Hüseyin Yıldız etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Hüseyin Yıldız etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

3 Kasım 2024 Pazar

Şundan Bundan

 

Not:
Biz dört arkadaş her toplantıda fotoğraf çektirirdik.
Ancak bu toplantıda fotoğraf çektirmek hiçbirimizin aklına gelmedi.
Demek ki havamızda değildik.
Bu günler zaten kimse havasında değil.
Neyse eski tarihi fotoğrafla idare edeceğiz...



Biz, dört arkadaş yine toplandık. 02. 11. 2024 Cumartesi günü Çekmeköy’deki bir kafede fikir masasının etrafında gündemsiz olarak yerimizi aldık.

Fikir masası derken, öyle altın kaplama veya özel olarak ithal edilen bir masa anlaşılmasın. Bayağı ahşap bir masa.

Masaya fikir masası denmesinin nedeni çevresinde oturanların fikir alışverişi yapmalarındandır. Çevresinde oturanlar “barışı” konuşuyor olsaydı barış masası olurdu. Üzerinde yemek olsaydı yemek masası olurdu. Yani masaya adını veren çevresindekilerin etkinliğidir.

Masa deyince bir de makam masası akla geliyor. Bu arada makamı doldurmak, makamı dolduramamak deyişlerini de yaygındır. Makamın itibarını sarsmak, makamın itibarsızlaştırmak isteyen kişiler de çıkabiliyor. Bazen de bizzat makam sahipleri, makamlarının itibarlarını bilerek veya bilmeyerek sıfırlayabiliyor.

Masa etrafında gündem oluşturamadan oturunca işte böyle oluyor. Bir masadır tutturduk gidiyoruz. Masa yerine kasa desek olur muydu? Ne münasebet. O para kasaları meseleleri epey önceydi. Peki, meselenin önceleri olması bir daha gündeme gelmemesi anlamını taşır mı? Taşımaz tabii. Paşa gönlümüz ne zaman isterse gündeme getiririz veya taze taze fırından yeni çıkmış gündemler oluştururuz. Bu konuda üstümüze yoktur. Hiç kimsenin düşünemediği, hukuka tamamen aykırı konuları masalardan değil kürsülerden bile ortaya atar mıyız? Atarız da tutarız da; var mı bize yan bakan.

Bu kez bir acayip yazıyorum, değil mi? Zaten yazmakla görevlendirilmiş değilim. Kendi kendime bir vazife çıkardım. Hiç de iyi yapmadım.” Durumdan vazife çıkarmak” deyimini duymuşsunuzdur. Nasıl duymazsınız. Bu son yıllarda çokları durumdan vazife çıkartarak hem amirlerini, hem kurum ve kuruluşlarını zor durumda bırakıyorlar. Hatta Türkiye Cumhuriyeti’nin itibarını 8, 9 sekiz onda dokuz şiddetinde sarsıyorlar.

Bir şey anlamadınız değil mi? Normal. Zaten bir şey anlaşılsın diye yazmadım. Sonuçta ben de insanım, ben de korkarım. Ne olur ne olmaz. Bugün olmazsa on yıl sonra bakarsınız ki; ”Şu cümleyi yazdın. Şurada nokta yerine virgül koydun deyip sorgu sual ederler.

Pişman oldum. Ben, mizahi durumların ortasında olsak da mizah yazısı yazamam, yazamayacağım. Onun için biz dört arkadaş nasıl alış veriş yaptığımızdan söz edelim:

Herkes de biliyor ki fikir alış verişlerinin tutanağını ben yazıyordum. Onun için ayrıca görev tebliğine gerek görülmüyor. Genellikle toplantı sonunda, “Ne yazayım?”, der fikirlerini alırdım. Bu kez unuttum. Her yazıda bu unutkanlıktan söz etmek de istemiyorum; ama gerçek bu. Şunu da belirteyim ki toplum benden de unutkan. Ya daha dün bebek ölümlerinden söz etmiyor muyduk? Daha dün birilerini meclise davet etmiyor muyduk? Daha dün terör saldırısı konuşmuyor muyduk? Sonra emeklilerin, fakirlerin belinin büküldüğünü falanı filanı. Eee her gün yeni bir gündemle mi uyanacağız?

Evet, biz dört arkadaş gündemlere teğet geçtik. Daha çok sanat, eğitim, din ve ahlak erozyonları üzerinde durduk.

Ben kafeye girdiğimde üç arkadaşım masada yerlerini almışlardı. Ben geç gelmemişim, sağ olsunlar onlar bira erken gelmişler. Benim yerim hazırdı. Şunu da ekleyeyim. Masada sadece benim yerim bellidir. Sağda otururum. Yanlış anlaşılmasın masanın sağından söz ediyorum. Ayaklarım şişiveriyor da ondan, özellikle sağ ayağım.  

Diyeceksiniz ki bizim de kafamız şişti. Haklısınız diyemeyeceğim. Bu venüz denen illet öyle sizlerin kafa şişmesine benzemiyor. Tedbir almazsan götürür insanı. Allah (cc) korusun tedbir almazsak sokakta da...

Masaya oturduğumda Ahmet Meral Bey hocamız, Erdoğan Teke Bey’in Yarım Kalan Mutluluklar kitabının kritiğini yapıyordu. Ahmet Beyin takdirlerinin anlamı başkadır. Erdoğan Beyin yeni romanının editörlüğü Ahmet Beyin arkadaşına verilmesi kararlaştırıldı.

Yukarıda sanat üzerinde konuşuyorduk dediğimde pek de inanmadınız değil mi?

Bir de, Hatîb el-Bağdâdî’nin (ö. 463/1071) Bağdat tarihine ve Bağdatlı meşhur şahıslara dair eseri üzerinde konuştuk. Hüseyin Bey, bu kitaptan aldığı birkaç paragrafı okudu. Kader üzerindeki bu paragrafların üzerinde bir hayli durduk. Hatta taa 1968 yılında Samsun İmamhatipte öğretmenken meslek dersleri hocalarından duyduğumu naklettim. Ben işte böyleyim, ya da yaşlılar böyledir dünü unutur ama yıllar öncesini... Kader üzerinden gele gele “Âmentü’de yer alan “Hayır ve Şer Allah’tandır” ifadesinin açılımına geldik. Meral Bey bir güzel açıklayıverdi.

