9 Ekim 2015 Cuma

Anlam Bakımından Sözcükler


Anlam Bakımından Sözcükler


1. Gerçek (Temel) Anlam
Gerçek anlam, bir kelimenin aklımıza ilk gelen anlamıdır. Kelimelerin, sözlükte yer alan ilk anlamları da gerçek anlamlarıdır. Bu yüzden gerçek anlama, sözlük anlamı da denir.
Örnek


2. Yan Anlam

Bir sözcüğün temel (gerçek) anlamından kopmadan kazandığı yeni anlamlara yan anlam denir. Sözcük, gerçek anlamından farklıdır; ancak gerçek anlamından tamamen kopmamıştır. Sözcüklerin yan anlam kazanmasında “gerçek anlamıyla görev, şekil (görünüş) benzerliği veya yakıştırması” etkilidir.
Örnek

3. Mecaz Anlam

Bir ilgi veya benzetme sonucu sözcüğün gerçek anlamından tamamen uzaklaşarak kazandığı yeni anlamlara mecaz anlam denir. Mecaz anlamda kullanılan sözcükler genellikle soyut anlam kazanır.
Örnek

4. Terim Anlam

Bir sözcüğün bilim, sanat, spor ya da meslek alanına özgü kavramları karşılığında kazandığı anlama terim anlam adı verilir.
Bazı bilim, sanat ve meslek dalları ile ilgili terimler:
Örnek

 Bir sözcüğün terim olup olmadığı kullanıldığı cümleye göre değişir.
Örnek

 Bir sözcük, birden fazla alanda terim oluşturabilir.
Örnek
http://www.dil-bilgisi.net/konular/gercek-yan-mecaz-terim-anlam/


 5. Deyim anlam


Deyim, en az iki kelimenin kalıplaşarak yeni bir anlam kazanmasıyla oluşan mecazlı sözlerdir. Kelimelerden biri veya her ikisi anlam kaybına uğrar.
Genellikle gerçek anlamından az çok sıyrılarak ilgi çekici anlam taşıyan söz öbeklerine deyim denir. Deyimler anlatıma güzellik, çekicilik, canlılık katar. Türkçe, deyimler bakımından zengin bir dildir.
Deyim Anlam Örnekleri:
Olur olmaz konularla baş ağrıtmayı seversin.
Bu şekilde anlatırsanız aklı yatar.
Sonunda korktuğumuza uğradık, çocuk kayboldu.
Her gördüğüne dudak büküyordu.
Öğrenciler, beni can kulağı ile dinliyordu.
Hiçbir işte dikiş tutturamamıştı.
Senin yaptığın pire için yorgan yakmak.
İki genç adam boğaz boğaza geldi.
Bizimkinin iyice çenesi düştü.
Göze girmek
 için her şeyi yapıyor.
Matematiği aklım almıyor.
Çocuk ağzı açık beni dinliyordu.
İşin ağırlığın gözümüzü korkutmuştu.
DEYİMLERİN ÖZELLİKLERİ
1. Kalıplaşmış sözlerdir. Yerleri değiştirilemez; bir kelime çıkarılıp, aynı anlama da gelse yerine başka bir kelime konamaz. “Eli yüzü düzgün” deyimi, “yüzü eli düzgün” biçiminde; “baş kaldırmak” deyimi, “kafa kaldırmak” biçiminde değiştirilip söylenemez; söylense de deyim olmaz.
2. Bir araya gelirken, çoklukla kendi gerçek anlamlarından ayrı bir anlam belirtirler. “Altın kesmek” deyimi, “altını kesip doğramak, parçalara ya da dilimlere ayırmak” anlamında kullanılmaz; bu söz “çok para kazanmak, kazanır durumda olmak” anlamında kullanılır. Ancak kimi deyimlerde, kalıplaşmış sözden çıkan anlam, gerçek anlamın dışında değildir. “Sesi çıkmamak; çoğu gitti, azı kaldı” deyimlerinde olduğu gibi.
3. Kısa ve özlü ifadeler taşırlar. Bir kavramı, bir düşünceyi, bir olayı az sözle belirtmek ya da daha etkili kılmak için kullanılırlar.
4. En az iki kelimeden oluşurlar. Bir kısmı kelime grubu, bir kısmı da cümle hâlinde biçimlenmiştir. “Günaha sokmak, içini dökmek” ve “elifi görse mertek sanır”, “burnu yere düşse almaz” gibi.
5. Çoklukla mastar hâlinde olduklarından fiil çekimine girerler. “Burnunu çekmek” deyimi, “burnunu çekti”; “bozuk çalmak” deyimi, “bozuk çaldı”; “güçlük çıkarmak” deyimi, “güçlük çıkardı” biçiminde çekimlenebilir.
6. Deyimlerin bir çoğu benzetme ve söz sanatları ile süslüdür. Anlatıma güzellik, canlılık ve çekicilik katmak için bu şekilde kullanılırlar. Bu bakımdan, genel kural niteliği taşımazlar. Bu yönleriyle de ata sözlerinden ayrılırlar. Çünkü atasözleri genel kural niteliği taşırlar; yol göstermek, ders ve öğüt vermek amacı güderler. “Ağaçtan maşa aptaldan paşa olmaz” ata sözü, netleşmiş bir genel kuraldır. Denenmiş, uygulanmış, her zaman ve herkes için doğru olan bir genel kural niteliğinde biçimlenmiştir. Oysa “fiyatı kırmak” sözünde genel bir kural yoktur. Çünkü her zaman fiyat dondurulmaz.
7. Bazı benzetmeli söyleyişler deyim olmadıkları hâlde deyim gibi kullanılırlar. “Arpacı kumrusu gibi (düşünmek)”, “beşlik simit gibi (kurulmak)”, “arı kovanı gibi (işlemek)”, “kabak çiçeği gibi (açılmak)” deyimleri, bu türdendirler.
8. Kimi ikilemeler de çoklukla deyim sayılmaktadır. “Allak bullak”, “oldum olası”, “takım taklavat”, “süklüm püklüm”, “ev bark” gibi.
9. Çoğu zaman deyimlerle birleşik kelimeler karıştırılır. Bu yanlışlara düşmekten kimi bilgilere sahip olmakla kurtulmak mümkündür. Birleşik kelimelerin bitişik yazıldıkları, isim soyundan geldikleri, aralarına yapım ve çekim eki girmeyecek kadar kaynaşmış oldukları unutulmamalıdır. Bunun yanı sıra, deyimleri oluşturan kelime gruplarının isim ve fiil çekimlerine girdikleri, aralarına çekim ekleri aldıkları da hatırdan çıkarılmamalıdır. Ancak, bu ilkeler her ne kadar göz önünde tutulsa da, deyimlerle birleşik kelimeleri kimi zaman tam ayırt etmek imkânı yoktur.
10. Bir milletin söz gücünden doğan ve doğduğu toplumun malı olan deyimler, bazı istisnaları dışında mecazdırlar; kelime grubu olarak da isim, sıfat, zarf görevlerinde bulunurlar: “İçten pazarlıklı bir adam” cümlesinde “içten pazarlıklı” deyimi sıfat olarak; “keyfimi kaçırıp gitti” cümlesinde “keyfi kaçmak” deyimi zarf olarak; “karga derneğinde işim yok benim” cümlesinde “karga derneği” deyimi de isim görevinde kullanılmıştır.
http://www.dersci.com/sozcukte-anlam.html
*
6. Argo anlam
Sadece belli bir topluluk ya da meslek tarafından kullanılan özel sözcüklerden oluşan dile argo denir.
Argo, dil içinde bir dil gibidir.
Külhanbeylerinin anlaşma vasıtası da denebilir. Küfürle karıştırılmamalıdır.
Argonun varlık sebebi kolay ve çekici anlatımı yakalama isteğidir.
Şekil ev anlamda ölçüsüzlük ve mübalâğa esastır.
Bağımsız ve sorumsuz yaşayışın dilidir de denebilir.
Dışa dönüklük, boşalma, rahatlama argoda sınırsızdır. Her şeye küfür kelimeleri kullanmadan küfredilir.
"Canına yandığımın dünyası" gibi.
abdestini vermek: azarlamak
aklına tükürmek: birinin düşüncesini beğenmemek
röntgenci: kadınları gizlice gözetleme alışkanlığı olan erkek
piliç gibi: güzel ve sevimli kız
mektep çocuğu: acemi, toy
zokayı yutmak: aldatılıp zarara sokulmak
yutmak: iyice eksiksiz olarak öğrenmek
arakçı: hırsız
bal kabağı: aptal, beyinsiz
torpil, moruk, çakmak (sınıfta kalmak), asılmak...
http://www.skyturks.com/turkce/anlamlarina_gore_sozcukler.asp
*
7. Somut anlam, soyut anlam ve özellikleri 




Bir sözcük, duyu organlarından biri yoluyla algılanabilen bir varlığı gösterirse "somut anlamlı", duyu organları yoluyla algılanamayıp da zihinde var olan kavramları gösterirse "soyut anlamlı" sözcük adını alır.



Örnek :



Ağaç, taş, hava, ses, koku, çiçek.                           (somut anlam)



Mutluluk, Sevgi, korku, kin, dostluk, insanlık.       (soyut anlam)



Somut ve Soyut Anlamla İlgili Uyarılar:

=>Bir sözcük temel anlamıyla somutken cümlede kazandığı anlamıyla soyut olabilir. Bu yüzden sözcükler somutluk soyutluk yönünden değerlendirilirken cümle içinde kazandığı anlama göre değerlendirilir.

Örnek:

Sözgelimi "hava" sözcüğü dokunma duyusuyla ilgili somut bir anlam taşırken "Eski eşyalar salona ayrı bir hava vermiş." cümlesinde soyut bir anlam kazanacak şekilde kullanılmıştır.

=>Aktarma yoluyla somut anlamlı bir sözcük bir somut anlam daha kazanarak kullanılabilir.

Örnek :

Organ adı olan somut anlamlı "ayak" sözcüğü, "sıranın ayağı, masanın ayağı, köprünün ayağı" gibi kullanımlarda yeni bir somut anlam kazanmıştır.

=>Soyut bir kavramın gözle görünür kılınması için somut anlamlı bir sözcükle anlatılması söz konusu olabilir. Bu duruma somutlama denir.

Örnek:

Bu sözlerin onu kırmış.   ("Üzmek","kırmak" la somutlaştırılmıştır.)
Sanki bakışlarıyla bizi eziyordu.  ("aşağılayıp, küçümsemek","ezmek" le somutlaştırılmıştır.)
Kanunları çiğnemek suçtur. (bilgi yelpazesi.net)     ("ihlal edip, uymamak", "çiğnemek" sözcüğüyle somutlaştırılmıştır.)


=>Deyimlerimizin bir bölümü somutlamaya örnektir.

Örnek:

Öküz altında buzağı aramak    (Akla uymayan bahanelerle suç ve suçlu bulma çabası)
Öp babanın elini                         (beklenmedik bir durum)
Örümcek kafalı                           (geri düşünceli, yenilikleri kabul etmeyen)

=>Soyut anlamlı bir sözcük cümle içinde bir soyut anlam daha kazanarak kullanılabilir.

Örnek:

Karnım henüz doymuş değil.                                                  (soyut-temel anlam)
Ömrü boyunca okudu, hala okumaya doydu diyemem.    (Soyut-mecaz anlam)

Somutlama, yapılışı, özellikleri, somutlama sanatı

Soyut, anlatılması güç kavramları başka kavramlar aracılığıyla görünür kılmaya somutlama denir.

Düşünceyi kolayca kavratmak amacıyla başvurulan somutlama daha çok örnekleme ve benzetmeler yoluyla yapılır.

