18 Ekim 2024 Cuma

Geleceğe Umutla Bakıyoruz

 


Bugün 2024’ün Ekim ayının 17’si. Günlerden Perşembe. Allah’a şükür Çekmeköy’de bir kafede, dört aylık bir aradan sonra toplandık yine.

Şükür ediyoruz çünkü sağlığımız yerinde.

Şükür ediyoruz çünkü FİKİR MASASI tekrar kurulmuş oldu.

Şükür ediyoruz toplumumuzun bunca moral bozukluğuna rağmen GÖNÜL GÜCÜMÜZ YÜKSEK.

Şükür ediyoruz çünkü GELECEĞE UMUTLA BAKABİLİYORUZ.

Şükürden aciz olmama dileğiyle işte FİKİR MASASININ ÇEVRESİNDEKİLER...

(Tanımayanlar için takdim ediyorum: (Soldan sağa) (Bendeniz)Sabahattin GENCAL (Sesini duyuramayan eğitimci), Ahmet MERAL (Kısa Dünya Tarihi yazarı, toplumun dertlerini dert edinen eğitimci), Erdoğan TEKE (Yarım Kalan Mutluluklar adlı romanın yazarı), Hüseyin YILDIZ (Elinden kitap, kalem ve defter düşmeyen adam)

*

Bugünkü başlangıcımız iyi oldu. Bir kere tam zamanında yani 14.30’da toplantı başladı.

İki, Ahmet Bey’in getirdiği bir torba tuzlu fıstığı atıştırmamız anlamlı oldu. Bildiğiniz gibi, fıstık, birçok yararları yanında “Kavrama ve öğrenme yeteneği gibi beyin fonksiyonlarını etkili kılar.”  Ahmet Bey ne mesaj vermiş oldu? Sadece bize mi? “Kızım sana diyorum, gelinim sen işit” örneği bütün okuyuculara ve yetkililere kavrama ve öğrenme yeteneğinin beslenme ile yakından ilgili olduğunu hatırlatmış olabilir mi? Hatırlatsa da yetkililerimiz bu laflara kulak asmaz, üstelik fıstığın zararlarından söz edebilirler.

Üç, Erdoğan Bey, börek ikram etti. Peki, ne mesaj vermiş olabilir? Ah o eski günler. Fakirdik ama baklava börek yiyebilirdik...

Dört, Hüseyin Yıldız Bey yanındaki Kur’an mealini açtı. Bir ayet açıklamasında yazarın tutarsızlığına vurgu yaptı. Ahmet Bey ayetin önceki ve sonraki açıklamalarına göre tefsir etmeliydi, dedi. Bendeniz de, bir âlimden duyduğumu naklettim. Kur’an-ı Kerim’in bütünündeki ilkelere bakmak gerekir. Sözü edilen kitaptan çok, günümüzde kendilerini bir şey zannedenlerin toplumu zehirlemelerinden söz ettik.

Bu arada ilâhiyatçıların ve teologların büyük vebal taşıdıklarından da kısaca söz ettik. Taa Emevilerden bugüne hocaların, şeyhlerin sırf yöneticilere destek olmak için halkı uyuşturdukları üzerinden teğet geçtik.

Beş, arkadaşların mesajlarını aldığınızı umarım. Peki, bu arada bana ne düşüyordu? FISTIK GİBİ BİR YAZI YAZMAK değil mi?

Aaaa, “fıstık gibi yazı”  deyimini ben uydurdum sanıyordum, meğer Üsküdar’da sabah oldu. Günaydın, dedi bana sözlük:

Fıstık gibi: 1. besili ve canlı, dolgun. 2.mec. çok güzel. "Fıstık gibi yazısı var.

Burada el yazısından söz ediliyor galiba ama karıştırmayalım ve toplantımıza dönelim:

Toplantıdan ayrılırken, sordum arkadaşlara ne yazayım, diye. Bir şeyler yaz, şen yazarsın, dediler. Kahveci’nin deyişleri aklıma geldi “Bizim yazarlar uydurmasyon, atmasyon, kaydırmasyon... yapıyorlar.” Bunu hatırlatınca estağfurullah, dediler. Demeseylermiş uydurmasyon yapabilir miydin. Mümkün değil yapamazdım. Öyle ...masyonla işim olsaydı, oo ooh!

Neyse ne konuştuğumuzun ana başlıklarını yazıvereyim de...

TOPLUMLARI YIKAN RÜŞVETİ konuştuk hem de üzülerek. Otuz sene önce daire almıştık müteahhitten. Kat mülkiyeti tapusu olmaksızın. O semte böyle bir tapu yokmuş. Meğer en üst kattaki üç daire kaçakmış. Evlerin miatlarının dolma aşamasında öğrendik ki toprak hisselerinde de farklılıklar varmış. Yani ne oluyor? Otuz küsur sene önce belediye görevlilerinin ya da bilmediğimiz ellerin aldığı rüşvetin ceremesi biz safların/akılsızların üzerine yükleniyor öyle ya. Peki, desek ki KURUMLARDA DEVAMLILIK ESASTIR. BU ZARARI BELEDİYE KARŞILAMALIDIR. Ne derler? “Geçti Bor’un pazarı sür eşeğini Niğde’ye.” Hayır, öyle demezler Çünkü kılıfına uydurmuşlardır. Yani kanunları istedikleri gibi evirip çevirmişler, defalarca değiştirmişler.