 

Yani şimdi olup bitenler Allah’tandır mı diyeceğiz? Olur mu öyle şey. Biz bazı siyasetçiler gibi miyiz? İşte size Din İşleri Yüksek Kurulu sayfasından bir alıntı:

“Allah’ın hayra rızası vardır, şerre ise rızası yoktur. Hayrı seçen kişi mükâfat, şerri seçen ise ceza görecektir. Şerrin Allah’tan olması, kulun fiilinin meydana gelmesi için Allah’ın yaratmasının devreye girmesi demektir. Yoksa Allah, kulların kötü fiilleri yapmalarından râzı/hoşnut olmaz ve şerri de emretmez.”

Yazıyı bitirmeden önce daha başta Erdoğan Bey’in bana sorduğu bir sorudan hareketle SAGEN Yazarlar Grubunun hazırlamakta olduğu İNSAN OLMA VE İNSAN OLARAK KALMA adlı kitabın hangi aşamada olduğundan söz edeyim:

Kitap için üyelerin ancak %25’si yazı gönderdi. Bu yazılar bir kitap için yetebilir gerçi; ama gönül isterdi ki hepsi yazabilsin. Ancak hiç kimseyi yazmadığından ötürü kınamıyoruz. Öyle benim gibi korkarak titrek tikret yazmaktansa hiç yazmamak daha iyidir belki. Öyle ya bakarsınız on yıllar sonra...

Bu arada bu yazımızı okuyan grup arkadaşlarımız da umarız ki yazılarını gönderirler.

Bütün mesele insan olma ve insan olarak kalmaktır. Diğer deyişler meyişler laf-ı güzaftır.

Sabahattin Gencal,

Çekmeköy- İstanbul, 02. 11. 2024

 

 

 

 

 

 

 

 

18 Ekim 2024 Cuma

Geleceğe Umutla Bakıyoruz

 


Bugün 2024’ün Ekim ayının 17’si. Günlerden Perşembe. Allah’a şükür Çekmeköy’de bir kafede, dört aylık bir aradan sonra toplandık yine.

Şükür ediyoruz çünkü sağlığımız yerinde.

Şükür ediyoruz çünkü FİKİR MASASI tekrar kurulmuş oldu.

Şükür ediyoruz toplumumuzun bunca moral bozukluğuna rağmen GÖNÜL GÜCÜMÜZ YÜKSEK.

Şükür ediyoruz çünkü GELECEĞE UMUTLA BAKABİLİYORUZ.

Şükürden aciz olmama dileğiyle işte FİKİR MASASININ ÇEVRESİNDEKİLER...

(Tanımayanlar için takdim ediyorum: (Soldan sağa) (Bendeniz)Sabahattin GENCAL (Sesini duyuramayan eğitimci), Ahmet MERAL (Kısa Dünya Tarihi yazarı, toplumun dertlerini dert edinen eğitimci), Erdoğan TEKE (Yarım Kalan Mutluluklar adlı romanın yazarı), Hüseyin YILDIZ (Elinden kitap, kalem ve defter düşmeyen adam)

*

Bugünkü başlangıcımız iyi oldu. Bir kere tam zamanında yani 14.30’da toplantı başladı.

İki, Ahmet Bey’in getirdiği bir torba tuzlu fıstığı atıştırmamız anlamlı oldu. Bildiğiniz gibi, fıstık, birçok yararları yanında “Kavrama ve öğrenme yeteneği gibi beyin fonksiyonlarını etkili kılar.”  Ahmet Bey ne mesaj vermiş oldu? Sadece bize mi? “Kızım sana diyorum, gelinim sen işit” örneği bütün okuyuculara ve yetkililere kavrama ve öğrenme yeteneğinin beslenme ile yakından ilgili olduğunu hatırlatmış olabilir mi? Hatırlatsa da yetkililerimiz bu laflara kulak asmaz, üstelik fıstığın zararlarından söz edebilirler.

Üç, Erdoğan Bey, börek ikram etti. Peki, ne mesaj vermiş olabilir? Ah o eski günler. Fakirdik ama baklava börek yiyebilirdik...

Dört, Hüseyin Yıldız Bey yanındaki Kur’an mealini açtı. Bir ayet açıklamasında yazarın tutarsızlığına vurgu yaptı. Ahmet Bey ayetin önceki ve sonraki açıklamalarına göre tefsir etmeliydi, dedi. Bendeniz de, bir âlimden duyduğumu naklettim. Kur’an-ı Kerim’in bütünündeki ilkelere bakmak gerekir. Sözü edilen kitaptan çok, günümüzde kendilerini bir şey zannedenlerin toplumu zehirlemelerinden söz ettik.

Bu arada ilâhiyatçıların ve teologların büyük vebal taşıdıklarından da kısaca söz ettik. Taa Emevilerden bugüne hocaların, şeyhlerin sırf yöneticilere destek olmak için halkı uyuşturdukları üzerinden teğet geçtik.

Beş, arkadaşların mesajlarını aldığınızı umarım. Peki, bu arada bana ne düşüyordu? FISTIK GİBİ BİR YAZI YAZMAK değil mi?

Aaaa, “fıstık gibi yazı”  deyimini ben uydurdum sanıyordum, meğer Üsküdar’da sabah oldu. Günaydın, dedi bana sözlük:

Fıstık gibi: 1. besili ve canlı, dolgun. 2.mec. çok güzel. "Fıstık gibi yazısı var.

Burada el yazısından söz ediliyor galiba ama karıştırmayalım ve toplantımıza dönelim:

Toplantıdan ayrılırken, sordum arkadaşlara ne yazayım, diye. Bir şeyler yaz, şen yazarsın, dediler. Kahveci’nin deyişleri aklıma geldi “Bizim yazarlar uydurmasyon, atmasyon, kaydırmasyon... yapıyorlar.” Bunu hatırlatınca estağfurullah, dediler. Demeseylermiş uydurmasyon yapabilir miydin. Mümkün değil yapamazdım. Öyle ...masyonla işim olsaydı, oo ooh!