ÖRNEK:

Hiç olmazsa unutmamak isterdim
Eski geceler, sevdiklerimle dolu odalar
Yalnız bırakmayın beni hatıralar
Az yanımda kal çocukluğum
Temiz yürekli, uysal çocukluğum
Ah, ümit dolu gençliğim

Yukarıdaki dizelerde şair, hatıralarını ve çocukluğunu "kişileştirme"ye de başvurarak somutlamıştır.

ÖRNEK:

Yalnızlık, kalbimde açılan bir yara
Gençliğim, çok uzak iklimlerde bir ada
Sevdiğim ne varsa benden uzak
Mutluluk, cimri bir komşu benden uzak

Yukarıdaki dizelerde altı çizili sözcükler benzet­melerden yararlanılarak somutlanmıştır.

Soyutlaştırma, somutlaştırma, soyutlama, somutlama sanatı

Soyut ve somut isimlerde asıl dikkat edilmesi gereken şey; bu sözcüklerin cümle içinde kazandıkları anlamlarıdır.

Tek başına somut anlamda olan bir sözcük cümle içinde soyut anlamıyla kullanılabilir; ya da tam tersi soyut olan bir sözcük cümle içinde somut anlamda kullanılabilir.

Yani somut olan varlığı “soyutlaştırma” ya da soyut olan kavramı “somutlaştırma” yapılabilir.


Soyutlamaya Örnek:

Seni bütün gün soğukta beklediğim için hasta oldum.  (Somut isim)
(“Soğuk” sözcüğü tek başına somut anlamlıdır. Soğuk olan havayı dokunma duyusuyla algılayabildiğimiz için bu cümlede somut anlamıyla kullanışmıştır.)

Bu soğuklukla kimseyle yakınlık kuramayacağını ona söylemiştim. (Soyutlaştırılmış isim)
(Bu cümlede soğuk olan hava, su ya da her hangi bir nesnenin soğukluğu değil, insanın diğer insanlara yakınlık kurmamasını ifade eden bir tavrıdır. Yani sözcük somutken soyut yapılmış “soyutlaştırılmıştır”.

Yufka kalbi ile yapılanlara daha fazla dayanamadı. (Bu cümlede yufka sözcüğü olaylardan çok çabuk etkilenme anlamında kullanılmıştır. Yani yufka somutken cümle içinde soyut anlam kazandırılmıştır.)

Gitarı çok daha kolay öğrenebilmenin bir yolu olmalı. (Yol kelimesi somut anlamlı sözcükken bu cümlede “yöntem” anlamında kullanıldığından soyutlaşmıştır)


 http://bilgiyelpazesi.com/egitim_ogretim/konu_anlatimli_dersler/turkce_dersi_ile_ilgili_konu_anlatimlar/somut_anlam_soyut_anlam_ozellikleri_1.asp
*

8. Genel ve Özel Anlamlı Kelimeler
Söylenişte tekil olmasına rağmen anlamca geniş kapsamlı olan sözcüklere genel anlamlı sözcükler; anlamca daha dar kapsamlı olan sözcüklere ise özel anlamlı sözcükler denir.Örnek
*
Ayrıca bakınız:
Anlam Bakımından Sözcükler 
  1. Gerçek Anlam (Temel Anlam)
  2. Yan Anlam
  3. Mecaz Anlam
  4. Deyim Anlam
  5. Terim Anlam
  6. Argo Anlam
  7. Soyut Anlam
  8. Somut Anlam
  9. Genel ve Özel Anlam

http://www.turkedebiyati.org/Dersnotlari/kelimebilgisi.html
*










Ek Okuma


KELİMEDE ANLAM

1. Gerçek Anlam: Bir kelimenin ilk ve temel anlamıdır. Yani bir kelime bir varlığın ve kavramın esas özelliği ise o kelime gerçek anlamda kullanılmıştır demektir. Örneğin, “Kafesteki kuşun kanatları rengarenkti” Cümlesindeki “kanat” kelimesi gerçek anlamda kullanılmıştır. Çünkü kanat kuşa ait bir özelliktir. Bu tanım ve açıklamalar dikkate alınarak aşağıdaki cümleleri inceleyelim.
  • İri, hantal gövdesini zorlukla sürüklüyor gibiydi. ( Burada gövde kelimesi insana ait bir özellik manasında kullanıldığı için gerçek anlamda kullanılmıştır.)
  • Ahmet arkadaşının gözüne vurmuş. ( Bu cümlede geçen göz kelimesi insana ait bir özellik olduğu için gerçek anlamında kullanılmıştır.)
  • Dünya yaşama elverişli bir gezegendir. ( Cümlede geçen Dünya kelimesi gezegen adı olarak kullanıldığı için gerçek anlamda kullanılmıştır.)
2. Yan Anlam: Bir kelimenin esas anlamı dışında başka anlamlar kazanmasıdır. Yani bir kelime gerçek anlamdaki benzer özelliklerden yola çıkarak başka bir nesnenin veya kavramın özelliğini anlatmasına yan anlam denir. Örneğin; “Uçağın kanatlarından birisi arızalanmış” cümlesinde kanat kelimesi kuşlara ait bir özellik olmasına rağmen uçağın da uçan bir nesne olma benzerliğinden dolayı kanat kelimesi yan anlam olarak uçağın bir kısmını da karşılar duruma geçmiştir.
  • Her gün bir diş sarımsak yiyordu. (Cümlede geçen diş kelimesi insana ait bir özelliktir. Fakat burada diş kelimesi sarımsağın parçalarının dişe benzerliğini göstermek için kullanılmıştır. Dolayısıyla diş kelimesi yan anlamda kullanılmıştır. )
  • Bu işte piştikten sonra ayrılıp başka bir iş kuracakmış. ( Cümlesinde geçen pişmek kelimesinin gerçek anlamı sıcaklığın tesiriyle bir nesnenin ısınmasıdır. Fakat cümlede olgunlaşma anlamında kullanılmıştır. Dolayısıyla pişmek kelimesi bu cümlede yan anlamda kullanılmıştır. )
  • Hafif maddeler suyun yüzüne çıkar. ( Cümlesinde geçen yüz insana ait bir özelliktir. Fakat burada bir şeyin üst kısmı anlamına gelmektedir. Dolayısıyla bu cümlede yüz kelimesi yan anlamda kullanılmıştır.)
3. Mecaz Anlam: Bir kelimenin gerçek anlamının tamamen dışında kullanılmasıdır. Mecazi anlam yan anlamdan farklıdır. Yan anlam bir kelimenin benzer özelliklerden dolayı başka bir nesneyi karşılamasıdır. Mecazi anlam ise aralarında benzer bir özellik olmayan bir kelimenin başka bir nesneyi veya kavramı karşılar duruma geçmesidir.Örneğin kanat kelimesi;
-    “Kuşun kanadını kırmışlar.” cümlesinde kanat kelimesi uçan bir kuşun organı olduğu için gerçek anlamında kullanılmıştır.
-    “Uçağın kanatları arızalanmış” cümlesinde kanat kelimesi uçağın uçma özelliğinden dolayı kuşa benzetilerek uçma uzvu olarak kullanılmıştır. Dolayısıyla yan anlamda kullanılmıştır.
-    “Sanatçılar devletin kanatları altında değerli eserler verebilir.” Cümlesinde kanat kelimesi uçmak fiili ile hiç ilgisi yoktur. Tamamen koruma, kollama anlamı taşımaktadır. Dolayısıyla burada kanat kelimesi mecazi anlamda kullanılmıştır.
  • Bu elbise seni hiç açmamış. ( Bu cümlede açmak fiilinin gerçek anlamı bir nesneyi kapalı durumdan açık duruma getirmektir. Fakat cümlede bu anlamla hiç ilgisi olmayan güzel göstermek anlamı vardır. Dolayısıyla bu cümlede açmak fiili mecazi anlamda kullanmıştır. )
  • Cesaretinin kırılmasına sen sebep oldun. ( Bu cümlede kırılmak kelimesinin gerçek anlamı bir nesnenin parçalanmasıdır. Fakat bu cümlede bu anlamla hiç ilgisi olmayan azalmak, kaybetmek anlamı vardır. Dolayısıyla bu cümlede kırılmak kelimesi mecazi anlamda kullanılmıştır.)
  • Bu boş sözlerden bıkmıştı. ( Cümledeki boş kelimesinin gerçek anlamı dolu kelimesinin karşıtıdır. Oysa bu cümlede gerçek anlamla hiç ilgisi olmayan değersiz ve asılsız anlamında kullanılmıştır. Dolayısıyla bu cümlede boş kelimesi mecazi anlamda kullanılmıştır. )
4. Terim Anlam: Bir bilim ya da sanat alanlarıyla ilgili özel anlamlar taşıyan kelimelere terim anlamlı kelime denir. Örneğin; “Sağ kanat oyuncusu sakatlandı.” Cümlesinde kanat kelimesi uçan bir varlığa ait bir özelliği bildiren kelime olmasına rağmen bu cümlede spor ile ilgili bir terim olarak kullanılmıştır.
  • Yüklemin bildirdiği işten etkilenen öğeye nesne denir. ( Bu cümlede geçen nesne kelimesinin gerçek anlamı ağırlığı, hacmi ve rengi olan bir varlık anlamındadır. Oysa bu cümlede dil ile ilgili bir terim olarak kullanılmıştır. )
  • Türkiye’deki boğazlar önemli su yollarıdır. ( Bu cümledeki boğaz kelimesinin gerçek anlamı canlıların yiyecekleri midesine indirdiği bir organ anlamındadır.Oysa bu cümlede boğaz kelimesi coğrafi bir terim olarak kullanılmıştır.)
5. Deyim Anlam: En az iki kelimenin gerçek anlamlarının dışında farlı bir anlamı ifade edecek şekilde kalıplaşmasına deyim denir. Deyimi meydana getiren kelimelerden en az birisi mecazi manada kullanılmıştır. Deyimleri oluşturan kelimelerin yerleri değiştirilemez. Örneğin; “Aldığı her işi yüzüne gözüne bulaştırırdı.” Cümlesinde yüzüne gözüne bulaştırmak kelime öbeği bir işi becerememek anlamına gelir. Oysal kelimelerin gerçek anlamları farklıdır.
  • Her zaman burnunun dikine giderdi. ( Bu cümlede burnunun dikine gitmek ifadesindeki kelimeler deyim manasıyla kullanılmıştır. Oysa bu deyimdeki kelimelerin gerçek anlamları burun bir organ adı, gitmek ise bir yerden bir yere ulaşmaktır)
  • Oğlunun zayıf aldığını duyunca küplere bindi. ( Bu cümlede küplere binmek ifadesi kızmak anlamında kullanılmıştır. Oysa deyimdeki kelimelerin gerçek manaları küp bir kap; binmek fiili ise bir nesnenin üstünde durmaktır.)
Not: Bazı deyimlerde kullanılan kelimeler gerçek manaları veya yakın manalarıyla kullanılabilir. Örneğin; “İçeri girer girmez ortalığa bir göz gezdirdi” cümlesindeki göz gezdirmek deyimi kelimelerin gerçek manalarıyla kullanılmıştır. Göz gezdirmek ayrıntılara inmede sadece bakmak anlamı taşır. Kelimelerin gerçek manaları da aynı paraleldedir.
6. Karşıt Anlam: Birbirine zıt olan kavramları karşılayan kelimelerdir. Örneğin; “Hayatımda güldüğüm günler de ağladığım günler de oldu” cümlesinde ağlamak ve gülmek karşıt anlamlıdırlar.
  • Soğuk günlerde gömlekle dolaşırken sıcak günlerde abayla dolaşır. ( Cümledeki sıcak ve soğuk kelimeleri zıt anlamlıdır.)
  • Hayatımda tembellik yapmayarak hep çalıştım. ( Cümlesinde çalışmak ve tembel kelimeleri zıt anlamlıdır)
7. Eş Anlam: Bir varlık birden fazla kelimeyle karşılanıyorsa bu kelimeler eş anlamlı kelimelerdir. Eş anlamlılık kelimeler sadece gerçek anlamda kullanıldıklarında geçerlidir. Örnek; “Kundurasının ucu yırtılmış” cümlesinde kundura kelimesinin yerine ayakkabı kelimesini kullanabiliriz. Fakat “Onun sağlam bir ayakkabı olmadığını herkes bilir” cümlesinde ayakkabı gerçek anlamının dışında kullanıldığı için kundura kelimesini bu kelimenin yerine koyamayız.
  • “Hazır araba ile gidiyorken bu paketi de götürüversin” cümlesindeki hazır kelimesi ile “ Hazır gelmişken öteki musluklara da bakıver” cümlesindeki hazır kelimesi eş anlamda kullanılmıştır. Fakat “Hazır olunca haber ver, birlikte çıkalım” cümlesindeki hazır kelimesi başka anlamda kullanıldığı için diğer cümlelerdeki hazır kelimesi ile eş anlamda değildir. “Hazır elbise diye tutturdu” cümlesindeki hazır kelimesi de diğer cümlelerde geçen hazır kelimesi ile eş anlamlı değildir.
  • “Bu tencerenin bakırı çıkmış, kalaylanması gerekir” cümlesindeki çıkmış fiili ile “Bugünlerde çok zayıfladı, adeta kemikleri çıktı” cümlesindeki çıkmak fiili aynı anlamda kullanılmıştır. Dolayısıyla bu cümlelerde çıkmak fiili eş anlamlı olarak kullanılmıştır.
  • “Kimileri sanatın boş bir iş olduğunu iddia ederler” cümlesindeki boş kelimesi yerine yararsız kelimesini koyabiliriz. Bu iki kelime eş anlamlı kelime olur.
8. Eş Sesli Kelimeler: Yazılışları aynı fakat anlamları farklı olan kelimelere eş sesli kelimeler denir. “Çayın alt tarafı yüzmeye müsaitti” cümlesindeki çay kelimesi ırmak anlamında kullanılmışken “ Çayın altını kapat” cümlesindeki çay kelimesi içecek manasındadır. Dolayısıyla yazılışları aynı olan fakat anlamları farklı olan çay kelimesi eş sesli kemedir.
  • “Yaş otuzu buldu” cümlesindeki yaş kelimesi ile “Yaş ağaçları kesmemeliyiz” cümlesindeki yaş kelimesinin yazılışları aynı olmasına rağmen farklı anlamlardadır. Dolayısıyla yaş kelimesi eş sesli kelimedir.
  • “Memlekette gözün alabildiği kadar başları vardı.” Cümlesindeki bağ kelimesi ile “ Atını kapının önüne bağladı” cümlesindeki bağ kelimesi yazılışları aynı olmasına karşın farklı anlamlardadır. Dolayısıyla bağ kelimesi eş sesli kelimedir.
9. Dolaylı Anlam: Bir varlığın adının kullanılması yerine onun bir özelliğinin ifade eden birkaç kelime ile anlatılmasına dolaylı anlatım denir. Örneğin; “ Bu roman aynı adla beyaz perdeye aktarılacak” cümlesindeki beyaz perdeyle aslında sinema anlatılmak istenmiştir.
  • “Milli şairimiz bu yıl da mezarı başında anılacak” cümlesinde milli şairden kasıt Mehmet Akif Ersoy’dur. Dolayısıyla milli şair ifadesi dolaylı anlatımdır.
  • “Yavru vatana yapılan ihracatta önemli artışlar oldu” cümlesinde yavru vatan ifadesi ile Kıbrıs Türk Cumhuriyeti kastedilmiştir.
  • “Ormanların kralı şimdi bir kafeste tutsak hayatı yaşıyor” cümlesinde ormanların kralı ifadesiyle anlatılmak istenen aslandır.
  • “Büyük önder Anadolu’da yeni bir devlet yarattı” cümlesindeki büyük önder kelimesiyle Atatürk anlatılmak istenmektedir.
10. Genel Anlam: Bir kelimenin alt guruptaki bir çok nesneyi veya varlığı karşılamasına genel anlamlı keleme denir. Örneğin “Dünyada bir çok canlı yaşar” cümlesindeki canlı kelimesi insanları, hayvanları, bitkileri, böcekleri yani kısacası hayatsal faaliyetleri yürüten her varlığı kapsamaktadır. Dolayısıyla canlı kelimesi genel bir ifadedir. Canlının üst gurubu olan varlık canlı kelimesine göre geneldir. Çünkü varlık kelimesinin anlamına canlı ve cansız her şey girer. Aynı şekilde insan kelimesi canlı kelimesine göre bir alt gurubu oluşturur.
11. Özel Anlam: Bir kelimenin tek bir varlığı veya nesneyi karşılamasıdır. Bu tür kelimeler kendisinden başka bir nesneyi veya varlığı karşılarsa özel anlam olmaktan çıkar. Örneğin; “Ahmet bugün okula gelmemiş” cümlesinde Ahmet kelimesi özeldir. Çünkü Ahmet başka bir alt gurubu karşılamaz. Ahmet kelimesinin üst genel anlamı insan; insan kelimesinin üst genel anlamı canlıdır.
12 Nitel Anlam: Ölçülemeyen bir özelliğin ifade edildiği kelimelerdir. Örneğin; “Bu yemek çok lezzetli olmuş” cümlesinde lezzet kelimesini ölçemeyiz. Bu yüzden lezzet kelimesi nitel anlam taşır. Aynı şekilde “Bugün daha da güzel görünüyorsun”  cümlesinde güzel kelimesi ölçülemeyen bir değer olduğu için yani geçerliği ve doğruluğu kişiden kişiye değişen bir değer olduğu için nitel anlam taşır.
13. Nicel Anlam: Ölçülebilen bir özelliği ifade eden kelimelerdir. Örneği; “Bugün bir tabak yemek yedim” cümlesindeki tabak ölçülebilen bir kavram olduğu için nicelik anlamı taşımaktadır. Aynı şekilde “Bu paket diğerinden daha hafif” cümlesindeki hafif kelimesi ölçülebilen bir değer olduğu için yanı ispatlanabilir bir değer olduğu için nicel anlam taşımaktadır.
14. Soyut Anlam: Beş duyu organımızla algılayamadığımız fakat var olduğuna inandığımız varlıkları veya kavramları ifade eden kelimelerdir. Bu tür kelimelerle kastedilen manaların belirli bir kütlesi ve hacmi yoktur. Öreğin; “Hayaller gönlümüzün ve aklımızın ürünüdür” cümlesindeki hayal, görül ve akıl kavramları duyu organlarımızla algılayamadığımız kavramlardır. Dolayısıyla bu kelimelerin bildirdiği anlam soyuttur.
15. Somut Anlam: Beş duyu organımızla algıladığımız varlıkları veya kavramları ifade eden kelimelerdir. Bu tür kelimelerle kastedilen manaların belirli bir kütlesi ve hacmi vardır. Örneğin; “Bahçe duvarının rengi maviydi” cümlesindeki bahçe, duvar, mavi kelimeleri görme duyusuna hitap ettiği için somuttur.

