18 Nisan 2021 Pazar

Andımız

  


.

ANDIMIZ

Türküm, doğruyum, çalışkanım,
İlkem: küçüklerimi korumak, büyüklerimi saymak, yurdumu, milletimi özümden çok sevmektir.


Ülküm: yükselmek, ileri gitmektir.


Ey Büyük Atatürk!
Açtığın yolda, gösterdiğin hedefe durmadan yürüyeceğime ant içerim.


Varlığım Türk varlığına armağan olsun.
Ne mutlu Türküm diyene!

 

(Andımız 1933’de  Milli Eğitim Bakanı Reşit Galip tarafından yazılmıştır. 1972’de bir değişiklik yapılmıştır.1997’de yapılan değişiklik Sonrası Andımız Sözleri)

TÜRKÜM

Andımızda geçen Türk kelimesi, bir ırkı belirtmekten çok Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarını belirten bir kavramdır. Açık deyişle Türk kelimesi Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yaşayan hangi ırka ve dine mensup olursa olsun bütün yurttaşları içine alan, birlik ve aidiyet ifade eden bir üst kavramdır. Aidiyet duygusu bütün canlılarda içgüdüsel olarak vardır. İnsanlarda ise bilinçli olarak olması gerekir ki birlik ve beraberlik sağlanmış olsun.

İnsan biricik varlık olmakla birlikte toplumsal bir varlıktır. Biricikliğinden başka bir şey düşünmeyen, toplumu ancak basamak veya sömürü vasıtası olarak gören egoistlere gerçek anlamında insan denebilir mi? Onun için “ben” değil “biz” olmalıyız. Fatiha Süresini okurken, “Bizi…” diyerek “Bir” olduğumuzu ifade ediyor, bu bilinç içerisinde Allah’a yöneliyoruz.1 Hakk’ın davası etrafında toplandığımız, bir araya geldiğimiz takdirde değer ifade ediyoruz. Dolayısıyla her şeyden önce “Biz” olmaya, “Bir” olmaya ihtiyacımız var.” Burada bir parantez açalım. Bazı dar görüşlüler “bizi” derken tüm yurttaşları değil, yalnız Müslümanları, bazıları da yalnız kendi mezhebini, kendi çevresini kastediyor ve diğerlerini ötekileştiriyor.

Birbirimizi ötekileştirmeden birlik olmak zorundayız ki hakkımızı hukukumuzu koruyabilelim. Bu konuda bir uç örnek verelim:

Sevgili peygamberimiz Hz. Muhammed’e (s.a.v.) henüz peygamberlik gelmeden, yirmili yaşlardayken yere yere yere batırdığımız Cahiliye devrinde (580’li yıllarda) Arap kabileleri arasında anarşi ortamında, zayıf ve güçsüzlerin korunması, zulmün önlenmesi gibi amaçlarla, toplumda sözü geçen, kişilerin önderliğinde kurulan ve Hz. Muhammed'in de bir ara toplantılarına katıldığı barış cemiyeti olan (Hılful FudulErdemliler İttifakı kuruluyor. Bu ittifak’ın yeminine dikkat buyurulsun:

Antlaşma yemini şöyledir:

1- Mekke’de, ister oranın halkından olsun isterse dışarıdan gelen insanlardan olsun, bir kişinin zulme uğradığını gördükleri zaman onunla birlikte olacaklardı.

2- Mazluma hakkı iade edilinceye kadar mazlumla bir tek el gibi -yekvücut- olacaklardı.

3- Deniz, bir tek tüyü ıslatıncaya kadar, Sebir ve Hira dağları yerlerinde kaldığı müddetçe ve maişette (mali durumda) tam bir eşitlik sağlanana dek bu maddeler geçerli olacaktı.2

Bütün kaynaklarda Hz. Peygamber’in peygamberlikle görevlendirildikten sonra da bu ittifaktan övgüyle bahsettiği, İslâmiyet’in onu daha da pekiştirdiğine inandığı, tekrar çağrıldığı takdirde de tereddüt göstermeden derhal icâbet edeceğini söylediği Müsned, I, 190, 317) kaydedilmektedir.

Bu arada şunu da ekleyelim, partileşen bu ittifak Hz. Osman’ın ölümünden sonra, ne hikmetse kapatılmıştır.

