12 Ağustos 2015 Çarşamba

Sehl-i mümteni

Edebî Sanatlar 


Sehl-i mümteni

Sehl-i mümteni kolay görünen, ancak benzeri söylenmeye kalkılınca zor olduğu anlaşılan, özlü söz söyleme sanatı. Bu tür sözler, derin anlamlıdır.
Türk halk edebiyatında, Yunus Emre bu sanatı ustalıkla kullanmıştır:

Beni bende demen bende değilim
Bir ben vardır bende benden içeri

Ete kemiğe büründüm
Yunus diye göründüm

Gâh çıkarım gökyüzüne seyrederim âlemi
Gâh inerim yeryüzüne seyreder âlem beni


Sehl-i mümteni " kolay zor", "imkansız kolay" anlamına gelır. Sehl-i mümteni yi anlamak cok kolay ancak ifade etmek zordur; ancak birkaç büyük edebiyatcı (orn: Fuzulı) sehl-i mümteni ye örnek verebilmiştir. Pek bilinmeyen bir edebi sanat olsa da sehl-i mümteni söyleyen sanatını ıspatlamıs olur. Bir örnek:

"Bende mecnun'dan füzun aşıklık istidadı var,
aşık-ı sadık benim, mecnun'un ancak adı var..."

11 Ağustos 2015 Salı

Şiir Dilinde Sapmalar

Edebî Sanatlar 


 Şiir Dilinde Sapmalar
...
Sözcükleri ses, biçim ya da yazımları bakımından değiştirme; dilde bulunmayan yeni sözcükler türetme; sözdizimini bozma; sözcükleri anlam açısından yeni ve farklı bağdaştırmalarla kullanma gibi, ölçünlü (standart) dilin dışına çıkan kullanım biçimlerini “sapma” olarak değerlendirebiliriz.
Farlılık arzusunun ya da farklı olana ilgi duymanın insan doğasıyla doğrudan bir ilgisinin bulunduğu söylenebilir. Dil kullanımına da yansıyan bu özellik, gündelik yaşam içindeki pek çok eğilim, yönelim, tercih, karar, düşünüş vs.de de kendini gösterir.
Özcan Başkan bu bağlamdaki saptamalarını dile getirirken, kimi yiyecek ve içeceklerin gerek malzemelerinde gerekse hazırlanışlarında yapılan ufak tefek değişikliklerden sonra farklı adlarla anılan çeşitli yiyecek ve içeceklere dönüştürülmeleri sonucu daha fazla rağbetgörmelerini, bunların “alışılmışın dışına” çıkmalarıyla açıklamaktadır(Başkan, 1988:383-384). İnsan doğasının gündelik yaşamdaki bu dışavurumu, sanat yapıtlarında kendini çok daha incelikli, gelişkin veçeşitlenmiş biçimlerde gösterir. Sapmalar, bir bakıma böylesi birfarklılığın/farklılık arayışının göstergeleri olarak dadeğerlendirilebilir.
Sapmalar, öbür edebiyat türlerine göre şiirde daha fazla karşımıza çıkar. Sanatçılar bu yolla “dile yeni bir güç kazandırmayı, göstergeleri ses ve anlam açısından daha etkili kılmayı, okuyan/dinleyenin zihninde yeni değişik tasarımlar ve duygu değerlerioluşturmayı amaçlar”lar (Aksan, 1995:166).
Kimi sapma türlerinde dilsel yanlışlık gibi görünen ögeler, şairler tarafından “özellikle” estetik nedenlere bağlı olarak gerçekleştirilmekte ve belirli bir tercihi imlemektedir (Yalçın, 1991:106).
Doğrusu, şiir dilini büyük ölçüde geliştiren, zenginleştiren, ayrıksılaştıran, kendine özgüleştiren de bu “sapmalar”dır. Çünkü şiir dili, ölçünlü dilin “kodlarıyla oynama, o kodlama içinde yeni, özel bir kod oluşturma işlemine dayanır.” (Uğur, 2007:39).


