3 Kasım 2024 Pazar

Şundan Bundan

 

Not:
Biz dört arkadaş her toplantıda fotoğraf çektirirdik.
Ancak bu toplantıda fotoğraf çektirmek hiçbirimizin aklına gelmedi.
Demek ki havamızda değildik.
Bu günler zaten kimse havasında değil.
Neyse eski tarihi fotoğrafla idare edeceğiz...



Biz, dört arkadaş yine toplandık. 02. 11. 2024 Cumartesi günü Çekmeköy’deki bir kafede fikir masasının etrafında gündemsiz olarak yerimizi aldık.

Fikir masası derken, öyle altın kaplama veya özel olarak ithal edilen bir masa anlaşılmasın. Bayağı ahşap bir masa.

Masaya fikir masası denmesinin nedeni çevresinde oturanların fikir alışverişi yapmalarındandır. Çevresinde oturanlar “barışı” konuşuyor olsaydı barış masası olurdu. Üzerinde yemek olsaydı yemek masası olurdu. Yani masaya adını veren çevresindekilerin etkinliğidir.

Masa deyince bir de makam masası akla geliyor. Bu arada makamı doldurmak, makamı dolduramamak deyişlerini de yaygındır. Makamın itibarını sarsmak, makamın itibarsızlaştırmak isteyen kişiler de çıkabiliyor. Bazen de bizzat makam sahipleri, makamlarının itibarlarını bilerek veya bilmeyerek sıfırlayabiliyor.

Masa etrafında gündem oluşturamadan oturunca işte böyle oluyor. Bir masadır tutturduk gidiyoruz. Masa yerine kasa desek olur muydu? Ne münasebet. O para kasaları meseleleri epey önceydi. Peki, meselenin önceleri olması bir daha gündeme gelmemesi anlamını taşır mı? Taşımaz tabii. Paşa gönlümüz ne zaman isterse gündeme getiririz veya taze taze fırından yeni çıkmış gündemler oluştururuz. Bu konuda üstümüze yoktur. Hiç kimsenin düşünemediği, hukuka tamamen aykırı konuları masalardan değil kürsülerden bile ortaya atar mıyız? Atarız da tutarız da; var mı bize yan bakan.

Bu kez bir acayip yazıyorum, değil mi? Zaten yazmakla görevlendirilmiş değilim. Kendi kendime bir vazife çıkardım. Hiç de iyi yapmadım.” Durumdan vazife çıkarmak” deyimini duymuşsunuzdur. Nasıl duymazsınız. Bu son yıllarda çokları durumdan vazife çıkartarak hem amirlerini, hem kurum ve kuruluşlarını zor durumda bırakıyorlar. Hatta Türkiye Cumhuriyeti’nin itibarını 8, 9 sekiz onda dokuz şiddetinde sarsıyorlar.

Bir şey anlamadınız değil mi? Normal. Zaten bir şey anlaşılsın diye yazmadım. Sonuçta ben de insanım, ben de korkarım. Ne olur ne olmaz. Bugün olmazsa on yıl sonra bakarsınız ki; ”Şu cümleyi yazdın. Şurada nokta yerine virgül koydun deyip sorgu sual ederler.

Pişman oldum. Ben, mizahi durumların ortasında olsak da mizah yazısı yazamam, yazamayacağım. Onun için biz dört arkadaş nasıl alış veriş yaptığımızdan söz edelim:

Herkes de biliyor ki fikir alış verişlerinin tutanağını ben yazıyordum. Onun için ayrıca görev tebliğine gerek görülmüyor. Genellikle toplantı sonunda, “Ne yazayım?”, der fikirlerini alırdım. Bu kez unuttum. Her yazıda bu unutkanlıktan söz etmek de istemiyorum; ama gerçek bu. Şunu da belirteyim ki toplum benden de unutkan. Ya daha dün bebek ölümlerinden söz etmiyor muyduk? Daha dün birilerini meclise davet etmiyor muyduk? Daha dün terör saldırısı konuşmuyor muyduk? Sonra emeklilerin, fakirlerin belinin büküldüğünü falanı filanı. Eee her gün yeni bir gündemle mi uyanacağız?