Konuyu toparlayalım. Milletçe bir üst kimlik içinde toparlanmamız kenetlenmemiz gerekir. Vahşi kapitalistler, kendileri çocuklarının birliğini sağlamak ve pekiştirmek için and okuturlarama sömürecekleri ülkelerde değil “and” okumak, birlik ve beraberliği sağlayacak bütün girişimleri engellerler.

Vahşi kapitalistler ve onlara bilerek veya bilmeyerek hizmet durumunda olanlar Andımız için çağ dışı, kominist, faşist vb. uygulamadır diyebilirler. Dikkat edilirse değil Türk kimliği altında kenetlenmemizi sivil toplum kuruluşlarını da istemezler. Şayet kurulmuşlarsa bölmeye çalışırlar. İşçi Sendikaları bölük bölük değil mi? Öğretmen Sendikaları (dernekleri demek daha doğru) bölük bölük değil mi? Baroları da bölmeye kalkmadılar mı?

Dahası var vahşi kapitalistler böl-yönet taktiğinin ötesinde taktikler de geliştiriyorlar. Ülkelerin sistemleriyle oynuyorlar ki yarıydı, yasamaydı, yürütmeydi gibi kurumlarla uğraşmasınlar... Bu herkes tarafından da bilinmiyor mu? Bal gibi biliniyor; ama şahsi menfaatler ağır basıyor. (CIA eski Türkiye şefi, Paul Bernard Henze'nin 2006'da Beyaz Saray'a sunduğu Türkiye raporu için bkz.4)

İleride tarih yazacaktır bunları. Şimdilik görsel ve sözel medya ile idare edin ve içinde bulunduğumuz vahim durumu anlamaya çalışınız: Faiz batağında olmamız yetmiyormuş gibi, bazı şirketlere 20-30 yıl adeta haraç ödemek durumunda değil miyiz?

Kısaca Türkiye Cumhuriyetin yurttaşları olarak göğsümüzü gere gere Türküm diyerek, evet ırkı ve dini kast etmeksizin Türküm diyerek birliğimizi sağlamalıyız.

Bugüne kadar, maalesef bu birliği sağlayamadık. Tabii bunun da sebepleri var. Bu sebepleri bilirsek bundan sonra aynı hatalara düşmeyiz.

Namazdan örnek verelim, namazı bayağılaştırırsak veya tören haline getirirsek kusurlu olur. (Kabul edilmez demiyoruz; onu ancak Allah (cc) bilir.) Andımızı da kimimiz tören havasında okuduk, kimimiz de öylesine. Yani özüne inemedik. And’daki coşkuyu, ruhu kavratamadık.

"And"ın, bu dönemeçte tekrar gündeme gelmesi inşallah iyi olur. Korkarım ki siyasi mülahazalarla tekrar okutulmama cihetine gidilir. Bu konu her şeyden önce bir eğitim konusudur. Bazı eğitimciler de buna karşı olabilirler. Onlara yine vahşi kapitalizmi hatırlatmak isterim. Ne kadar eğitilmiş olursanız olun birlik olmadıktan sonra hak hukuk, liyakat vb. kavramlara önem vermeyen kapitalistlerin kölesi olmaya mahkûm olursunuz.

Özetle, Türk ve TC kelime ve ifadelerini kaldıranlar dahil hepimiz gururla Türküm diye başlayarak Andımızı okumalı, özümsemeli ve gereğini yapmalıyız.

 

DOĞRUYUM

“…Bizi dosdoğru yola ilet…” “…Bizi dosdoğru yola ilet…” Bu duayı günde kaç defa okuyoruz?

Yüce Allah Kur’an-ı Kerim Fatiha Suresi 6. Ayetinde: "... Bizi dosdoğru yola ilet" diye dua etmemizi belirtmektedir. Günde 5 vakit namazda bu ayeti 40 defa okuyoruz. Yoksa anlamını bilmeden mi okuyoruz?

Evrensel ahlâk anlayışında olduğu gibi, İslâm ahlâkında da doğruluk ve dürüstlük, insan onurunun ve sağlıklı bir toplum yapısının vazgeçilmez şartlarından biri olarak kabul edilmiştir. Dolayısıyla doğruluk, gerek fert, gerekse toplum için zorunlu olan ahlâkî niteliklerin tamamını kendinde toplar.