16. Güzel Adlandırma: İnsanlarda korku yaratan bazı kavramların veya varlıkların güzel çağrışım yapabilecek kelimelerle ifade edilmesidir. Örneğin; “Sonunda onu da son yolculuğuna uğurladık” cümlesinde son yolculuktan kasıt ölümdür. Fakat ölüm kelimesinin insanlar üzerindeki kötü etkisi nedeniyle daha hoş çağrışımlar yapan son yolculuk ifadesi kullanılmıştır. Aynı şekilde “Komşunun kızı ince hastalığa yakalanmış” cümlesindeki ince hastalıktan kasıt verem hastalığıdır.
Yahya Daştan

mebk12.meb.gov.tr/meb_iys.../34/.../10014554_kelimedeanlam.doc







...Deyim Nedir?...

DEYİM: Çoğunlukla gerçek anlamından ayrı bir anlam taşıyan, en az iki sözcükten oluşan kalıplaşmış söz ya da sözcük grupları.eş.Tabir. Genellikle gerçek anlamından az çok ayrı bir anlamı olan, ilgi çekici bir anlatımı bulunan, ifadeyi daha zengin kılan, iki veya daha fazla kelimeden meydana gelen, kalıplaşmış söz topluluklarına "deyim (tabir)" denir.

Deyimlerin Özü:

-Genellikle gerçek anlamından sıyrılarak başka bir anlama bürünürler:
“Dilinde tüy bitmek”, “El ağzı ile kuş tutmak” gibi...

-Kimi deyimlerde, asıl anlamlarından tamamıyla sıyrılmazlar. Yerine göre asıl anlamından da alınabilir, daha başka bir anlama da gelebilir. Bunu cümle içindeki kullanılış şeklinden anlarız.

Örneğin “Baltayı taşa vurmak” deyimiyle ilgili olarak: Gerçekten de bir balta taşa vurulabilir; bu söz asıl anlamından ayrı olarak “ağzından dokunaklı, incitici bir laf kaçırmak” gibi mecazlı bir anlama da gelebilir. Bunu cümle içinde sözlerin gelişinden anlarız.

“Kırk yıllık oduncu, baltasını taşa vurmasın mı?”
“Kendini bilmezin biri baltayı öyle bir taşa vurdu ki.”
“Baltayı taşa vurmak” deyimi, birinci cümlede gerçek; ikinci cümlede ise mecazi anlamında kullanılmıştır.

-Kimi deyimler de, sadece kendi sözlük anlamlarında (gerçek, asıl anlamında) kullanılır, başka bir anlam taşımazlar.
Örnek: “Hem suçlu hem güçlü.”
“İyiye iyi, kötüye kötü demek.”

Sözdizimi:

-Deyimler, sözdizimi bakımından üç grupta ele alınabilir:

1) Sonları bir mastarla (-mak/-mek) biten deyimler:
İğne ile kuyu kazmak.
Çam devirmek.

2) Cümle şekline deyimler:
Ağzını bıçak açmıyor.
Kaleminden kan damlıyor.
Dostlar alışverişte görsün.

3) Yukarıdaki iki türe de girmeyen, daha çok birleşik sözcüklere benzeyen deyimler:
İlk gözağrısı. Bağrı yanık.
Kaşla göz arasında. Bir içim su.

Kalıpların Özelliği:

-Deyimler kalıplaşmış sözlerdir. Şekli, sözdizimi, sözcükleri değiştirilemez. Örneğin, “Yok devenin başı” deyimi “Devenin başı yok” biçimine sokulamaz. Yine “Kırdığı ceviz kırkı geçti” yerine, bir sözcüğü değiştirilerek “kırdığı fındık kırkı geçti” denilemez.

-Deyimler kalıplaşmış olmakla beraber, bazı deyimlerin kalıpları büsbütün donmuş sayılmaz. Sonları bir mastarla bağlananlarla, cümle biçiminde olan bazı deyimler, birleşik fiiller gibi çekilebilir. Çekimi göre de zamirleri değişir, sözcükleri değişmez. Örneğin, “gözden düşmek” deyimi: “Gözden düştüm, gözden düştün, gözden düştü; gözden düştük, gözden düştünüz, gözden düştüler” şeklinde çekilir.
Kalıpları büsbütün donmuş sayılan ya da tarihi bir anekdota bağlı bulunan deyimler kesinlikle çekime gelmez; “eski çamlar bardak oldu” gibi.

