12 Ağustos 2015 Çarşamba

Sehl-i mümteni

Edebî Sanatlar 


Sehl-i mümteni

Sehl-i mümteni kolay görünen, ancak benzeri söylenmeye kalkılınca zor olduğu anlaşılan, özlü söz söyleme sanatı. Bu tür sözler, derin anlamlıdır.
Türk halk edebiyatında, Yunus Emre bu sanatı ustalıkla kullanmıştır:

Beni bende demen bende değilim
Bir ben vardır bende benden içeri

Ete kemiğe büründüm
Yunus diye göründüm

Gâh çıkarım gökyüzüne seyrederim âlemi
Gâh inerim yeryüzüne seyreder âlem beni


Sehl-i mümteni " kolay zor", "imkansız kolay" anlamına gelır. Sehl-i mümteni yi anlamak cok kolay ancak ifade etmek zordur; ancak birkaç büyük edebiyatcı (orn: Fuzulı) sehl-i mümteni ye örnek verebilmiştir. Pek bilinmeyen bir edebi sanat olsa da sehl-i mümteni söyleyen sanatını ıspatlamıs olur. Bir örnek:

"Bende mecnun'dan füzun aşıklık istidadı var,
aşık-ı sadık benim, mecnun'un ancak adı var..."


***
Sehl-i Mümteni
(Prof.Dr. Mine Mengi)
  

Anlatımındaki kısalık ve yoğunlukla şiir, diğer edebî türlerden ayrılır. Şiirde,  dilin kullanımı söz konusu edildiğinde de öteden beri kısa ve özlü anlatım, şiiri güçlü ve kalıcı kılan unsurlar arasında sayılagelmiştir. Elbette, anlam ve ses özellikleri başta olmak üzere şiiri şiir yapan başka unsurlar da vardır. Şiir, dili, anlamı, sesi, biçimiyle bir sentezdir; bir bütündür. Ancak, diğer unsurları kullanmanın yanı sıra, elden geldiğince az sözle özlü ve sade dil kullanımı, şairin başarısında önemli yer tutar. Biz bu yazımızda, kısa, sade, yoğun ve özlü şiir denildiğinde aklımıza geliveren bir edebiyat teriminden, “sehl-i mümteni”den söz açacağız.         
Sehl-i mümteni hakkında neler yazıldığını öğrenebilmek için başvurduğumuz kaynak eserlerde, genellikle biri ötekinden aktarma olduğu anlaşılan bilgilere yer verildiğini görüyoruz. Kaynakların görüş birliği içinde verdikleri sehl-i mümteniyi tanıtıcı ortak bilgilerden bazıları şunlardır:
 “Hem kolay, hem güç anlamındaki bir tabir. Kolay göründüğü halde taklidine kalkışınca güçlüğü anlaşılan eserlere vasf olunur.”[1]
“Söylenmesi kolay göründüğü halde, pek güç olan sözdür. Sehl-i mümteninin en büyük özelliği külfetsizliktir.”[2]
“Kolay ve sade görüldüğü halde, bulunup söylenmesi, benzeri yapılması güç olan.”[3]
 “Çok sade olduğu için kolay görünen, fakat benzerinin yapımı çok güç olan yazı, ya da eser.”[4]
“Kolayca söylenmiş ya da yazılmış gibi görünen, ama benzeri yaratılmaya kalkıldığında güçlüğü anlaşılan söz, deyiş ya da yapıt. Söyleyişin yalın ve süssüz, özün ise yoğun olması sehl-i mümteninin başlıca özelliğidir.”[5]
Süleyman Çelebi ’nin Mevlîd ’ini sehl-i mümteni örneği olarak veren Ziya Paşa  ise Harâbât’ında bir yandan Mevlîd’i överken, öte yandan da sehl-i mümteninin yukarıda söylenenlere benzer özelliklerine işaret eder.

            ………….

        Sûretde egerçi sâde, düzdür

       ‘Aşk u sühan anda müctemi’dir

        Başdan başa sehl-i mümteni’dir

        Dört yüz seneden beri efâzıl

        Bir söz demedi ana mümâsil

        Tanzîrine çok çalışdı yârân
        Kaldı yine bikr, misl-i Kur’an [6]

       Söz konusu ettiğimiz kaynakların sehl-i mümteni hakkında bilgi verirken birleştikleri ana noktaları şöyle sıralayabiliriz:
Sehl-i mümteni kolayla zorun bir sentezidir. O, sade ve düz anlatıma dayanması nedeniyle ortaya çıkarılması kolay gibi görünür. Ancak, kolay sanıldığı için taklit edilmeye kalkıldığında yoğun ve özgün anlatımdan, dilin usta kullanımından dolayı taklit edilemez., benzeri söylenemez.