Doğruluk yalancılığın zıddıdır. Dürüstlük, sözde ve davranışlarda din ahlak ve toplumun öngördüğü ilkelere uygun davranma, özü-sözü bir olma halini ifade eder. Daha açık bir ifade ile gerçeğe ve kurala, akla ve mantığa uygun; tam, eksiksiz, istenildiği gibi, kusursuz, yanlışsız, hilesiz; eğri, çarpık ve yalan olmayan; her türlü kötülükten uzak; yasa, yöntem ve ahlaka bağlı olmak demektir.” (TDK Türkçe Sözlük, I, 389, 390, 421)

Dürüst olmak insan olmakla eş anlamlı kabul edilmektedir. Dürüstlük aynı zamanda insanın safiyetiyle yani bozulmamış haliyle ilgili bir kavramdır. (La Bruyere, (1985), Karakterler, Çev. Bedia Kösemihal, İstanbul: Sosyal Yayınlar, s. 277...)

Doğruluğun Allah'ın bir sıfatı olarak anılması (Kur’an-ı Kerim, 4/Nisa- 87,122)¸ önemini belirtmeye yeter.

Sorumluluğun esasını teşkil eden doğruluk, her türlü aşırılıktan çekinerek orta bir yol izlemektir.

Doğru dürüst olabilmek çok güzel, ama bu yeterli mi? Yüce Rabbimiz; “Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve doğrularla beraber olun.” diye buyurmaktadır. (Kur’an-ı Kerim, 9/Tevbe-119) Yani Allah (cc) doğruların bir arada olmasından daha fazla güç meydana geleceğine işaret ediliyor adeta.

Bir araya gelerek güçlenen, güçlenerek sorumluluklarını beraberce, “biz” olarak, kolektif olarak yapan doğru kişilerin birbirlerine karşı güven duyguları da artar. Böylece toplumda huzur ve barışın olması sağlanmış olur.5

Bugün birbirimize güven duygularının, huzur ve barışın taban yaptığı ortamda; çocuklarımızın her sabah “doğruyum” demesini vahşi kapitalistler ister mi?

Doğruluğun karşıt anlamlarından birisi de yalancılıktır. Bütün kötülüklerin anası olan “yalan”la yapılan algı operasyonları sonuçları yurttaşlarımızın anasını ağlatmıyor mu?

Doğruluk-dürüstlük değeri elbette sadece söylemekle oluşmaz. Bunun özünü kavrayıp uygulamak gerekir. (Doğrulukla ilgili ayetler6)

ÇALIŞKANIM

İnsan için ancak çalıştığı vardır. (Kur’an-ı Kerim, 53/Necm -39)  Diyanet İşleri Meali (Yeni)

"Çalış!" dedikçe Şerîat, çalışmadın, durdun,

Onun hesâbına birçok hurâfe uydurdun!

Sonunda bir de "tevekkül" sokuşturup araya,

Zavallı dîni çevirdin onunla maskaraya!

(M. Akif Ersoy, Safahat)

Çalışma konusunda yukarıdaki ayet de dörtlük de yeter aslında; ama biz tevekkülü yanlış anladığımız için şapkamızı önümüze koyup düşünmemiz gerekir.

Haksızlığın, yolsuzluğun; kapkaçın, hırsızlığın; köşe dönme anlayışının vb. emek sarf etmeden kazanma isteklerinin kol gezdiği günümüzde “çalışma üzerine çalışma “gerekir. Çünkü insanı insan yapan niteliklerden birisi de çalışma ahlakıdır.7

 

İLKEM KÜÇÜKLERİMİ KORUMAK, BÜYÜKLERİMİ SAYMAK, YURDUMU, MİLLETİMİ ÖZÜMDEN ÇOK SEVMEKTİR.

 TDK’ye göre ilke kelimesi ise şu anlama gelmektedir:

 - Temel düşünce, temel inanç, umde, prensip

- Temel bilgi

- Öge, unsur

- Davranış kuralı

- Her türlü tartışmanın dışında sayılan öncül, mebde, umde, prensip

 Bu ilkelere bugün ne derece riayet ediliyor? Sevgi ve saygı değerleri ne derece uygulanıyor?

