Bugün 2024’ün Ekim ayının 17’si. Günlerden
Perşembe. Allah’a şükür Çekmeköy’de bir kafede, dört aylık bir aradan sonra
toplandık yine.
Şükür ediyoruz çünkü sağlığımız
yerinde.
Şükür ediyoruz çünkü FİKİR MASASI
tekrar kurulmuş oldu.
Şükür ediyoruz toplumumuzun bunca
moral bozukluğuna rağmen GÖNÜL GÜCÜMÜZ YÜKSEK.
Şükür ediyoruz çünkü GELECEĞE UMUTLA
BAKABİLİYORUZ.
Şükürden aciz olmama dileğiyle işte
FİKİR MASASININ ÇEVRESİNDEKİLER...
(Tanımayanlar için takdim ediyorum:
(Soldan sağa) (Bendeniz)Sabahattin GENCAL (Sesini duyuramayan eğitimci), Ahmet MERAL
(Kısa Dünya Tarihi yazarı, toplumun dertlerini dert edinen eğitimci), Erdoğan
TEKE (Yarım Kalan Mutluluklar adlı romanın yazarı), Hüseyin YILDIZ (Elinden
kitap, kalem ve defter düşmeyen adam)
*
Bugünkü başlangıcımız iyi oldu. Bir
kere tam zamanında yani 14.30’da toplantı başladı.
İki, Ahmet Bey’in getirdiği bir torba
tuzlu fıstığı atıştırmamız anlamlı oldu. Bildiğiniz gibi, fıstık, birçok
yararları yanında “Kavrama ve öğrenme yeteneği gibi beyin fonksiyonlarını
etkili kılar.” Ahmet Bey ne mesaj vermiş
oldu? Sadece bize mi? “Kızım sana diyorum, gelinim sen işit” örneği bütün
okuyuculara ve yetkililere kavrama ve öğrenme yeteneğinin beslenme ile yakından
ilgili olduğunu hatırlatmış olabilir mi? Hatırlatsa da yetkililerimiz bu
laflara kulak asmaz, üstelik fıstığın zararlarından söz edebilirler.
Üç, Erdoğan Bey, börek ikram etti.
Peki, ne mesaj vermiş olabilir? Ah o eski günler. Fakirdik ama baklava börek yiyebilirdik...
Dört, Hüseyin Yıldız Bey yanındaki
Kur’an mealini açtı. Bir ayet açıklamasında yazarın tutarsızlığına vurgu yaptı.
Ahmet Bey ayetin önceki ve sonraki açıklamalarına göre tefsir etmeliydi, dedi.
Bendeniz de, bir âlimden duyduğumu naklettim. Kur’an-ı Kerim’in bütünündeki
ilkelere bakmak gerekir. Sözü edilen kitaptan çok, günümüzde kendilerini bir
şey zannedenlerin toplumu zehirlemelerinden söz ettik.
Bu arada ilâhiyatçıların ve teologların
büyük vebal taşıdıklarından da kısaca söz ettik. Taa Emevilerden bugüne
hocaların, şeyhlerin sırf yöneticilere destek olmak için halkı uyuşturdukları
üzerinden teğet geçtik.
Beş, arkadaşların mesajlarını
aldığınızı umarım. Peki, bu arada bana ne düşüyordu? FISTIK GİBİ BİR YAZI
YAZMAK değil mi?
Aaaa, “fıstık gibi yazı” deyimini ben uydurdum sanıyordum, meğer
Üsküdar’da sabah oldu. Günaydın, dedi bana sözlük:
Fıstık gibi: 1. besili ve canlı,
dolgun. 2.mec. çok güzel. "Fıstık gibi yazısı var.
Burada el yazısından söz ediliyor
galiba ama karıştırmayalım ve toplantımıza dönelim:
Toplantıdan ayrılırken, sordum
arkadaşlara ne yazayım, diye. Bir şeyler yaz, şen yazarsın, dediler. Kahveci’nin
deyişleri aklıma geldi “Bizim yazarlar uydurmasyon, atmasyon, kaydırmasyon...
yapıyorlar.” Bunu hatırlatınca estağfurullah, dediler. Demeseylermiş
uydurmasyon yapabilir miydin. Mümkün değil yapamazdım. Öyle ...masyonla işim
olsaydı, oo ooh!
Neyse ne konuştuğumuzun ana
başlıklarını yazıvereyim de...
TOPLUMLARI YIKAN RÜŞVETİ konuştuk hem
de üzülerek. Otuz sene önce daire almıştık müteahhitten. Kat mülkiyeti tapusu
olmaksızın. O semte böyle bir tapu yokmuş. Meğer en üst kattaki üç daire
kaçakmış. Evlerin miatlarının dolma aşamasında öğrendik ki toprak hisselerinde
de farklılıklar varmış. Yani ne oluyor? Otuz küsur sene önce belediye
görevlilerinin ya da bilmediğimiz ellerin aldığı rüşvetin ceremesi biz safların/akılsızların
üzerine yükleniyor öyle ya. Peki, desek ki KURUMLARDA DEVAMLILIK ESASTIR. BU
ZARARI BELEDİYE KARŞILAMALIDIR. Ne derler? “Geçti Bor’un pazarı sür eşeğini Niğde’ye.”
Hayır, öyle demezler Çünkü kılıfına uydurmuşlardır. Yani kanunları istedikleri
gibi evirip çevirmişler, defalarca değiştirmişler.
