19 Aralık 2021 Pazar

Kelime Hazinemiz de...

 

Sabahattin Gencal,
Çekmeköy- 19. 12. 2021


 Bunalımdayız.

Bunalımın nedenlerinden birisi ekonomik darboğazda olmamız.

Hazinemiz de tamtakır.

Toplumun kaosa düşmemesi, bunalımdan kurtulması için uzmanlarımız bildiklerini toplumdan esirgememeli, çözüm önerileri geliştirmelidir.

Uzman olmadığımız için, daha doğrusu uzmanlar az da olsa görevlerini yapmaya çalıştıkları için bana bir şey söylemek düşmez. Yani bu konuda yazmak bana ne farz-ı ayindir, ne de farz-ı kifâye. Onun için ben hazinenin tamtakırlığından değil kelime hazinemizin tamtakırlığından söz edeceğim.

Üzülerek görüyorum ki, kelime hazinemizden söz eden yok. Oysa bunalımın nedenlerinden biri de budur. Belki de en önemlisi budur; ancak bu konuyu hiç umursamayanlara bunu açıklayabilmemiz olanaksız. Onun için bu konuya değinmeyi bile şimdilik yeterli buluyoruz.

İnsan kavramlarla düşünür, kelimelerle konuşur. Dil kültür taşıyıcısıdır.1

Dil hazinemiz çok fakir değil aslında. Ama çeşitli alanlardaki terimler, deyimler, atasözleri, söz sanatları kullanımda değil sanki. Hatta konuşma dilimiz bile fakirleşti. 1000 kelimeyle idare ediyoruz. Bazılarına 300 bile yeterli oluyor. İşte tamtakırlık budur.

Konuşma özürlü olduk. Başta siyasetçilerimiz argo sözlükten başka sözlük açmıyorlar. Kendilerinden örnek olmaları beklenirdi. Diyelim ki beceremiyorlar. Susmasını da mı bilmiyorlar.

Toplumumuzun büyük çoğunluğunu düşüncesizlikle itham etmiyoruz. Buna hakkımız yok; çünkü buna biraz da biz neden olduk. Kabul etmek gerekir ki, istisnalar dışında yüksekokul bitirenler bile kısa vadeli düşünüyor. Üzülmemek elde değil. Bazı toplumlar 50 yıl, hatta 100 yıl sonrasını düşünürken...

Biz yarını bile düşünemiyoruz, demeyeceğim. Böyle dersem haksızlık olur. Evet, yarını bile öngöremeyenler var, fakat bunlar klinik vaka olduğu için üzerinde durulmaması gerekir.

Düşünmek insan olmamızın bir gereğidir. Kavram ve kelimelerle düşündüğümüze göre sevgili gençlerimizi, yavrularımızı olsun düşünmekten, düşündüğünü ifade etmekten mahrum etmeyelim.

29 Kasım 2021 Pazartesi

Arkadaşlık İşte Budur

 

Sabahattin Gencal



Hayrettin Mete



Merhaba Sevgili Okurlarım,

 “Yürekten Kaleme” yaygın sözünü bazı şairlerin “serlevha” olarak kullandıklarını okumuşsunuzdur. “Yürekten Kaleme” ne güzel, ne anlamlı, en etkileyici, ne duygulandırıcı...

Ben de, bir günlüğüne olsun bu serlevhayı kullanan şairler gibi olmak isterdim. İstemekle olmuyor. Uzun zamandır kalem kullanmadığımdan mı neden bilmiyorum; yürekten kaleme akan bir şey yok. Kalemim mürekkepsiz kaldı sanki. Yürek coşkun duygularla dopdolu; ama...

Sanırım anlıyorsunuzdur beni, en azından benzetmeler yapıyorsunuzdur. Tabii, bir yazıyı herkes kendince okur, kendince yorumlar. Bazılarınız; “Ey gidi Karateniz toldi da taşamayi” türküsünü hatırlamıştır. İşte öyle ben de aynen; “toldi de yazamayi”

Gönlüm arkadaşlık, dostluk duygularıyla dopdolu. Bir hafta kadar önce yaşadığımız bir durum beni öylesine duygulandırdı ki “coştu Karadeniz” benzetmesi az kalır.

Oğlum Fuat, bir yakının düğününe katılmak için Of’a gitti. Of’tan da Rize’ye geçti. Baba dostu Mete Bey’e uğramadan olmaz, dedi kendi kendine.

27 Kasım 2021 Cumartesi

Sinerji Projemiz Köprü Projedir

 


Sabahattin Gencal- Erdoğan Teke
14.02 Cuma toplantılarına ikili olarak devam

**

Sabahattin Gencal-Hüseyin Yıldız
14.14 Çarşamba toplantılarına ikili olarak devam
**


Sinercinin ne olduğunu biliyorsunuzdur. Aaa, Fransızca olan ve de çoook popürleşen bu kelimenin anlamını bilmez mi insan.  Yabancılar sinerci yaratırken biz de hiç olmazsa bunun anlamını öğrenelim.  Eee, şimdi benim sinercinin anlamını yazmamı mı bekliyorsunuz? Tam olarak bilebilsem, ah bilebilsem yazmam mı? İnternetten bulup kopyala yapıştır, yapmamı beklemezsiniz her halde. Onu beklerseniz ne olur? “Armut piş, ağıma düş.” Bu deyimle ne demek istediğimi anlamadım diyemezsiniz her halde.  Sinerji konusunu kapatmış değiliz. Ancak kısa bir ara verip bu “armut” konusu üzerinde duralım.