“Ne üzücüdür ki bugün sevgi, insanların Kur’an-ı Kerim'deki sevginin ahlak mefhumlarından, ilahi öğretilerden, İslam dininin getirdiği sevgiyi doğru, temiz ve dürüst ahlak çerçevesi ile sınırlandıran ilkelerden ve tavsiyelerinden uzaklaşması yüzünden hayvani şehvet elbisenin giydirildiği değersiz bir hale gelmiştir.8

 “Sevgi, merhamet, şefkat ve yardımlaşma iyi mü'min olmanın ve Allah'ın kul olarak yarattığı insana saygının birer simgesi ve önemli göstergeleridir. Bütün insanlara karşı anlayışlı ve tüm yaratılmışlara karşı merhametli olmak, İslam’ın insanı ulaştırmak istediği kemalin esasıdır. Bu ise, önce mü'minlerin kendi aralarında başlar, sonra insanlığı ve bütün yaratılmışları içine alır.9

Mutluluğun, ahengin ve dirliğin esası sevgidir.

Bakara suresinin 92. ayeti sevginin büyülü bir masal olmaktan çıkıp erdirici bir değer olarak hayatımıza girmesinin en önemli ilkesini şöyle vermektedir:

“Sevdiğiniz şeylerden başkalarına vermedikçe mutluluğa ve zafere asla ulaşamazsınız.” O halde, gerçek sevgi bizi sahip olduğumuz değerleri paylaşmaya götüren sevgidir. Başka bir ifadeyle, sevgi, sahip olduğumuz nimet ve imkânları başkalarıyla paylaşmaktır. Kur'an, paylaşıma ‘infak’ der.10

Günümüzde toplumumuza, insanlığa baktığımızda en yüce değerlerden insana saygıyı göremiyorsak yakınmakla mı yetineceğiz? Elbette ki hayır. Herkes elinden geleni yapacaktır; daha doğrusu yapmalıdır. İlk görevimiz bu olmalıdır.

Görevimizi yapabilmemiz için, her şeyden önce kendimize saygı duymalıyız. Sonra sırasıyla anne, baba, kardeş... uzatmayalım bütün büyüklere saygı borcumuzu unutmamalıyız. Tabii saygı sadece kişilerle sınırlı değildir. Hayvanlara, bitkilere kısacası doğaya ve Allah’ın tüm yarattıklarına saygı göstermemiz gereklidir.11

 Yurdunu, milletini özünden çok seven, vergi kaçırmak için yurt dışında şirket kurar mı?

Yurdunu, milletini özünden çok seven aydınlar yurt dışına kaçar mı?

Kurar mı, kaçar mı, yapar mı dememiz nafile vahşi kapitalizmin taktikleri, bazı yöneticiler dahil çoklarının farkına varamadığı yurt ve millet sevgisinin azalmasına neden oluyor.

Yurt ve millet sevgisi azalınca kalabalık olmaktan öteye gidemeyiz. Onun için gençlerimizi ilkelerine bağlı olarak yetiştirmeliyiz.

 

ÜLKÜM: YÜKSELMEK, İLERİ GİTMEKTİR.

  Ülkü’nün sözlük anlamı, ardından koşulan, uğruna çalışılan, ulaşılmak istenen yüce erektir. Ardından koşacağımız bir amaç, hedef yoksa daima vahşi kapitalizmin kölesi olmaya mahkum oluruz. Onun için ülkümüz çağdaş uygarlık düzeyinin üstüme çıkma çabasında olmalıyız. Bazıları uygarlığı sadece teknolojide ilerleme olarak kabul etmektedir ki bu yanlıştır, eksiktir. Uygarlık maddi ve manevi her türlü ilerlemeyi kapsayan bir medeniyettir.

Avni Başman’ın deyişiyle “Bugünkü medeniyet; arka üstü yatıp, yıldızları temaşa ile vücuda getirilecek mistik bir hayat şekli değildir.” Onun için o kadar çok çalışmalıyız ki iki günümüz bir olmasın. “İki günü bir olan aldanmıştır, zarardadır.” Sözüne kimileri, hadis diyor, kimileri Hz. Ali’nin sözü diyor, kimileri de kibar-ı kelâm diyor.  Hangisi doğru bilmiyorum. Benim bildiğim bu sözü daima ilke olarak kabul ettim ve başta öğrencilerim olmak üzere herkese söyledim. Daima yükselmeli ve ileri gitmelidir.