Bu arada bendeniz söze girip, Hukuk Fakültesinde okuyan birçokları dahil kanunlarla hukukun aynı olduğunu sanmaktadır. Hukuk ayrı bir şey hukuka uymak ayrı bir şey. Başka yerlerde oluyor mu bilmiyorum; bizde kanunları torbaya veya çuvala koyup öyle oyluyorlar. Zehirlerin altın tabakta sunulduğu gibi. Çuvaldaki iyi kanunların yüzü suyu hürmetine... Haa, bugünlerde de öyle kanun yapma teşebbüsleri oldu ki? Onu da anlatmayalım; sanki bilmiyormuşsunuz gibi.

Ahmet Bey kardeşimiz, “En kötü kanun kanunsuzluk iyidir.”dedi. Tabii o zaman “orman kanunları olur. Yani kuvvetli olanın zayıfları yemesi gibi. Biz de böyle şeyler olmaz, olamaz(?)

Tahminlerim çıkar benim. Tahmin ediyorum ki aklınıza Tevfik Fikret’in şiiri gelmiştir:

 

DOKSAN-BEŞE DOĞRU

 

Bir devr-i şe’âmet: Yine çiğnendi yeminler;

çiğnendi, yazık, milletin ümmîd-i bülendi.

Kânun diye, topraklara sürtüldü cebinler;

kânun diye, kânun diye, kânun tepelendi...

Bîhûde figanlar yine, bihûde enînler!

Tevfik Fikret

( 1867 - 1915 )

*

DOKSAN BEŞE DOĞRU

Bir uğursuz dönem gene:

Gene çiğnendi nice andlar;

Çiğnendi, yazık, ulusun yüce umudu!

Yasa diye topraklara sürtüldü alınlar;

Yasa diye, yasa diye, yasalar tepelendi...

Boş yere çığrı çığlık, boşuna bu inilti!

Tevfik Fikret

( 1867 - 1915 )

Ben de arkadaşlar da yani BİZ DE Tevfik Fikret’in düşüncesinde değiliz:

Çığlıklarımız, iniltilerimiz boşuna değil.

...

Eee, çözümün nedir, diye sormayacak mısınız?

Hatırla sevgili okuyucu 2010’larda kötü gidişi gören bendeniz Hukuk, Eğitim, Ekonomi, Yönetim sorunlarını aynı zamanda öncelikli olan sorun kabul ederek her birinin baş harflerini alarak HEEY Masasını /GENCAL MASASINI kurmuştum. Birkaç yerde de sessiz çığlıklar atmıştım. HEEY! HEEY! Demem gerektiğini şimdi evden dışarıya zor çıkınca anladım. Masa’da ayak mayak bırakmadılar.

Peki, şimdi ne öneriyor hocamız?

Toplantının ta başında önermiştim. Okuyucularım için de tekrar yazıyorum:

Bir arı tek başına bal yapabilir mi? Elbette ki yapamaz. Bu arı başka bir kovana girebilir mi? Olur mu canım. Arılar yalaka olamaz. O halde? Böyle tek kalmış arılar bir kovanda toplanacağız. Parti kuracağımız anlamı çıkmasın bu sözümüzden. BİZ olacağız. Bu konuyu işlerken Fatiha’nın sonunda BİZ diye dua etmemizi dile getirince sağ olsun Ahmet Bey okudu. Ayrıca Kur’an-ı Kerim’den bu konuyla ilgili ayetleri okudu.

Güzel ama bu fakir birlik kuramıyor ki. Bir SAGEN Yazalar Birliği kuralım dedik. Yine yüzümüze gözümüze bulaştırdık. Kimsenin umurunda bile değiliz. Uzak dağın harmanı büyük görülürmüş değil mi?

Az daha unutuyorduk. Uzak dağlardan da Nobellerden de söz ettik. Üç Nobel alanımız oldu. Tebrik ederiz. Tabii bu Nobel verme işleri de biraz karışık.

Nedense ele aldığımız konular hep karışık çıkıyor. Büyük oğlumun deyişiyle: “karuşuk kuruşuk”

Çetin Altan’ın deyişiyle bitirelim: Enseyi karartmayın. Allah izin ederse on beş gün sonraki toplantımızı bekleyin.

Sabahattin Gencal, Çekmeköy-İstanbul, 18. 10. 2024

Not:

“Türk’ün aklı sonradan gelir.” diye bir garip ama birazcık da gerçek bir atasözümüz var. Benim de aklım sonradan geliyor. Ahmet Bey; “Toplantılarımız için Üsküdar’a kadar uzansak...” dedi. Ben de “inşallah” dedim.

Arkadaşlarımın hepsine teşekkür ediyorum. Ben hastayım diye toplantıları evime birkaç yüz metre yakın olan bir kafede yapıyoruz. Bazen de beni evden alıyorlar. Örneğin bugün Hüseyin Bey yarı yoldan aldı beni. Hepsine teşekkürler.

Hamd olsun iyiyim. İnşallah yakında Üsküdar’da da olacağım. İnşallah, Allah ömür verirse bütün Türkiye’de olacağım.

Devletin 8 yıl yatılı okuttuğu, bir yılda ücretli izinli saydığı biri olarak, 35 yıl öğretmenlik yapmam yetmez. Son nefesime kadar “İyi insan iyi yurttaş”lık görevimi yapmağa çalışacağım. Yazıyla olamazsa bile tutum, tavır ve davranışlarımla inşallah örnek olmaya çalışacağım.

Sabahattin Gencal, 18. 10. 2024

 

 

Paylaşmak güzeldir.