Neyse ne konuştuğumuzun ana başlıklarını yazıvereyim de...

TOPLUMLARI YIKAN RÜŞVETİ konuştuk hem de üzülerek. Otuz sene önce daire almıştık müteahhitten. Kat mülkiyeti tapusu olmaksızın. O semte böyle bir tapu yokmuş. Meğer en üst kattaki üç daire kaçakmış. Evlerin miatlarının dolma aşamasında öğrendik ki toprak hisselerinde de farklılıklar varmış. Yani ne oluyor? Otuz küsur sene önce belediye görevlilerinin ya da bilmediğimiz ellerin aldığı rüşvetin ceremesi biz safların/akılsızların üzerine yükleniyor öyle ya. Peki, desek ki KURUMLARDA DEVAMLILIK ESASTIR. BU ZARARI BELEDİYE KARŞILAMALIDIR. Ne derler? “Geçti Bor’un pazarı sür eşeğini Niğde’ye.” Hayır, öyle demezler Çünkü kılıfına uydurmuşlardır. Yani kanunları istedikleri gibi evirip çevirmişler, defalarca değiştirmişler.

Bu arada bendeniz söze girip, Hukuk Fakültesinde okuyan birçokları dahil kanunlarla hukukun aynı olduğunu sanmaktadır. Hukuk ayrı bir şey hukuka uymak ayrı bir şey. Başka yerlerde oluyor mu bilmiyorum; bizde kanunları torbaya veya çuvala koyup öyle oyluyorlar. Zehirlerin altın tabakta sunulduğu gibi. Çuvaldaki iyi kanunların yüzü suyu hürmetine... Haa, bugünlerde de öyle kanun yapma teşebbüsleri oldu ki? Onu da anlatmayalım; sanki bilmiyormuşsunuz gibi.

Ahmet Bey kardeşimiz, “En kötü kanun kanunsuzluk iyidir.”dedi. Tabii o zaman “orman kanunları olur. Yani kuvvetli olanın zayıfları yemesi gibi. Biz de böyle şeyler olmaz, olamaz(?)

Tahminlerim çıkar benim. Tahmin ediyorum ki aklınıza Tevfik Fikret’in şiiri gelmiştir:

 

DOKSAN-BEŞE DOĞRU

 

Bir devr-i şe’âmet: Yine çiğnendi yeminler;

çiğnendi, yazık, milletin ümmîd-i bülendi.

Kânun diye, topraklara sürtüldü cebinler;

kânun diye, kânun diye, kânun tepelendi...

Bîhûde figanlar yine, bihûde enînler!

Tevfik Fikret

( 1867 - 1915 )

*

DOKSAN BEŞE DOĞRU

Bir uğursuz dönem gene:

Gene çiğnendi nice andlar;

Çiğnendi, yazık, ulusun yüce umudu!

Yasa diye topraklara sürtüldü alınlar;

Yasa diye, yasa diye, yasalar tepelendi...

Boş yere çığrı çığlık, boşuna bu inilti!

Tevfik Fikret

( 1867 - 1915 )

Ben de arkadaşlar da yani BİZ DE Tevfik Fikret’in düşüncesinde değiliz:

Çığlıklarımız, iniltilerimiz boşuna değil.

...

Eee, çözümün nedir, diye sormayacak mısınız?

Hatırla sevgili okuyucu 2010’larda kötü gidişi gören bendeniz Hukuk, Eğitim, Ekonomi, Yönetim sorunlarını aynı zamanda öncelikli olan sorun kabul ederek her birinin baş harflerini alarak HEEY Masasını /GENCAL MASASINI kurmuştum. Birkaç yerde de sessiz çığlıklar atmıştım. HEEY! HEEY! Demem gerektiğini şimdi evden dışarıya zor çıkınca anladım. Masa’da ayak mayak bırakmadılar.

Peki, şimdi ne öneriyor hocamız?

Toplantının ta başında önermiştim. Okuyucularım için de tekrar yazıyorum:

Bir arı tek başına bal yapabilir mi? Elbette ki yapamaz. Bu arı başka bir kovana girebilir mi? Olur mu canım. Arılar yalaka olamaz. O halde? Böyle tek kalmış arılar bir kovanda toplanacağız. Parti kuracağımız anlamı çıkmasın bu sözümüzden. BİZ olacağız. Bu konuyu işlerken Fatiha’nın sonunda BİZ diye dua etmemizi dile getirince sağ olsun Ahmet Bey okudu. Ayrıca Kur’an-ı Kerim’den bu konuyla ilgili ayetleri okudu.

Güzel ama bu fakir birlik kuramıyor ki. Bir SAGEN Yazalar Birliği kuralım dedik. Yine yüzümüze gözümüze bulaştırdık. Kimsenin umurunda bile değiliz. Uzak dağın harmanı büyük görülürmüş değil mi?

Az daha unutuyorduk. Uzak dağlardan da Nobellerden de söz ettik. Üç Nobel alanımız oldu. Tebrik ederiz. Tabii bu Nobel verme işleri de biraz karışık.

Nedense ele aldığımız konular hep karışık çıkıyor. Büyük oğlumun deyişiyle: “karuşuk kuruşuk”

Çetin Altan’ın deyişiyle bitirelim: Enseyi karartmayın. Allah izin ederse on beş gün sonraki toplantımızı bekleyin.

Sabahattin Gencal, Çekmeköy-İstanbul, 18. 10. 2024

Not:

“Türk’ün aklı sonradan gelir.” diye bir garip ama birazcık da gerçek bir atasözümüz var. Benim de aklım sonradan geliyor. Ahmet Bey; “Toplantılarımız için Üsküdar’a kadar uzansak...” dedi. Ben de “inşallah” dedim.