Sapmalar genel olarak beş grupta ele alınabilir:

• Sözcüksel sapmalar,
• Yazımsal sapmalar,
• Biçimbilimsel sapmalar,
• Sözdizimsel sapmalar,
• Anlamsal sapmalar / alışılmamış bağdaştırmalar.

Türk şiirinde sapma örneklerine çeşitli dönemlerde rastlanmakla birlikte, bunların yoğunluklu biçimde görüldüğü, hatta bir bakıma temel poetik/dilsel özelliklerden biri olarak ön plana çıktığı İkinci Yeni hareketi içindeki şairler, neredeyse tüm sapma türlerine karşılık düşebilecek çok sayıda örneği barındıran şiirlere imza atmışlardır.
Hareketin öncü ve en güçlü temsilcileri olarak sayabileceğimiz İlhan Berk, Turgut Uyar, Cemal Süreya, Edip Cansever, Sezai Karakoç ve Ece Ayhan gibi şairlerin sapmaları önemli ölçüde önceledikleri görülür.
...
Erdoğan Kul, Şiir Dilinde Sapmalar ve Bir Uygulama

Şiir Dilinde Sapmalar

Şiir dilinde “sapma; gerek sözcüklerin ses ve biçim özelliklerinde, gerekse dilin sözdizimi açısından niteliklerinde bilinçli olarak değişikliklere gitmeyi, dilde bulunmayan yeni sözcük ve anlatım biçimlerini kullanma eğilimini içerir. Sanatçı bu eğilimle dile yeni bir güç kazandırmayı, göstergeleri ses ve anlam açısından daha etkili kılmayı, okuyanın / dinleyenin zihninde yeni tasarımlar ve duygu değerleri oluşturmayı amaçlar (Aksan, 1993: 166).
...
Yeni şiir akımının öncülerinden ve en önemli temsilcilerinden biri olan Ece Ayhan, doğal dili neredeyse alt üst ederek oluşturdukları İkinci Yeni şiirini, “yorulan bir şiirin ayak değiştirmesi” olarak nitelendirir:
“Yorulan bir şiirin ayak değiştirmesi
Ala ala hey! Artık şarkı olacak Şiirin döndermesine genç hallaçlar ve Kuşbakışlı çocuklar karşılık veriyorlar Salarak gürlüklerine göğün uçurtmalar, hurra!”

Yukarıdaki dizeler, İkinci Yeni hareketinin şiir dili özelliğine işaret etmektedir. Bu şiirin dili dönüştürmesine genç şairler (hallaclar nasıl pamuğu atıyorsa, dili öyle alt üst ederek) ve kuşbakışlı (mecaz; acemi, çırak, tecrübesiz) çocuklar karşılık vermektedirler.

İkinci Yeni şiirinde öne çıkan sapmaları; alışılmamış sözdizimi, alışılmamış sözcük seçimi (alışılmamış bağdaştırmalar), sözcükle ilgili sapmalar ve yazımla ilgili sapmalar başlıkları altında inceleyeceğiz:

1. Alışılmamış Sözdizimi

Türkçe’nin Göktürk Kitabeleri’nden beri gelen sağlam bir nesir dili bulunmaktadır. Bir duyguyu, düşünceyi, olayı ya da isteği en açık bir şekilde anlatmayı hedefleyen nesir dilinde kelimeler, dilbilgisi kurallarına uygun olarak sıralanır. Nazım dilinde ise, ahenk temin edebilmek maksadıyla vezin ve kafiye gereği bu yapı bozulmakta, dilbilgisi kurallarına tam anlamıyla bağlılık aranmamaktadır.
Şiir dilinde sözdiziminin bozulması her dönemde görülen bir özelliktir. Ancak, İkinci Yeni şiirindeki değiştirmeler, kendilerinden önceki şiirde olduğu gibi kelimelerin seslerinden yararlanmak için vezin ya da kafiye gereği değil; şiirde kendine amaç bir dilbilgisi oluşturma gayretlerinin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Dil, Garip’te olduğu gibi bir anlatım aracı olarak görülmemiş; kendisi şiirin bir konusu haline gelmiştir. Kasıtlı sözdizimi deformasyonları, anlamı örtmenin, gizlemenin bir aracı olarak da kullanılmıştır.