       Tanzimat’tan önce, dilde sadeleşmenin gereği olarak halk edebiyatına değer vermenin ve ona yönelmenin önemine değinen 19.yüzyıl Osmanlı aydınlarından Es’ad Efendi  ise, Mustatraf Tercümesi ’nde dolaylı olarak sehl-i mümteniyle ilgili şu görüşlere yer vermektedir.

“…..sözümüze birçok yardımı olan Arabî ve Farsî’yi aradan çıkarıp, lisânımız olup lâkin çoğunun Türkçe’si metrûk olmağla bulamadığımız elfâzı getirerek, lafzı az ve manası çok lakırdıları güzelce meydana koymak ve belâgat ve fesâhati bu yola sokmak ve bu kalıba yerleştirmek, doğrusu bir büyük iş ve bütün halkın beğendikleri ve anladıkları kolaylığa gidiştir ki, sehl-i mümteni’ denmekle senâ olunsa sezâdır.”[7]

Bu satırlardan anlaşıldığı gibi Es’ad Ef .de dilde sadeleşmeyi savunurken, Arapça ve Farsça kelimelerden arındırılmış, daha doğru bir ifadeyle Arapça, Farsça kelimelerin yerini arkaik Türkçe kelimelerin aldığı, yoğun ve özlü anlatıma yer veren, dolayısıyla halka inebilen eserlere sehl-i mümteni denilmesinin uygun olacağını söylüyor. Böylece, buraya kadar konuyla ilgili söylenenlere ek olarak yukarıdaki satırların yazarı da bir eserin sehl-i mümteni niteliğini kazanabilmesi için dilin anlaşılır olmasını istiyor ve bu özelliğiyle de o eserin herkes tarafından okunup anlaşılabileceği görüşüne yer veriyor. Bu bilgiyle birlikte, sehl-i mümteni tanımı içerisine buraya kadar söylenenlerin yanı sıra, çoğunluğun anlayabildiği için okuyabildiği ve böylece herkesin beğenisini kazanan eser olma özelliği de girmiş bulunuyor. Şüphesiz burada da sehl-i mümteni için hareket noktası, öteki kaynaklarda dendiği gibi, dilin sade, açık seçik, yani anlaşılır olması özelliğidir. Ayrıca, burada işaret edilmesi gereken önemli bir husus da – özellikle Es’ad Ef . nin sözlerinden yola çıkarak – sehl-i mümteninin dildeki sadeleşme ve edebiyattaki mahallileşme akımının bir uzantısı olarak düşünülebileceğidir. Nitekim biraz aşağıda verilecek örnekler dolayısıyla  sözü geçecek olan Bahrü’l-Ma’ârif  yazarı Sürûrî ’nin, Türkî-i Basit akımının önde gelen temsilcisi Tatavlalı Mahremî ’nin beytini sehl-i mümteniye örnek verişi de bu görüşümüzü desteklemektedir.

        Kaynaklarda verilen örneklere gelince: Bilindiği gibi öteden beri Yunus Emre ’nin şiirlerinin bir kısmı -özellikle onun Türkçeyi kullanışından, anlatım tekniğinden söz edildiğinde- sehl-i mümteni örneği olarak gösterilir. Yunus ’un, Mevlânâ ’nın Mesnevi ’sini gördükten sonra onu uzun bularak söylediği rivayet edilen,

       Ete kemiğe büründüm; Yunus diye göründüm

sözü bunların en yaygın bilinenidir.

       Söz ola kese savaşı söz ola bitüre başı 

       Söz ola ağulı aşı bal ile yağ ide bir söz

                   . …………..

       Karlu tagların başında salkum salkum olan bulut

       Saçun çözüp benüm için yaşın yaşın ağlarmısın

beyitleri, ya da

       Bu dünyada bir nesneye yanar içüm göynür özüm

       Yigit iken ölenlere gök ekini biçmiş gibi

beyti de Yunus ’un sehl-i mümteni örneği olan beyitlerindendir.

       S.K.Karaalioğlu , Edebiyat Terimleri Sözlüğü ’nde bir halk şairinden, Sümmani ’den sehl-i mümteni örneği verir.[8]

        Kınamayın bizi hakkı sevenler

        Yağmur yağmayınca sel uyanır mı

        Gönül boş değildir aşka düşeli

        Rüzgar esmeyince dal uyanır mı

       F. Köprülü  de, Milli Edebiyat Cereyanının İlk Mübeş- şirleri’nde daha erken döneme ait bir eserden, Sürûrî ’nin Bahrü’l-Ma’arif ’inden alınmış bir sehl-i mümteni örneğine yer verir. Köprülü ’de geçen ve Sürûrî’nin verdiğini söylediği sehl-i mümteni örneği, “Türkî-i Basit” akımının temsilcisi Tatavlalı Mahremî ’nin,