-Çoğunlukla fiil olarak (msl.vakit almak) görülen deyimler, zaman zaman sıfat (msl. Kabak kafalı), zarf (msl.öğle üzeri) biçimlerinde; bazen de soru cümlesi (msl.ne dese beğenirsin?) ve ünlem cümlesi (msl. Vay anam vay) biçimlerinde görünürler.

Deyimlerin Başka Verimlerle İlişkileri:

-Deyimler, çok kez, başka türlü halk verimlerine ve daha başka anlatım araçlarına karıştırılır; atasözlerine, birleşik sözcüklere, Türkçe terimlere ve argo denilen sözlere...
Bir karşılaştırma yapacak olursak:

Atasözleri, az sözcükle çok şey anlatan özlü sözlerdir. Anlattıkları denenmiş, doğruluğuna inanılmış düstur (genel kural, kaide) niteliğindedirler.

Deyimler ise, kalıplaşmış anlatım araçlarıdır. Cümle şeklinde olanlar bile bir anlam bütünlüğü taşımaz. Asıl anlamlarını içinde bulundukları cümleden alırlar; aldıkları anlam da değişmez bir kural niteliğinde değildir. Örneğin:

Denize düşen yılana sarılır. (Atasözü)
Dört yanı deniz kesildi. (Deyim)

Her iki sözde bir çaresizliği belirtiyor. Ancak birinci söz inanılmış, benimsenmiş bir düşünce, değişmez bir kural. İkinci söz ise, bir anlam bütünlüğü taşımıyor. Ancak şöyle bir cümle içinde: “Varını yoğunu kaybedince dört yanı deniz kesildi, tutunacak bir dal bulamadı” denilirse, bir çaresizlik anlamı ortaya çıkıyor ama, bu da değişmez bir kaide değil; varını yoğunu kaybeden herkesin dört yanı deniz kesilmez ki... Tutunacak bir el, tutunacak bir dal bulanlar da olur. O halde bu bir deyimdir.

Deyimleri öteki anlatım araçlarından da ayırabiliriz:

Deyimler, terimlere benzer. Terimler, anlamları daraltılmış bilimsel sözlerdir... Deyimler ise, anlamları genişletilmiş mecazlı sözlerdir ve en az iki sözcükten meydana gelirler.

Deyimler argoya da benzemez. Argo (bkz.), halkın geneli tarafından kullanılmayan, yalnızca belli çevrelerin kullandıkları, genel dilden ayrı, bir çeşit külhanbeyi ağzıdır. Deyimler ise, toplumun geneline mal olmuş, halk yapısı söz gruplarıdır.
Bu bakımdan: Diktörgen terimdir; cızlamı çekmek argodur; deyim değildir.


Deyimler,dört gramer yapısından oluşmaktadır:

1- Tek bir kelimeden ibaret olup,semantik manasına göre dikkate alınarak.
2- Bileşil fiillerin kendisinden önce gelen kelimeye karşı elde ettiği hakimiyetle.
3- İsmin fiile hakim oluşuyla.
4- Her iki öğenin eşit oranda kalıplaşmasıyla meydana gelir.

Deyimlerin ana karakterini anlamak için cümle içindeki kullanılışlarına dikkat etmek gerekir.Yukarıda sıralanan nitelikler göz önüne alınarak,deyimlerin gruplandırılması şöyle yapılabilir:


1-ALAY VE EĞLENME MAKSADIYLA YAPILAN DEYİMLER:


a- Tasviri olup fiil karakteri taşımadan kullanılanlar:
Örnek: Ayran budalası

b- Bir hüküm ifade edip atasözü değerine ulaşanlar:
Örnek: Atı alan Üsküdar'ı geçti

c- Hikaye karakteri gösterenler:
Örnek: Hoppala

d- Fiilin hakim olduğu deyimler:
Örnek: Akıldan yana züğürt olmak



2-HİKAYE DEYİMLERİ:

a- Tasviri mahiyette olanlar:
Örnek: Adet yerini bulsun

b- Dua mahiyetinde olanlar:
Örnek: Bereket versin
c- Hitap olarak kullanılanlar
Örnek: Ayol

d- Üzüntüyü,eseflenmeyi ifade edenler:
Örnek: Ah aksi şeytan

e- Konuşmayı devam ettirmek amacıyla kullanılanlar:
Örnek: Ha,ne diyordum

f-Teselli mahiyetinde kullanılanlar:
Örnek: Adam sen de



3-TASVİR NİTELİĞİNDEKİ DEYİMLER:

a- Tasviri olanlar:
Örnek: Kuyu anası

b- Fiilin hakim olduğu deyimler:
Örnek: Alçak gönüllü olmak

4-MÜBALAĞA DEYİMLERİ:

a- Tasviri mahiyette olanlar:
Örnek: Ağzı açık kalmak

b- Alay ve eğlenme ihtiva edenler:
Örnek: Dananın kuyruğunu koparmak

c- Küçümseme,tahkir ve ihtar unsurlarını içine alanlar:
Örnek: Yüreğinde dağ açılmak



5-DUA DEYİMLERİ:

a- Nezaket ve iltifat unsurlarının hakim olduğu dua deyimleri:
Örnek: Allah bir arada kocatsın

b- Vecize mahiyetinde olan dua deyimleri:
Örnek: Nemrut'un ateşini Hz.İbrahim'e gülzar eden Allah,sizin de yaktığınız ateşi bize selamet nuru etsin.

c- İstihza yollu söylenen ve dalkavukluk çeşnisi ile bulunan deyimler:
Örnek: Allah akıl versin,çok yaşa

d- Allah'a şükür anlamında yapılan deyimler:
Örnek: Hamdolsun,bin şükür.

e- Büyü,tılsım bozmak veya yapmak için kullanılan deyimler:
Örnek: Üzerliksin hevasın,her dertlere devasın



6-İLTİFAT,DALKAVUKLUK,YALTAKLANMA VE SEVGİ DEYİMLERİ:

a- Saray çevresinde padişah ve diğer devlet ricalini tasvir,takdir ve dalkavukluk için kullanılan deyimler:
Örnek: Devletli,efendizadem

b- Sevgiliye veya yaranılmak istenen kimseye karşı kullanılan hitap deyimleri:
Örnek: A canım,canımın içi,ciğerimin köşesi,elmasım

c- Sevgiliyi veya yaltaklık edileni tasvir için kullanılanlar:
Örnek: Afeti can,gazali rana,hokka gibi ağızlı,kiraz gibi dudaklı

d- Sevilen veya yaranılmak istenen şahsa söylenen,fiilin hakim olduğu deyimler:
Örnek: Keremin arpa tarlası gibi yanmak

e- Aşırı bir alçakgönüllülük veya kendini küçültmekle yapılan dalkavukluklar,yalvarmalar,dua mahiyetinde olanlar:
Örnek: Bağışlayınız,af buyurunuz,Allah ömürler versin
 


7-BEDDUALAR:

a- Uzuvlar üzerine yapılan beddualar:
Örnek: Ağzı kurusun,burnu kırılsın,elleri yumurcaktan kopsun

b- Soyut anlam taşıyanlar:
Örnek: Adı batsın,Aklı kurusun

c- Vasıtala Beddualar:
Örnek: Ziftin pekini ye

d- Alay yollu beddualar:
Örnek: Deli diyenin tepesi delinsin,iki gözün bir delikten fırlasın
 


8-İHTAR MAHİYETİNDE DEYİMLER:

a- Tek kelimeden ibaret olanlar:
öravul,yıkıl v.b.

b- Soyut anlam taşıyanlar:
Örnek: Hanya'yı Konya'yı haddini bildiririm.

c- Uzuvlara dayanılarak yapılan ihtarlar:
Örnek: Ağzını düzelt,dilini tut

d- Vasıtalı ihtarlar:
Örnek: Eşek sudan gelinceye kadar dövmek
 


9-KÜFÜR VE HAKARET DEYİMLERİ:

a- Tek kelime halinde olan,içinde tasviri,soyutluk ve hafif bir şekilde kıyaslama unsurları bulunan küfür ve hakaret deyimleri:
Örnek: Alık,balkabağı,marsık,kınamsık

b- Tek kelime halinde olan fiili hakaret deyimleri:
Örnek: Zıbarmak,kudurtmak

c- Birden fazla kelimeli fiili hakaret deyimleri:
ör.Boyundan büyük işe kalkışmak

d- Tasvir unsuru hakim olanlar:
Örnek: Ayran budalası,düz taban,çenesi düşük

e- Hayvanlardan yararlanılarak yapılan ve herif gibi kelimelerle beraber kullanılan ağır küfür ve hakaret deyimleri:
Örnek: Ağanın beygiri,kılkuyruk herif,köpoğlu v.b.
 


10-SES TAKLİTLERİYLE MEYDANA GELEN DEYİMLER:

Bu deyimler,doğadaki tabii ses taklitleriyle yapıldıkları gibi anlamsız kelimelerin yan yana gelmesiyle de meydana gelebilirler. Bunlarda amaç,tasvir ettikleri semantik manadır.Söz konusu ses taklidi bir kelimeyle açıklanır.
Örnek: Bıcı bıcı yapmak.
 http://deyimler.bilgicik.com/deyim_ne_demektir.htm
*

TÜRKÇE DEYİMLER ÜZERİNE BİRKAÇ SÖZ
Yrd.Doç.Dr. Muna Yüceol ÖZEZEN
Çukurova Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi
Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü
1. Günümüzde deyimler üzerine yapılan çalışmalarda, deyimlerin saptanmasında ve sınıflandırılmasında birtakım karışıklıklar olduğu gözlenmektedir. Birçok kullanımın deyim mi, atasözü mü yoksa başka birliktelikler mi olduğu konusunda tereddütler vardır. Kaynaklarda -deyim ve atasözleri konusundaki teorik bilgiler genel olarak birbirine benzese de- verilen örneklerde büyük farklılıkların olduğu dikkati çekmektedir. Biz bu çalışmayla, deyim konusunu ve deyimin diğer türlerle bağlantısını ortaya koymaya çalışacağız.
 http://turkoloji.cu.edu.tr/YENI%20TURK%20DILI/2.php
Makalenin tamamını okumak için tıklayınız.
*

TÜRK ATASÖZLERİ ÜZERİNE SENTAKTİK BİR İNCELEME 

Dr. Mustafa Altun* 

1. Giriş 

Atasözleri, uzun deneme ve gözlemlere dayanılarak söylenmiş ve halka mal olmuş kalıplaşmış ifadelerdir 
Çoğunlukla bir cümle biçiminde oluşarak bir yargı anlatan, kimi zaman ölçü ve uyakla, söyleyiş açısından daha etkili olmaya yönelen atasözleri , fıkraya benzer fakat konuşma sırasında yeri gelmeden söylenemez. Atasözlerinin “düz konuşmadaki bazı söz kalıplarından farkları, onların birtakım ayırıcı nitelikte biçim ve içerik özelliklerindendir: kısalık, kesinlik, anlatımdaki aydınlık ve kuruluk gibi...” Atasözleri halk edebiyatının öteki türlerinde (örneğin şiir, masal, tekerleme ve bilmecede) rastladığımız renklilik, çok anlamlılık, kaypaklık, kelime cambazlıkları vb. anlatım ve üslûp oyunlarından kaçınır. 

Devam...http://dilbilimi.net/atasozlerisentaktikinceleme.pdf

*

MECAZ KAPSAMINDAKİ ANLAMLAR
VE BU ANLAMLAR ARASINDAKİ İNCE AYRINTILAR

...
Faruk GÜRBÜZ1
Erzincan Üniversitesi Erzincan Eğitim Fakültesi Dergisi, 2008,10(2):197-212

...


