Allah’a
(cc) hamd olsun ki aile bireylerim, akrabalarım, arkadaşlarım ve dostlarım
sayesinde, Ramazan Bayramımızda, pandemi koşullarına rağmen gönül gücüm artmıştır. Öyle artmıştır
ki, inanın gönlüm tüm insanlığı içine alacak kadar genişlemiştir. Bu genişlik,
bu heyecan ve bu huşu içinde HERKESİN RAMAZAN BAYRAMINI TEBRİK EDERKEN
KARDEŞLİK, BARIŞ, DAYANIŞMA VB. GÜZEL DUYGULARIN GELİŞMESİNİ; YAŞAMIMIZIN
MUTLULUKLARLA DOLMASINI YÜCE RABBİMİZDEN NİYAZ EDERİM.
Pandeni
koşullarına rağmen bu bayramda gönül
gücümüm artışına paralel olarak beyin
gücümde de kıpırdanmalar oluştu. Unuttuğumu sandığım bazı anılar geçti
gözümün önünden. Kaybolmaya yüz tutmuş düşünceler de gün yüzüne çıkmak istedi.
Bu anılar, bu düşünceler kafamda oldukça bana rahat yoktur. Allah (cc) ömür
verirse, sağlık verirse bunları ileri bir günde paylaşmayı bir borç kabul
ediyorum.
13
Mayıs 2021 gününü, yani Ramazan Bayramının ilk gününü nasıl geçirdiğimi bir
“günce” yazar gibi yazmak isterdim. Ama yazamıyorum, olmuyor olmuyor. Neden mi?
Ben zaman zaman günce yazdım. “Herkesin
yoğurt yiyişi başkadır.” derler ya bilirsiniz. Ben “geldim, gördüm,
gittim...” gibi kısa ve özlü yazamıyorum. Tutum ve davranışları, sözleri,
işleri vb. yazmanın ötesinde bütün bunların çağrıştırdıklarını da yazmaya
kalkıyorum. İnsanın içinden ne kadar duygu ve düşünce geçtiğini düşünürsek
benim yazmamın imkânsız olduğunu da anlarız.
Şimdi
ben maddeler halinde kısa kısa yazacağım. Çağrışımları da artık sizler
düşünürsünüz.
Sabah
sabah, değerli arkadaşım Erdoğan Teke Bey’in bayramını telefonla tebrik ettim.
Telefon konuşması sırasında saat 1400’te beni evde, evin kapısında ziyaret
edeceklerini söylediler. Şimdi siz düşünün
telefonla bayramlaşmanın önemini çağrıştırdıklarını, ayrıca ziyaretlerin
kültürümüzdeki yerini.
Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) buyurdular ki;
“Hediyeleşin, çünkü hediye, aradaki muhabbeti artırır.”
(Beyheki)
Saat
tam 1400. Erdoğan Bey dairemizin zilini çalıyor. Böyle dakik davrananlara bayılıyorum. Özel hayatımda da meslek
hayatımda bu konu üzerinde çok durdum. Zamanlama,
toplumumuzun en büyük sorunlarından biri. Erdoğan Bey kardeşimizin böyle
dakik oluşunda, sanırım 23 yıl İsviçre
de kalmasının payı vardır.
-
Selâmünaleyküm.
-
Ve
aleyküm selam. Hoş geldiniz. İçeri buyurun.
-
Hoş bulduk. Pandeminden sonra inşallah. Bayramınız
mübarek olsun.
-
Sizlerin de. Nice bayramlar...
-
Nasılsınız?
-
Hamd olsun, ya siz?
Bu
bilinenleri niye tekrarladım, dersiniz? Elbette bunların anlamlarını
biliyorsunuzdur; ama ne üzücüdür ki toplumumuzun çoğu bunların anlamlarına
vakıf değil. Kalıp sözlerin seslendirilmesinden başka bir işlevi olmuyor. Açık
deyişle bu kelimelerin ifade ettikleri o
güzelim, o derin anlamlar unutuldu gitti. Bunları dipnot olarak yazayım,
dedim. Ama ne zaman yeter, ne de güç. Başka bir bahara inşallah...
Değerli
arkadaşım, esenlik dilekleriyle birlikte hediye paketini de takdim ediyor ve
müsaade olarak gidiyor. Hediyeleşmenin önemi ile ilgili hadisleri bir vesileyle
yazmıştım. Tekrar etmeyeceğim. Yalnız hediyenin ne olduğunu açıklamakla
yetineceğim:
Çikolata.
Yaşam boyu tatlı günler... Ve de bir
kitap. En iyi hediyenin kitap olduğu ile ilgili birçok vecize duyduğunuzdan
eminim. Ama Ramazan Bayramında bir kitap
hediye edilmesinin anlamını takdir edersiniz. Kitabın adını da yazarsak
konunun önemi daha çok artar. “Çağımız ve Türkiye Düşün ve Bilim Alanları”
Prof. Dr. Niyazi Kahveci, Doğu Kitabevi, 6. Baskı.
18.yüzyılda
yaşamış ünlü düşünür ve ilim adamı Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleriyle ilgili
bir derleme kitabı yayınladım. Bu kitabın hazırlanması sırasında Erzurumlu İbrahim
Hakkı Hazretleri’ne çift kanatlı dendiğini öğrendim. (zül cenaheyn’ günümüz Türkçesi ile ‘çift kanatlı’ Kanatların biri
pozitif bilimleri temsil ederken diğeri teolojik disiplini simgeler) Bence Prof.
Dr. Niyazi Kahveci de çift kanatlı bir bilim adamıdır. Türkiye’mizin, dünyamızın böyle bilim adamlarına ihtiyacı var.