Öğretmen olarak deyim ve atasözleri üzerinde çok dururdum. Asırların birikimi, asırların tecrübesi var bu sözlerde. Tarih var, psikoloji, sosyoloji, felsefe ve mantık var. Kültür de var. Evet, atalarımız, bize emek sarf etmeden, çalışmadan çabalamadan, azmetmeden hiçbir şey elde edemezsiniz diyor; ama biz atalarımızı duymuyoruz bile. Testlerle, kopyalarla, nutuklarla, algılarla malgılarla bir toplumu mahvettik. Bu yetmiyormuş gibi... Neyse sinirlerim bozuk zaten...

Biz sinerjiyi anlatacaktık değil mi? Birazcık daha sabredemez misiniz? Sabır da çok önemli biliyor musunuz? Biliyorum diyenlere soruyorum; sabrın anlamı nedir?  Tabii senelerdir bu kavramı da yozlaştırdılar. Tahammülmüş... Evet, tahammülü de içeriyor. Ama asıl anlamı ne? Seni beni koyun sürüsüne katmak isteyenler bunun anlamının öğrenilmesini istemezler. Hep yönetenleri suçlamayalım. Biz de tembelleştik. Araştırıp öğrenelim demiyoruz. İnsan ne öğrenirse kendisi öğrenir. Başkası öğretemez. Hamt olsun öğretmenliğimde yavrularımıza öğrenmeyi öğrenmenin nasıl olabileceğini uygulamalarla göstermeye çalışmışız. Benim de zayıf tarafım işte. Öğretmen-öğrenci deyince şaşırıyorum ne yapacağımı, ne yazacağımı...

21 Kasım 2021 Pazar

Yaklaşmakta Olan Öğretmenler Günüdür

Sabahattin Gencal,
Üsküdar, 26. 04. 1999

 

Öğretmenler günü çeşitli etkinliklerle kutlanacak. Emekliler anılacak, yeniler ant içecek. Öğretmenliğin anlam ve önemi üzerinde konuşmalar yapılacak. Kompozisyonlar yazılacak vb. İnşallah bütün etkinlikler amaca uygun olur. 

Yapılması gerekenlere bir madde ekleyebilme imkânım olsa keşke. Bilirsiniz zor bir önerim olmaz benim. Bir emekli öğretmenin okuldan ayrı kalma üzüntüsü konusunu bir dakikacık hayal etme. Örneğin, program sunucusu: Sizleri bir dakika emekli öğretmenleri düşünmeye davet ediyorum.

Gayet iyi biliyorum ki böyle bir şey olmayacak. Bari “seninle bir dakika” bu konuyu görüşelim:

“Seninle bir dakika umutlandırıyor beni

“Bir dakika siliyor, canım, yılların özlemini”

Semiha Yankı

(https://www.google.com.tr/search?q=seninle+bir+dakika+s%C3%B6zleri&sxsrf=)

Emekli öğretmenin üzüntüsü okula özlem midir?

"Özlem" kelimesinin birçok anlamı vardır ve ruhun çeşitli durumları onunla bağlantılıdır: ruhun kısıtlanması ("ezilme" kelimesinden), acı verici üzüntü, ruhun huzuru, duygusal kaygı, sıkıntı, endişe, korku, keder, keder, üzüntü ve duygu Sadece ağrıyan bir kalp.” (https://tur.healthyliving-healthnetwork.com/4204699-is-longing-an-emotion-or-a-feeling)

Yavuklundan ayrı düşende özlersin / üzülürsün, eşinden ayrı düşende özlersin / üzülürsün, anandan babandan bacından ayrı düşende; vatanından milletinden ayrı düşende özlersin / üzülürsün. Şairler ve yazarlar bu üzüntüleri işlemişlerdir, yazmışlardır. Emekli bir öğretmenin okuldan ayrı kalması bütün bu duygulara benzer bir bakıma. Ama benzemeyen noktalar da olabilir. Nasıl mı?

20 Kasım 2021 Cumartesi

"Çarpılmaktan" Korkanlar ve Korkmayanlar

 


Av. Sabahattin Gencal



Avukatlık stajım sırasında, İstanbul Barosu Avukatlık Staj Eğitim Merkezi’ndeki kütüphanede bulunan, bütün kitapları demiyorum; ama ünlü üstatların birçok kitabını okudum. Büyük bir keyifle, lezzet alarak okudum. Öyle ki, okurken birileri görmüşse künefe yemekte olduğumu sanmıştır.

Çok sevdiğim üstatlardan biri de Ceza Hukuku avukatı Prof. Dr. Faruk Erem’di. Onu kim sevmedi ki? Bugün nedense onu hatırladım. Hani derler ya “bayram değil, seyran değil...”  Bunun da vardır bir hikmeti diyerek rahmetli ’den birkaç söz aktarmaya çalışacağım.

Her avukat tarafından da bilindiğini sandığım düşündürücü bir sözü vardır Erem’in. Aynen aktaramayacağım için mealen ve açıklamalı olarak aktarayım:

Varsayalım ki yargıçsınız. Önünüze 100 kişi getirildi. Bunlardan 99’u suçlu biri suçsuz; ama kimin suçsuz olduğu bilinmiyor. Ne yaparsınız? “Kurunun yanında yaş da yanar.” demezsiniz her halde. Erem de öyle düşünüyordu. O bir suçlunun hakkını yememek için 100 kişiyi affetmekten yanaydı. “Adalet asıl suçluyu bulamadı diyelim. Hiç olmazsa suçsuzu cezalandırmasın." (Faruk Erem) Bu arada, Montesquieu’nun “Bir tek kişiye yapılan bir haksızlık, bütün topluma yapılan bir tehdittir.” Sözünü de hatırlamışsınızdır.

