Okuyucularımın
hoşgörülerine sığınarak ilk kez siyasi içerikli bir yazı yazmak istiyorum.
Bilindiği
üzere bundan önce dar anlamıyla siyasetten söz etmemiştim. Yalnız herkesin
doğal hakkı hatta görevi olan genel anlamda siyaset üzerinde durmuştum. Daha
doğrusu memleket meselelerinden söz etmiştim. Bu yazılarımın da siyasi olduğunu
bazı okuyucular söylemiştir. Tabii, hiç bir yazar okuyucuların yorumlarına
karışamaz.
Her
ne kadar, siyasi içerikli yazacağım demişsem de becerebileceğimden emin değilim.
Birçok siyasetçi görmüş olmama ve birçok siyasi manevraları okumuş olmama
rağmen kendimi bu konuda çok tecrübesiz görüyorum. Buna rağmen yazmak istemem
bile düşündürücüdür. Umarım yararlı da olacaktır.
Ünlü
Dışişleri Bakanlarımızdan, başbakan yardımcılığı da yapmış rahmetli Prof. Dr.
Turan Güneş’in yazılarında okuduğum yaygın bir atasözü vardır, siz de
bileceksiniz: “Tekerlek kırıldıktan
sonra yol gösteren çok olur.”
Allah’a
(cc) hamd olsun ki tekerlek henüz kırılmadı. Ama söylemeye dilimiz varmıyor
kırılmak üzeredir. Allah(cc) göstermesin; ancak “Görünen köy kılavuz istemez.” örneği durum ortada.
Ortada
olan mevcut durumu bazıları görmeyebilir. İşte, burada aldanabiliriz. O
bazıları dediğimiz kişilerin tecrübelerine diyecek olmayabilir. Göz doktorundan
da raporlu olabilirler. Ancak ne kadar sağlam olursa olsun hiçbir göz karanlıkta göremez.
Birçok işimiz karanlıkta mı
karanlıkta. Sözde bilgi edinme hakkımız var mı var; “Bilgi
Edinme Hakkı Kanunu, Kanun Numarası: 4982, Kabul Tarihi: 9/10/2003,
Yayımlandığı R. Gazete: Tarih: 24/10/2003 Sayı: 25269,Yayımlandığı Düstur:
Tertip: 5 Cilt: 42” Peki, bu hakkı her
konuda kullanabilen kaç kişi var? Medyadan öğrendiğimize göre “Ticari Sır” deyip bilgi edinme
hakkımızı paspas ediyorlar. Doğrusu bu konuyu anlamıyorum. Devletimiz bir ticarethane mi?
Ticarethane
deyişim yanlış anlaşılmasın bazı kimselerin siyaseti kazanç aracı olarak
gördüğünü demek istemiyorum. Gerçi onun da doğruluk payı var; ama ben devletin
bir ticarethane gibi yönetilemeyeceğine işaret etmek istemiştim.
Mete’den
günümüze devlet yönetme geleneğimiz var. Bundan elbette faydalanmamız gerekli.
Ayrıca daha dün devlet olanlar, bilimsel yöntemleri kullanırken biz el
yordamıyla bir yere varamayız. Kaldı ki günümüzde, şimdiye dek görülmemiş bir
rekabet var. Bu rekabette her yönden geri kalışımız üzücüdür.
Ayrıntıya
girmeye gerek duymadan mevcut
durumumuzun insan unsuru dahil maddi ve manevi bakımdan üzücü olduğu
söylenebilir.
Mevcut
durumu açık açık gösterenleri kınıyorlar. Moral bozucu hatta hain olarak ilân
ediyorlar. Bu kimseler de, bilerek veya bilmeyerek işlerin kötü gitmesine sebep
olanlardır. Bunların da aydınlatılması gerek. Evet, “güruh” deyip geçemeyiz.
Nasıl olursa olsun bütün bireylerimiz aydınlatılmaya muhtaç.
Aydınlatmak için, tabiidir ki önce
aydın olmak gerekir. Bizler “ateşböceği” örneği sevgileri
ışığa çevirsek de, birbirimizin ışıklarına doğru uçsak da, pervane olup yansak
da gerçek aydın değiliz. Keşke olabilseydik. Ama biz ancak yönlendirebiliriz.
Sizler işaret ettiğimiz noktalarda aramaya başlayın. Doğruları bulursanız ve
bunları kullanabilirseniz tekerlek kırılmadan yararlı olabilirsiniz.
Yine
genel yazıyor hocamız, demeyiniz. Genellemeden öze inemeyiz ki. Dünya siyaseti
dünyaya benzer herhalde. “Magma” tabakasına inmek için birçok tabakalardan
geçmek gerek. Bu benzetmeyi ilk kez ben yapmıyorum herhalde; “Siyaset ateşten gömlek” diyenler bunu
hatırlatmış olmalılar. Benim yazılarımda özele inmememin nedeni bu konuda
uzmanlığımın olmamasıdır. Biraz da korkudur. Magma korkusu. Bu korku “otosansür” adı altında birçoklarında
var. Geri kalmışlığımızın bir nedeni de
işte bu otosansürdür. II. Abdülhamit’in sansüründen beter...