1. GİRİŞ


... Gerçek anlam için: “Sözcüğün herkesçe bilinen ilk ve ortak anlamlarına gerçek anlam denir. Sözcüktek başınayken gerçek anlamını düşündürür. Bu nedenle gerçek anlam sözcüğün akla getirdiği ilk anlamdır. Her sözcük bağımsız olarak söylendiğinde ya da yazıldığında gerçek anlamı taşır. Söz gelimi ‘dikmek’ sözcüğünün herkesçe bilinen anlamı bir cismi dik olarak durdurmaktır. ‘Yerdeki sopayıkarşıya dik olarak bırakalım.’ cümlesinde ‘dikmek’ sözcüğü gerçek anlamıyla kullanılmıştır.


“Türkçede bir sözcüğün birden çok anlamı olabilir. Sözcüğün hem temel anlamı hem de yan anlamları gerçek anlam kapsamına girer” (Oğuz ve Yılmaz ts., s.2) şeklinde açıklamalar yapılmaktadır.

Oysa yan anlam, kelimenin gerçek anlamdan kayarak kazandığı bir anlam olması açısından mecaza daha yakındır ve bu yüzden de mecaz olarak mütalaa edilmelidir. Yine bu eser temel anlam ile gerçek anlam arasındaki farkı da gösteremez. Çünkü temel anlam ile gerçek anlam arasında bir fark
yoktur. Yani temel anlam, gerçek anlam, ilk anlam, konuluş anlamı, hakikî anlam gibi ifadeler eş anlamlıdırlar.

İşte kelimeye atfedilen temel anlam, gerçek anlam, yan anlam, mecaz anlam gibi isimlendirmeleri yaparken bu anlamların aynı veya farklı olduğunu göstermek mecburiyetindeyiz. Eğer bu anlamlar eş anlamlı ise mesele yok... Ancak bu anlamlar farklı ise ve bu farklar bu kelimeleri böyle sınıflandırmamıza sebep olmuşsa, bu farkları göstermek gerekmektedir. Bu farklardan ötürü de onları farklı adlar altında anmalıyız. Yani yan anlamı, terimsel anlamı, deyimsel ve argo gibi anlamları, eğer mecaz değilseler, mecaz anlamdan ayıran ince çizgileri ortaya koymak zorundayız. Bu sebeple de
önce mecazı doğru ve tam bir biçimde tanımak ve tanıtmak zorundayız.


1.1. Mecazın Tanımı:

Mecaz, İngilizcede “figurative expression (Moran, 1971, s.751) diye tanıtılır. Yani mecaza “figurative sense or meaning” (Moran, 1971, s.751)denir. “Figurative sense or meaning” ise sanılan, zannedilen anlam demektir.
“To figure as. : Kendine .süsünü ver-, to figure stg, to oneself: Tasavvur et-“ (Alderson ve İz, 1980, s. 505) yani, “bir kelimeyi başka anlamda tasavvur et-, bir kelimeye başka anlam süsünü ver-, başka anlamdaymış gibi san-”anlamındadır. Dolayısıyla İngilizcede “figurative sense”, kelimenin sanılan,
zannedilen anlamı demek olur ki, sanmak, bir şeyi bir şeye benzetmek sonucunda olan zihinsel bir faaliyetin adıdır. Mesela: “Seni Hasan sandım.” “Zannettim ki sen Hasan’sın.” şeklindeki cümlelerde “san-” ve “zannet-”“benzet-” anlamındadır. Dolayısıyla nehirlere doğru akıp onlara katılan küçük dereleri de insan koluymuş gibi sanırız da bu benzetme ilgisiyle “kol”kelimesini mecazlaştırırız. İşte bu açıdan bakarak mecazı, “Bir ilgi veya benzetme sonucu kelimeyi gerçek anlamından başka bir anlamda kullanma.”(Parlatır ve ark., 1988, s.1521) olarak da tanımlayabiliriz.


“Mecaz Arapça bir kelimedir. Cevazdan türemiştir. Kök anlamı geçilen yer, yol, geçek; anlam genişlemesiyle yalnız düşüncede var olan yaşanan gerçekle bağdaşmadığı düşünülen caiz kelimesiyle eş kökenlidir.” (Moran, 1971, s. 751) 


“Arapçada caiz olmaktan, geçmekten alınma bir kelimedir. İfadeye kuvvet ve güzellik vermek için benzerlik veya daha değişik bir ilgiye dayalı olarak gerçek anlamı dışında kullanılan söz” (Ayverdi,2005, s.1968) anlamına da gelir. 


Bu kelime, Arapçada “elcevaz mastarındantüremiştir. ‘Caveze’n-nehre’, yani, ‘Nehri geçti’ cümlesinde bu anlamdadır.”(Ebi’l-Kasimi’l-Hüseyn bin Muhammedi’r-Rağibi’l-İsfenanî 1988, s.110)


Yine bu kelime, “Yol, geçecek yer, hakikatin, gerçeğin zıddı, edebiyatta kendi öz manasıyla kullanılmayıp, benzerlikle, benzetme yolu ile başka bir manada kullanılan söz” (Devellioğlu 1997, s. 593) anlamındadır.


Hengirmen’in, (1999; s.411) “Dilbilgisi ve Dilbilim Terimleri Sözlüğü” adlı kitabında mecaz anlam ifadesine baktığımızda, “Bakınız yan anlam” (Hengirmen, 1999, s. 275) kaydını koyduğunu görüyoruz. Bundan da Hengirmen’in (1999; s.411) mecaz anlamı yan anlam olarak mütalaa ettiğini
anlıyoruz. Hengirmen (1999) yan anlam maddesini ise, “İng. connotation; Alm. konnotation, Fr. connotation, bir sözcüğe, temel anlamı dışında, çeşitli benzerliklere, çağrışımlara dayanılarak yüklenen ikincil anlam. Örneğin ayak sözcüğünün temel anlamı, bedenin bir bölümünü bir organı gösterir; ama etap karşılığı bir yan anlam da kazanmıştır.” (Hengirmen, 1999, s. 411)
şeklinde izah etmiştir. 
Nitekim mecazın, “Lügatte geçilip gidilen yer demek olan mecaz,

beyan tabirlerindendir. 

Hakikat, mecaz, kinaye diye üçe ayrılan kelime nevilerinin ikincisidir. Kelime vaz olunduğu manada kullanılırsa hakikat olur. Bir münasebetle asıl manasından başka bir manaya nakil edilirse ve kendimanasında kullanılmasına bir karine-i mania bulunursa mecaz olur” (Tahir-ül Mevlevî, 1973, s. 96) gibi, daha çok bir söz sanatını alakadar eden tanımı da vardır. 


Gencan (2001; s. 555) mecazı: “Değişmece anlamı: Sözcüğün kendi sözlük anlamından büsbütün kayarak başka bir sözcüğün yerinde kullanılmasıdır.” (Gencan, 2001, s. 544) diye tanımlarken, çok anlamlılığı “Bir sözcüğün birden çok anlamda kullanılması...” diye tanımlar. 


Bu iki tanımı karşılaştırdığımızda görürüz ki çok anlam kazanmış kelimeler de mecazdır;çünkü bu kelimeler sözlük anlamlarını yitirip yeni yeni anlamlara girince çoğalır ve çok anlamlı olurlar.


Banguoğlu’nun (1974) “Öbür kelimeler gibi adlar da bir konmuş anlam (sens fondamental) taşırlar. Buna adın asıl anlamı, (sens propre) deriz.


Birçok adlar anlamca yayılıp, (par extension) çevresinde ve dışında yan anlamlar (sens accessoire ) yüklenmiş bulunurlar. Mesela, ‘ayak’ insanda ve hayvanda basma, yürüme organıdır. Fakat iskemlenin masanın, gölün, ırmağın, vb. da ‘ayağı’ olur. Halk şiirinde ise bu kelime, kafiye anlamına gelir.
Bu sonrakiler hepsi, kelimenin üreme anlamları (sens dérivé) sayılır. Anlam genişlemesi yoluyla çoğu zaman yoğun anlamlı bir ad, bir de yalın anlam kazanmış bulunur. Bazen de aksine yalın anlamlı bir ad, bir de yoğun anlam kazanır. ‘Yürek’, bir organken ‘cesaret’; ‘destek’, bir direkken ‘yardım’; ‘yol’, geçilen yer anlamındayken ‘usul’ gibi anlamlar kazanır.


Adlar asıl ve yan anlamlarının dışında ilişki ve benzerlik yoluyla başka bir kavramı karşılamak üzere de eğreti olarak kullanılırlar. Bu kullanışa mecaz (figure de mot) deriz. Yuva= ev, ekmek= geçim, koltuk= makam”(Banguoğlu, 1974, s.320) şeklindeki açıklamalarından da çok anlamlı kelimelerin neticede mecazlaşarak birçok anlam kazanmış olduklarını anlıyoruz.
Bu konuda daha geniş yorum ve mütalaalar için bkz. (Gürbüz, 2004a, s. 218¬250)


Kısaca, bu açıklamalardan sonra mecazın en temel tanımının yan anlamlı kelimeleri kapsadığını söyleyebiliriz.


1.2. Mecaz Kapsamındaki Anlamlar ve Bu Anlamlar Arasındaki İnce
Ayrıntılar


İşte biz mecazın bu birbirine çok yakın birçok tanımına bakarak “yan anlamı”, “terim anlamını”, “deyim” ve “argo” anlamlarını ve hatta “kinaye” ve “istiareyi” bile mecaz anlam alanı içinde mütalaa etmek istiyoruz. Fakat aslında hepsi mecaz olan bu anlamlara “çok anlamlılık”, “yan anlamlılık”, “geniş anlamlılık”, “deyimsel anlam”, “argo”, “istiare” gibi farklı isimler vermenin de başka bir farklılıktan kaynaklandığını düşünüyoruz. İşte bu farkları göstermek için evvela mecazın yukarıda yapılan tanımlarından en belirgin tanımı olan şu temel tanıma dikkatleri çekmek istiyoruz.


Mecaz, bir kullanım neticesinde ortaya çıkmıştır. Yani bir duyuya ait bir kavram başka bir duyu için kullanıldığında o kelime mutlaka mecazlaşır. Başka bir ifadeyle, asıl anlamını kaybeder diyebiliriz. Tabiata ait bir kavram, insanla alakalı olarak kullanılırsa yine kelime asıl anlamını kaybeder ve mecazlaşır.


İlk icat edildiğinde belli bir kavramı gösteren bir kelime, başka bir kavramı göstermek için kullanılırsa yine mecaz meydana gelir. Bu, değişmez bir anlam bilim kanunudur. Mesela: “Soğuk” kelimesi, “Hasan çok soğuk bir insandır.” cümlesinde, farklı kullanımdan ötürü mecazlaşmış
ve asıl anlamını kaybetmiştir. 


Yine soyutlaştırma bir kullanımdır ve kelimeleri asıl anlam hudutlarını aşmaya zorlar ve aştırır. Mesela: “Sıcak” kelimesi konuluş anlamı itibariyle somut bir kelimedir. Dokunma duyumuz ile anlaşılan bir kavramdır. “Arkadaşımız bizi çok sıcak karşıladı.” ifadesinde ise bu somut kavram “sevgi” kelimesini karşıladığı için anlamı değişmiştir.


Mesela: “tatlı” tatma duyumuzla alakalı bir kavramdır. Bu kavram görme duyusuyla alakalı kullanıldığında asıl anlamını yitirir ve mecazlaşır. Mesela: “Selma’nın çok tatlı bakışları vardı” cümlesindeki kullanımı bu kelimeyi mecazlaştırmıştır.


