KURUMLARDA DEVAMLILIK ESASTIR. BU ZARARI BELEDİYE KARŞILAMALIDIR. Ne derler? “Geçti Bor’un pazarı sür eşeğini Niğde’ye.” Hayır, öyle demezler Çünkü kılıfına uydurmuşlardır. Yani kanunları istedikleri gibi evirip çevirmişler, defalarca değiştirmişler.

Bu arada bendeniz söze girip, Hukuk Fakültesinde okuyan birçokları dahil kanunlarla hukukun aynı olduğunu sanmaktadır. Hukuk ayrı bir şey hukuka uymak ayrı bir şey. Başka yerlerde oluyor mu bilmiyorum; bizde kanunları torbaya veya çuvala koyup öyle oyluyorlar. Zehirlerin altın tabakta sunulduğu gibi. Çuvaldaki iyi kanunların yüzü suyu hürmetine... Haa, bugünlerde de öyle kanun yapma teşebbüsleri oldu ki? Onu da anlatmayalım; sanki bilmiyormuşsunuz gibi.

Ahmet Bey kardeşimiz, “En kötü kanun kanunsuzluk iyidir.”dedi. Tabii o zaman “orman kanunları olur. Yani kuvvetli olanın zayıfları yemesi gibi. Biz de böyle şeyler olmaz, olamaz(?)

Tahminlerim çıkar benim. Tahmin ediyorum ki aklınıza Tevfik Fikret’in şiiri gelmiştir:

 

DOKSAN-BEŞE DOĞRU

 

Bir devr-i şe’âmet: Yine çiğnendi yeminler;

çiğnendi, yazık, milletin ümmîd-i bülendi.

Kânun diye, topraklara sürtüldü cebinler;

kânun diye, kânun diye, kânun tepelendi...

Bîhûde figanlar yine, bihûde enînler!

Tevfik Fikret

( 1867 - 1915 )

*

DOKSAN BEŞE DOĞRU

Bir uğursuz dönem gene:

Gene çiğnendi nice andlar;

Çiğnendi, yazık, ulusun yüce umudu!

Yasa diye topraklara sürtüldü alınlar;

Yasa diye, yasa diye, yasalar tepelendi...

Boş yere çığrı çığlık, boşuna bu inilti!

Tevfik Fikret

( 1867 - 1915 )

Ben de arkadaşlar da yani BİZ DE Tevfik Fikret’in düşüncesinde değiliz:

Çığlıklarımız, iniltilerimiz boşuna değil.

...

Eee, çözümün nedir, diye sormayacak mısınız?

Hatırla sevgili okuyucu 2010’larda kötü gidişi gören bendeniz Hukuk, Eğitim, Ekonomi, Yönetim sorunlarını aynı zamanda öncelikli olan sorun kabul ederek her birinin baş harflerini alarak HEEY Masasını /GENCAL MASASINI kurmuştum. Birkaç yerde de sessiz çığlıklar atmıştım. HEEY! HEEY! Demem gerektiğini şimdi evden dışarıya zor çıkınca anladım. Masa’da ayak mayak bırakmadılar.

Peki, şimdi ne öneriyor hocamız?

Toplantının ta başında önermiştim. Okuyucularım için de tekrar yazıyorum:

Bir arı tek başına bal yapabilir mi? Elbette ki yapamaz. Bu arı başka bir kovana girebilir mi? Olur mu canım. Arılar yalaka olamaz. O halde? Böyle tek kalmış arılar bir kovanda toplanacağız. Parti kuracağımız anlamı çıkmasın bu sözümüzden. BİZ olacağız. Bu konuyu işlerken Fatiha’nın sonunda BİZ diye dua etmemizi dile getirince sağ olsun Ahmet Bey okudu. Ayrıca Kur’an-ı Kerim’den bu konuyla ilgili ayetleri okudu.

Güzel ama bu fakir birlik kuramıyor ki. Bir SAGEN Yazalar Birliği kuralım dedik. Yine yüzümüze gözümüze bulaştırdık. Kimsenin umurunda bile değiliz. Uzak dağın harmanı büyük görülürmüş değil mi?