İkinci Yeni sanatçılarının “Şiir geldi kelimeye dayandı”, “Şiir kelimelerle kurulur” ya da “Şiir salt kelimeciliktir” sözleri, bu şiir hareketiyle dadaizm, sürrealizm ya da letrizm arasında benzerlikler kurulmasına yol açmıştır1. Bu yakıştırmaların arkasından da, anlamsız şiir suçlamaları gelmeye başlamıştır. Bu sözlerle ifade edilmek istenen temel düşünce, şiirin bir şeyler anlatmak için değil; kendisini kurmak için yazıldığıdır.
Garipçiler şiir dilini, her türlü sanattan arındırarak, tıpkı nesirdeki gibi, tek anlama dayalı olarak kullanıyorlardı. Böyle bir dil kullanımı, kelimelerin anlam (gösterilen) yanını öne çıkararak gösteren tarafını (İkinci Yenicilere göre kelimeyi) göz ardı ediyordu.

Ece Ayhan, İkinci Yeni şiirinin de belirgin özelliklerinden birisi olduğu üzere, şiir sanatında dilbilgisi kurallarının geçerli olmadığına inanmaktadır. Bunda, şiir anlayışlarına bir tepki olarak ortaya çıktıkları Garip şiirinin de etkisi olmuştur. Garipçiler, şiir dilinde deformasyona gitmeye ya da olağan sözdiziminin düzenini bozmaya karşıydılar. Teşbih, istiare, mecaz gibi sanatlara yer vermeden, dili herkesin anlayabileceği bir şekilde kullanmak temel ilkelerinden birisiydi. Birinci Yeni’nin bu tek anlamlı dil kullanımına bir tepki hareketi olan İkinci Yeni, anlamı mümkün olduğu kadar örtmeye, gizlemeye, hatta şiir sanatında o kadar da önemli olmadığını ileri sürerek rastlantıya bırakmaya çalıştı.
Ece Ayhan’ın “yerleşik sözdizimi ile yazılamayacak her şeyi yeni sözdiziminden yararlanarak dile getirmek” (1993: 187) düşüncesi, İkinci Yeni’nin zor anlaşılır şiir dilinin hareket noktasını da ortaya koymaktadır.
“Ah karpuzun içindeki kesmece delikanlım IstanbuF (Ah İstanbul! Kesmece karpuzun içindeki delikanlım)
“Konuşuluyordu mahallelerde iç ve dış
(İç ve dış mahallelerde konuşuluyordu)
“Giriyor bir kumru içeri camdan çatlak.”
(Bir kumru çatlak camdan içeri giriyor)
İkinci Yeni şiirindeki sözdizimi deformasyonlarını, anlamı kapalı ya da anlaşılmaz kılma düşüncesinin bir parçası olarak görmek; kelime oyunculuğu olarak değerlendirmek ya da kendine amaç bir dilbilgisi sapması durumuna indirgemek doğru bir yaklaşım olmayacaktır. Şiirimizin İkinci Yeni’den sonraki gelişimi düşünüldüğünde, bu arayışlar, yeni bir şiir diline / söyleyişe bir adım olarak değerlendirilmelidir. Zira, Garipçilerin gündelik hayatı içinde anlattığı sokaktaki adam ya da Toplumcu Gerçekçilerin sınıf mücadelesi içinde ideolojik bir varlık olarak gördüğü insan, artık kentli birey olarak bütün iç dünyasıyla şiirin konusu haline gelmiştir. Böylesine kompleks bir konu, yeni bir biçimi ve şiir dilini de beraberinde getirmiştir.

