Sabahattin Gencal- Erdoğan Teke 14.02 Cuma toplantılarına ikili olarak devam ** |
Sabahattin Gencal-Hüseyin Yıldız 14.14 Çarşamba toplantılarına ikili olarak devam ** |
Sinercinin ne olduğunu biliyorsunuzdur. Aaa, Fransızca olan ve de çoook popürleşen bu kelimenin anlamını bilmez mi insan. Yabancılar sinerci yaratırken biz de hiç olmazsa bunun anlamını öğrenelim. Eee, şimdi benim sinercinin anlamını yazmamı mı bekliyorsunuz? Tam olarak bilebilsem, ah bilebilsem yazmam mı? İnternetten bulup kopyala yapıştır, yapmamı beklemezsiniz her halde. Onu beklerseniz ne olur? “Armut piş, ağıma düş.” Bu deyimle ne demek istediğimi anlamadım diyemezsiniz her halde. Sinerji konusunu kapatmış değiliz. Ancak kısa bir ara verip bu “armut” konusu üzerinde duralım.
Öğretmen
olarak deyim ve atasözleri üzerinde çok dururdum. Asırların birikimi, asırların
tecrübesi var bu sözlerde. Tarih var, psikoloji, sosyoloji, felsefe ve mantık
var. Kültür de var. Evet, atalarımız, bize emek sarf etmeden, çalışmadan
çabalamadan, azmetmeden hiçbir şey elde edemezsiniz diyor; ama biz atalarımızı
duymuyoruz bile. Testlerle, kopyalarla, nutuklarla, algılarla malgılarla bir
toplumu mahvettik. Bu yetmiyormuş gibi... Neyse sinirlerim bozuk zaten...
Biz sinerjiyi anlatacaktık değil mi? Birazcık daha sabredemez misiniz? Sabır da çok önemli biliyor musunuz? Biliyorum diyenlere soruyorum; sabrın anlamı nedir? Tabii senelerdir bu kavramı da yozlaştırdılar. Tahammülmüş... Evet, tahammülü de içeriyor. Ama asıl anlamı ne? Seni beni koyun sürüsüne katmak isteyenler bunun anlamının öğrenilmesini istemezler. Hep yönetenleri suçlamayalım. Biz de tembelleştik. Araştırıp öğrenelim demiyoruz. İnsan ne öğrenirse kendisi öğrenir. Başkası öğretemez. Hamt olsun öğretmenliğimde yavrularımıza öğrenmeyi öğrenmenin nasıl olabileceğini uygulamalarla göstermeye çalışmışız. Benim de zayıf tarafım işte. Öğretmen-öğrenci deyince şaşırıyorum ne yapacağımı, ne yazacağımı...
Evet,
ben bir emekli öğretmenim şimdi. Eğitim faaliyetlerini uzaktan seyretmeye
mahkûm bir öğretmen. Böylesi mahkûmiyeti düşman başına vermesin.
Görüyorum
ki okullarımızdaki canlıların beyinleri tarlalarımızdan daha kurak. Kurak
olması fena, bunu fark edememek ise fecaat. Nasıl ki telefondan samana her şeyi
ithal eder olduk, okulda da öyle; güzelim akıllı tahtalar, projeksiyonlar, çok akıllı telefonlar daha neler neler... Ne
gerek var düşünmeye, çabalamaya... Eee, sonra...
Bu
anda toz duman ortalık. Kıtlıktan söz ediyorlar, işçiden köylüden, esnaftan... Hatta
partiler bir araya geliyor. Geldiklerine göre bir şeyler yapıyorlardır. Ne
demişti adamın biri, mealen bir şey olmuyorsa da bir şey oluyordur. Belki de
her şey oluyordur; ama beyinlerdeki kuraklıktan söz eden yok. Tarlalarda
kuraklıktan yer yer çatlaklar görülür ya, bazı beyinlerde de yer yer çatlaklık
görülüyor. Ama siz görülmediğini söyleyin ki birilerine hakaret anlamı çıkmasın.
Ne olur ne olmaz devrini yaşıyoruz. Artık bu konuda hepimiz tecrübeliyiz.
Niyazi olmaya gerek yok. Niyazi de lastikli bir kelime. Bütün kelimeleri
lastikli olarak imal edebilirsek evelallah kimse bir şey yapamaz bize.
Bu
fakir, bu emekli öğretmen son nefesine kadar Hacca giden veya Hz. İbrahim’in
atıldığı Nemrut ateşini söndürmeye çalışan bir karınca misali veya sözü edilen
ateşi söndürmek için su taşıyan serçe misali bu topluma ve de insanlığa bir
katkı sağlamak ister. Sadece istemekle, sadece kavli dua ile olur mu? Olmuyor,
olmuyor...
Başka
bir şey yapmak istiyor bu fakir. Bilmeyenler için tekrarlıyorum: On küsur yıl
önce Türkiye Cumhuriyeti’nde yönetimde öncelik verilmesi gereken HEEY’i ileri
sürmüşüz. (Hukuk+ Eğitim+Ekonomi+Yönetim) Bunlar aynı anda birleşik olarak önceliklidir.
Onun için YEEH de diyebilirsiniz, yeter ki DEEH demeyin. Derler ya satır
aralarından bir şeyler çıkarmak. Bu satır araları da son zamanlarda moda oldu.
Ne yapsın yazarlarımız, “evladu iyal”var.