Az daha unutuyorduk. Uzak dağlardan da Nobellerden de söz ettik. Üç Nobel alanımız oldu. Tebrik ederiz. Tabii bu Nobel verme işleri de biraz karışık.

Nedense ele aldığımız konular hep karışık çıkıyor. Büyük oğlumun deyişiyle: “karuşuk kuruşuk”

Çetin Altan’ın deyişiyle bitirelim: Enseyi karartmayın. Allah izin ederse on beş gün sonraki toplantımızı bekleyin.

Sabahattin Gencal, Çekmeköy-İstanbul, 18. 10. 2024

Not:

“Türk’ün aklı sonradan gelir.” diye bir garip ama birazcık da gerçek bir atasözümüz var. Benim de aklım sonradan geliyor. Ahmet Bey; “Toplantılarımız için Üsküdar’a kadar uzansak...” dedi. Ben de “inşallah” dedim.

Arkadaşlarımın hepsine teşekkür ediyorum. Ben hastayım diye toplantıları evime birkaç yüz metre yakın olan bir kafede yapıyoruz. Bazen de beni evden alıyorlar. Örneğin bugün Hüseyin Bey yarı yoldan aldı beni. Hepsine teşekkürler.

Hamd olsun iyiyim. İnşallah yakında Üsküdar’da da olacağım. İnşallah, Allah ömür verirse bütün Türkiye’de olacağım.

Devletin 8 yıl yatılı okuttuğu, bir yılda ücretli izinli saydığı biri olarak, 35 yıl öğretmenlik yapmam yetmez. Son nefesime kadar “İyi insan iyi yurttaş”lık görevimi yapmağa çalışacağım. Yazıyla olamazsa bile tutum, tavır ve davranışlarımla inşallah örnek olmaya çalışacağım.

Sabahattin Gencal, 18. 10. 2024

 

 

10 Ekim 2024 Perşembe

Yüzdeki Çizgiler

 

YÜZDEKİ 

ÇİZGİLER

            Erdoğan Teke Bey ile 10. 10. 2024 tarihinde Çekmeköy’de bir pastanede toplanmamıza ait öyle bir şey oldu ki TESADÜF mü desem TEVAFUK mu desem, ne desem bilemiyorum. Öyle bir durum oldu ki milyarda bir ihtimalle şimdiye dek olmamıştır, belki de olmayacaktır da. Bu olağanüstü durumu benim anlatmam uygun olmaz. Onun için Erdoğan Teke Beyin yorumunu okuyunuz lütfen.

OKUMAK

Okumak, dediğin ilk insandan, hatta ilk canlıdan beri var. Canlı derken bitkileri de kast ediyoruz. Yani anlayacağımız okumak demek sadece düz metin okumak değildir.

Canlıların okuma ve anlama, anladıklarını uygulama kapasiteleri konusu bize ağır gelir. Biz sadece insanların düz metinler dışındaki okumalarından söz edelim:

Ah, Bursa Eğitim Enstitüsündeyken rahmetli hocamız Prof. Dr. Ferruh Sanır Bey sağ olacaktı da bu konuda yine bilgilendirseydi bizleri.

Uludağ eteklerinden zirveye doğru yola çıkardık. Teorik bilgi vermeden uygulamalı bilgileri hazmettirirdi bizlere.

Bir kere yol boyunca taşları ve toprak katmanlarını okuyarak jeolojik bilgi edinirdik.

Bulutlara bakar iklim hakkında, ovaya bakar tarım ve ekonomi hakkında fikir sahibi olurduk.

Bu arada ceketini çıkarır ve otururdu; çok az ve öz yerdi böylece sağlık bilgisi de verirdi.

Dershanede de herhangi bir fiziki haritaya baksak tarım ve sanayi hakkında fikir üretebilirdik.

Ah hocam ah! Bizler sizlerin yerini dolduramadık. Değil bir üniversite öğrencisinin bu konuda bakanlarımızın bile okuma yazması yok.

Övünmek gibi olmasın ben aynı zamanda, CIA tarafından kapattırılan köy enstitülerinin mirası üzerinde kurulan ilköğretmen okulu mezunuyum.