 Y BÜYÜK ATATÜRK!

AÇTIĞIN YOLDA, GÖSTERDİĞİN HEDEFE DURMADAN YÜRÜYECEĞİME ANT İÇERİM.

 Bütün mazlum (haksızlığa uğrayan ve baskı altında ezilen, kendisine zulmedilen, zulüm gören.) ulusların Bağımsızlık Savaşı veren önder olarak kabul ettikleri Mustafa Kemal Atatürk’ü emperyalistlerin sevmemesi anlaşılabilir. Ama içimizden, az da olsa bazılarının sevmemesine bir anlam verilemez. Atatürk’ü özel yaşamı ile eleştiriyorlar, kendilerini haşa sanki Allah yerine koyarak eleştiriyorlar. Bazıları da Atatürk’ü dini konularda yaptıklarıyla eleştiriyorlar. Eleştirmek demeyelim yeriyorlar, kınıyorlar. Bu konularda tam aksini savunanlar da var. Kim doğru söylüyor? Kim yanlış söylüyor? İngilizlerin, daha sonraları başka gizli ellerin verdiği paralar karşılığı Atatürk aleyhtarlığı yapanlar mı? İngilizlerin kurulmalarında parmağı olduğu söylenen bazı tarikatların fısıltıları mı? CIA’nın kurup geliştirdiği cemaatlerin ektiği zehirleri mi? Her şeyden önce Atatürk konusu üzerinde çalışılmalıdır. Onun akla uygun sözlerine ve özellikle hâkimiyetimizin korunmasıyla ilgili sözlerine kulak kesilmelidir.

 Atatürk, milli hâkimiyetin korunması konusunda Türk Milletine düşen görevi de, şu sözleriyle ifade etmiştir: “Hiç şüphe yok, Devletimizin ebed müddet yaşaması için, memleketimizin kuvvetlenmesi için, milletimizin refah ve mutluluğu için, hayatımız, namusumuz, şerefimiz, geleceğimiz için ve bütün kutsal kavramlarımız ve nihayet her şeyimiz için, bütün uyanıklığımızla ve bütün kuvvetimizle millî egemenliğimizi muhafaza ve müdafaa edeceğiz!”12

Atatürk’ün açtığı akıl yolunda, çağdaş medeniyet hedefine doğru durmadan yürümek için and içmek /yemin etmek ne güzeldir. Burada şunu eklemeliyiz: Akıl yolu vahyi ötelemez. Vahiy akla ters düşmez. Yalnız aklı bir yerde durabilir... Yine yeminden söz ederken şunu ekleyelim: Yemin veya ant’ın sözlük anlamı, bir şeyi yapacağına veya yapmayacağına dair, genellikle kutsal kabul edilen bir varlık üzerine verilen sözdür. Bu söze sadakat/ sağlam, güçlü ve içten bağlılık gerekir. Bu konuda küçüklere daima örnek olmalıdır.

VARLIĞIM TÜRK VARLIĞINA ARMAĞAN OLSUN

Türk varlığının, milli birlik ve beraberliğinin devam etmesi sadece sınırlarımızı beklemek, icabında kurtuluş savaşına girip şehit olmayı göze almak, istemek değildir. Uygarlıkta ilerlememiz ve huzur ve refahımız için elimizden gelen bütün gayreti göstermektir. Yalnız kendi refahını düşünenlerin de eğitilmesi gerekir. Onların böyle egoist olmasının sebeplerini araştırıp çareler üretmek gerekir. Ancak bu konuda hiçbir çaba gösterilmiyor; aksine egoistler artıyor. Unutulmamalıdır ki bu durum sağlıklı değildir.

 

NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE!

Ne mutlu Türk olana deyişiyle, ne mutlu Türküm diyene deyişi arasındaki fark ne kadar açıksa Andımızdaki Türk kavramı bir ırkı temsil etmediği de o kadar açıktır.