Evet, biz dört arkadaş gündemlere teğet geçtik. Daha çok sanat, eğitim, din ve ahlak erozyonları üzerinde durduk.

Ben kafeye girdiğimde üç arkadaşım masada yerlerini almışlardı. Ben geç gelmemişim, sağ olsunlar onlar bira erken gelmişler. Benim yerim hazırdı. Şunu da ekleyeyim. Masada sadece benim yerim bellidir. Sağda otururum. Yanlış anlaşılmasın masanın sağından söz ediyorum. Ayaklarım şişiveriyor da ondan, özellikle sağ ayağım.  

Diyeceksiniz ki bizim de kafamız şişti. Haklısınız diyemeyeceğim. Bu venüz denen illet öyle sizlerin kafa şişmesine benzemiyor. Tedbir almazsan götürür insanı. Allah (cc) korusun tedbir almazsak sokakta da...

Masaya oturduğumda Ahmet Meral Bey hocamız, Erdoğan Teke Bey’in Yarım Kalan Mutluluklar kitabının kritiğini yapıyordu. Ahmet Beyin takdirlerinin anlamı başkadır. Erdoğan Beyin yeni romanının editörlüğü Ahmet Beyin arkadaşına verilmesi kararlaştırıldı.

Yukarıda sanat üzerinde konuşuyorduk dediğimde pek de inanmadınız değil mi?

Bir de, Hatîb el-Bağdâdî’nin (ö. 463/1071) Bağdat tarihine ve Bağdatlı meşhur şahıslara dair eseri üzerinde konuştuk. Hüseyin Bey, bu kitaptan aldığı birkaç paragrafı okudu. Kader üzerindeki bu paragrafların üzerinde bir hayli durduk. Hatta taa 1968 yılında Samsun İmamhatipte öğretmenken meslek dersleri hocalarından duyduğumu naklettim. Ben işte böyleyim, ya da yaşlılar böyledir dünü unutur ama yıllar öncesini... Kader üzerinden gele gele “Âmentü’de yer alan “Hayır ve Şer Allah’tandır” ifadesinin açılımına geldik. Meral Bey bir güzel açıklayıverdi.

 

Yani şimdi olup bitenler Allah’tandır mı diyeceğiz? Olur mu öyle şey. Biz bazı siyasetçiler gibi miyiz? İşte size Din İşleri Yüksek Kurulu sayfasından bir alıntı:

“Allah’ın hayra rızası vardır, şerre ise rızası yoktur. Hayrı seçen kişi mükâfat, şerri seçen ise ceza görecektir. Şerrin Allah’tan olması, kulun fiilinin meydana gelmesi için Allah’ın yaratmasının devreye girmesi demektir. Yoksa Allah, kulların kötü fiilleri yapmalarından râzı/hoşnut olmaz ve şerri de emretmez.”

Yazıyı bitirmeden önce daha başta Erdoğan Bey’in bana sorduğu bir sorudan hareketle SAGEN Yazarlar Grubunun hazırlamakta olduğu İNSAN OLMA VE İNSAN OLARAK KALMA adlı kitabın hangi aşamada olduğundan söz edeyim:

Kitap için üyelerin ancak %25’si yazı gönderdi. Bu yazılar bir kitap için yetebilir gerçi; ama gönül isterdi ki hepsi yazabilsin. Ancak hiç kimseyi yazmadığından ötürü kınamıyoruz. Öyle benim gibi korkarak titrek tikret yazmaktansa hiç yazmamak daha iyidir belki. Öyle ya bakarsınız on yıllar sonra...

Bu arada bu yazımızı okuyan grup arkadaşlarımız da umarız ki yazılarını gönderirler.

Bütün mesele insan olma ve insan olarak kalmaktır. Diğer deyişler meyişler laf-ı güzaftır.

Sabahattin Gencal,

Çekmeköy- İstanbul, 02. 11. 2024

 

 

 

 

 

 

 

 

Paylaşmak güzeldir.