Okulda genel psikoloji gördük. Bu arada gençlik psikolojisi, eğitim psikolojisi konularını da gördük. Bu derslerde tipoloji bahsi üzerinde durduk ki her öğretmenin çocukları ve velilerini tanımaları için bu gerekliydi.

Yedeksubay Okulunda tipoloji gördük ama artık bu sonuçlara çok güvenemeyeceğimizi de gördük.

TODAİE’de örgüt psikolojisi ve toplum psikoloji de gördük.

Hukuk Fakültesinde Adli tıp konularını gördük.

Bütün bunlara rağmen insanı ve doğayı tam olarak okuyamadım. Bu son günlerimde de tuttum İSMEK kurslarından Beden Dili Kursuna girdim.

Genelde, çokları da bu konuda benim gibi başarısız oldular. Neden mi? Çünkü incelemek durumunda olduğunuz kişiler bu işin piri olmuşlardır. Okuyucuları yanıltmak için bin bir jest ve mimik gösterisi yapabilirler.

Bu gösterileri siyasetçilerde görüyoruz.

Aslında her yerde görebiliriz. Bir defasında genç bir tüccar sorsan hal ve hatırımı soruyor. Güzel diller döküyor ama bir eli cebinde, bir eli de nerdeyse omuzumda olacak.

Bilen bilir ben hiçbir zaman elimi cebime koymam ama kibirliye karşı olunca ben de elimi cebime koydum. Bana ha!

(Zerrece kibirli olan cennete gidemez mealinde bir hadis olduğunu da hatırlatırım.)

Beden dili kursunda siyasi parti başkanlarının fotoğrafları okutturuldu bize. Nedense onları okumak pek zor olmuyor; kendilerini üstün gösterme çabaları, başkalarını küçümsemeleri onların içyüzlerini nasıl da gösteriyor. Verdikleri birbirlerinden tutarsız nutukları dinlemeye hiç gerek yok.

Bayram değil seyran değil hocamız bu konuyu neden yazdı, diye düşünenler olabilir mi? Olabilir. İşte onlar için yazıyorum.

Dün bir gazetede bir yazı dikkatimi çekti. İhtimal sizin de dikkatinizi çeker veya çekebilir:

“Beden dili uzmanı açıkladı: Psikopatları ele veren o işaret nedir? İnsanların, duygu durumlarına göre yüz kasları aracılığıyla sergilediği 10 bine yakın kas kombinasyonu vardır. Mikro ifade uzmanı Annie Sarnblad, bunların tamamını okuyabiliyor ve bir kişinin büyük ölçüde psikopat olabileceğini gösteren özel bir işaret olduğunu söylüyor.”

Anladık değil mi? Yüz kaslarında 10 bine yakın kas kompinasyonu varmış. Peki, konuşmalarda kaç kelime kullanıyoruz? İleride zihinlerin de okunabileceğinin habercisi mi bunlar?

İki yaşlı delikanlının anlatılacağını sandığımız bu yazıya neden böyle bir konu sıkıştırıldı diyenlere cevabımızdır.

Bu iki delikanlı yani ben ve değerli arkadaşım Erdoğan Teke Bey her an kendi rekorlarımızı kırarak ilerliyoruz.

Evet, tanıştığımız günden beri böyle haftada bir, ya da üçlü ve dörtlü olduğu zamanlar her on beş günde bir toplandık. Hiç aksatmadık.

Kahvede okey oynayanlar da toplanıyor, demeye kalkmayın. Biz zamanı kısır siyasi çekiştirmelerle, futbol ya da magazin dedikodularıyla harcamadık.

Evet, geniş anlamında siyasetle ilgilendik, ilgileneceğiz de. Sporun gelişmesine de katkı sağlamaya hazırız. Magazin haberlerinin gençlerimizi olumsuz etkilediğini de söyleriz, söyleyeceğiz. Kısaca belki doğru belki yanlış ama iyi niyetle devlet ve toplum meseleleri üzerinde durduk.

Tabii bazen de oyalandık. Şimdi ise bir oyun oynayacağız.