Dolayısıyla, kelimelerin çeşitli bağlamlarındaki farklı kullanımlarına bakarak anlamaktayız ki mecaz, bir anlam değişmesi neticesinde ortaya çıkar. Mecazda kelimenin asıl anlamdan çıkışı başka bir anlam için kullanılışı söz konusudur. Nitekim kelimeler kavramların kabıdır. Yani anlaşılan şeylerin kılıfıdır. Nasıl ki bir kova, su gibi bir sıvıyı taşımak, onu bir yerden diğer bir yere nakletmek için kullanılan bir kapsa, kelimeler de öyledir. Ne var ki kovaya her zaman su konmaz, onunla süt de taşıyabilirsiniz. Hatta kum gibi katı maddeleri bile kovanın içine koyabilirsiniz. İşte esasta sıvı maddeleri taşımak için icat edilmiş olan kova, nasıl zaruret hâlinde başka katı maddeleri de taşımak için kullanılıyorsa, önce belli bir anlamı karşılamak ve karşı zihinlere taşımak için icat edilmiş seslerden oluşmuş anlam kapları diyebileceğimiz kelimeler de farklı anlamları taşımak için kullanılabilir. İşte bu farklı kullanım mecazı oluşturur.


Mesela: İlk icat edildiğinde insanın bir organını karşılamak üzere konulmuş “göz” kelimesi, daha sonra bir benzerlik ilgisiyle masanın veya çekmecenin malum bölümlerini karşılamak için de kullanılmış. Bu misallerden de anlıyoruz ki mecaz, kelimenin kullanım alanının değişmesiyle oluşuyor. 


O hâlde mecazın bu en temel tanımından hareketle, “terim”, “yan”, “deyim”, “kinaye”, “istiare”, “argo”, “mecaz-ı mürsel” gibi anlamların hepsini önce, genel olarak, mecaz diye adlandırabiliriz. Çünkü bu kelimelerin en belirgin ortak yönü asıl anlamlarından çıkmış olmalarıdır. Bu yönden, bu ad altında anılan anlamların hepsi mecazdır.


Mesela: İlk anlamı, iki nesnenin birbirine hızlıca vurulması demek olan “çarpma”, matematikte sayıların kendi kendileriyle veya başkalarıyla çoğaltılması anlamında kullanıldığı için bir anlam değişmesine uğramış ve asıl anlamından çıkmıştır. Bir benzerlik ilgisiyle bu kelime matematiksel bir
işlemin adı olmuştur. Bu istikametten baktığımızda, “Arabalar çarpıştı.” cümlesinde “çarpmanın” ilk anlamında olduğunu söyleyebiliriz. Ancak, “Beşle beşi çarptım sonuç yirmi beş oldu.” cümlesinde bu kelime asıl anlamını kaybettiği ve başka bir anlamı karşılamak için kullanıldığı için mecaz
olmuştur. Hatta ikinci bir anlam/secondary meaning kazandığı için de kelimenin bu bağlamdaki anlamına yan anlam da diyebiliriz. Ancak anlam bilimi literatüründe bu kelimeye terimsel anlam denmektedir.


Terimsel anlamın da, bu istikametten bakıldığında, mecazdan başka bir anlam olmadığı anlaşılır. Fakat bu farklı isimlendiriliş onu mecazdan farklıymış gibi gösteriyor. Bizce bu farklı adlandırılış onun mecazlaşma biçimindeki farktadır. Yoksa bu kelime, anlam değişmeleri açısından bakıldığında mecazdan farklı değildir. 


O halde, kelimelerin terimsel anlamı için mecaz anlamlı demekte ve onu mecaz kapsamında mütalaa etmekte bir yanılgı yoktur kanaatine gelebiliriz. Fakat fark onun mecaz oluş biçimindedir
diyebiliriz. 


Mesela: “Acı” kelimesi, “Çok acı bir çığlık attı.” cümlesinde farklı bir duyu organıyla alakalı olarak kullanıldığı için mecazlaşmışken, “çarpma” da farklı bir bilimsel alanda kullanıldığı için mecazlaşmıştır. Bu alan farklılığına bakarak da “çarpma” kelimesine terim denmiştir; yoksa bu
kelime, mecaz olmadığı için ayrı bir ad altında sınıflandırılmış değildir.


Yine birçok dil bilimcisinin “mecazdan” ve “temel anlamdan” ayrı olarak mütalaa ettiği “yan anlam”a da, mecazın en belirgin tanımıyla karşılaştırarak mecaz anlam demek zorunda kaldığımızı vurgulamak isteriz.


Mesela: Aksan (1999; s.?) yan anlam hakkında: “Hangi dilde olursa olsun bir sözlüğü karıştıracak olursak onun içinde yer alan sözcüklerin pek çoğuna birden fazla anlam verildiğini, bu anlamların numaralanarak açıklandığını görürüz. Çok anlamlılık (polysemi) dediğimiz bu durum kimi bilginlere göre evrensel boyutludur; dilin temel niteliklerinden birini sergiler.Bu nitelik insanoğlunun kavramları kimi zaman daha etkili, daha somut, daha kolay biçimde dile getirebilmek için, aralarında biçim, işlev, amaç ilişkisi ve yakınlığı bulunan başka kavramlara dayanarak açıklamak istemesinden
kaynaklanır; zaman zaman benzetmeli, nükteli anlatım eğilimini de içerir.


Başta organ adları, vücut bölümleri çok kullanılan eylemler olmak üzere doğadaki nesnelere, doğadaki nesnelerin de insanlara aktarılması göstergeleri çok anlamlı duruma getirir.


Türkçedeki dil (en eski biçimi tıl, til) bugün ağzımızdaki organı anlatan bir temel anlam öğesine, dolayısıyla bir temel anlama sahiptir. Biçim ilişkisine, yakınlığına dayanılarak bu ad doğadaki, çevremizdeki nesnelere aktarılmış, ‘nefesli çalgılardaki ince metal yaprak’, ‘terazi, kilit gibi aygıtlarda yassı devinimli bölüm’, ‘doğada denize uzanan dar ve alçak kara parçası’, ‘makara içindeki oluklu, küçük tekerlek’ gibi somut nesneleri de anlatır duruma gelmiştir. Aynı sözcük pek çok dilde olduğu gibi, ‘iletişim sağlayan dizge’ konuşma yeteneği gibi soyut kavramları da anlatır duruma gelmiştir. 


Hayvanlarda gövdenin alt bölümündeki uzantıyı anlatan kuyruk, koyunlarda yağı taşıyan bölüme de ad olmuş. Kuşlarda gövde arkasındaki tüydemetini göstermekteyken uçurtma, uçak gibi şeylere de aktarılarak ‘kuyruğa benzer uzantı’ anlamını da vermeye başlamıştır. 


Asıl ilginç olan ‘halkın sıra beklerken oluşturduğu dizi’ anlamını da biçim ilişkisi nedeniyle taşımaya başlaması ve nükteli bir anlatım eğilimleriyle birinin arkasından ayrılmayan ‘kimselere de kuyruk’ .. ..nin kuyruğu denmesidir.


Somut bir kavram olan çaylak göstergesi ‘toy, deneyimsiz, acemi’ gibi bir yan anlam kazanmış, torpil ‘savaş gemilerindeki büyük su altı bombası’ yine soyut bir kavramı da karşılayarak ‘kayırma, kayırıcı, arka,’ kavramlarını anlatır duruma gelmiştir.”


Eğer çok kullanılan eylemlere göz atacak olursak bunların da bir sırayan anlam ve kullanıma sahip olduğunu görürüz. Almak 40 kadar, gelmek 30’dan fazla, çekmek 30’dan fazla, vermek 20 kadar değişik anlam ve kullanımla sözlüklerde yer alır. Bu durum sözlüklerin kullanım sıklıklarının artması, kullanım yerlerinin çokluğuyla orantılıdır; kimi bilginler sözcüklerin bu niteliğinin, onların dil içinde ‘sağlıklı durumda’ olduğunu gösterdiğini ileri sürerler. 


Türkçede sık kullanılan eylemlerden örneğin geçmek eylemini ele alacak olursak ‘belli bir yerden ilerleyerek onu arkada bırakmak’ biçimindeki temel anlamının yanında ‘hastalığın bulaşması‘, ‘okulda sınıfını başarıyla bitirmek’, ‘bir şeye gücü yetmemesi’, (benden geçti gibi kullanımlar), bir olay için ‘vuku bulmak’, ‘geride bırakma’, ‘müzik parçasını icra etmek. gibi yeni anlamlar kazanmış olduğunu görürüz. Temel anlamı bir şeye değmek olan dokunmak da bir şeyi karıştırmak’, bir şeyin, yiyeceğin sağlığı bozması’, bir olayın bir davranışın, bir sanat eserinin insanı etkileyip
duygulandırması’ gibi yan anlamlara sahiptir.


Yukarıda ancak birkaç örneğini verdiğimiz sözcükler incelenecek olursa bunların hepsinde, temel anlam dışındaki yeni anlam ve kullanımların söz konusu olduğu görülür. Her dilde her göstergenin başlangıçta bir kavramın simgesi olduğu düşünülürse öteki kavramların sonradan eklendiği, sözcüklerin kullanıla kullanıla çok anlamlı duruma geldiği kabul edilir.


Yukarıdaki örneklerden çaylak, torpil, kuyruk, sözcüklerinde görülen yan anlamlar genel dilde çoğunlukla mecaz anlamı, mecazî anlam (Fr.sens figure, İng. Fugurative meaning) adıyla anılmaktadır. Ancak bunlarında tıpkı dil, geçmek, dokunmak sözcüklerinde olduğu gibi temel anlamı dışındaki, yeni anlamları gösterdiği göz önünde tutulunca bütün bu örneklerin temel anlam dışındaki anlamlarını yan anlam (secondary meaning) olarak geniş bir çerçeve içinde bir araya getirmek yanlış olmayacaktır” (Aksan,1999, s. 58) şeklinde mütalaalarda bulunmaktadır.


Biz burada Aksan’ın yukarıda verdiği örnekler ve özellikle son cümlesi üzerinde durmak istiyoruz.

O, “Dil, geçmek, dokunmak gibi kelimelerin temel anlamları dışındakullanılarak yeni anlamları göstermeleri göz önünde tutulursa bütün bu örneklerin temel anlam dışındaki anlamlarını yan anlam (secondary meaning)olarak geniş bir çerçeve içinde bir araya getirmek yanlış olmayacaktır.” (Aksan, 1999, s. 58) diyor. Görüldüğü gibi Aksan (1999) burada yan anlam ile mecaz anlamı ayıran çizgiyi çok açık bir biçimde belirtemiyor. Biz de aynı durumu göz önünde bulundurarak bu yan anlamlara mecaz demek istiyoruz. Çünkü yukarıdaki örnek kelimeler, yeni bir anlamı ifade için asıl anlamlarından çıkmışlar. Yeni anlam kazanmışlar. Bu yeni anlamlar da mecazdan başka bir anlamı ifade etmezler. Çünkü yukarıda sayılan bu yeni anlamlar mecazın temel tanımıyla bütünüyle bağdaşmaktadırlar. 

Mesela: “çaylak” örneğine bakılırsa bizim iddiamızın doğruluğu hemen anlaşılır. İlk anlamıyla bir kuşu ifade eden çaylak, bir öğrencinin okula yeni gelmiş bir öğrenciyi küçümseyerek ona : “Ne haber çaylak?” diye hitap ettiği cümlede “çaylak” kelimesinin mecaz olduğu hemen anlaşılır.


Demek ki yan anlam, ilk anlamından çıkmış, çok anlam kazanmış veya anlamı genişlemiş kelimelerin yeni anlamlarına deniyor. Bu durummecazın kendisidir.