Arkadaşlarımın hepsine teşekkür ediyorum. Ben hastayım diye toplantıları evime birkaç yüz metre yakın olan bir kafede yapıyoruz. Bazen de beni evden alıyorlar. Örneğin bugün Hüseyin Bey yarı yoldan aldı beni. Hepsine teşekkürler.

Hamd olsun iyiyim. İnşallah yakında Üsküdar’da da olacağım. İnşallah, Allah ömür verirse bütün Türkiye’de olacağım.

Devletin 8 yıl yatılı okuttuğu, bir yılda ücretli izinli saydığı biri olarak, 35 yıl öğretmenlik yapmam yetmez. Son nefesime kadar “İyi insan iyi yurttaş”lık görevimi yapmağa çalışacağım. Yazıyla olamazsa bile tutum, tavır ve davranışlarımla inşallah örnek olmaya çalışacağım.

Sabahattin Gencal, 18. 10. 2024

 

 

11 Mayıs 2023 Perşembe

“Bir de Baktım ki, Demokrasiyle İlgili Yazdıklarım Siliniverdi...”

 

Hüseyin Yıldız
Çekmeköy-İstanbul
10.05.2023
*



Biz dört arkadaş, 10. 05. 2023 Çarşamba günü “fikir masası” etrafında toplandık. Hal hatır sormanın ötesinde derin mevzulardan söz ettik. Bu arada önceki oturumlarda tamamlayamadığımız demokrasi konusunu tatlıya bağlamaya çalıştık. Demokrasi konusunda sohbet biter mi? Bitmez tabi.

Bu toplantımızda hangimiz ne dedik? Sabahleyin yayınladığım blogta neye değindiğimizi az çok yazdık. (Lütfen tıklayınız) Bu arada moderatörümüz Hüseyin Yıldız Bey’in, bazı düşünür ve yazarların demokrasi ile ilgili olarak ne dediklerini defterden okuduğunu ve bu düşünceleri şöyle böyle de olsa değerlendirdiğimizi yazmıştık. Yine Hüseyin Bey’in bu sözleri daktilo edip yayınlamak üzere bana göndereceğini de yazmıştık.

Biraz önce ne oldu biliyor musunuz?

Hüseyin Yıldız Bey telefon etti bana. Demokrasi hakkında yazarların ne dediğini bir saat uğraşıdan sonra yazabildi. Sonra telefon geldi, karşı tarafla konuştu. Sonra baktı ki yazdıklarından yani demokrasiden eser yok. Evet, bir de baktım ki, demokrasiyle ilgili yazdıklarım siliniverdi...

 Bu durumda ne yapabileceğini bana sordu. Yeniden yaz, demem olmazdı tabii, biz demokrasinin fotokopisine de razıyız, dedik. Sağ olsun o da fotokopi gönderdi.

Yıldız’ın gönderdiği fotokopiden yararlanarak birkaç söz yazalım:

·       Demokratik gücün ne önünde ne arkasında herhangi bir şey yoktur.

·       Hiçbir hakikat düşüncesi, hiçbir iyi veya kötü ifadesi halk iradesini aşamaz. Bu ifade bütün değerler ifadelerinin üzerinde olduğu için sorgulanamaz. (Tage Leonard Lindbom)

·       (Demokrasi) Batılı hür dünya demokrasilerinin dayanışması ve emperyalist sistem içerisinde büyüklerin küçükleri sömürmesinden, aldatmasından başka bir şey değildir, koca bir yalandır. (Atilla İlhan)

Birkaç söz de internetten derleyelim:



·       Devlet yönetimine halkın katılımı demokrasinin temelidir. (Lyndon B. Johnson)

·       Demokrasi, bir kültür birikiminin sonucudur. (Samuel Smiles)

Demokrasi demokrasi demekle demokrasi olmaz. Ama yine de demokrasiyle ilgi sözler okumak istiyorsanız tıklayıverin. https://www.neoldu.com/demokrasi-sozleri-42956h.htm

 Ve işte fotokopilerin ikisi:



            Arkadaşımızın yazısını okuyamıyor muyuz? Biraz zorlayalım kendimizi. Göreceğimiz gibi arkadaşımız konuyu eleştirel olarak ele alıyor. Eleştirel düşünce çok gerekli. Bu suretle doğrular bulunabilir.

       Toplumumuz demokrasiyle yönetilmeye layıktır.
       Demokrasi kültürünü yaşattığımız müddetçe demokrasimizi güçlendirebiliriz.
       Hayırlı günler dileğiyle saygılar ve sevgiler...
        Sabahattin Gencal, Çekmeköy-İstanbul, 10.05. 2023

Dört Arkadaş Ne Yapıyor Dersiniz?

 

Sabahattin Gencal- Ahmet Meral-
Erdoğan Teke- Hüseyin Yıldız
Çekmeköy-İstanbul
10.05.2023
****


Çoklarının da bildiği gibi biz dört arkadaşız: Moderatörümüz Hüseyin Yıldız Bey, Ahmet Meral Bey, Erdoğan Teke Bey ve bendeniz Sabahattin Gencal...

Biz on beş günde bir, genellikle Çarşamba günleri saat 14.00’te gündemli olarak toplanırız. Gündemimizi yani sohbet konumuzu, her birimizin görüşlerini de alarak moderatörümüz belirler. Gündemi bilerek ve bunun üzerinde az çok da hazırlık yaparak toplantı mekânına geliriz.

Toplantı mekânımız her oturumda değişmekteydi. Üsküdar, Ümraniye ve Çekmeköy’deki uygun mekânlarda toplanırdık. Niyetimiz diğer ilçelere de, hatta Orhangazi’ye de gitmekti. Ancak Sabahattin Gencal’ın yani benim rahatsızlığım  yüzünden 4 oturum üst üste Çekmeköy’de yapıldı. Hepsinden Allah (cc) razı olsun. İnşallah sağlık bulursak yeni yeni mekânlarda da toplanırız.