BU OYUN BAŞKA BİR OYUN

Erdoğan Bey, her oyuna girmez; karizmayı çizdirmez ama konu eğitim olunca hele ona  Antoine Lavoisier’i anlatınca ( https://keremel.net/idam-kimyaci-antoine-laurent-lavoisier-kimdir/, https://tr.wikipedia.org/wiki/Antoine_Lavoisier,  https://www.wikitarih.com/kimya-bilim-adamlari-antoine-lavoisier/,

https://www.herkesebilimteknoloji.com/haberler/yasam/cagdas-kimyanin-kurucusu-antoine-lavoisier-biyografisi-idami-ve-anekdotlar) benimle beraber denek olmayı kabul etti.

Evet, şimdi bir cümle söyleyeceğiz ve hemen peşinden bir portre resim çekeceğiz. Bir cümle bir resim... Ve siz de okumaya çalışacaksınız. Tabii boyunuzun ölçüsünü alacaksınız demem yakışmaz.

En azından, “Bu iki delikanlı böylesi bir oyun oynadı, demek ki iyidirler.” diyeceksiniz. Bir de şunu unutmayınız biz “poker face” rolünü oynayabiliriz ki bunu yayımladığımız fotoğraflarda da göreceksiniz onun için siz bizim gibilere değil de yine yayımladığımız videoya dikkat kesilin. Bu arada Erdoğan Bey, sağ olsun çok mütevazı olmamamı söyledi bana. Bu iltifatı çoklarından duydum ama ... Neyse konuya dönüyoruz,

Ne demiştik fotoğraflarımızın yayımlanması bile iyidir.

Bunu nereden mi biliyorum?

Çok değerli asker arkadaşım, bir keresinde şöyle dedi:

Yazı yazdığına göre demek ki hocam iyidir.

Değerli arkadaşlarım, ortalığın toz duman olduğu bu zamanda içimiz buruk da olsa keyfimize diyecek yok. İnşallah siz de iyisiniz. Hep yakınıp durmayalım. Bir çare bulmak için çarşıyı ve pazarı okumak için, öğrencileri ve öğretmenleri okumak için çabalayalım. Televizyona çıkanları okumaya gerek yok. Onlar okunmamak için gereken tedbirleri almışlardır.

Nasıl bitirelim? OKU OKU YAZ, YAZ YAZ OKU desek mi ya da...

Ne yazsan boş, ne desen boş...

Sabahattin Gencal,

Çekmeköy-İstanbul, 10. 10. 2024





















 

 

3 Ekim 2024 Perşembe

Hal Hatır Sormak En Büyük İhtiyaçtır

 

Sabahattin Gencal - Erdoğan Teke
Çekmeköy-İstanbul
03. 10. 2024
*****


Aslında, bu yazımızın başlığı DOĞUM YILDÖNÜMÜ PASTASI İÇİN AÇIK TEŞEKKÜR olmalıydı. Öyle ya, Erdoğan Teke Bey arkadaşımız, her zamanki nezaketiyle benim doğum günü yıldönümüm için bir pasta hazırlattı. Kendileri ve garsonlar koro halinde doğum günümü kutladılar. Buna nasıl teşekkür edeceğimi bilemedim. Allah’tan (cc) aile bireyleri ve sevdikleriyle birlikte böyle tatlı, sağlıklı ve hayırlı uzun ömürler geçirmesini diledim. Pasta yerken Erdoğan Bey’in nasıl gönülleri fethettiğini işlemeli ve açıklamalıyım, diye geçti aklımdan. Daha sonra, büyüklerimizin;  “Malumun ilâmına gerek yok.” sözü aklıma geldi. Doğru ya, yediden yetmişe herkes Erdoğan Bey’in beyefendiliğini / iyi ve nazik davranışını / centilmenliğini bilir. Onun için tekrar etmeme gerek yok, dedim.