Bu sözleri kulağınıza küpe yapmanızı ve her tutumunuzda söz ve davranışlarınızda dikkatli olmanızı öneriyorum.

Toplumumuz, üzülerek söylüyorum benden daha çok hasta. “Hasta adam” deyişlerini hatırlatmıyorum. Şimdiki durumumuz izah edilemeyecek bir durum. Buna sebep olanları toptan suçlamaya kalkmayın. Unutmayın aralarında yolsuzluklara, adam kayırmalara, uyuşturucu ticaretine, kara para aklamalara, talanlara vb. akla bile gelmeyecek şeytani durumlara karışmayanlar da olabilir. Onların yüzü suyu hürmetine ağzınıza geleni, söylemeyin yazmayın. Suçluları affedin demiyoruz. Kimse de demez. Ama “Masumiyet Karinesini”1 de unutmayın. Yine bu ülkenin savcılarının, yargıçlarının, avukatlarının olduğunu da unutmayın. Çoklarınız onları da görüyoruz, Cumhuriyet Savcıları ancak garibanlar için harekete geçiyor falan filan da demeyiniz. Böyle demeniz için savcılığa suç duyurunda bulundunuz da olumsuz bir cevap mı aldınız? Savcılığa suç duyurusunda bulunacaksınız. Kanımca bulunabilirsiniz. Çünkü bir yurttaş olmamız dolayısıyla dolaylı bile olsa kamu aleyhindeki yolsuzluklar veya diğer suçlar elbette bizi etkiler. Başkaları suç duyurusunda bulundu da ne oldu, gibi sözler de gereksiz. Herkes suç duyurusunda bulunursa Cumhuriyet Savcıları da artık ne yapıp ne yapmayacağını düşünmeye başlarlar elbet.

19 Kasım 2021 Cuma

UNUTKANLIĞIN Bir de BÖYLESİ Var ki İLLET EDER İnsanı

Erdoğan Teke - Sabahattin Gencal
HER ŞEYE RAĞMEN UMUTLUYUZ

 


Unutmak bazen nimet, çoğu zaman da bir sorundur.

Unutmanın nimet olduğunu söyleyenlerin gerekçeleri akla yatkın.

Unutma sorununun bin bir nedeni, bin bir çeşidi var. Sadece benim unutkanlığım bile bir tıbbi ders konusu olabilir.

Derslerle başımız hoş değil;  onun için kısa birkaç paragrafla yetiniyoruz:

6 yıl öncesine buyurunuz. Sabah namazından sonra blogumu yazmak üzere klavyenin başındayım. 15- 20 dakikada blog hazır. Bilemediniz yarım saatte tamamlardım yazımı. Yazım biter bitmez sağıma döner ve vefakâr ve de cefakâr eşime yazımı okurdum. Eşim, “okur temsilcim”di. Okur adına,  “yayınla” veya “yayınlama” derdi. Bazen de düzelttirirdi. Birkaç defa da; “Senin yazını anlamaları için bizzat okuyucunun yanında olup açıklaman gerek.” derdi. Eşim rahmetli olduktan sonra okur temsilcim kalmadı. Saçmalıyorsam eğer bilin ki okur temsilcim olmadığındandır.

Şimdilerde de bazen yazıya öyle dalıyorum ki... Bitince yine sağa dönüyorum... Ah! Kimseler yok! Ahlanmak, vahlanmak neye yarar? Allah’ın (cc) takdiri eşim vefat etti. Sanki yeni vefat etmiş gibi. Yaşlar akıyor kendiliğinden... Anlatabiliyor muyum: Eşimin öldüğünü unutmak unutkanlığın en büyüğü; belki de başkalarında görülmeyen... Düşünebiliyor musunuz sık sık bu acıyı, bu travmayı yaşıyorum.

Diğer unutkanlıklar önemli değil. Bilgiyi mi unuttun? İnternet sağ olsun, iki dakikada tamam. Diğer unutkanlıklarımdan söz etmek gerekir mi bilemem.

 Kitaplığımda kaç kitap olduğunu bilmiyorum. Eskiden hangi dolabın kaçıncı rafının neresinde bulunan kitabın ismini bilirdim. Şimdi kitaplara bakıyorum, onlar da bana bakıyor. Sanki hiç tanışmamışız gibi. Oğlum Fuat, işin mizahında tabii. Ne güzel işte. Her an yeni bir kitap alanın duygularını yaşıyorsun vb. gibi sözler söylüyor.

Unutkanlığı anlatıyordum, değil mi? Kusura bakmayın ne anlatacağımı da unuttum. Bu unuttuklarım da önemli değil. Önemli olsa değerli arkadaşım Erdoğan Beye sorar öğreniriz:

Erdoğan Teke Bey arkadaşımla geleneksel buluşmamızı aksatmadık. Bugün, yani 19. 11. 2021 Cuma günü, Yine 14.02’de bir pastanede buluştuk. Konuşma konularımızdan biri “Unutkanlık”tı. Onun için ona sorabiliriz, dedim. 41 kere maşallah, o hiç unutmuyor. Tam bunu yazarken aklıma geldi antidepresan ilâçlarımı içmeyi de unuttuğum için gözlerim zaman zaman yaşardı yine.

Ayrılırken bayağı düzeldim. Erdoğan Bey’e bunun farkına varıp varmadığını sordum. Farkına varmaz mı? “Hocamız bugün bayağı rahatsız.” diye geçti içinden.

Rahatsızlık bulaşıcı herhalde. Arkadaşıma da rahatsızlık verdim:

Ben, siyasetten hiç konuşmazdım. Hatta kazaen Erdoğan Bey siyasete girse peşinen özür dilerdi. Özür dilemek bir erdemdir. Ben bu erdemi gösteremedim. Siyasetin “s” sine girdim, ama özür dilemeyi unuttum. Şimdi merak edersiniz, acaba ne dedi?