Bir masa etrafında toplanıyoruz. Onun için bu masaya dörtlü masa diyenlerimiz de oluyor. Bendeniz de “fikir masası” diyorum; tabii fikir alışverişi yaptığımız için. Bu fikir alışverişleri açık oturumlara, panellere, münazaralara, klâsik sohbetlere, konferanslara vb. benzemiyor. Tabii kahve sohbetlerine de hiç benzemiyor. Gerçekten oturumlarımız kendine özgü bir sohbet havasında devam ediyor.

Bu fikir masasının her birimize göre ayrı ayrı bir değeri var kuşkusuz. Benim için bulunmaz bir nimet. Çünkü ben arkadaşlarım arasında çok rahat konuşabiliyorum. Önceleri de belirttiğim gibi leb demeden leblebi diyeceğimi anlayabilen kültürlü arkadaşlarım var karşımda. Örneğin, Kur’an-ı Kerim’den bir ayeti kaynak gösterecek oluyorken elimi Hüseyin Bey’e doğru kaldırıyorum. Hüseyin Bey Sure ve ayet numarasını söylüyor, Ahmet Bey’e bakıyor ve görüyorum ki o da ayeti sessizce okuyor. Bir başka sefer söylediklerime sos döküyor Erdoğan Bey. Yani engin mizah gücü ve fıkralarla hem sözlerimi tatlılaştırıyor, hem masayı havalandırıyor. Hepimiz oksijen alarak güçleniyoruz.

Fikir alışverişlerimizin özetini, siz buna tutanak da diyebilirsiniz ben yazıyorum. Daha sonra paylaşıyoruz. İnşallah bu suretle okuyucularımıza da dolaylı da olsa bir yararımız oluyor.

Şunu da ekleyelim: Ne birbirimize, ne tutanağı paylaştığımız okuyuculara ders vermeye kalkıyoruz. Çünkü hepimiz biliyoruz ki ders verilmez, ders alınır. Hepimiz bu fikir masasından bir şeyler alıyoruz: Erdoğan Bey arkadaşımız, zaman zaman söyler: Bu toplantı gününü iple çekiyorum. Ahmet Meral Bey birkaç vasıtayla geliyor, bu arada yürümesi de fazladan. Hüseyin Yıldız Bey, bir vasıtayla geliyor. Bazen de, spor olsun diye yaya geliyor. Bu arada ayak bileklerine birer kiloluk kum torbası bağlıyor, tıpkı genç sporcular gibi. Aslında o da genç, 67 yaşında. İstemeden yaş konusuna girmişken tamamlayalım. Ahmet Meral Bey de 67 yaşında. Erdoğan Bey de 79 yaşını bitirdi. Bendenizde 79’u bitirdim; onun için 80 yaşımdayım, diyorum. Erdoğan Bey niye 80 dediğimi sorgular hep. Tabii onun böyle sorgulaması normal; çünkü o, maşallah delikanlı gibi. Dökülmeyen ak saçları daima taralıdır. Kazaen bir günlük sakalla gelse hemen özür diler. Eee ne de olsa İsviçre’de kaldığı 23 yılda tüm Avrupa’yı dolaşmıştır. Burada Avrupa’yı dolaylı da olsa övmüş gibi oldum değil mi? Konuşmalarımızda ise Avrupa’nın içyüzünü defalarca ortaya döktük. Bizdeki Avrupa hayranlığının, üzülerek söyleyeceğim aşağılık hissi duymamızın nelere sebep olduğunu bir bir açıkladık... İçimden,  galiba bir şey atladım, diyordum, acaba neyi atladım, derken aklıma geldi. Arkadaşlarımızın sporcu olduklarını söylerken kendimden söz etmedim. Ben, ikametgâhımın çok yakınında olan toplantı mekânımıza bastondan da kuvvet alarak yavaş yavaş gidiyorum. Oldukça da kiloluyum. Pantemi sonrası böyle oldum. Yoksa ben haftanın birkaç günü, uzak olmasına rağmen Üsküdar’a iner, sahilde gezerdim. Dualarınız sayesinde yine gezeriz inşallah.

Önceki toplantılarımızın akşamı veya en geç ertesi günü tutanağımı yayınlamış olurdum. Çünkü toplantıda konuşulanları ana hatlarıyla not ederdim. Bu son günler gözlerimin bozukluğu da arttığı için not alamaz oldum. Arkadaşlara, yaptığınız konuşmaları yazılı olarak gönderin ki onları harmanlayarak ve de bazı paragraflarını alıntılayarak yazayım, dedim.

Erdoğan Bey, demokrasinin olmazsa olmazı, geçen oturumlarda da tespit ettiğimiz gibi ahlaktır, dedi ve Diyanet İşleri Başkanlığının hazırladığı İş Ahlakıyla ilgili bir hutbeyi okudu. Akşam da yazılı metni bana gönderdi. Ben de onu not defterinde yayınladım.

Ahmet Meral Bey de demokrasinin olmazsa olmazları arasında olan özgürlükten söz etti. Önceden yazdığı bir yazısını okudu. O yazıyı bana atacak. İnşallah onu da not defterinde yayınlarım.

Hüseyin Yıldız Bey de konuşmalarını yazıp gönderecek; ama onun işi biraz zor olacak. Çünkü birçok düşünür ve yazarın demokrasi hakkında sözlerini okumuştu. Biz de bu sözleri kendimizce değerlendirmiştik...

Toplantıda ben ne konuşmuştum? Ahmet Taner Kışlalı’nın Cumhuriyet’in 75.yıldönümü sırasında demokrasinin olması için ne gibi şartların olması gerektiği üzerinde bir yazısı vardı. O yazıdan hareketle Türkiye’mizin ekonomisi, herkesin çalışabilmesi, gelir dağılımının adaletli olması, eğitim ve kültür düzeyi vb. konular üzerinde serbestçe konuştuk. Ayrıca yanılmıyorsam Prof. Dr. Teziç’in şöyle bir sözü var: “Kavramlar hiç kimsenin tekelinde değildir.” Ayrı bir oturumda ele alınması gereken bir söz.