Bana gelince, 28 Eylülden beri pasta yiyorum. Aslında tatlı bana yasak ama şifa niyetine yiyorum. İlk pastayı torunum Sabahattin almıştı. Bunu özellikle belirteyim; torunun böyle yetişmesi ve pasta alması, nasıl derler “ Aliyyülâlâ”. Torunum bir de iPhone cep telefonu hediye etti bana. İnşallah kullanmasını öğrenebilirim. Bir de bir gözlemimi anlatayım: Önceki telefonumu çok rahat, tutuyor, taşıyor, sağa sola bırakabiliyordum. Bu telefonu tutarken ellerim titriyor. Aman düşer, aman küser. Evet, öteki telefonumda Siri yoktu. Asistan mı desem, sekreter mi desem bilemiyorum. Siriciğim x’in telefonunu açar mısınız, deyince derhal açıyor. Siriciğim...  Bu konuları benden çok daha iyi biliyorsunuz. Çünkü torunlarımın ve oğlumun telefonlarında siri ikinci planda. Artı yapay zekâ da var. (Ben bilgisayarda bazen yapay zekâ ile sohbet ediyorum... Neyse bu konuları anlatmamızın sırası değil hem gerek de yok.)

Ahmet Gencal-Sabahattin Gencal-Erdoğan Teke
Çekmeköy-İstanbul
03. 10. 2024

Toplantıya oğlum Ahmet de, biraz sonra katıldı. Ahmet’in Erdoğan Bey amcasıyla sohbeti dinlemeye değer bir sohbetti. Dinlemekten zevk aldım ama söylenenleri aktarmam mümkün değil. Bildiğiniz gibi Erdoğan Bey 23 sene İsviçre’de kaldı. Bu arada bütün Avrupa’yı karışladı ayrıca Rusya’ya da gitti. Yine bildiğiniz gibi Ahmet de, bir tarihler İhracat ve ithalatçıların tercümanı olarak bütün Avrupa ülkelerine gitti. Güney Kore, Singapur, Tayland vb. ülkeleri de gördü. Bu ülkelerdeki iş ahlakı, disiplini, çalışma vb. meziyetler anlatıldı. Ben de Mekke, Medine ve Cidde’de gördüklerimi düşündüm ama? Neyse bu konuşmalara da yer vermeyeyim, dedim.

Değerli arkadaşım Erdoğan Bey masaya oturur oturmaz. TBMM açılış konuşmalarından, Grup konuşmalarından söz etti. Şunu da eklemeyi unutmadı: Bugün de böyle olsun. Benim dar anlamıyla siyasi konulara girmediğimi bilir. Konuşma siyasete kaydığı an, özür dileyerek konuyu değiştirir. Yukarıda dedik ya çok hassastır arkadaşımız. Konuşmaların yazarlar ve konuşmacılar tarafından eleştirilmesi üzerinde de durduk. Bunları zaten biliyorsunuzdur. İrdelemeye gerek yok. Ancak bir parti genel başkanının; sabahleyin yaptığı grup konuşması için akşamleyin mealen “Siyaset icabı öyle dedim.” demesi yurttaşlardaki siyaset imajını iyice perçinleştirdi. Demek ki? Değerli milletvekillerimiz ne yapıp yapıp imajlarını düzeltmeliler. İnanılır ve güvenilir olmalılar. Birilerini kınıyorduk, on gün önce böyle konuştu, on gün sonra şöyle. Şimdi ne görüyoruz sabah öyle akşam şöyle. Yazık, deyip geçelim.

Dikkat ediyorsanız, irdelemediğimiz konuların hepsi insani değerlerle ilgili. Bildiğiniz gibi Sagen Yazarlar Grubu İNSAN OLMA VE İNSAN OLARAK KALMA HAKKI    adlı bir kitap oluşturmaya çalışıyor. Erdoğan Bey sordu bana kaç kişi yazı gönderdi? Siz ne tahmin edersiniz? Kırkın üzerinde arkadaşa yazma konusu verdik henüz 8 kişi yazı gönderdi. Bu duruma acaba? dedik. Arkadaşlar kendilerine tebliğ edilen konuları öğrenemediler mi? Olabilir. Çünkü biz teknolojiye hakim değiliz onun için ulaştıramamış olabiliriz. Acaba bir kere daha uyaralım mı? Bu kez, ne oluyor be! Diyenler çıkar mı? Çıkmaz tabii. Çünkü bizim grup bizim gruptur. Bu konunun irdelenmesi de bu yazının konusu değil tabii.