Bu arada bendeniz söze girip, Hukuk
Fakültesinde okuyan birçokları dahil kanunlarla hukukun aynı olduğunu
sanmaktadır. Hukuk ayrı bir şey hukuka uymak ayrı bir şey. Başka yerlerde
oluyor mu bilmiyorum; bizde kanunları torbaya veya çuvala koyup öyle oyluyorlar.
Zehirlerin altın tabakta sunulduğu gibi. Çuvaldaki iyi kanunların yüzü suyu
hürmetine... Haa, bugünlerde de öyle kanun yapma teşebbüsleri oldu ki? Onu da
anlatmayalım; sanki bilmiyormuşsunuz gibi.
Ahmet Bey kardeşimiz, “En kötü kanun
kanunsuzluk iyidir.”dedi. Tabii o zaman “orman kanunları olur. Yani kuvvetli
olanın zayıfları yemesi gibi. Biz de böyle şeyler olmaz, olamaz(?)
Tahminlerim çıkar benim. Tahmin
ediyorum ki aklınıza Tevfik Fikret’in şiiri gelmiştir:
DOKSAN-BEŞE DOĞRU
Bir devr-i şe’âmet: Yine çiğnendi
yeminler;
çiğnendi, yazık, milletin ümmîd-i
bülendi.
Kânun diye, topraklara sürtüldü
cebinler;
kânun diye, kânun diye, kânun
tepelendi...
Bîhûde figanlar yine, bihûde enînler!
Tevfik Fikret
( 1867 - 1915 )
*
DOKSAN BEŞE DOĞRU
Bir uğursuz dönem gene:
Gene çiğnendi nice andlar;
Çiğnendi, yazık, ulusun yüce umudu!
Yasa diye topraklara sürtüldü
alınlar;
Yasa diye, yasa diye, yasalar
tepelendi...
Boş yere çığrı çığlık, boşuna bu
inilti!
Tevfik Fikret
( 1867 - 1915 )
Ben de arkadaşlar da yani BİZ DE
Tevfik Fikret’in düşüncesinde değiliz:
Çığlıklarımız, iniltilerimiz boşuna
değil.
...
Eee, çözümün nedir, diye sormayacak
mısınız?
Hatırla sevgili okuyucu 2010’larda
kötü gidişi gören bendeniz Hukuk, Eğitim, Ekonomi, Yönetim sorunlarını aynı
zamanda öncelikli olan sorun kabul ederek her birinin baş harflerini alarak
HEEY Masasını /GENCAL MASASINI kurmuştum. Birkaç yerde de sessiz çığlıklar
atmıştım. HEEY! HEEY! Demem gerektiğini şimdi evden dışarıya zor çıkınca
anladım. Masa’da ayak mayak bırakmadılar.
Peki, şimdi ne öneriyor hocamız?
Toplantının ta başında önermiştim.
Okuyucularım için de tekrar yazıyorum:
Bir arı tek başına bal yapabilir mi? Elbette
ki yapamaz. Bu arı başka bir kovana girebilir mi? Olur mu canım. Arılar yalaka
olamaz. O halde? Böyle tek kalmış arılar bir kovanda toplanacağız. Parti
kuracağımız anlamı çıkmasın bu sözümüzden. BİZ olacağız. Bu konuyu işlerken
Fatiha’nın sonunda BİZ diye dua etmemizi dile getirince sağ olsun Ahmet Bey
okudu. Ayrıca Kur’an-ı Kerim’den bu konuyla ilgili ayetleri okudu.
Güzel ama bu fakir birlik kuramıyor
ki. Bir SAGEN Yazalar Birliği kuralım dedik. Yine yüzümüze gözümüze
bulaştırdık. Kimsenin umurunda bile değiliz. Uzak dağın harmanı büyük
görülürmüş değil mi?
Az daha unutuyorduk. Uzak dağlardan
da Nobellerden de söz ettik. Üç Nobel alanımız oldu. Tebrik ederiz. Tabii bu
Nobel verme işleri de biraz karışık.
Nedense ele aldığımız konular hep
karışık çıkıyor. Büyük oğlumun deyişiyle: “karuşuk kuruşuk”
Çetin Altan’ın deyişiyle bitirelim: Enseyi
karartmayın. Allah izin ederse on beş gün sonraki toplantımızı bekleyin.
Sabahattin Gencal, Çekmeköy-İstanbul,
18. 10. 2024
Not:
“Türk’ün aklı sonradan gelir.” diye
bir garip ama birazcık da gerçek bir atasözümüz var. Benim de aklım sonradan
geliyor. Ahmet Bey; “Toplantılarımız için Üsküdar’a kadar uzansak...” dedi. Ben
de “inşallah” dedim.
Arkadaşlarımın hepsine teşekkür
ediyorum. Ben hastayım diye toplantıları evime birkaç yüz metre yakın olan bir
kafede yapıyoruz. Bazen de beni evden alıyorlar. Örneğin bugün Hüseyin Bey yarı
yoldan aldı beni. Hepsine teşekkürler.
Hamd olsun iyiyim. İnşallah yakında
Üsküdar’da da olacağım. İnşallah, Allah ömür verirse bütün Türkiye’de olacağım.
Devletin 8 yıl yatılı okuttuğu, bir yılda
ücretli izinli saydığı biri olarak, 35 yıl öğretmenlik yapmam yetmez. Son
nefesime kadar “İyi insan iyi yurttaş”lık görevimi yapmağa çalışacağım. Yazıyla
olamazsa bile tutum, tavır ve davranışlarımla inşallah örnek olmaya
çalışacağım.
Sabahattin Gencal, 18. 10. 2024