Türkiye’mizdeki durumu gözden geçirelim mi? Kimileri, muhtemelen anlam ve içeriğini bilmeden şeriatçılığı tekeline alır. Kimileri muhafazakârlığı. Kimileri ülkücüyüm, der. Kimileri asıl milliyetçi biziz der. Kimileri Kemalizm/Atatürkçülük der, laiklik vb.

Toplantıda anlattım kısaca bu yazımızda da belirtelim: Bendeniz elhamdülillah Müslümanım, milliyetçiyim, Atatürkçüyüm, devletin laik olmasından yanayım, demokrasiden, hukukun üstünlüğünden, sosyal adaletten yanayım. Yani bazılarının tekelleştirdiği bu güzel kavramlarla haşir neşir olmuş biriyim. Arkadaşlara söyledim, sizlere de söyleyeyim. Artık epeyce yaş aldığım ve de bir beklentim olmadığı için söylemekte bir mahzur görmüyorum. Ben Milli Eğitimin Merkez Örgütünde üst görevlerde bulunmayı hak etmiş biri olmama rağmen tayinim olmamıştır. Bazı dönemlerde, Sabahattin iyi bir arkadaştır, ama Atatürkçüdür, dediler. Dönem değişti, bu kez diğer bazı arkadaşlarım Sabahattin iyi bir arkadaştır, ama... Hulasa arada kaldım. Hatırlarsınız rahmetli Demirel başbakanlığı sırsında, arada kalan ezilir demişti. Yine son zamanlarda bir yetkili, bitaraf olan bertaraf olur, demişti. Allah’a şükür ben ne ezildim, ne bertaraf oldum. Asıl olan öğretmenliktir, dedim ve inanıyorum ki vicdan rahatlığı içinde emekli olarak köşeme çekildim.

Söz sözü açıyor, İslam'da köşeye çekilmek yoktur. Son nefesimize kadar insanlığa karınca kaderince yararlı olmak için çalışmak gerekir.

Eh işte sözde biz de kalemimizi çalıştırıyoruz. Yürekten kaleme gelenleri yazmaya çalışacağız. Bu konuda başta fikir masasındaki arkadaşlarım, çocuklarım, öğrencilerim ve tanıdıklarım beni teşvik ediyorlar, destekliyorlar. Tabii moral da veriyorlar. Pilimin henüz bitmediğini de söylüyorlar. Eskiden şarj edilebilir pil kullandığım olmuştur. Acaba kendimi de şarj edebilir miyim? Başka türlü soralım: Acaba nasıl şarj olabilirim. Allah’ın hikmeti, geçken deşarj olamıyorduk, şimdi de şarj olamıyoruz. Bu konuyu da ayrıca düşünelim emi...

İnsan kendinden söz etmemeli, kendinden söz edeni kimse sevmez, hatta okumaz bile. Ama ah bu nefsim, bakıyor ki kimse söz etmiyor, onun için beni böyle yazmak için kandırıyor. Allah (cc) affeder inşallah. Sizlerden de af diliyorum.

Bu yazıyı yazarken bir taraftan da Whatsapp’a bakıyorum ki Ahmet Beyden ve Hüseyin Bey’den gelen bir yazı var mı, diye. Ne hikmetse tez canlıyım. Neyse geldiği zaman söz sizlerle de paylaşacağım.

Emin olun, deminden beri yazıyı sonlandırmak istiyorum; ama bir türlü sonuç paragrafını veya cümlesini kuramıyorum.

Hayırlı günler dileğiyle selâm ve sevgiler. Hoşçakalın.

Sabahattin Gencal,

Çekmeköy-İstanbul, 11.05. 2023

          ______________
        Beklenmekte olanlar geldi ve tarafımdan yayınlandı:

26 Nisan 2023 Çarşamba

"Bütün Yollar Ahlak'a Çıkar"

 

Sabahattin Gencal- Erdoğan Teke-
Hüseyin Yıldız- Ahmet Meral
Çekmeköy- İstanbul
26. 04. 2023
****

“Fikir Masası” sohbetimize, moderatörümüz Hüseyin Yıldız Bey’in ev sahipliğinde 26. 04. 2023 Çarşamba günü saat 1400’te başladık.

Hal hatır sorma faslından sonra, pastanenin yakınından gürültü ve patırtılarla geçen seçim otolarına takıldık ister istemez.

Ahmet Meral Bey’in gözlemi doğrusu yazmaya değer bir gözlem. Pastanede otururken camekândan dışarıda kalabalık arasındaki bir çocuğun ayakla, seçim otobüsünden gelen bir şarkıya ritim tuttuğunu görebilmek büyük bir yetenek doğrusu. Psikoloji dersinden hatırlayacağız insan ilgilendiği konuları diğerlerinden daha çok görür, daha çok duyabilir. Bebeğin ağlamasını hiç duymayan bir baba çatıya düşen yağmur damlasının sesini duyarmış.

Erdoğan Bey, Ahmet Bey’e Fenerbahçe’nin şampiyonluk şansını ve Cumhurbaşkanı adaylarının kazanma şansını sordu Ahmet Bey’e. Ahmet Beyle görüş alışverişinde bulundular bir müddet. Bu görüş alışverişleri sırasında kendimizi Doğu Anadolu’da bulduk. Ahmet Bey Cumhuriyet Tarihinden sayfalar çevirirken Sabahattin Gencal Doğu Anadolu’da öğretmen olarak bulunduğu yıllarla ilgili, yani yarım asır önceki anılarını anlattı.

Anılar bitmez, hele anlatan bir yaşlı olunca. Moderatörümüz defterini kapattı ve bir poşetin içine koydu. Poşet deyince aklıma geldi. Arkadaşımız her birimize kitap hediye etti. Masaya oturur oturmaz çok güzel bir ambalaj içinde bizlere takdim etti hediyeleri. Aslında yazıya bu güzel ve anlamlı hareketten başlamam gerekti. Ama eminim ki Hüseyin Bey kusuruma bakmayacaktır. Çünkü unutkan olduğumu biliyor. Kendisine açıkça teşekkür ediyoruz.