Fazla bir şey demişliğim yok. Dediğim şu:

“Bu gece evimize bir hırsız girdi. Bizi uykuda yakalayarak cüzdanımdaki 1111 liranın 12,3 lirasını çaktırmadan sessizce alıp çıktı. Bu hırsız veya hırsızlar kimlerse hep yapıyorlar bunu. Gündüzleri de geliyor. Malum öğle uykularına da yatıyorum. Her gün her gün 6 liramı veya 8-9 liramı alıp alıp gidiyorlar. Bunları kime şikâyet edeceğiz? Erdoğan Bey de, “Kimi kime şikâyet edeceğiz?” dedi. Doğru dedi.

Aslında kabahat hep bizde. Çok uykucu olduk. Ölü toprağı mı atıyorlar üzerimize...

Uzatmayalım, prensipleri çiğneyerek siyasete giriş yapmama rağmen özür dileyemedim arkadaşımdan. Daha doğrusu yukarıda dedim ya unuttum. Şimdi okuyucuların huzurunda kendisinden özür diliyorum.

Müsadenizle bir not daha yazayım. Hiçbir imada bulunmuyorum. Açık deyişle, parası çalınanların hırsız var, hırsız var! diye sokağa dökülmesini istemiyorum. Hırsızlar bizleri sokağa dökmeye çalışabilirler, hırsızlar vatanın malını mülkünü talan edebilirler vb. Bütün bunlara rağmen bize yakışan vakarımızı korumaktır. Yasal çerçevede hakkımızı hukukumuzu korumaktır.

Haa, aklıma yeni geldi. Erdoğan arkadaşım; “Sen daha iyi bilirsin, bu hâkimler, savcılar kararlarını neye göre nasıl verirler? diye sordu. Ben de kime hukukçu dendiği konusunda bildiklerimizi anlattım. Bir de hukuka uygunluk ve kanuna uygunluk konusun anlattım. Tabii, arada bir torba kanun diye bir şey icat edildiğini de...

Ya... bugün epeyce siyasete girmişiz de haberimiz yok. İyi ki hopsaite düşmedik.

Unutkanlığın bir de böylesi var ki illet eder insanı.

Sabahattin Gencal, Çekmeköy-İstanbul, 19. 11. 2921






14 Kasım 2021 Pazar

"EVREKA! EVREKA!" BULDUM! BULDUM!

 


Merhaba

Hepinizi saygı ve sevgilerimle selâmlıyorum.

Hepinizin hoşgörülerine sığınarak bu yazıyı, çok zorlanarak da olsa yazmaya çalışacağım.

Yarım saat önce dingin bir vaziyette oturdum bilgisayarın başına.

Bu anda kalp ritmimin kaça çıktığını bilmiyorum. Bir ter bastı. Tüylerim de diken diken. Yorgunluğum da had safhada.

Bu durumda bir an önce durumumu size aksettirmek istiyorum. Bu acele niye?

1.               Bir daha yazamamak durumu olabilir.

2.               Faydalı işlerce acele etmek gerek.

Durum gayet ciddi. Bazen deneme, bazen, vecize, bazen nasihat ve bazen de fasa fiso yazmışımdır. Bu yazacağım, tabii becerebilirsem hayati bir mesele. Mesele değil buluş. Bir deyim vardır; ABD’yi yeniden keşfetmek. Ben birkaç defa Amerika’yı keşfetmiştim. Bu kez ki keşfim Amerika’ya ve gezegenlere seyahat imkânı sağlayacak bir keşif.

Biz zaten biliyorduk, diyeceksiniz. Herkes de öyle diyecek belki. Öyle diye diye dibe vurmadık mı?

Boğulur gibiyim.

Acayip bir giriş yaptım. Şimdi siz bu üslubun devamını beklersiniz.

Siz telaşlanmadan sakin sakin okuyun. Yazı biter bitmez de harekete geçin. İlgililere  ulaştırın. Bunu da şimdiden yazdığım iyi oldu. Sonradan unuturum.

Acele etmeliyim. Unutkanlık gelmeden bu yükü sizin omuzlarınıza atayım:

“Arşimet'in hamamda suyun kaldırma kuvvetini keşfettiğinde 'Evreka' diye bağırarak dışarıya koştuğu söylenir. Peki, bunun sebebi nedir? Neden 'evreka' diye bağırmıştır?” şimdi bunu anlatamam merak eden internete bakıversin. Tabii sonradan bakıversin. Şimdi, Evet, bu anda BULDUM BULDUM sesimi iç kulağınızla hissedin bir. Sonra da can kulağı, yok olmadı can gözüyle okuyunuz:

Efendim ben, ayıptır söylemesi Diyanet İşleri Başkanı'nın yazılarını artık okumuyorum. Ne olduysa bu kez okumuş bulundum. Ve gördüm ki bazen de olsa doğru dediği oluyor. Utandım kendimden, mahcup oldum. Affınızı dilerim. Siz de okumuşsunuzdur belki. Okumayanlar için kısa bir alıntı:

11 Kasım 2021 Perşembe

Yoksa, Ben Öldün Mü?

 

Sabahattin Gencal
Dinlenmesini de bilmek gerek.
*****

Hayat güzeldir. Hayat bakış açınız kadar, gönlünüz kadar güzeldir.

Allah’ımız (cc) şükürler olsun ki yaşamayı bizlere bahşetti. Yaşamak bambaşka bir güzeldir. Tabii, değerlendirebilirsek şükrümüzü eda edebilirsek.