O değil bu değil. Peki, asıl üzerinde durulması gereken neydi? Kısaca anlatayım:

Buluşma yerine yani pastaneye giderken yolda karşılaştık Erdoğan Beyle. Yolda ağır ağır yürürken hal hatır sorduk. Birbirimize geçmiş olsun da dedik. Tabii bizim de ufak tefek keyifsizliklerimiz olmuyor değil. Düşünebiliyor musunuz ikimiz de seksenlik. Ama Erdoğan Bey karizmayı çizdirmez. Yolda gördüğü bir tanıdığa, biz iki genç geziyoruz, dedi. Benim elimde baston olmasa dosdoğru dedi, derdim ama... Yolun kenarında küçük büfe gibi bir yeri olan X Beye selam verdik ve yanında durakladık. Erdoğan Bey, bizim almak istediğimiz bir şeyi yok, ihtiyacımız da yok. Sadece hal hatır sormak için yanındayız, deyince. Bilge satıcı; “HAL HATIR SORMAK EN BÜYÜK İHTİYAÇTIR.” deyiverdi. İşte bu konu üzerinde ne kadar dursak azdır. Erdoğan Bey, bu X Beyin herkesle barışık olduğunu, hep olumlu konuştuğunu söyledi. Hayal edebiliyor musunuz, yoldan geçenlerin hepsiyle barışık bir satıcıyı. Öyle ya insanların barut kesildiği bu dönemde... Öyle de güzel gülümsüyor ki... Erdoğan Bey, hal hatır sormanın etkisini kendinden örnek vererek anlattı. Senelerce önce, hastanedeyken yöneticisi olduğu siteden biri ona telefon ediyor ve hal hatır soruyor, ihtiyacı olup olmadığını soruyor. Hâlâ unutulmuyor... Bir de selâmlaşma üzerinde durduk. Bu konularla ilgili hadisleri hatırlattık.

Değerlerimizin yeniden canlandırılmasında hem fikiriz elbette. Ama nereden başlayacağımızı bilemeyebiliriz ya da herkes değişik fikir ileri sürebilir. Olsun bütün fikirler bizim için değerlidir. Biz diyoruz ki selâmı yaymaktan başlayalım. Hal hatır sormayı da ihmal etmeyelim.

Yukarıda, Erdoğan Bey oturur oturmaz TBMM ve Grup konuşmalarından söz etti, dedik ya. Satıcı X Beyin başlık yaptığımız sözüne uygun olur diye böyle demiştir. Bilindiği gibi bazı parti genel başkanları, daha önce atıp tuttukları parti başkanları ve yetkililerine hal hatır sordular. Ya ya, hal hatır sordular diye övgüyle söz ediyoruz. Oysa bu her an yapılması gerekli medeni bir davranış değil mi?

Hal hatır soranlarınız çok olsun.

Sabahattin GENCAL,

Çekmeköy-İstanbul, 03.10. 2024

 


 

26 Eylül 2024 Perşembe

“Eğer Satılsaydı Ömür Satın Alırdım”

 

Ahmet Gencal- Sabahattin Gencal- Erdoğan Teke
Çekmeköy, 26. 09. 2024


“EĞER SATILSAYDI ÖMÜR SATIN ALIRDIM”

Bazı deyişler kelimelerle anlatılamaz. Örneğin bizim yörelerde (Doğu Karadeniz Bölgesi yörelerinde) bazılarının; “ey gidi veya hey gidi!” deyişleri... Olumlu veya olumsuz duyguların bin bir çeşidi / tonu sığabilir bu ifadelere. Böylesi söyleyişler öyle beden diliyle pekişir ki...  Yaz yazabilirsen. Ben yazamıyorum, arkadaşım Erdoğan Bey de yazamıyor. Hissediyoruz, boğulurcasına, gözyaşlarımız aka aka hissediyoruz ama?

Bugün yıllardan 2024, aylardan Eylül, günlerden Perşembe yani Eylülün 26. günü Perşembe. Böyle uzun mu yazılır bu. Ne yapalım,  duygulanınca böyle oluyor işte. Oysa...

Mehmet Mutluoğlu’ndan söz ettim Erdoğan Bey’e, Mehmet Bey, ikimizin de facebook arkadaşı. Eğitimci yazar.