Poşetin içine giren defteri nasıl çıkartabilir de konuyu asıl yatağına çevirebilirim diye düşündüm.

Hüseyin Bey’e toplantıya gelmeden önce Whatsapp’tan bir yazı atmıştım. Hüseyin Bey’den bu yazımızı okumasını rica ettim. Diğer arkadaşlara da kelime bile kaçırmadan dinlemelerini söyledim. Bu arada şaşırmamaları için ekledim: Bu yazıyı blogta yayınlayacağım; ama korkuyorum. Onun için sakınca olup olmadığını öğrenmek isterim. Öyle ya işi sağlama bağlayalım. Ne olur ne olmaz. “Türkiye’de kaç gazeteci içeride, kaç yazar tehdit edildi?” soruları sorulur; ama kaç yazar kendine sansür uyguluyor diye sorulmuyor.

Uzatmayalım “Her Şeyin Temeli Ahlak” başlıklı yazımda bir sakınca olmadığı oybirliği ile kabul edildi.

Ahmet Bey de, cebinden bir yazı çıkardı. “İyi ve Kötünün Hikâyesi ve Bizim Seçimlerimiz” başlıklı bu yazıyı okudu demeyeyim, bir konferans verir gibi sundu.

Hüseyin Bey, kardeşimiz de poşeti açtı. Defteri çıkardı ve “İşte Hal-i Pür Melâlimiz” başlıklı yazısını okudu.

Bütün yazılarımız ya eski günlerde yazılmış ya da eski günleri anmayla ilgili. Niçin acaba?

Sabahattin Gencal, Erdoğan Teke Bey’e, “Bu yazılanları yorumlar mısınız?” diye sordu.

Erdoğan Bey, yazıların hepsi de günümüzü anlatıyor sanki, dedi ve yazıların içeriklerine ayrı ayrı dokundu.

Bak yine unuttum. Erdoğan Bey sohbetimizin başında anlattığını yine sona bıraktım. Bu arada “Ayaklar baş, başlar ayak oldu.” söylemini hatırlatır değilim. Bunu bilin ve Erdoğan Bey’in yaşadığı konuya dikkat kesilin. Konuyu Facebook hesabından da paylaştı. Oradan alıyorum:



“İsviçre’deki bir arkadaşıma mektup yazmam gerekiyordu. Kırtasiyeden bir küçük beyaz zarf bir de A 4 beyaz kâğıt aldım. PTT acentesine gittim. Memur bazı notlar aldı, telefon numaramı istedi ve ücret 108,18 TL. dedi. İyi duymadım biraz daha yanaşıp sordum “Ne kadar?” 108,18 TL. dedi. Yüz sekiz mi, dedim. Memur “Efendim uçakla gidiyor?”, Ha öyle mi? Bari cam kenarı olsun, dedim. Gülüştük. Bir defa daha inandım paramızın pul olduğuna...

O öyle yaptı, şu şöyle dedi, bu da böyle... faslı çok uzun sürdü. Hep böyle oluyor zaten güzel fikirleri, kulağa küpe yapılacak fikirleri arada kaynatıyoruz. Takdir edersiniz ki bu da hiç iyi olmuyor; onun için sözü edilen yazıları ayrı ayrı yayınladık.

Şimdi ne yapalım? İsterseniz her yazıdan birkaç söz yazalım ve size link verelim:



“Kant’a göre devlet ayrıca ahlak sahibi bir şahıstır da. Ahlakı varsa mutlaka ruhu da olmalı. Bu durumda şekli tamamlanan goleme/cumhuriyete ruh üflemek gerek...”

“Yasaları idare eden yasalar da vardır. Bu da insan hakları ve ahlâk kurallarıdır”  “Hukukun bütün tarifleri eksiktir. Doğrusu şudur: Hukuk, insanlıktır.” (F. Erem)

Yazıyı okumak için lütfen tıklayınız: Her Şeyin Temeli Ahlak



Milletçe medeniyetimizin pak referanslarına yakışmayan sıkıntılı bir dönemden geçiyoruz. Müslüman kimliğini hak etmediği tüm yapay görüntülerden uzaklaştıracak güzel hasletlerimizi teoriden pratiğe geçirmek zorundayız. Ailede, toplumda, devlette kısacası egemenlikle sınandığımız her noktada güveni, kardeşliği, dostluğu, birlik beraberliği ve her şeyden önemlisi adaleti öne çıkarmalıyız. Siyasette karşıtlıkları ve düşmanlıkları azık yapma illetinden süratle uzaklaşmalıyız.

Yazıyı okumak için lütfen tıklayınız:  İyi ve Kötünün Hikâyesi Ve Bizim Seçimlerimiz

 


Kimi kesimler ne yazık ve hazindir ki dinimizi alet edip, kullanarak, kimi kesimlerde Atatürkçülük adına aynı haksızlıkları, yolsuzlukları, adaletsizlik ve hukuksuzlukları yaparak maalesef suistimal edebiliyor. Merhum sosyoloğumuz Cemil Meriç in belirttiği gibi "Ortada bir pasta var (TÜRKİYE) sağdan yiyene sağcı, soldan yiyene solcu diyorlar.

Yazıyıokumak için lütfen tıklayınız: İşte Hali Pür Melalimiz

 

Kaldığımız yerden yani demokrasi konusundan devam etmek üzere vedalaştık. Allah (cc) izin ederse 15 gün sonra görüşmek üzere hoşça kalın.

Sabahattin Gencal,

Çekmeköy-İstanbul, 27. 04. 2023

İşte Hali Pür Melalimiz

 



İmkânlar elimizden alınmış, layık olmayanlar yani yetkin ve işin ehli olmayanlar, liyakatsiz olanlar iş başında. Hukuk derseniz tatilde. Tanıtımı maruz görün -eşek/gibi çalışanlar hakkını alamıyor.

İşini bilen memurlar revaçta ve meşru kabul edilip, baş tacı ediliyor, gelir dağılımındaysa adaletsizlik ve dengesizlik pür devam, bazıları hariç kimse hakkını alamıyor.