Bu söylediklerim vecize değil, öğüt hiç değil. Bu söylediklerim yabana atılır sözler değil, sıradan sözler hiç değil.

Bu söylediklerim ilham mıdır? Kuşkusuz ki o da değil.

Bir anlık içimde doğan sözlerden yakalayabildiklerimdir.

Böyle zamanlarım olur benim. İçim şair kesilirken dilim lâl olur. Hiç sormasın dostlar bende anlatılamaz bir hal olur. Dünya göz penceremden, prizmadan süzülmüş gibi içimde hüzünlü güzellik oluşturur.

Çoğu zaman ben kaleme hâkim olurum, bazen de kalem bana.

Kalem olmadıktan sonra içimdeki benzersizlikleri sana aktaramadıktan sonra yaşamak neye...?

İnsan her an değişirmiş ki buna şimdi daha çok inanıyorum.

Eskiden Yunus gibi halden hale geçerdim. Şimdi an’dan an’a; an’dan ona.

Geçişler his edilmeyecek kadar hafif. Geçişler fark edilecek kadar hızlı.

10 Kasım 2021 Çarşamba

SİZİNLE, siz olmadan SOHBET ETTİM

Yürüyen Köşk

http://www.yalova.gov.tr/yuruyen-kosk

***

  Bugün 10 Kasım 2021. Atatürk’ün ölümünün 83.yıldönümü.  Önce, Yüce Rabbimizden Atatürk’e ve arkadaşlarına ve de tüm ölülerimize rahmet, geride kalan bizlere de hayırlı uzun ömür ve Akıl fikir vermesini niyaz ediyorum.

        Bugün bizden, Atatürk’le ilgili nasihat beklenir elbet. Ancak bugünler nasihat verenler çok olduğu için biz lokum ikram eder gibi nasihat vermeyeceğiz. Ancak, mademki zahmet edip bloguma teşrif ettiniz sizlerle hasbihal eder gibi yapalım. Böyle blogla olmaz ya biz olacakmış gibi düşünelim:

        Nasılsınız?

-         ...

-         İyi olduğunuza memnun oldum. Ben de iyiyim. Atatürk’ü anma toplantılarına ve yürüyüşlerine katılamadım; ama televizyonlardaki, konuyla ilgili programları izledim.

-         ...

-         Evet, evet, hep bilinen şeyleri tekrarladılar. Bu konuda haklısınız. Ancak bu kez sönmekte olan UMUT MEŞALESİ alev alev.

-         ...

-         Tabii. Bu umut meşalesi önümüzü tam olarak aydınlatmaya yetmez. Atatürkçülüğü çok iyi bilen aydınların, artık sahaya çıkması gerekir. Aydınlatmayana aydın diyemeyiz.

8 Kasım 2021 Pazartesi

Başka Bir Çare Varmola Varmola?

        En sonda söylenmesi gerekenleri en başta söyleyeyim ki sonra da rahat rahat, uzun uzun yazabileyim:

        Duydum ki / Okudum ki “Vahşi Kapitalizm” “İslâmi İslam’la yok etmek” istiyormuş. Yerli işbirlikçiler de onlara yardım etmek için yarışa girmiş bulunmaktaymış. Açığa çıkan bir grup sökülüp atılırken başka gruplar peydahlanmış. Bu tarih boyunca hep böyle oluyormuş. Biri gider, başka biri gelirmiş; ama aldanan hep biz olurmuşuz...

Bu makus talihimize son vermek için ana dilimizle Kur’an-ı Kerim’i okuyup anlayacağız. Anlamazsak tefsir okuyacağız, gerçek ilâhiyatçıları okuyacağız. Özetle bilgili olacağız ki aldanmayalım. Ve de hazır 10 Kasım Arifesinde olmamız dolayısıyla da Atatürk’ün sözünü tekrarlayacağız:

 Ey millet! İyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti, şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz. En doğru, en gerçek tarikat medeniyet tarikatıdır."1 (30.8.1925)

*

“Yeni bir söz söyledim, diyen ihtimaldir ki, sözlerin en eskisini söylemiştir.” sözünden hareketle nasihatlerimin yeni olmadığını başta söylemeliyim. Yine bazı nasihatlerin tekrarlanmasının yararlı olabileceğini de vurgulamış olayım.

Bence, dünyamızı ve ahiretimizi kaybetmemizin ve bunalımlarımızın en önemli nedeni Kur’an-ı Kerim’i anlayarak okumamamız ve gereğini yapmamamızdır. Başka deyişle anadillerine çevrilmiş Kur’an-ı Kerim’i anlayarak okuyup gereğini yapmayanlar Allah’ın (cc) buyruklarını yerine getirmiyorlar.

Biliyoruz ki bu konu2 asırlardır tartışılmakta ve de bu tartışmalar hayal kırıklıklarıyla devam etmektedir.

7 Kasım 2021 Pazar

Bir Nasihatim Var (Önsöz)

 





Merhaba,

Değerli arkadaşım, ağabeyim, meslektaşım; şair ve yazar Sayın Kâzim Memiç Bey -Allah (cc) kendilerinden ve hepimizden razı olsun.- bana, artık zamanımızın az kaldığını ve ölmeden önce mümin (mümin: 1. inançlı, inanan. 2.Müslüman.) kardeşlerimize ve insanlığa karşı üzerimize farz olan borcumuzu ödememiz gerektiğini hatırlattı. (Bkz.:https://www.facebook.com/sabahattin.gencal ) İnşallah görevimizi hakkıyla yapar ve borcumuzu eda ederiz.