Şimdi
sizlere bir ibretlik ders anlatayım, sonra yavaş yavaş hep beraber öze ineriz.
Sene
1972, Lüleburgaz’da, Kore’de kahramanlık gösteren meşhur 241. Piyade Alayı’nda
Asteğmenim. Alayımızda teftiş var. Üsteğmenimiz, biz asteğmenlere acısını hâlâ
unutamadığımız 70 000 yiğidimizin Sarıkamış’ta donmasını anlatıyor:
Başkomutan
(Sanırım Enver Paşa) teftişte. 1. Bölük teftişe tam olarak hazır. Kışlık
giysiler dahil A’dan Z’ye ne gerekirse her şey tamam. Paşa çok memnun. 2. Bölük
hakeza, diğer bütün bölükler hep böyle. Herkes durumdan memnun ve kahraman
Mehmetçiklerimiz kış kıyamette Sarıkamış’a yürüme emri alıyor. İşin iç yüzü
böyle değil. Sadece bir mi, iki mi hatırlamıyorum. İki bölük diyelim kış
şartlarına haiz donanım içinde. Diğerleri ise teftişi biten bölüğün nesi var
nesi yoksa alıyor ve teftiş veriyor, diğerleri de hep öyle. Yani sözde komutan
kandırılıyor; Ama kandırılan kim? Bunun ceremesi çok ağır ödendi, acıları hâlâ
taze... Bunu niye anlattı üst teğmenimiz? Teftiş de olsa “Olduğun gibi görünmemiz, göründüğümüz gibi olmamız için.” Bu üst
teğmenimizin adını unutmamalıydım; ama unutkanlığım arttı. Bu Atatürkçü, bu
kahraman, bu insan gibi insan olan üst teğmenimizin şahsında kendisine benzeyen
tüm subaylarımıza minnet ve şükranlarımı arz ederimi. Vefat edenlerin ruhları
şad olsun... Peygamber Ocağı Asker
Ocağımızın gelenek görenekleri devam etsin...
“Bu
tarihi vakayı anlatmanın âlemi ne? Ne ilgisi var?” demeyiniz. Sabırlı olunuz:
Geçenlerde,
yalnız olarak bir pastaneye gittiğimi ve oradan civarı gözetlediğimi yazmıştım.
Hatta gözlemlerimin bir kısmını yayınlayacağımı da söylemiştim:
Gördüm
ki, herkesin kapısının önünde bir araba. Arabalar, otobüsler vızır vızır
işliyor. Marketlerden dolu dolu filelerle çıkıyorlar. Çoluk çocuğun ellerinde
telefon, hem de akıllısından. Ekmek ve pasta almaya gelenler de çok.
Allah’a(cc) hamt olsun.
Bu
gözlemim size neyi hatırlattı. T.C. Cumhurbaşkanımızın buna benzer sözlerini
değil mi?
Şimdi
düşünelim benim bulunduğum ve gözlem yaptığım mekân Çekmeköy’ün bütününü,
Çekmeköy’ün bütünü Türkiye’nin bütününü temsil eder mi? Şimdi iki ihtimal var:
Biri danışmanların yanlış bilgi vermesi. Bu arada, yukarıda adı geçen bütün
bölüklerin savaşa hazır olması görüntülerini ve sonucunu hatırlayın. İkinci şık
ki ihtimal vermiyorum TC. Cumhurbaşkanımızın bilerek böyle konuşması. Bu
birinci ihtimalden daha tehlikeli Sarıkamış Faciasını değil, yine adını
unuttuğum Hitlerin Propaganda Bakanını hatırlatır ki Avrupa’nın tarümar
olmasına neden oldu. Biz yine de birinci şıktan yani danışmanların yanlış bilgi
vermesi olasılığı üzerinde duralım.
Rize’nin
meşhur Anzer Balının adını duydunuz; ama benin doğduğum yöredeki Ancumah Balını
duymadınız. Bu iki yöre birbirine çok uzak değil. Bu iki bal da şifa bakımından
birbirlerine benzerler. Ancak Ancumah’ta arılar şimdilerde ormangülü denen
bizim komar ve çifin dediğimiz çiçeklere uğradıklarından balda da bir zehir
oluyor. Balı az yersen şifa oluyor. Çok yersen sarhoş oluyorsun. Benzetmede
hata olmaz derler, biz de hata yapmamak için özenerek bezenerek yazalım.