O hâlde yan anlamlı kelimelere mecazın en temel tanımından hareketle mecazdır, diyebiliriz. Ancak bu kelimeleri yan anlamlı olarak ayrı bir isim altında sınıflandırmak, ayrı bir anlammış gibi onlara ayrı bir isim vermek için bir fark bulmak gerekmektedir. Bizce bu fark bu anlamın farklı oluşundan değil, yan anlamı mecazdan ayıran tek fark sanatlı söyleyiş açısından olabilir. Yan anlamı mecazdan biraz daha farklı gösteren yön bizce Banguoğlu’nun: “Mecaz doğrudan doğruya nesnenin adı olmaz. Kavramı güçlendirmek ve renklendirmek için adın yerini tutar. Bununla beraber alışılmış mecazlara kelimenin mecazlı anlamı denir. Biz buna kavramın mecazlı adı demeyi daha doğru buluyoruz. 


Birçok yan anlamlar ve terimler de mecaz yoluyla gelişmişlerdir” (Banguoğlu, 1974, s. 320) şeklindeki tanımıyla belirginleşmiş oluyor.


Bu tanıma göre “yan anlam” ile “mecaz anlam” arasındaki fark, “yan anlamın” fonksiyonundadır. Yoksa anlam değişmesi açısından bu an lamlar arasında bir fark yoktur. Çünkü mecaz anlam da yan anlam da ilk anlamdan uzak olan anlamdır ve her ikisi de mecazdır. Her ikisi de benzerlik
ilgisiyle asıl anlamlarından çıkmışlar. Ancak iki mecazdan biri yan anlam adı altında sınıflandırılacak olunursa, o zaman bir fark bulmak gerekir. Biz ce yan anlamların mecazdan farklı olarak yan anlam adı altında anılmaları onların “yeni kavramlara ad oluşlarındadır”. 


Mesela: “Kolum ağrıyor.” cümlesinde “kol” kelimesi ilk anlamındayken, “Neyleyim kolum kanadım kırık.” cümlesinde “çaresizim” ifadesini daha güçlü bir biçimde ifade etmek için mecazlaşmıştır. İşte “kol” kelimesinin bu ikinci cümledeki anlamına “kol” kelimesinin mecaz anlamı denebilir. Fakat “Kapının kolu kırıldı.” cümlesinde “kulp”, “elcek” anlamındadır ve bir kavrama ad olmak için mecazlaşmıştır. İşte “yan anlamı” “mecazdan” ayırmak için bu ince farkı kıstas olarak
kullanabiliriz. Fakat bu yan anlamın mecaz olmadığı anlamına gelmez. Yani bir kelimeye bir benzerlik ilgisiyle ad olmak için mecazlaşan kelimeye yan anlamlı kelime; bir kavramı yine bir benzerlik ilgisiyle daha etkili bir biçim de anlatmak için mecazlaşan kelimeye de “mecaz” diyebiliriz. Ne var ki ikisi de esasta mecazdır.


Yine bizce deyimler de mecaz anlamlı kelime ve kelime gruplarıdır.


Mecaz grubu içinde değerlendirilmelidirler. Fakat deyim anlamlı kelimeler de, yine birtakım kaynaklarda, mecaz değilmiş gibi gösterilmektedir.


Mesela: Liseler için hazırlanmış bir ders kitabında: “Sözün gerçek anlamından tümüyle sıyrılıp, bir başka anlamda kullanılan haline mecaz an lam denir. Mecaz anlamı deyim anlamı ile karıştırmamak gerekir. 


Deyim, iki ya da daha fazla kelimenin, gerçek anlamından uzaklaşarak bir kavramı karşılamak üzere kalıplaşmasıyla oluşan kelime grubudur. (ipe un sermek, ağızda bakla ıslanmamak, bindiği dalı kesmek, pabuç pahalı vb.” (Acar ve ark.,2006, s. 82) şeklinde bir izaha rastlamaktayız.

Halbuki bu deyimlerdeki anlam mecazdır. Hatta cümle seviyesinde bir mecazlaşma söz konusudur. 

Mesela: “Saman altından su yürütmek” deyimi, “Adam saman altından su yürütüyor.” şeklinde bir cümleye dönüştürülürse, bu cümlede bütün cümlenin ilk anlamını yitirdiği gözlenir. Bu da mecaz olmuş olur. Yani mecazın tanımına uyar. Çünkü kelimeler nasıl mecazlaşırsa gruplar ve cümleler de aynı usulle mecazlaşır. Yani farklı kullanımlara girip farklı anlamları karşılayarak mecazlaşırlar.

Bu cümlenin temel, yani konuluş anlamı, saman denen öğütülmüş ekin saplarının altından suyun akıtıldığıdır. Fakat bu cümle söylenildiği anda ortada saman, su ve bir de saman altından su yürüten adam yoksa o zaman tevil gerekir ve cümle yorumlanır. Bu durumda cümlenin mecaza yorumlanması zaruri olur. Kısaca böyle bir cümleden, bir adamın gizli işler çevirdiğini anlarız. Çünkü saman altından su yürütülmesi ile gizli işler çevirmenin benzer tarafı vardır. Saman altından akan su fark edilemez. Çünkü suyun üzerinde birbirine kenetlenmiş saman tabakaları durur ve tabaka altından su sessizce akıp gider. Bu deyim böyle bir hadiseyi telmih ettirdiğinden ötürü, benzerlik ilgisiyle “bir cümle”, gerçek anlamından kaymış olur.

Yani temelde bir başka manayı anlatan cümle, başka bir kullanımla, yani farklı bir tasarrufla daha başka anlamı taşır ve anlatır olmuştur. Bu ise mecazlaşmaktan başka bir şey değildir. Kelime seviyesinde mecaz bir kelimenin ilk anlamından uzaklaşması iken, cümle veya deyim seviyesindeki mecaz ise bir cümlenin veya bir kelime grubunun gerçek anlamının dışına çıkmasından ibarettir.


Mesela: “Gülü seven dikenine katlanır.” cümlesi mecazdır. Çünkü cümle kullanıldığı bağlamda mecazlaşmıştır. Fakat bu kabil cümlelere kinayeli cümleler denmesinin sebebi, anlamdaki nüanslardan değil, kullanım ve biçimdeki nüanslardandır.


Mesela: Gülü severken bir kimsenin eline diken battığı bir anda bu cümle söylense, anlaşılır ki cümlenin ilk anlamı yani hakiki anlamı kast ediliyor. Ancak biri sevdiği bir kimsenin verdiği meşakkatlere katlandığı anda söylendiğinde, anlaşılır ki bu cümle asıl anlamı dışında kullanılmıştır.

İşte bu açıdan yukarıdaki tanımı biz pek ilmî bulmuyoruz. Yani “mecaz anlamla deyim anlamını karıştırmamak gerekir” ifadesi çok sathi bir mütalaa neticesinde söylenmiştir. Çünkü deyimlerin anlamları mecazlıdır ve mecaz anlamın tanımına bütünüyle uyar. Fakat farklılık deyimlerin anlam
veçhesinde değil, biçim cihetindedir. Yani “Kolum kanadım kırık.” cümlesinde kol kelimesi nasıl ilk yani temel anlamından uzaklaştığı için ve farklı bir alanda kullanıldığından dolayı mecaz olmuşsa, “Ayaklarıma kara su indi.” deyimindeki bütün kelimeler de farklı bir kullanıma sokularak asıl anlamı dışına çıkarılmış ve mecaz olmuştur. 


O hâlde deyimlerin anlamı da, tek kelimelik mecazlı kelimelerin anlamı da mecaz olmak bakımından aynıdır.


Peki fark nerededir ve niçin bunlar deyim adı altında kategorize edilmişlerdir sualine ise, deyimler tek kelimelik mecazlardan yalnızca birçok kelimeden meydana gelişleri açısından farklılık gösterirler şeklinde cevap verilir.Yani nüans biçimdedir, anlamda değil.


Özetle, konuyu şöyle toparlayabiliriz:


Çeşitli kaynaklarda farklı anlamlarmış gibi gösterilen temel, gerçek, hakiki, ilk ve konuluş anlamları gibi anlamların hepsi aynı şeyi anlatmaktadır. Yani gerçek ve hakiki anlam aynıdır. Bu anlamlar farklı anlamlar değildirler ve aralarında bu istikametten bir nüans gösterilemez. 


Bu iddiamızı ispat için tek bir soru yöneltmenin kâfi olacağı kanaatindeyiz. 


Mesela: “Yuva kelimesini bir temel anlama gelecek bir biçimde cümlede kullanınız bir de gerçek anlama gelecek bir biçimde...” şeklindeki bir soruya cevap alınamayacağı görülecektir.


Yine anlamı genişlemiş, birden çok anlam kazanmış, “yan anlamlı”, “terim”, “deyim”, “argo” gibi anlamların hepsi, anlam değişmeleri kıstas alındığında, mecazdır kanaatimizi tekrarlayalım.


Şu örneklere bakalım:


“Sokak ortasında adamı bir güzel kalayladı.” cümlesindeki kullanımıyla “kalaylamak”, gerçek anlamı dışına çıktığı için mecazdır. Argo adı altında bu anlamın sınıflandırılması anlamdaki farkta değildir. Farklı bir kültür sahasına ait bir kelime oluşuna bakarak ona argo denmiştir. Demek ki
yukarıdaki cümlede geçen “kalaylamak” kelimesi anlam değişmeleri, yani anlam özelliği, bakımından mecaz grubunda, alan bakımından argo grubundadır.


Ne var ki argo sözlükteki bütün argo kelimeler mecaz olmayabilir. Çünkü argonun: “Toplumda belirli bir kesimce genellikle de bir meslek grubunca kullanılan, ortak dilden hem başka sözcükler kullanma hem de ortak dilin sözcüklerine kendine özgü anlamlar yükleme açılarından farklılaşan, böylece herkesçe anlaşılmayan nükteli anlatımların bolluğu ile dikkat çeken dil...” (Hengirmen, 1999, s. 36) şeklinde bir tanımı vardır. 


Mesela: “Zıbarmak” kelimesi bir anlam değişimine uğramış mıdır? Bu konuda bir fikrimiz
yok. Çünkü kökü belli değildir (Ayverdi 2005, s. 3498) Ancak argoyu kullanan muhit “öldü” ifadesini karşılamak için, nefret ve biraz da kin dolu bir ruh halini aksettirerek, sevilmeyen bir kişinin öldüğünü haber vermek için kullanılmıştır. Ancak sefil ve ayyaş muhitlerde rakıya “imam suyu” denmesini farklı yorumlamak zorundayız. Bu ifade anlam değişmesine uğradığı için mecazdır. Kanunları ihlal edip, polislerden kaçanların, yaralı vicdanların, sevgisiz kalmış bir topluluğun kullandığı bir dil olması açısından da bu dile argo diyoruz.


Yine, mecaz-ı mürselde de kelimeler gerçek anlamları dışına çıktıkları için yine mecazdırlar. Fakat mecaz-ı mürsel olarak farklı bir ad ile anılmasının sebebi onların mecazlaşma biçimlerindedir. 


Mecazda daima bir benzerlik ilgisi varken, mecaz-ı mürselde yakınlık ilgisi vardır. Parça bütün
alakası kurulmuştur. “Ayaklarını çıkar” ifadesinde “ayak” gerçek anlamını kaybettiği ve “ayakkabı” yerine kullanıldığı için mecaz; ancak ayakkabıya ayağa benzediğinden ötürü değil de ayakla ilgisi oluğu, bütün söylenip parça kast edildiği için, ayakkabı ayağa yakın olduğu için bu ifadeye mecaz-ı
mürsel şeklinde bir ad verilmiştir. Artık bütün “mecaz-ı mürselleri” böylece mütalaa edebiliriz.