Önce genel olarak birbirimize karşı olan haklarımızı belirtelim. (Yanlış ya da eksik anlaşılmasın aile içindeki haklar, komşu hakları, toplumsal haklar, çevre hakları, İnsan Hakları, edeb ve güzel ahlaktan söz etmiyoruz. Bunların dışında olan genel haklardan söz ediyoruz.)

Ebu Hureyre (r.a.) Allah Resulü'nün (s.a.v.) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir. "Mü'minin mü'min üzerinde altı hakkı vardır:

1- Hasta olduğunda onu ziyaret eder,

2- Öldüğünde cenazesinde bulunur,

3- Davet ettiğinde, davetine icabet eder,

4- Karşılaştığında ona selâm verir,

5- Aksırdığında ona 'Yerhamükellah!' (Allah'ın rahmeti ve inayeti üzerine olsun.) der,

6- Uzakta da olsa yakında da olsa ona nasihat eder."

(Tirmizi, 2737; Nesai, Cenaiz 52/3)

Allah (cc)hepinize sağlıklar ve uzun ömürler versin. Siz sağlıklı olarak yaşıyorsanız bu demektir ki size “nasihat etme” borcumuz var. Tabii, sizin de bana ve bütün mümin kardeşlerimiz ve insanlığa karşı borcunuz var.

“Nasihat daha umumi olarak kişinin inanç, ibadet ve her türlü iyiliklerdeki dürüstlük ve samimiyetini ifade edecek şekilde açıklanmaktadır. Bununla birlikte sadece sözle yapılan irşad ve uyarılara nasihat denildiği, sözlü olmayan uyarılar için kelimenin ancak istiare yoluyla kullanılabileceği belirtilmektedir (Lisânü’l-ʿArab, “nṣḥ” md.). (Mustafa Çağrıcı, https://islamansiklopedisi.org.tr/nasihat)

Deneme gibi Yazılar

  •  Deneme
    Edebiyat türü

    Açıklama

    Açıklama

    Deneme, yazarın belli bir konuya ilişkin kişisel duygu ve düşüncelerini anlattığı metinlere denir. Bu türde ilk yazıları 16. yüzyılda Fransız yazar Michel de Montaigne yazdı ve Essais adıyla yayımladı. Bugün birçok ülkede ilgiyle okunan edebiyat türünün de adını koymuş oldu. Vikipedi
  • deneme
    ad
    1. 1.
      denemek eylemi.
      Benzer:
      tecrübe
    2. 2.
      son biçimini almamış, taslak durumunda olan yapıt, şey.

Keşke edebi deneme yazabilseydik. Yazamıyoruz. Keşke yazma gayreti içinde olsaydık. 


5 Kasım 2021 Cuma

Arabanın Tekeri Kırılmadan...

 



Okuyucularımın hoşgörülerine sığınarak ilk kez siyasi içerikli bir yazı yazmak istiyorum.

Bilindiği üzere bundan önce dar anlamıyla siyasetten söz etmemiştim. Yalnız herkesin doğal hakkı hatta görevi olan genel anlamda siyaset üzerinde durmuştum. Daha doğrusu memleket meselelerinden söz etmiştim. Bu yazılarımın da siyasi olduğunu bazı okuyucular söylemiştir. Tabii, hiç bir yazar okuyucuların yorumlarına karışamaz.

Her ne kadar, siyasi içerikli yazacağım demişsem de becerebileceğimden emin değilim. Birçok siyasetçi görmüş olmama ve birçok siyasi manevraları okumuş olmama rağmen kendimi bu konuda çok tecrübesiz görüyorum. Buna rağmen yazmak istemem bile düşündürücüdür. Umarım yararlı da olacaktır.

Ünlü Dışişleri Bakanlarımızdan, başbakan yardımcılığı da yapmış rahmetli Prof. Dr. Turan Güneş’in yazılarında okuduğum yaygın bir atasözü vardır, siz de bileceksiniz: “Tekerlek kırıldıktan sonra yol gösteren çok olur.”

Allah’a (cc) hamd olsun ki tekerlek henüz kırılmadı. Ama söylemeye dilimiz varmıyor kırılmak üzeredir. Allah(cc) göstermesin; ancak “Görünen köy kılavuz istemez.” örneği durum ortada.

Ortada olan mevcut durumu bazıları görmeyebilir. İşte, burada aldanabiliriz. O bazıları dediğimiz kişilerin tecrübelerine diyecek olmayabilir. Göz doktorundan da raporlu olabilirler. Ancak ne kadar sağlam olursa olsun hiçbir göz karanlıkta göremez.

Birçok işimiz karanlıkta mı karanlıkta. Sözde bilgi edinme hakkımız var mı var; “Bilgi Edinme Hakkı Kanunu, Kanun Numarası: 4982, Kabul Tarihi: 9/10/2003, Yayımlandığı R. Gazete: Tarih: 24/10/2003 Sayı: 25269,Yayımlandığı Düstur: Tertip: 5 Cilt: 42”  Peki, bu hakkı her konuda kullanabilen kaç kişi var? Medyadan öğrendiğimize göre “Ticari Sır” deyip bilgi edinme hakkımızı paspas ediyorlar. Doğrusu bu konuyu anlamıyorum. Devletimiz bir ticarethane mi?

Ticarethane deyişim yanlış anlaşılmasın bazı kimselerin siyaseti kazanç aracı olarak gördüğünü demek istemiyorum. Gerçi onun da doğruluk payı var; ama ben devletin bir ticarethane gibi yönetilemeyeceğine işaret etmek istemiştim.

Mete’den günümüze devlet yönetme geleneğimiz var. Bundan elbette faydalanmamız gerekli. Ayrıca daha dün devlet olanlar, bilimsel yöntemleri kullanırken biz el yordamıyla bir yere varamayız. Kaldı ki günümüzde, şimdiye dek görülmemiş bir rekabet var. Bu rekabette her yönden geri kalışımız üzücüdür.