Kurulan ulus devletimiz asla diğer uluslara düşman değildir. “Gerçi bize ulusçu derler; ama biz öyle ulusçuyuz ki, bizimle işbirliği eden tüm uluslara saygı duyarız.”13  

Yurtta barış, dünyada barış” diyen Ata’nın ulusçuluk ilkesi ile ırkçı, gerici, emperyalist düşünce ve akımlar bağdaşamaz.14

Bu söz yazıldığı birçok yerden, maalesef kaldırılmıştır. Kaldırılırken de Türk kelimesini bir alt kimlik, bir ırk belirten kelime olarak düşünülmüştür. Daha doğrusu böyle bir bahane uydurulmuştur. Bu konudaki görüşmeleri ileride tarih yazacaktır. Görsel ve yazılı medyaya sızanları yazmayı doğru bulmuyoruz.

Kavramlarla oynamanın ne kadar sakıncalı olduğu bir kere daha anlaşılıyor. Bu bilinçli mi yapılmıştır, bilinçsiz mi? Böylesine sorular aklımıza gelmemeliydi aslında. Güvensizlik, kuşku hali iyi değil. Bütün bunlar eğitimsizlikten kaynaklanabilir mi?

“En önemli ve esaslı nokta eğitim sorunudur.

Eğitimdir ki bir ulusu ya özgür, bağımsız, şanlı, yüksek bir toplum halinde yaşatır. Ya da bir ulusu köleliğe ve yoksulluğa sürükler.

Yeni Türkiye Cumhuriyetinin yeni kuşağa vereceği ulusal eğitim olacaktır.”15

Çökmüş demeye dilim varmıyor, rayından çıkmış milli eğitimimizin rayına girmesi, daima yenilikleri takip edebilmesi ve çağdaşlaşması mümkündür. Bu yargım/düşüncem/sözüm basit bir temenni değildir, övünmek gibi olmasın eski ilköğretmen okulu mezunu olan bendenizin uzun tecrübelerden sonra vardığı bir gerçekleşebilir bir sözdür. Yeter ki siyaset milli eğitimden elini çeksin.

Andımızın bir ritüel/gelenek, alışkanlık olarak değil özü itibariyle okunması dileğiyle...

 

Sabahattin Gencal, Çekmeköy-İstanbul, 17. 03. 2021

_____________

1.                Gencal, Sabahattin; Fatiha Suresi Tefsiri (Derleme), s. 102

2.                Gencal, Sabahattin; EVRENSEL Yüce Bir AHLAK Üzere Olmalı, (Henüz basılmadı)

3.                ABD Yargısının, Andımız kararı, https://www.sozcu.com.tr/2021/yazarlar/soner-yalcin/abd-yargisinin-andimiz-karari-6317939/

4.      Bulut, Arslan; Tek adam sistemini Türkiye'ye kim dayattı? https://www.yenicaggazetesi.com.tr/tek-adam-sistemini-turkiyeye-kim-dayatti-41952yy.htm

5.                Gencal; a.g.e., s. 99

6.                Doğruluk (Bakara 2/177; el-Ahzab 33/70; Fussilet 41/30; Maide 5/119; Saf 61/ 2-3; Ahkaf 46/ 13; Hud 11/112; Şura 42/15; Tevbe 9/119; Meryem 19/41)

7.                Gencal, a.g.e. , s. 209

8.                Abdulqader, Abubaker Duraid; Kur’an-ı Kerim’de Sevgi Kav-ramı, Yüksek Lisans Tezi, Ankara-2014,

9.                Hadis Bahçesi, http://www.enfal.de/hadisler/mumin_cesed.htm

10.          Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk, Paylaşabilmek veya sevebilmek, Hürriyet, 2 Ocak 2009https://www.hurriyet.com.tr/paylasabil-mek-veya-sevebilmek-10683497

11.          Gencal, a.g.e. , s.130

12.          http://www.yenicaggazetesi.com.tr/89-yil-kutlu-olsun-15138h.htm

13.          K. Atatürk Diyor ki, VY., İst., 1970, s.51

14.          Gencal, Sabahattin; Atatürkçü Düşünce Üzerine Bir Deneme, s.116

15.          Naci, Fethi, Atatürk’ün Temel Görüşleri, Gerçek Yayınevi, s. 58

 

.

Paylaşmak güzeldir.