Böylelerinin engellendiği konusu ayrı bir konu.
Kitabı
açıyorum. İçinde lüks bir zarf ve zarfın içinde özenle yazılmış bir bayram
tebriği mesajı. Bu özenin ne anlama
geldiğini yazmaya gerek var mı?
 |
Kitaplar ruhun gıdasıdır. Japon atasözü |
Telefon
konuşmalarım da, bayram tebriki, hal hatır sormalarımızın ötesinde
hatıralarımızı tazelemek olduğunu da belirteyim. Bunlar da çok düşündürdü beni.
Ayrı ayrı saymanın imkânı yok. Teknoloji
ne güzel. Trabzon, Rize, Samsun, Ankara, Kocaeli, Bursa ve İstanbul’daki
kardeşlerim, akrabalarım, öğrencilerim, arkadaşlarım, dostlarım aradılar. Ben
de aradım tabii. Aramak ve aranmak ne
güzel. Ah, dedim teknolojinin
kullananı olduğumuz kadar icat edeni de olabilseydik.
Bir
arkadaşımla köyümüzdeki, yaylalardaki anıları canlandırdık. Bir başka
arkadaşımla ilçemizin diğer köylerinin 70-75 yıl önceki durumunu konuştuk.
Düşünebiliyor musunuz; ev kapıları
yatsıdan sonra kapanırdı. Esnaf dükkânını kapatmadan camiye giderdi, yemek
yemeye vb. giderdi. Gözlerimizin önüne getirebiliyor muyuz?
Sıkılmazsanız
bir iki satır da yazalım. Köydeki bakkala gittim. Yarım kg. şeker istedim.
Diğer komşulara kalmaz diyerek 200 gram verdi bana. Bugünkü kara borsacıları
düşünün bir de rahmetli bakkalımızı. Düşünecek daha çok şeyler var. Şekeri ilaç olarak alırdık. Zaten kibrit,
gazyağı, şeker, basma vb. alırdık dükkândan diğer bütün ihtiyaçları gece gündüz
toprakla savaşarak, hayvan besleyerek, çayır biçerek vb. karşılardık. Ama
mutluyduk. Bugünkü bolluğa rağmen
insanlar mutsuz; çünkü gelir dağılımı adil değil. Çünkü büyük bir kesim modern
köle durumunda.
Neden
bu duruma düştüğümüz konusu başlı başına bir tez konusu olmakla birlikte kısaca
değineyim:
Ahlakımız,
MEB Talim Terbiyenin de belirttiği üzere ortada,
reziletler artık borulardan değil yollardan akıyor...
Bütün bunların birçok nedeni var kuşkusuz. Bence bir nedeni de kültür yozlaşmasıdır.
Seneler
önce duymuştum. Almanlar Türkiye’de bir araştırma yapmışlar ve şunu tespit
etmişlerdir: Tahsil seviyesi artıkça
kültür seviyesi düşüyor. Olur mu böyle şey demiştim o zamanlar; ama yarım
asır sonra Almanların doğru teşhiş ettiklerini üzülerek öğrendim. Biz hep
böyleyiz. Öngörümüz yok. Ancak yumurta
kapıya dayanınca...
Benim
sade, iyi niyetli, yurt ve millet sevgisiyle dolu ama okuyamamış köylümü
düşünün bir de sözde okumuşları. “Benim köylüm” derken genel olarak köylümüzü
kast ediyorum. Benim doğduğum köyü değil. Benim doğduğum köy, Cumhuriyetten
önce de sonra da okumuşluk oranı en yüksek köylerden biridir.
Benim
köyümdeki selamlaşma adabı, hal ve hatır sorma, yardımlaşma, komşuluk, düğün ve
cenaze merasimleri, başsağlığı dilekleri, göz aydınlığı, Allah kavuştursun
görüşmeleri, kış gecesi oyunları, çocuk oyunları, yaylaya çıkma, yayla
şenlikleri, türküler, atışmalar... bayramlar vesaire vesaire. Evet, karşılaştırıverin
bu günlerle. Karşılaştıralım ve Almanların senelerce önceki araştırma
bulgularını bir kere daha düşünelim: Hani derler ya “Bu kadar cahillik ancak tahsille mümkündür.” İşte bizimkisi de
öyle... Yani eğitim politikamız istenildiği gibi değil. Kültürümüz yavaş yavaş yozlaşıyor yozlaşıyor. Bu yozlaşma yetmezmiş
gibi bir Araplaşma eğilimi de sezmiyor değilim. Yazık yazık çok yazık.
Telefonlarla
görüştüğüm arkadaşlarla elbette bu konuları konuşmadık; ama o eski günleri yad
ettik. Nerede görülmüş eskiye özlem. Evet, tekâmül
etmek varken, pırıl pırıl bir
geleceği planlamayı yapmak varken.
Bu
Ramazanda, bu bayramda pandemi dolayısıyla hep içerideydik. Eminim ki biraz
daha fazla, biraz daha etraflı, biraz daha gerçekçi, biraz daha eyleme dönük
vb. düşündük.
Düşünmek
az iş mi? Evet, o eski bayram coşkusu yoktu. Evet, o eski bayram hareketliliği
yoktu; ama eminim ki şapkamızı önümüze
koyup düşündük. İşte bunun için de bir başkayım bu bayramda. Bir musibetin bin nasihatten daha iyi olduğunu,
daha etkileyici olacağını, istisnalar bir yana gördüğüm için umutluyum bu
bayramda.
UMUTLARIN
YEŞERMESİ DİLEĞİYLE TEKRAR RAMAZAN BAYRAMINIZI TEBRİK EDERİM.
Sabahattin
Gencal,
Çekmeköy-İstanbul, 14. 05. 2021