Daha yeni arkadaş olduk. Mehmet Bey, benim eski paylaşımlarıma da baktı. Ve 16 Mart Öğretmenler Gününde yayınladığım Öğretmen Marşının     https://youtu.be/sBiKQZVk9oM altında yorum yaptı. Tabii biz de yanıtladık. Bu yazıları okudum Erdoğan Beye:

Mehmet Mutluoğlu: -Hey gidi eski günler Geçti daha gelmezler.

Sabahattin Gencal: -Merhaba Mehmet Bey, öyle duygulu yazdın ki okumakla kalmadım sanki konuşmanı duydum. Sadece senin mi? Bizim oralardakilerin böylesi deyişlerini de... Bu gidişle gelmeyecekmiş gibi görünüyor o günler ama gidişi değiştirme çabası içine girersek? Hayırlı günler dileğiyle selâm ve sevgiler...

Mehmet Mutluoğlu: -Ah o güneşler, o heyecanlar, o okuma tutkusu, o bilim tutkusu ve o geleceği hazırlama azmi-heyecanı. Yüreğim 50 sene öncesiyle titredi.

Sabahattin Gencal: - Ah! Değerli hocam ne yaptın sen? Beni de peşinden sürükledin yarım asır öncesine. Ağlattın beni. Ağlamanın bana yasak olduğunu bilmiyordun her halde. "Ağlamak yok gülmek var." Yarınlarda, bizler göremezsek de mutluluğu sağlamak için çalışmak var. Yüreği titreyen kardeşim bilesiniz ki bende de kalp ritim bozukluğu var. Buna rağmen son nefesimize kadar elimizden geldiği kadar çabalayacağız. Hayırlı günler dileğiyle selâm ve sevgiler...

Erdoğan Bey de hüzünlendi. O da benim gibi “Ey gidi günler!” demeye başladı. Biz de Mehmet Bey gibi 50 yıl öncesine gidiverdik.

Sabahattin Gencal- Erdoğan Teke
Çekmeköy, 26. 09. 2024


Sonra beraberce düşündük. Sadece biz yaşlılar mı geçmişe özlem duyuyoruz? Yoksa? Maalesef birçok genç de geçmişe özlem duyuyor. Üstelik teknoloji bu kadar ilerlemişken...

Erdoğan Bey, o kadar olur, o kadar olacak diyerek siyasi konulara girdik biraz. Daha önce de yazmıştım. Arkadaşım siyasi konulara pek girmez. Lafın gelişiyle siyasi konulara girmişse özür dileyerek çıkar. Ama bugün nedense, o kadar olur, dedi. Kısa kısa analizler yaptık. 2007’ye, hatta 2010’a kadar yani Kemal Derviş’in programının uygulandığı yıllar doğrusu fena geçmedi. Ama ondan sonraki yılları ne sen sor, ne ben söyleyeyim...

“Burada bir şey yoksa da yine bir şey vardır.” Büyük Orta Doğu Projesi (BOP) https://tr.wikipedia.org/wiki/B%C3%BCy%C3%BCk_Orta_Do%C4%9Fu hâlâ devam ediyor mu acaba?

Ortadoğu bataklığına girmeden bu konudan çıktık. Erdoğan Bey, “Leyleğin ömrü lak lakla geçer.” dedi, ben de “laga lugalar”ın laf olsun diye söylenmiş, bir değeri olmayan sözler olduğunu söyledim. Ayrıca kendimizi de kandırdığımızı ekledim. Ve “Ey gidi!” diye diye geçmiş anılarımızı sanki tekrar tekrar yaşadık.

Bu arada şunu da söyleyeyim: Çocuklar bana ölümden söz etme, diyorlar. Doğrudur belki. Ölüm iyi çağrışımlar yaratmaz. Hüzünlü bulutlar kaplar havayı. Ama şu var ki; Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyuruyor; "Ağızların tadını kaçıran ölümü, çokça hatırlayın." (Hadis-i Şerif Tirmizi 2307.)

Ölüm, en büyük nasihattir. / Ölüm, en etkili derstir./ Ölüm, en tesirli vaizdir./ Ölüm, en güzel terhistir. /  Ölüm, en değerli mesajdır.

Ölüm hatırlansaydı toplumumuz böyle mi olurdu?

Eyy gidiyle başlayan toplantımız ölüm temasıyla devam etti bir müddet.