Hakkını arayanlarsa teröristlikle veya anarşistlikle suçlanıyor.

Dayı, yeğen, amca olanlar köşe başlarında ağalık yapıp, parsayı topluyor. Hasbelkader yönetici, müdür, muhasebeci olanlar-namusluları hariç tutuyorum-tabiri caiz ise malı götürüyor. Öğrenci sınava giriyor Türkiye çapında dereceye girenler, yüzde 90’ların üzerinde puan alanlar, hatta ilk sırada olanlar boşta yüzde50’ler bandında puan alanlar, dolayısıyla hakkı ve liyakati olmayanlar, bir şekilde mülakat sistemiyle kayırılıyor (ki gençliğimde ben de Hopa'da liman işletmesi eleman alımı sınavında yazılı sınavında kazanıp, mülakatta elenmiştim).Tabii bu arada şunu da belirtmeliyim, mülakatta bana sorulan sorular içerisinde herhangi bir bilgi içermeyen, askerlik yaptın mı? (Yapmıştım) askerlikten evvel  nerede çalıştın, adın ve anne babanın adı ne? v.s gibi sorular sorulmuştu ve ben adımı ve anne babamın da adını bilemediğim için dolayısıyla ehliyete haiz olmadığım için elenmiştim....!.

Tabii bunu söylememe gerek olmasa da yine belirtmem lazım. Kendi adım, anne ve baba adımın sorulmasının arka planında ellerinde bulunan listedeki torpillilerin hüviyetleriyle uyuşup uyuşmadığını tespit etmekti.

Bu söylediklerim 1980’li yıllar ANAP hükümeti iş başında. Bu satırları yazdığımsa 2020’li yıllar yani AKP hükümetinin iş başında olduğu dönem. Geriye doğru dönüp baktığımda (aynı tas, aynı hamam) hiçbir şey değişmemiş, hatta daha da kötüye gitmiş. Ne acıdır ki az çok farklılıklarla beraber bütün sol ve sağ hükümetler kendimi bildim bileli sistem aynı şekilde sürüyor.

  Akıllı ve sürdürülebilir devlet politikaları yerine keyfi uygulamalar, doğal zenginliklerimiz olan akarsularımız, göllerimiz ve ormanlık alanlarımız rant uğruna veya oy uğruna talan edilmekte.

 Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bugüne yanılmıyorsam 20 ya da 23 defa imar affı çıkarılarak oy uğruna talan edilmiş durumda.

  Akraba eş dost kayırmacılığı(nepotizm) tavan yapmış bir halde.

Kimi kesimler ne yazık ve hazindir ki dinimizi alet edip, kullanarak, kimi kesimlerde Atatürkçülük adına aynı haksızlıkları, yolsuzlukları, adaletsizlik ve hukuksuzlukları yaparak maalesef suistimal edebiliyor. Merhum sosyoloğumuz Cemil Meriç in belirttiği gibi "Ortada bir pasta var (TÜRKİYE) sağdan yiyene sağcı, soldan yiyene solcu diyorlar.

   Bütün bu ahlaksızlığı, haksızlıkları, hukuksuzlukları yapanlar, adaletsizlikleri kendilerine şiar edinenler dönüp insanlara kapitalist hem de liberal kapitalizm sistemin yılmaz savunucuları adeta "cambaza bak cambaza" dercesine Afrika'da insanlar aç susuz perişan yaşamakta "Allah'a şükret" diyorlar.

 Haşa bütün bu yaptıklarını Allah'a havale ederek ve utanmadan Allah'a fatura ederek O'nu kapitalist, yolsuzluk ve adaletsizlik Tanrısı imiş gibi "Mammon"1 Tanrısını bize haşa Allah gibi gösterip  kendilerine göre Allah tasavvuru oluşturdukları Tanrılarına şükretmemizi istiyorlar.

Kısacası utanmadan piyasanın Tanrısına, Mammon'un Tanrısına şükretmemizi istiyorlar.

Herkese hayırlı günler dileğiyle...

Hüseyin YILDIZ,

Çekmeköy-İstanbul, 26. 04. 2023

______________________

1. Mammon, kitabı mukaddesteki yeni akitte mal, mülk ya da paraca kapitalizmi ifade eder ve gözü doymaz kazanca sahip olma çabasıyla ilişkilendirilir.

Ortaçağda genel olarak bir Tanrı olarak betimleyip somutlaştırılmıs ve nazende cehennimin yedi prensinden biri olarak anılmıştır. (Kaynak,"Vikipedi”)

31 Mart 2023 Cuma

İftar Vaktinde de Demokrasi Üzerinde Konuştuk

 

Sohbet Grubu İftar Sofrasında
Ahmet Gencal, Hüseyin Yıldız, Ahmet Meral,
Sabahattin Gencal, Erdoğan Teke, Fehmi Bilâloğlu
Çekmeköy- 29. 03. 2023
******

Sohbet arkadaşımız Erdoğan Teke Bey, Allah (cc) kendisinden razı olsun sohbet grubu arkadaşlarına yani bizlere bugün yani 29. 03. 2023 Çarşamba günü iftar verdi. İftar soframız da arkadaşlığımız gibi mükemmeldi. Ya, iftardan önceki sohbetimiz? Nasıl diyelim? Hani derler ya Cumhuriyetimizi demokrasiyle taçlandıralım. Biz de İftarımızı sohbetle taçlandırdık. Sohbetimizin konusu demokrasiydi.

Moderatörümüz Hüseyin Yıldız Bey, “Her sistem kendi insanını doğurur.” diye başladı söze. Bu sözü elbette doğrudur. Bu sözden başka doğrular da çıkarabilir miyiz? Elbette, sözü ters çeviririz: İnsanlar da kendi sistemini oluşturur. Yaygın bir söz değil mi? “Her toplum layık olduğu biçimde yönetilir.” Onun için hepimiz öğreneceğiz, gelişeceğiz. Peki, nereden başlayacağız?

Paylaşmak güzeldir.