2. Alışılmamış Sözcük Seçimi (Alışılmamış Bağdaştırmalar)

İkinci Yeni şiirinin en belirgin özelliklerinden birisi de, alışılmamış bağdaştırmalara çok sık yer vermesidir. Bu şiir hareketi üzerine yapılan tartışmalarda “anlamsız” şiir suçlamasının bir dayanağını da, birbirinden uzak çağrışımlı kelimelerin bağdaştırılması oluşturmuştur. Ece Ayhan da, okuyucuya yeni tasarımların sunulmasında önemli roller yüklediği imge, sembol ve benzetmelerin yanında, daha başka tasarımların da aktarılmasını sağlayan alışılmamış bağdaştırmalara çok sık başvurmaktadır.
“ay Türkçe rakı çıkmıştır kapalı ”
“bir bach konsertosunun dudakları gibi çilek korkunç hû”
“bütün ellerinin sokakları aşktır senin A. Petro”
“sessizce bitiyor ilk güneşte icra-iflas duası ”
Aksan (1998: 202) “bağdaştırma”yı, “ister bir tamlama, isterse bir cümle içinde olsun birden çok birimin bir araya gelmesi” olarak tanımlamaktadır: “Asma köprü, “çatlak tabak”, “kavun dilimi”, “duvarın boyası”;“Havalar ısınıyor”, “Elektrikçi ütüyü onardı” örneklerinde olduğu gibi. Dildeki göstergelerle, tamlamalar ya da cümleler oluştururken, “alışılmış” ve “alışılmamış” olmak üzere iki türlü bağdaştırma oluşturulmaktadır.
...
Şiirde alışılmamış bağdaştırmalar yoluyla, “geniş bir düşünce-tasarım-duygu-görüntü yumağı” oluşturulması ve “göstergelerin ustaca, özgün bir biçimde” bağdaştırılması amaçlanmaktadır. Böylece şiir, yaratılan değişik tasarımlarla birlikte okuyana / dinleyene bir duygu ve düşünce zenginliği yaşatmakta ve güçlü bir anlatıma erişmektedir.
İkinci Yeni üzerine yapılan tartışmalarda sürekli olarak ön plâna çıkan “anlamsız şiir” kavramının sebeplerinden biri de (bir diğeri sözdizimi deformasyonudur), alışılmamış bağdaştırmaların yol açtığı mantık dışı söyleyişlerdir. Bu akımın önde gelen temsilcilerinin yeni tasarımların sunulmasında alışılmamış bağdaştırmalardan ne şekilde yararlandıklarını gösteren birkaç örnek verelim:
“Sizi görmüyor muyum dikkat! trenlere çikolata yediriyorum”
“En akıllı tarafımdır balıkla deniz tutmak”
“Çocuğu çocukluyor bir düdüğün kırmızısı ”
“Güneş bir pazartesi olarak mı duruyor burnunuzda”
“Bu kaç kapılı konyak”
(Edip Cansever)
“Ay sessiz sedasız bir çingenedir”
“Adam yıldızlara basa basa yürüdü”
“Dengesini uzun bıyıklarına borçlu yürürken”
“Başladı Afrikası uzun bir gece”
“Güvercin kuşkusu cırlak güneş”
(Cemal Süreya)
“Denizin pencereleri sürgülüydü”
“Atımı istedim evin göğü gerindi”
“Yalnızlığın dükkânlarında hasır koltuklarda oturduk”
“Bu denizler ne güzel böyle değil mi f”
“Birf’diniz Önasyalarda o şey evlerde”
 (Ece Ayhan)