Nitekim Talîm-i Edebiyat’ında Recaizâde (1847-1914) “Tasnif-i Envâ-ı Mecâz” başlığı altında eski belagatın konu ve maddelerini çok farklı bir tasnif ve kadro içinde ele almaktadır. O da istiare, teşbih, mübalağa, mecaz-ı mürsel, teşhis ve intakı mecaz olarak mütalaa etmiş ve hatta devrin edebî otoriteleri tarafından da tenkit görmüştür (Yetiş 1996, s. 238-241)


2. SONUÇ


Hülasa, “yan anlam”, “mecaz anlam”, “istiare”, “argo”, “deyimsel anlam” ve “mecaz-ı mürsel” gibi adlar altında anılan anlamlar, bu farklı anılışlardan ötürü anlam değişmeleri itibariyle birbirlerinden farklı anlamdaymış gibi algılanmaktadır. Oysa bu anlamların hepsi mecazın en temel anlamı
olan “Karşıdan karşıya geçiş, pasaj, geçit” (Mutçalı, 1995, s. 140) şeklindeki tanımla bütünüyle örtüştükleri için mecazdırlar. Bu yüzden bu anlamlara, anlam değişmelerini kıstas alarak, evvela mecaz demek istiyoruz. Daha sonra da “anlam değişmeleri” itibariyle değil de “biçim”, “fonksiyon”, “alan”, yani bu kelimelerin konuşulduğu “muhit”, “sosyal çevre” gibi farklılıklar göz önüne alınarak bu kıstaslar doğrultusunda onlara farklı isimler vermeli yiz fikrini taşıdığımızı vurgulamak isteriz. Bu isimlendirme onları mecaz olmaktan çıkarmaz. Bu anlamları öğretirken de bu farklılıkları mutlaka göz önünde bulundurmalıyız.


Kelimeler asıl anlamlarını karşı zihinlere anlatmak ve aktarmak için farklı anlamlara kap ve kılıf olabilirler. Bu hadiseye kullanım demekteyiz.


Kelimeleri mecazlaştıran, diğer bir ifadeyle onları çok anlamlı kılan ve anlamlarını değiştirip çoğaltan biricik amil onların farklı kullanımlarıdır. Bu istikametten bakıldığında bu kelimelerin mecaz olduğunu anlamakta zorluk çekmeyiz.


Yine şunu da ehemmiyetle belirtmeliyiz ki “temel anlam”, “ilk anlam”, “konuluş anlamları” farklı anlamlar değildir ve bu anlamlar “eş anlamlıdır.” Yani “Kuşlar yuvaya dönerdi.” cümlesindeki “yuva” için “gerçek anlam”, “konuluş anlamı”, “temel anlam” veya “ilk anlam” demekte hiçbir
yanlışlık olamaz. Çünkü eğer bir kelimenin temel anlamı gerçek anlamdan farklı bir anlamdır şeklinde bir tez müdafaa ediliyorsa o zaman bilimsel bir açıklama istenir. Mesela: “şeker” kelimesinin temel ve mecaz anlamlarını göstermek kabilken, aynı kelimenin temel ve gerçek anlamlarını göstermek imkânsızdır. Çünkü temel anlam ile gerçek anlam aynı anlamdadırlar. Başka
bir ifadeyle “şeker” kelimesinin temel anlamını göstermekle onun gerçek, yani konuluş anlamını göstermiş oluruz.


İşte bu bilgiler ışığında şunu söyleyebiliriz ki, dil alanında tasnif ve isimlendirme çalışmalarında bu tasnife ve isimlendirmelere medar olan nüanslar çok iyi gösterilmeli ve öğretilmelidir. Aksi takdirde bilimsel bir kargaşa, bir kavram anarşisiyle karşı karşıya kalmamız kaçınılmaz olacaktır.


Sonuçta, “temel anlam”, “gerçek anlam”, “ilk anlam” ve “konuluş anlamı” gibi anlamlar farklı anlamlar değildir, hükmüne varırken, “yan anlamın”, “istiarenin”, “mecaz-ı mürselin”, “argonun”, “deyimsel ifadelerin”, “kinayelerin” hepsinin esasta mecaz olduklarını da vurgulamak isteriz. Bu
mecazların farklı isimler altında kategorize edilmesi ise şöyle açıklanabilir:


Yan anlamlı kelimeler asıl anlamlarından benzerlik ilgisi ile çıktıkları için mecazdırlar. Ancak yeni kavramlara ad oluşlarıyla, sanatlı ifadeler olarak kalan ve kavramlara isim olamayan mecazlardan ayrılırlar. 


Mesela: “kurbağacık”, ayarlanabilir somun anahtarı, ağız tabanında çıkan bir çeşit küçük ur, pencere çerçevesi gibi yukarıya sürülen şeylerin alt kenarlarına yerleştirilen tutacak (Parlatır ve ark., 1988, s.1409) anlamında kullanıldığında, bu kelime gerçek anlamından çıktığı için mecazlaşmıştır. Ancak mecazdan bir farkı vardır ki o da, bu kelime bu kullanımlarda bir yaranın ve aletin adı olmuştur. Ancak her mecaz varlıklara ad olamaz. Mecazlaşarak varlıklara ad olan kelimelere yan anlam diyebiliriz. Mesela: “Arkadaşımın çok acı bakışları vardı.” ifadesindeki “acı” da gerçek anlamını kaybedip karşı bir anlama geçtiği için mecazdır. Ancak bu kelimenin, sözlüklere bakıldığında,
hiçbir varlığa ad olduğunu tespit edemeyiz. Yine mecaz benzerlik ilgisi kurularak her an üretilebilir ve bu üretilen anlamlar kalıcı olmazlar. 


Mesela,“Bülbül ağlar bu hâle rüzgârdan nale gelir.” (Gürbüz, 2004b, s. 112) mısrasında bülbül ve rüzgâr teşhis edildiği için bu varlıklarla alakalı ağlamak ve nale mecazdır. Ancak sözlüklerde “ağlamak” kelimesinin “ötmek”, “nale” kelimesinin de uğuldamak gibi anlamlarını bulamazsınız. Yani bu gibi kelimelerin bu kabil kullanımlardaki anlamlarını bulmanız imkânsızdır. Fakat
yan anlamlar mecazlaşarak artık farklı varlıkların adları olmuşlardır. Yani mecazlaşarak ad olmuşlardır. Yan anlamın bir mecaz türü olmasına rağmen mecazdan farkı işte bu nüanslardadır.

Deyimsel anlamlar da yine bir benzerlik ilgisi ile asıl anlamlarından çıktıkları için mecazdırlar ve mecazın esas tanımıyla bütünüyle mutabakat hâlindedirler. Bu mecaza başka bir isim verilmesinin, yani deyim denmesi nin sebebi ise kelimelerin gruplar halinde mecazlaşmasından ötürüdür.

Kinaye de yine mecazdır. Bu tür mecaza başka bir isim verilmesi, yani kinaye denmesinin sebebi ise bu mecazların hakikî anlama da yorumlanma ihtimalinin oluşudur.


İstiare de yine esasta mecazdır. Çünkü “aslanım” ifadesi istiaredir.


Dikkatle bakıldığında görülür ki “aslan” kelimesi gerçek anlamından çıkmıştır. Gerçek anlamdan çıkan her kelime mecazdır. Ancak bu tür mecaza istiare denmesinin sebebi ise benzetme yönü diğer mecazlardan daha ağırdır ve bu tür mecazlar başka bir varlığa ad olarak verilmez, yalnızca anlamı güçlendirmek için mecazlaşırlar.


Yine çoğu argo kelimeler de bir tür mecazdır. Çünkü bu kelimeler de gerçek anlamlarının dışında kullanılmışlardır. Bu mecazın argo adı altında anılmasının sebebi ise farklı bir kültüre mensup bir muhitin dili olmasıdır.


Terim de yine mecazdır. Çünkü terim anlamlı kelimelerin çoğu da gerçek anlamlarından çıkmışlardır. Mesela: “köprü” ilk anlamında bir dere nin veya nehrin iki yakasını bağlayan yapma bir geçit iken, güreş terminolo jisinde pehlivanın sırtını yere dokundurmamak için düştüğü durumu ifade
eder. Bu mecazın terim adı altında anılmasının sebebi ise farklı bir alanda
kullanıldığı içindir.


Mecaz-ı mürsel de yine mecazdır. Bu mecaz türünün de farklı bir ad ile anılmasının sebebi diğer mecazlar gibi benzerlik ilgisi ile asıl anlamından çıkmamış, yakınlık ilgisi ile gerçek anlamının dışına çıkmasıdır.


Özetle, hepsi de mecaz olan bu anlamların bu farklı adlar altında isimlendirilişi anlam değişmesi farklılığından değildir. Yani bu isimlendirmeler anlam değişmeleri kıstas alınarak yapılmamıştır. O hâlde, bu mevzuları öğrencilere öğretirken aslında mecaz olan bu kelimeleri hangi farklılıklardan ötürü farklı isimlerle andığımızı öğretmeli ve bu nüansları göstermeliyiz.


3. KAYNAKLAR

Acar, M., Alptekin, A. H., Bilgen, M., Doğan, O., Özmen, H., Arkın, M., Başkaya,
N., Ergül, L., Mat, M., Öksüz, Y., Tergib, A. (2006). 
Dil ve Anlatım 9. sınıf.Devlet Kitapları, Ankara.

Aksan, D. (1999). Anlambilim. Engin Yayınevi, Ankara.
Alderson, A. D., İz, F. (1980). The Concise Oxford Turkish Dictionary. Tansaş, An¬
kara.

Ayverdi, İ. (2005). Misalli Büyük Türkçe Sözlük. Kubbealtı Neşriyat, İstanbul.
Banguoğlu, T. (1974). Türkçenin Grameri. Baha Matbaası, İstanbul.
Devellioğlu, F. (1997). Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat. Aydın Kitabevi, An¬
kara.

Ebi’l Kasimi’l-Huseyni’l Muhammed Er-Rağıbi’l İsfehanî. (1998). El-Müfredât.Beyrut: Daru’l_Ma’rife.
Gürbüz, F. (2004a). Tercüme Problemleri ve Mealler. İnsan Yayınları, İstanbul.
Gürbüz, F. (2004b). 
Kimsesizler. Aktif Yayınevi, İstanbul.

Gencan, T. N. (2001). Dilbilgisi. Ayraç Yayınevi, Ankara.
Hengirmen, M. (1999). Dilbilgisi ve Dilbilim Terimleri Sözlüğü. Engin Yayınevi,
Ankara.

Moran, A. V. (1971). Türkçe-İngilizce Sözlük. Millî Eğitim Basımevi, İstanbul.
Oğuz, O., Yılmaz, D. (ts.) ÖSS Türkçe-Edebiyat. fdd Yayınları, Ankara.
Parlatır, İ., Gözaydın, N., Zülfikar, H. (1988). Türkçe Sözlük. Türk Dil Kurumu Ya¬
yınları, Ankara.

Tahir-ül Mevlevî. (1973). Edebiyat Lügatı. Enderun Kitabevi, İstanbul.
Yetiş, K. (1996). Talîm-i Edebiyat’ın Retorik ve edebiyat Nazariyâtı Sâhasında Ge¬
tirdiği Yenilikler.
 Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı, Ankara.

* * * *
Erzincan Eğitim Fakültesi Dergisi Cilt-Sayı: 10-2 Yıl: 2008
1
Yard. Doç. Dr., Erzincan Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, Türkçe Öğretimi Bölüm Bşk.,
e-mail: faruk_gurbuz@hotmail.com

http://turkoloji.cu.edu.tr/DILBILIM/fg_anlam/fg_anlam.htm
*

Paylaşmak güzeldir.