Ayrıntıya girmeye gerek duymadan mevcut durumumuzun insan unsuru dahil maddi ve manevi bakımdan üzücü olduğu söylenebilir.

Mevcut durumu açık açık gösterenleri kınıyorlar. Moral bozucu hatta hain olarak ilân ediyorlar. Bu kimseler de, bilerek veya bilmeyerek işlerin kötü gitmesine sebep olanlardır. Bunların da aydınlatılması gerek. Evet, “güruh” deyip geçemeyiz. Nasıl olursa olsun bütün bireylerimiz aydınlatılmaya muhtaç.

Aydınlatmak için, tabiidir ki önce aydın olmak gerekir. Bizler “ateşböceği” örneği sevgileri ışığa çevirsek de, birbirimizin ışıklarına doğru uçsak da, pervane olup yansak da gerçek aydın değiliz. Keşke olabilseydik. Ama biz ancak yönlendirebiliriz. Sizler işaret ettiğimiz noktalarda aramaya başlayın. Doğruları bulursanız ve bunları kullanabilirseniz tekerlek kırılmadan yararlı olabilirsiniz.

Yine genel yazıyor hocamız, demeyiniz. Genellemeden öze inemeyiz ki. Dünya siyaseti dünyaya benzer herhalde. “Magma” tabakasına inmek için birçok tabakalardan geçmek gerek. Bu benzetmeyi ilk kez ben yapmıyorum herhalde; “Siyaset ateşten gömlek” diyenler bunu hatırlatmış olmalılar. Benim yazılarımda özele inmememin nedeni bu konuda uzmanlığımın olmamasıdır. Biraz da korkudur. Magma korkusu. Bu korku “otosansür” adı altında birçoklarında var. Geri kalmışlığımızın bir nedeni de işte bu otosansürdür. II. Abdülhamit’in sansüründen beter...

Şimdi sizlere bir ibretlik ders anlatayım, sonra yavaş yavaş hep beraber öze ineriz.

Sene 1972, Lüleburgaz’da, Kore’de kahramanlık gösteren meşhur 241. Piyade Alayı’nda Asteğmenim. Alayımızda teftiş var. Üsteğmenimiz, biz asteğmenlere acısını hâlâ unutamadığımız 70 000 yiğidimizin Sarıkamış’ta donmasını anlatıyor:

Başkomutan (Sanırım Enver Paşa) teftişte. 1. Bölük teftişe tam olarak hazır. Kışlık giysiler dahil A’dan Z’ye ne gerekirse her şey tamam. Paşa çok memnun. 2. Bölük hakeza, diğer bütün bölükler hep böyle. Herkes durumdan memnun ve kahraman Mehmetçiklerimiz kış kıyamette Sarıkamış’a yürüme emri alıyor. İşin iç yüzü böyle değil. Sadece bir mi, iki mi hatırlamıyorum. İki bölük diyelim kış şartlarına haiz donanım içinde. Diğerleri ise teftişi biten bölüğün nesi var nesi yoksa alıyor ve teftiş veriyor, diğerleri de hep öyle. Yani sözde komutan kandırılıyor; Ama kandırılan kim? Bunun ceremesi çok ağır ödendi, acıları hâlâ taze... Bunu niye anlattı üst teğmenimiz? Teftiş de olsa “Olduğun gibi görünmemiz, göründüğümüz gibi olmamız için.” Bu üst teğmenimizin adını unutmamalıydım; ama unutkanlığım arttı. Bu Atatürkçü, bu kahraman, bu insan gibi insan olan üst teğmenimizin şahsında kendisine benzeyen tüm subaylarımıza minnet ve şükranlarımı arz ederimi. Vefat edenlerin ruhları şad olsun... Peygamber Ocağı Asker Ocağımızın gelenek görenekleri devam etsin...

“Bu tarihi vakayı anlatmanın âlemi ne? Ne ilgisi var?”  demeyiniz. Sabırlı olunuz:

Geçenlerde, yalnız olarak bir pastaneye gittiğimi ve oradan civarı gözetlediğimi yazmıştım. Hatta gözlemlerimin bir kısmını yayınlayacağımı da söylemiştim:

Gördüm ki, herkesin kapısının önünde bir araba. Arabalar, otobüsler vızır vızır işliyor. Marketlerden dolu dolu filelerle çıkıyorlar. Çoluk çocuğun ellerinde telefon, hem de akıllısından. Ekmek ve pasta almaya gelenler de çok. Allah’a(cc) hamt olsun.

Bu gözlemim size neyi hatırlattı. T.C. Cumhurbaşkanımızın buna benzer sözlerini değil mi?

Şimdi düşünelim benim bulunduğum ve gözlem yaptığım mekân Çekmeköy’ün bütününü, Çekmeköy’ün bütünü Türkiye’nin bütününü temsil eder mi? Şimdi iki ihtimal var: Biri danışmanların yanlış bilgi vermesi. Bu arada, yukarıda adı geçen bütün bölüklerin savaşa hazır olması görüntülerini ve sonucunu hatırlayın. İkinci şık ki ihtimal vermiyorum TC. Cumhurbaşkanımızın bilerek böyle konuşması. Bu birinci ihtimalden daha tehlikeli Sarıkamış Faciasını değil, yine adını unuttuğum Hitlerin Propaganda Bakanını hatırlatır ki Avrupa’nın tarümar olmasına neden oldu. Biz yine de birinci şıktan yani danışmanların yanlış bilgi vermesi olasılığı üzerinde duralım.