3. Sözcükle İlgili Sapmalar

Şiir dilinde şairler tarafından yeni türetilen sözcüklerin kullanılması, sözcüksel sapmaların en belirgin örneklerini verir. Olağan dilbilgisi ve sözcükbilgisi dışında sözcüklerin şairler tarafından yeni biçimlerde oluşturulması bu tür sapmalara örnektir. Kök ve ekler, yeni kök ve eklerle birleştirilerek olağan dilde olmayan yepyeni sözcükler oluşturmada kullanılır (Özünlü, 1997: 136).
...
Düzyazıda iletilmek istenen mesaj önemli olduğundan, kelimelerin anlam (gösterilen) yanı öne çıkmakta, gösteren yanı göz ardı edilmektedir. Şiir dilinde ise, çoğunlukla öne çıkan kelimelerin kendisidir. “Kelimelerle kurulan” yeni şiirde, amaç “hikâye etmek” değil; kelimeler arasında “şiirsel yük” kurmaktır. Bu şiirde anlam, şiir kurulduktan sonra rasgele ortaya çıkmaktadır. Cümleden değil de, kelimeden hareketle kurulan şiir dili, İkinci Yenicilerin “kelime oyunculuğu”yla ya da “anlamsızlığa saplanmak”la suçlanmalarının temel sebeplerinden birisini oluşturmuştur.
İkinci Yeni şairleri2, Pazar Postası’nın başlattığı “İkinci Yeni İçin Ozanlar Ne Diyor? ” konulu soruşturmaya verdikleri cevapta yeni şiirde kelimenin daha özel bir konuma gelmesini, edebî türler içinde anlatımı daha yoğun bir tür olan şiirde kelimeye yüklenen rolün diğer türlere nispeten daha ağırlık kazanmasına bağlamaktadırlar. Ancak, kelimenin cümle dışında, anlama etkimeyen, anlamı kurmayan bir varlık olarak da düşünülemeyeceğini belirtmişlerdir.
...
İkinci Yeni şiirindeki kelime deformasyonlarından örnekler: “Düzlüğü Azize Sofya
“bir bach konsertosunun dudakları gibi çilek korkunç hû” “kellesi alınmak üzere Mermer Denizi’nden çağrılmış ” “Dirim kısa ölüm uzundur cehennette herhal abiler” “Kendini doğuruyordu bir cinaedi. Dimdoğru.”“Topağacından aparthanlarda odası bulunamaz”
“Ve bir melankolya çiçeği, saksıda”
“Boğazlar üzerine bir ankabakışı Çamlıca’dan”
(Ece Ayhan)
“Üvercinka”
“Gözleri göz değil gözistan
“Geceler yukarda telcek-bulutcak’ “Ilım günleri gelirdi taraçalar Uzatırdı mevsimölçerlerini
(Cemal Süreya)

30 Temmuz 2015 Perşembe

Edebî Sanatlar







Edebî Sanatlar
  1. Mecaza Dayalı Sanatlar

Edebî Sanatlar



                                                                
           "Edebî Sanatlar" Çalışmasını Sunarken...

           Nasıl ki “Bal bal demekle ağız tatlanmaz” , “edebî sanatlar, edebî  sanatlar” demekle de sanat olmaz. Başka deyişle edebî sanatların ne olduğunu - ne olmadığını bilmek sanat yapmak için yeterli olmayabilir. Bilmek yetmez uygulamak gerekir. Yaygın bir benzetmeyle söylersek nasıl ki tarif ile yüzme öğretilemezse edebi sanatları ezberlemekle de edebi sanat yapılamaz.  Yüzmek suda, denizde öğrenildiği gibi edebî sanatlar da uygulamalarla öğrenilir.

           “Edebî Sanatlar”  başlığı altında yaptığımız bu çalışmamızda okuyucuları suya sokacak değiliz. Kıyıda dolaşacağız. Açık deyişle edebi sanatlarla ilgili tanımları ve kısa örnekleri sıralayacağız.

           İnternet ortamından, edebî sanatlarla ilgili olarak yaptığımız alıntıların, derlemelerin sadece bir fikir verebileceğini, cesaret verebileceğini söyleyebiliriz. Yani, bazı okuyucular yüreklenerek denize açılabilir.

           Ben öğrenciliğimde bu kıyılarda çok dolandım; ama nedense uzaklara açılamadım. Enginlere açılmam şöyle dursun enginlerde olanları da göremedim.