Toplantımız sona yaklaşıyordu ki oğlum Ahmet katıldı bize. Sanki gençlik ve heyecan katılmıştı, sanki umut katılmıştı,  Bu umutla yarınlarda vatanımızın ve milletimizin kalkınacağını ve refaha kavuşacağını düşünmeye, daha doğrusu öyle umut etmeye başladık.

 

Erdoğan Bey, oğlum Ahmet’e; “Bir gün gelirsin buraya, eyy gidi günler, dersin. Babamla Erdoğan amca burada otururlar ve tatlı tatlı sohbet ederlerdi, dersin.” dedi. Ahmet de; o belli olmaz. Bakarsınız siz öyle diyorsunuzdur.

Erdoğan Bey, “Yönetime kim gelirse gelsin, en az on beş yılda işleri düzeltebilir, rayına oturtabilir.” dedi. İnşallah o günleri görebiliriz, dileklerinde bulunurken Erdoğan Bey, daha önce de yazmıştım, diyerek; “Eğer satılsaydı ömür satın alırdım.” dedi.  Ahmet, bu sözün üzerine adeta atladı. Yazının başlığı bu olsun, dedi. Biraz önce “Heyy Gidi Günler!” başlığını koymuştuk. Ahmet, bu söz “Heyy Gidi Günler!”e on basar, dedi. Tabii bizler de kabul ettik.

Pastaneden çıktık. Yolda yürürken de sohbetimizi devam ettirdik.

Eve gelir gelmez Ahmet kahvesini alıp balkona çıktı. O balkon ki Ahmet’in ikinci çalışma odası sanki. Koltuğuna oturur oturmaz ilham gelmeye başlar... Bu kez de öyle oldu. Çok geçmedi yanıma geldi ve şiirini –maille bana attığını söyledi. –e maili açtım. Lütfen sesli okur musunuz? dedi:

Eğer Satılsaydı Ömür Alırdım

 

Eğer satılsaydı ömür alırdım

Her güne şükür ve umutla başlar

Keşkelerimi yırtıp atardım…

 

Eğer satılsaydı ömür alırdım

Yapılacaklar listesini yırtıp atar

Her anımı doyasıya yaşardım…

 

Eğer satılsaydı ömür alırdım

Beni üzenleri dinlemezdim hiç

İçimdeki benle arkadaş olurdum…

 

Eğer satılsaydı ömür alırdım

Hiç ölmeyecekmiş gibi güler

Yarın ölecekmiş gibi ağlardım…

 

         Eğer satılsaydı ömür alırdım

         Sonra cehennemi de alırdım

         Sana kocaman cennet bırakırdım…

 

Ahmet GENCAL

26.09.2024

https://www.youtube.com/watch?v=RXy_lvgYjSw


Şiir çok güzel, güzel olmaktan öte anlamlı. Dahası da var: Rudyard Kipling’in EĞER şiirini hatırladım. https://siir.sitesi.web.tr/rudyard-kipling/eger.html Bir de Can Yücel’in EĞER başlıklı şiirini:

O büyük, o görkemli son, ölüm bile anlamını yitirirdi, / yaşanılası her şey yaşanmış olsaydı eğer

Ayrıca "Ya Rab! Benim vücudumu öyle büyüt ki, cehennemi doldursun da başkasına yer kalmasın."diyen  Hz. Ebu Bekir’i (ra) ve “cehennemi satın alan adam” Martin Lüther’i de hatırladım.

Ahmet’i görünce heyecanlanmamız, umutlanmamız boşuna değildi. Ahmet şiirini, nasıl yaptıysa besteletti de... Bir de değerli arkadaşımla benim, onlarca fotoğraflarımızdan seçmeler yaparak bir video oluşturdu. Duygulanmamak mümkün mü?

https://www.youtube.com/watch?v=RXy_lvgYjSw

Bir gün Ahmet de duygulanacak ve “ Heyy gidi günler!..”diyecek.

Kendine özgü hızla geçen anları değerlendirebilirsek bugün içinde bulunduğumuz bunalımdan kurtulabiliriz.

Sabahattin GENCAL,

Çekmeköy-İstanbul, 26. 2024

 

 


Paylaşmak güzeldir.