Çok
sevdiğim okuyucularımdan bir değerli arkadaşım, uzun yazımdan bıkarak hocam
kafamız (...), dedi. Yandı mı dedi, şişti mi dedi. Anlayamadımdı. Kafa
şişmezmiş. Beyinin dipsiz bir kuyu gibi olduğunu göreve başladığımdan
öğrenmiştim bir Romen düşünürün kitabından. Sonra bu tıbben de ispatlandı. Yeter
ki dipsiz kuyunun ağzından büyük şeyler atılmasın. Ne derler “ufak at da
civcivler yesin” Dikkat ediniz, ben abartmıyorum. Bu söz abartanlar için
söylenir. Biz abartmayız, olsa olsa uzatırız biraz. Neyse kamedi fazla uzatmadan
söyleyeyim. Sinerji bahsine giriveriyoruz, dikkatlice okuyunuz:
HEEY
projemiz yatınca, biz de yattık. Tembelliğimizden, hastalığımızdan, her nedense
yattık işte. Ama baktık ki biz yatınca toplum da, devlet de yatıyor. Kötü örnek
olmayalım diyerek yavaş yavaş kalkıverdik. Bu son günlerimde bana arkadaş olan
haldaş olan Erdoğan Teke Bey’le yine Cuma günleri, yine 14.02’de, yine aynı
ciddiyetle, yine aynı heyecanla, yine aynı saygı ve sevgiyle yine... toplanmaya
başladık. Arkadaşla buluşmak en iyi ilaç benim için. Biraz daha iyileşince bu
yöreye geldiğim günlerde kendisini tanıdığım Hüseyin Yıldız Beye telefon ettim.
Onunla da Çarşamba günü bir araya geldik. Konuştuk, konuştuk. Sonunda bu
konuşmaları yazıp paylaşmaya karar vererek ayrıldık.
Eve
geldim. Evim evim güzel evim diyecek durumda değilim. Niçin böyleyim bilmiyorum.
Be mübarek hastasın, gidiyorsun; sana ne toplumun halinden. Sen kendi keline
ilâç bulamıyorsun vb. biçimlerde çok haşlamışım kendimi. Ama bu kez? Evet, bu
kez? Ee hadi, bu kez?
Bu
kez de yeni bir proje düştü aklıma. Öyle armut gibi değil; ama düştü. İlham
gibi değil; ama düştü. Dolar düştü desem merak edersiniz değil mi?
Yazacaklarıma da öylesine dikkat edin diye böyle laga luga... Bir sinerji
yaratmalıyız, dedim.
1(bir)
Boş konuşmayan, lagalugaları bile dolu olan, yaşlanmayan Sabahattin Gencal,
1(bir)
Avrupa görmüş, insan ilişkileri güçlü, hele de mizah yeteneği üstün, üstelik
sporcu Erdoğan Teke
1
1 daha kaç eder. 2’ mi yanıldınız. 11 eder. Yani bir sonuca ulaşmak için uyumlu
olarak, görev ve işbölümü yaparak bir araya gelirsek 2 birim iş değil 11 birim
yapıyoruz. Yani bu sinerji dediğin bayağı güç artırıyor. Daha da güçlenmek
istemez mi insan? Niçin olmasın.
Erdoğan
Bey ile görüştük. Gücümüze güç katacak dini konularda okumadığı kitap
bırakmayan, olaylara ferasetle bakan yani at gözüyle bakan (Uyarı: At gözlüğü
ile demiyoruz) Evet, koşarak da, gezerek de gözlem yapan genç arkadaşımıza
Çarşamba günü teklifi götüreceğim. O zaman ne olacak 111. Allah izin ederse ortaklaşa çıkaracağımız Kitabın
adı: “Perşembenin Gelişi (...)” Yani biz üç arkadaş 111 birimlik iş üreteceğiz.
Keşke iş olsa. Biz lâf üreteceğiz. Bunu sizler işe çevireceksiniz.
Bu
projemizi nasıl buldunuz? Bir kişi alleme-i cihan olsa ne yazar. Bu
tecrübeyle sabittir. Otuz küsur kitabımızdan denemeleri saymayın diyelim; ama “Evrensel
Yüce Bir Ahlak Üzere Olmalı” adlı eserimiz, dünyada bilmem; ama Türkiye’de
ilktir. Ama buna rağmen... Övünmüyorum, tevazu gösterir gibisinden aksini
söylesem Allah’a karşı “küfran-ı nimet” olur. Böyleyken, öyleyken sesimizi
duyuramadık gitti. Ama şimdi var ya solumda Avrupa görmüş adam Erdoğan Teke,
sağımda birçok ilâhiyatçıyı cebinden çıkarabilme potansiyeline sahip Hüseyin
Yıldız ve ben, sağa da sola da yaranamayan Sabahattin Gencal. Hep beraber
sahneye çıkma hazırlığındayız. 111 deyince bizi hatırlayın. Evet, “Perşembenin
Gelişi (...)”
Bizlerden
desteklerinizi esirgemezseniz var ya. Var ya, ne olur biliyor musunuz? Bir
güzelce yorum mu geldi 111 oldu mu sana 1111, bir güzel yorum daha ne oldu?
11111 vb. İşte sinerji buna denir. Ama siz yine de derli toplu tanımını
öğrenmeyi de ihmal etmeyiniz.
Bu
iyi niyetli çabamızın, bu güzel projemizin gerçekleşmesi için hem kavli hem
fiili dualarınızı esirgemezseniz memnun oluruz.
Gayret
bizden, teşvik sizden Tevfik Allahtan.
Allah’a
emanet olun.
Çekmeköy-İstanbul, 27. 11. 2021