dershane etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
dershane etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

3 Ekim 2021 Pazar

Dershanenin ve Öğretmenliğin Kutsallığı

 


(Sevgili öğretmen arkadaşlarım, bendenizin bu anılarını okuyunuz; ama kendi bildiğinizi yapınız. Çünkü devir değişti...)

Bir kaymakam beyin, bir öğretmenin şahsında tüm öğretmenlere saygısızlık ettiğini üzüntüyle öğrendim. Sözü edilen kaymakamın, üzüntülerini belirterek öğretmenden özür dileğini de öğrendim. Kaymakam Bey hakkında hiçbir mütalaada bulunmayacağım. Zaten hakkım yok. Haddim de değil.  Valilik elbette gereğini yapacaktır.

Bu konuda bazı kişilerin ve kurumların tepkilerini de okudum. Yalnız Sayın Milli Eğitim Bakanımızın ve Sayın İçişleri Bakanımızın tepkilerini okumadım. Daha doğrusu tepkileri olup olmadığını da bilmiyorum. Eğer tepki vermişlerse o tepkileri okumakla yetinin ve benim anılarımı okumayınız. Yok, eğer tepki vermemişlerse yazacaklarımı, lütfen düşünerek, muhakeme ederek okuyunuz:

Yıl 1965, Karadeniz kıyısında güzel bir kasaba ortaokuluna öğretmen olarak atandım.

Dersteyim. Sınıf kapısı tıklanıyor. Okul Başmuavini, bana falanca kızı Kaymakam Bey istiyor, der. Bu sırada çocuklardan biri sessizce, baldızını dövecek dediğini duydum. Başmuavin arkadaşa öğrenci veremeyeceğimi nezaketle söylüyorum. Muavin gidiyor ve biraz sonra geliyor. Kaymakam Bey, bu ne biçim öğretmen, bu da kim oluyor vb. sözler söylediğini ve kızı istediğini söylüyor. Ben de başmuavine, kusura bakmamasını kaymakam istedi diye bir öğrenciyi dışarı çıkarmam; ama siz başmuavinsiniz. Bir izin kâğıdı yazarsanız mesele kalmaz, dedim. Başmuavin biraz sonra izin kâğıdını getirdi...

Okulumuza Yurttaşlık dersleri veren Kaymakam Bey bu derslerini bıraktı. Çok sürmedi başka bir ilçeye verildi. Allah rahmet etsin, çok çalışkan bir kaymakamdı. 1960 İhtilâlinden sonra aynı zamanda belediye başkanlığı da yaptı. İlçedeki bütün binaları boyattırdı. Eksiklikleri tamamlattırdı. Bir dediği iki edilmeyen, herkesi titreten bu kaymakam beyle konuşmam nasip olmadı.

Bu cesareti nereden aldığımıza gelince; rahmetli öğretmenlerimiz bize daima şunu söylerlerdi: “Dershanenin tek hakimi öğretmendir.” İzin almadan yalnız Cumhurbaşkanı içeri girebilir. Böyle olduğu halde Atatürk daima kapıyı tıklatarak ve izin alarak sınıflara girerdi.

Başka bir örnek: Sene 1974. Doğu Anadolu’nun güzel bir ilçesinin ortaokulunda öğretmenim.  İlkokula müstahdem alınacak. Ben de sınav komisyonundayım.  Değerlendirmeleri yaptık. Bir kişi 6 alarak işe girmeye hak kazandı. Bu sıra da Maarif Müdürü, Devlet Bakanı falancının iki kadro açtırdığını ve şu iki kişinin alınması gerektiğini söyledi. Kesinlikle red ettim ve o garibanın hakkını yedirmeyeceğimi söyledim. Sonradan öğrendiğime göre Devlet bakanının sözlü talimatını benden başka herkes biliyormuş. Hatta bazı guruplar Sınav Komisyonunu basmak için toplanmışlar. Bu sırada X Müdürü arkadaşımız; Dağılmalarını söylemiş ve eklemiş: Sabahattin Bey oradaysa hiçbir haksızlık olmaz. Emin olun ve dağılın...

(Sonrasını merak edenler için yazalım: İki kadro da iptal edildi...)

Kendimi öğünüyor değilim. Eminim ki bizim kuşak hep aynıdır. Öğretmenlerimiz bizi böyle yetiştirdi.  Bir sınıf arkadaşımla, mezun olduktan 27 sene sonra buluştuğumuzda, “Sabahattin biz b...’u yedik.” dedi. Ben hiç argo kullanmam; ama rahmetli olan bu arkadaşımın sözünü de yazmadan edemem.

35 yıllık meslek hayatında dershanenin ve öğretmenin kutsallığını korumak için yaptıklarımız anlatmakla bitmez.

Ben ki, arkadaşlarım arasında en sessiz, en sabırlı, en hoşgörülü, en alçakgönüllü biriyken “kendimi adadım.” Varın siz diğer arkadaşlarımı düşünün. Ölenlere rahmet, bizim gibi emekleyenlere de sabırlar diliyorum. Ve de tekrar ediyorum: Dershane, bilim yeri olduğu için kutsaldır. Öğretmenlik ha keza. Bu kutsallara dokunulan yerde eğitim de biter öğretim de.

Bu anda çalışmakta olan değerli öğretmen arkadaşlarım. Cahiller atak olur derler ki ben bunu hareketlerimle  doğrulamış biriyim. Hiçbir öğrencime, öğretmenime, velime vb. yüksek sesle konuşmayan bendeniz zaman oldu genel müdürlüğe çıktım, zaman oldu Milli Eğitim Bakanlığına mektup yazdım. Zaman oldu müfettişlere kızdım... Ama dikkat ediniz şahsımla ilgili değil. Sırf dershanenin ve öğretmenliğin kutsallığı için. Ama ne oldu?

Ne olacak, hak ettiğim halde, maaşlı izinli olarak okuduğum halde bakanlığın üst düzey yöneticiliklerinde görevlendirilmedik. İlkin, kırıldım doğrusu. Mevla’m neylerse güzel eyler, dedim. Şimdi de diyorum ki; iyi ki meslekten men edilmedik. Onun için yazının başında not yazdım. Ne olur ne olmaz...

Şunu da ekleyelim: İnanıyorum ki dershanenin kutsallığı ve öğretmenliğin kutsallığı konusunda görüşlerimiz bugün de devam ediyor. Ama ne var ki bugün durum, anladığım kadarıyla pekiyi değil. Ancak öğretmenlerin bireysel olarak yapacakları bir şey de yok. Yalnız öğretmen kurulları toplanabilir. Öğretmenler kurulu idarecilerin tebliğleri için yapılmaz. Bu konudaki öneriler geliştirilir ve hiyerarşik yolla bakanlığa ulaştırılır. Gazetelerden okuduğuma göre bir Milli Eğitim Şurası yapılacak. Bu şuraya herkesin bir katkısı olmalı.

(...)

Özür dileyen Kaymakam Beye samimiyetle teşekkür ederim. Bu hadise, eminim ki başta öğretmenler olmak üzere tüm aydınlara ders olacak ve “artık yeter!” denilmesine neden olacaktır. Atatürk’ün veciz sözleri hatırlanacak ve umarım ki gereği yapılacaktır:

Milletleri kurtaranlar yalnız ve ancak öğretmenlerdir. Öğretmenden, eğiticiden mahrum bir millet, henüz bir millet adını alma yeteneğini kazanamamıştır. (Atatürk)

Güzel günler dileğiyle...

Sabahattin Gencal, Çekmeköy-İstanbul, 03.10.2021

Paylaşmak güzeldir.