           Edebî sanatları tamamen unuttuğumu söylersem değerli hocalarıma nankörlük yapmış olurum. 1963 ve 1964’de Bursa Eğitim Enstitüsünde değerli hocamız şair ve yazar Mehmet Aydın Bey bizleri “şiir koylarında” yüzdürdü. Değerli hocamız Bahattin Arık Bey, Nedim’den  Beşir Fuat’a kadar şair ve yazarları ayrıntılı olarak bize tanıttı. Tevfik Fikret’in sanatını sanki yaşıyormuş gibi öğretti bize. Aşiyan’dan tüm “Boğaziçini seyrettik. Boğaz sularında yüzmedik ama... Ne diyordum? Nankörlük etmeyeyim. Hocalarımız edebî sanatları öğrettiler bize; ama ben bunca sene içinde unuttum.

           İnternet Okyanusunun kıyılarında gezerken edebî sanatlarla ilgili çalışmalara da göz gezdirdim. Kıyılar kirlendi, kıyılar tanınmaz halde; ya da yaşlandık, biz eski biz değiliz.
           Kıyılardan enginlere bakınca adalar, adacıklar gördüm. Bu adalarda olmak istedim. Benzetmelerde aşırıya gitmek iyi değil. Açık açık yazayım: Kuran-ı Kerim’deki sanatları fark ettim. Okuyucular da fark etsin diye bunları “Ek okuma” başlığı altında derleyip ekledim. Ayrıca diğer adacıklarda şair ve yazarların tüm eserleriyle incelendiğini de gördüm. Zaman olursa bu adacıklara da uğrayabilirim. Yalnız, yüzme bilmediğimi, denize açılamayacağımı ima ile olsa bile söyledim. Onun için “ada sahillerinde dolaşmak istiyorum.”

           Bu çalışmamı Gencal’ın Notları’ında niye yayınladığıma gelince, onu da anlatayım:
           Edebî sanatlar sözü güzelleştirme, etkili ve kalıcı kılma aracıdır. Yani edebî sanatları öğrenmek amaç değil, olsa olsa bir araçtır. Durum böyleyken edebî sanatlar, sınavlarda lise öğrencilerinin, hatta ortaokul öğrencilerinin  karşısına çıkıyor. Öğrenciler sınav kaygısıyla bu sanatları okumaya çalışıyorlar.

           Divan edebiyatında bazı şair ve yazarlar sırf sanat yapmak için çabalamışlardır. Bunları incelemenin ne yararı olduğunu anlamış değilim. Bence “Divan Edebiyatı” yalnız üniversitelerde ele alınmalıdır. Bu düşüncemizi belirttikten sonra, bazıları bu çalışmamızda bütün sanatlara değinmemizi yadırgayabilirler. Yadırgamasınlar; çünkü “Gencal’ın Notları” üniversiteliye de, liseliye de, ortaokulluya da... kısaca herkese açıktır. Herkesin, kapasitesine göre yararlanmasını diliyoruz.

           “Öğretmenler, öğrettikçe öğrenen ulvi cahillerdir.”der adını unuttuğum bir bilge. Ben de edebî sanatları öğrettikçe öğrenmeye çalışacağım. Daha doğrusu unuttuklarımı öğreneceğim. Allah ömür verirse bir gün de uygulayabilirim inşallah.

           Edebî sanatlar  genel olarak mecazlar, anlam sanatları ve söz sanatları olmak üzere üç kümede ele alınmaktadır. Aşağıda adları yazılı sanatlar size bir “tık” kadar yakın olsun isterim.

          İçtenlikle belirteyim ki, ben de sözde sanat yaparak bir sunuş yapmak istedim; ama “ağzıma burnuma bulaştırdığımın” farkındayım. Kusura bakmayınız. Doğal, içten anlatımın dışına çıkılırsa işte böyle olur. Onun için size ders olsun. Ders olsun ki öğrendiğiniz sanatları öylesine gelişi güzel sözlerinizin arasına, arasına katmayasınız. Lokmaları çiğnemeden yutmayasınız.

          Daha ne diyebilirim. Anlayana sivri sinek saz...


          Sabahattin Gencal, Başiskele-Kocaeli



Edebî Sanatlar




Edebî Sanatlar
  1. Mecaza Dayalı Sanatlar

Paylaşmak güzeldir.