Bazılarına bol maaşlı, ballı danışmanlık veya diğer adlar altında görevler
verilmiştir. Bu da başlı başına ayrı bir sorun ya konumuz başka bizim. Bu
zatlar balın Ancumah balı olduğunu anlayamadılar herhalde. Yedikçe sarhoş
oldular, yedikçe sarhoş oldular ve de danışmanlığı yüzlerine gözlerine
bulaştırdılar. Sadece yanlış bilgiler vermekle yetinmiyorlar. Siyasete de ayar
vermeye kalkıyorlar. Sarhoş ya memur olduklarını unutmuş vaziyetteler. Bunların
içinde önceden sarhoş olanlar da varmış. Tabii medyada yazılanlara göre
söylüyorum. Bu da çok hatalı. Medya’ya güven kalmadı. Rahmetli Oktay Akbal, sağ
olsaydı; “Önce Medya bozuldu.” der
miydi? Şimdi ben medya’dan bir iki örnek vereceğim doğrulamasını yapmadan
sindirmeyiniz:
Zonguldak
Milletvekili Sayın Deniz Yavuzyılmaz’ın belgeleriyle açıkladığı yolsuzluklar
sadece bir partinin, bir yönetimin değil insanımızın yüzkarasıdır. Say say bitmez.
Ayrıca incelenmesi gerekir.
17-25
Aralık yolsuzluk iddialarına adı karışan bakanlarla ilgili iddialar vahim,
bunların zamanın başbakanının istemesine rağmen Yüce Divana gönderilmemesi de
çok vahim. Bunların TC. Cumhurbaşkanımıza şantaj yaptıkları söylenmiştir
medyada... Bu olaylardan sonraki yolsuzlukların kapatılması da acaba şantajdan
mıdır? Akıldan böyle sorular geçebilir,
ama her akıldan geçen yazılmaz öyle ya düşmanlar kol geziyor. Bu da ayrı bir
sorun.
Akıldan
geçen yazılmaz diyorum ben, ama bazı doğrular da yazılmaz diyen şimdiye kadar
büyük hocalardan gördüğümüz birileri de var. Bu konuda ayrı bir sorun deyip
geçemeyiz. İşin püf noktası da burada. Taa, Emevi’lerden beri sürüp gelen bazı
hususları artık gerçek ilâhiyatçılarımız ele almalıdır. “Gerçek” kelimesini
kullanırken ne kadar üzüldüğümü anlatamam.
Peki,
tamam da ne olacak bu gidişin sonu?
Bir
zamanlar Feto Çetesiyle aynı menzile gidiliyordu. Sonra TC. Cumhurbaşkanımız
kandırıldığını beyanla Fetoyu tasfiye etmiş ve etmeye de devam etmektedir. Feto
tasfiye edilirken, onunla beraber gidilmekte olan menzil/yol da değişmiştir her
halde. Yine medyanın yalancısıyız Fetonun
boşluğunu dolduranlar varmış.
Bu
kısa tarihi süreç içinde TC. Cumhurbaşkanımızın beraberce yola çıktıklarından
yanında kimler kaldı? Ayrılanların yerlerine kendilerine ateş püskerenler geldi
mi gelmedi mi? Yine “Han-ı Yağma”cılar etrafını sardı mı sarmadı mı? Bu
toplumun varı yoğu “deniz” oldu mu olmadı mı?
Özetle
tekerlek kırılmak üzere.
Bazı
muhalifler, seçimlerin belirtilmiş olan zamanda yapılmasına dünden razıdır ve
tekerleğin kırılmasını “ellerini ovuşturarak” beklemektedir. Peki, tekerler
kırıldıktan sonra ne kadar bir sürede kendimize geleceğimiz hiç düşünülmüyor
mu? Bunca tahribat kısa zamanda düzelir mi? Onun için yine bazı muhaliflerin
istediği gibi tekerlekler tam kırılmadan erken seçim olmalı ki seçim sonrası
20-30 yılda olsa bile kendimize gelebilelim.
Benim,
belli ki olmayacak bir önerim var. O kadar ki kimselerin akıllarının ucundan
bile geçmeyecek bir öneri: Kendilerini iktidarda zanneden iki parti de diğer
muhaliflerin kurduğu masaya teşrif etsinler. Güçlendirilmiş parlamenter sisteme
biz de varız, desinler. Adı yolsuzluk listelerine geçmiş olanların aklanıncaya
kadar üyeliklerinin askıya alındığını, ilk sloganları “yoksuzluğa, yolsuzluğa
ve yasaklara” karşı yeniden mücadeleye hazır olduklarını belirtsinler.
TC.
Cumhurbaşkanı eğer tarafsız olsaydı ihtimal benim önerimi hayata geçirecek ve
bütün partileri “Memleket Masasında” toplayacaktı. Başka bir alternatif, ne
kadar güzel görünüşe görünsün yaralarımızı tam olarak saramaz. Dünyada 200
kusur devlet varmış, bunlar arasında bulunduğumuz yer utanç verici. Bu üzücü
durumdan kurtulmak için herkes elinden geleni yapmalıdır.
Sabahattin GENCAL,
Çekmeköy-İstanbul, 05.11.2021