Rize’nin meşhur Anzer Balının adını duydunuz; ama benin doğduğum yöredeki Ancumah Balını duymadınız. Bu iki yöre birbirine çok uzak değil. Bu iki bal da şifa bakımından birbirlerine benzerler. Ancak Ancumah’ta arılar şimdilerde ormangülü denen bizim komar ve çifin dediğimiz çiçeklere uğradıklarından balda da bir zehir oluyor. Balı az yersen şifa oluyor. Çok yersen sarhoş oluyorsun. Benzetmede hata olmaz derler, biz de hata yapmamak için özenerek bezenerek yazalım. Bazılarına bol maaşlı, ballı danışmanlık veya diğer adlar altında görevler verilmiştir. Bu da başlı başına ayrı bir sorun ya konumuz başka bizim. Bu zatlar balın Ancumah balı olduğunu anlayamadılar herhalde. Yedikçe sarhoş oldular, yedikçe sarhoş oldular ve de danışmanlığı yüzlerine gözlerine bulaştırdılar. Sadece yanlış bilgiler vermekle yetinmiyorlar. Siyasete de ayar vermeye kalkıyorlar. Sarhoş ya memur olduklarını unutmuş vaziyetteler. Bunların içinde önceden sarhoş olanlar da varmış. Tabii medyada yazılanlara göre söylüyorum. Bu da çok hatalı. Medya’ya güven kalmadı. Rahmetli Oktay Akbal, sağ olsaydı; “Önce Medya bozuldu.” der miydi? Şimdi ben medya’dan bir iki örnek vereceğim doğrulamasını yapmadan sindirmeyiniz:

Zonguldak Milletvekili Sayın Deniz Yavuzyılmaz’ın belgeleriyle açıkladığı yolsuzluklar sadece bir partinin, bir yönetimin değil insanımızın yüzkarasıdır. Say say bitmez. Ayrıca incelenmesi gerekir.

17-25 Aralık yolsuzluk iddialarına adı karışan bakanlarla ilgili iddialar vahim, bunların zamanın başbakanının istemesine rağmen Yüce Divana gönderilmemesi de çok vahim. Bunların TC. Cumhurbaşkanımıza şantaj yaptıkları söylenmiştir medyada... Bu olaylardan sonraki yolsuzlukların kapatılması da acaba şantajdan mıdır?  Akıldan böyle sorular geçebilir, ama her akıldan geçen yazılmaz öyle ya düşmanlar kol geziyor. Bu da ayrı bir sorun.

Akıldan geçen yazılmaz diyorum ben, ama bazı doğrular da yazılmaz diyen şimdiye kadar büyük hocalardan gördüğümüz birileri de var. Bu konuda ayrı bir sorun deyip geçemeyiz. İşin püf noktası da burada. Taa, Emevi’lerden beri sürüp gelen bazı hususları artık gerçek ilâhiyatçılarımız ele almalıdır. “Gerçek” kelimesini kullanırken ne kadar üzüldüğümü anlatamam.

Peki, tamam da ne olacak bu gidişin sonu?

Bir zamanlar Feto Çetesiyle aynı menzile gidiliyordu. Sonra TC. Cumhurbaşkanımız kandırıldığını beyanla Fetoyu tasfiye etmiş ve etmeye de devam etmektedir. Feto tasfiye edilirken, onunla beraber gidilmekte olan menzil/yol da değişmiştir her halde.  Yine medyanın yalancısıyız Fetonun boşluğunu dolduranlar varmış.

Bu kısa tarihi süreç içinde TC. Cumhurbaşkanımızın beraberce yola çıktıklarından yanında kimler kaldı? Ayrılanların yerlerine kendilerine ateş püskerenler geldi mi gelmedi mi? Yine “Han-ı Yağma”cılar etrafını sardı mı sarmadı mı? Bu toplumun varı yoğu “deniz” oldu mu olmadı mı?

Özetle tekerlek kırılmak üzere.

Bazı muhalifler, seçimlerin belirtilmiş olan zamanda yapılmasına dünden razıdır ve tekerleğin kırılmasını “ellerini ovuşturarak” beklemektedir. Peki, tekerler kırıldıktan sonra ne kadar bir sürede kendimize geleceğimiz hiç düşünülmüyor mu? Bunca tahribat kısa zamanda düzelir mi? Onun için yine bazı muhaliflerin istediği gibi tekerlekler tam kırılmadan erken seçim olmalı ki seçim sonrası 20-30 yılda olsa bile kendimize gelebilelim.

Benim, belli ki olmayacak bir önerim var. O kadar ki kimselerin akıllarının ucundan bile geçmeyecek bir öneri: Kendilerini iktidarda zanneden iki parti de diğer muhaliflerin kurduğu masaya teşrif etsinler. Güçlendirilmiş parlamenter sisteme biz de varız, desinler. Adı yolsuzluk listelerine geçmiş olanların aklanıncaya kadar üyeliklerinin askıya alındığını, ilk sloganları “yoksuzluğa, yolsuzluğa ve yasaklara” karşı yeniden mücadeleye hazır olduklarını belirtsinler.

TC. Cumhurbaşkanı eğer tarafsız olsaydı ihtimal benim önerimi hayata geçirecek ve bütün partileri “Memleket Masasında” toplayacaktı. Başka bir alternatif, ne kadar güzel görünüşe görünsün yaralarımızı tam olarak saramaz. Dünyada 200 kusur devlet varmış, bunlar arasında bulunduğumuz yer utanç verici. Bu üzücü durumdan kurtulmak için herkes elinden geleni yapmalıdır.

Sabahattin GENCAL,

Çekmeköy-İstanbul, 05.11.2021


Paylaşmak güzeldir.