        Gördüm segirdir ol ala gözlü geyik gibi

        Düştüm saçı tuzağına bön üveyik gibi 

beytidir.[9]

       Sehl-i mümteni için dilin sade ve anlaşılır kullanımına önem veren yukarıdaki ifadelerden sonra, verdiğimiz bu örneklerin hemen hepsinin ortak özelliklerinden birisinin dillerindeki açık seçiklik, kolay anlaşılırlık olduğunu söyleyebiliriz. Dolayısıyla, verilen bu beyitler kolay söylenmiş izlenimini veren beyitlerdir. Ancak, bazı kaynaklarda verilmiş sehl-i mümteni örneklerine baktığımızda verilen örneklerden dilin sadeliğinin, yani Arapça, Farsça kelime ve tamlamalardan arındırılmış olmasının, bir sözün, bir beytin ya da bir eserin sehl-i mümteni sayılmasında pek de önemli olmadığı izlenimini ediniyoruz. Örneğin Muallim Naci ’nin Istılahat-ı Edebiyye ’de kullandığı şu ifadeye ve ifadenin ardından verdiği örneklere bakalım:[10] Osmanlı şairleri arasında sehl-i mümteniyi söyleyebilecek kabiliyyette bulunanlardan biri, meşhur Nâbî ’dir. Şu beyitleri buna örnek sayılmaktadır:

                        ……….

        Şöhreti mâl iledir ma’bed-i İslâmın da

        Câmi’-i köhne-i bî-vakfa cema’ât gelmez

                         ………

        Yûsuf gibi envâ’-ı mihen çekmeğe mevkûf

        Âsân değil ihvâna veliyyü’n-ni’âm olmak

                        ………

        Evliyâ-yı ni’âmın âdet-i dîrînesidir

        Kendi evzâ’ını etbâ’ına isnâd etmek

Muallim Naci , bu bilgilere ek olarak sehl-i mümteninin, şiirin yanı sıra nesir için de geçerli olduğu konusunda ise şunları söylemektedir: “Sehl-i mümteni’, yalnız nazımda aranmamalıdır. Nesirde daha iyileri bulunur. Acem’de Şeyh Sadi ’nin eserlerinin çoğu, sehl-i mümteni’ olarak düşünülür. Hakîkat! Bir Osmanlı bile kuvvetlice Farsça tahsil edince, “Bir Gülistan  da yazsam mı gibi vehimlere düşebilir. Halbuki o Gülistan , şimdiye kadar İran şairleri tarafından da tanzir edilmemiştir.
        Muallim Naci ’den sonra, onun etkisinde kaldığı, hatta daha doğrusu Naci’den alıntı yaptığı anlaşılan Hüseyin Kâzım Kadri  de Büyük Türk Lugatı ’nda sehl-i mümteniyi açıklarken gene Nâbî ’den örnekler vererek Naci’nin yolunu izler. H. Kâzım ’ın da Nâbî’nin şiirlerinden örnek verdiği sehl-i mümteni beyitler şunlardır:[11] 

Oldu sermâye-i hayret bana bîm ü ümmîd

Bilemem eyliyecek girye midir hande midir

                             …………

Yok bî-garaz mu’âmele ehl-i zamânede

Kimse ‘ibâdet etmez idi cennet olmasa[12] 

       Gerek sehl-i mümteni örnekleri olarak Nâbî ’den verdiği beyitlerden, gerekse nazmın yanı sıra nesirde de sehl-i mümteninin varlığına değinişi sırasında söylediklerinden, Muallim Naci ’nin anılan edebiyat ustalığında, veciz söyleyişin, anlamın özlü verilişinin, düşündürücü, ders verici olmasının esas alınması gerektiği görüşünde olduğunu anlıyoruz. Aynı şekilde H. Kâzım  da –nispeten daha sade beyitleri seçmiş olmakla birlikte- ister üzerinde hiç düşünmeksizin M. Naci’den konuyla ilgili bilgiyle örneklerden birini olduğu gibi aktarmış; ya da isterse, Naci yolunda yürümeyi kendi anlayış ve zevkine uygun görmüş olsun, o da sehl-i mümteni konusunda dilin öneminden çok, anlamın önemine yer verdiği izlenimini yaratmaktadır. Öte yandan Naci, daha önce de belirtildiği gibi sehl-i mümteninin en büyük özelliğinin külfetsizlik olduğunu söyler. Ancak, verdiği örneklere bakılırsa ona göre külfetsizliğin, dilde Türkçe kelime kullanımı ve söz sanatlarına fazla yer vermemekle pek ilgisi olmamalıdır. Edebiyatın, özellikle şiirin, kelimelerle kurulan bir sanat olduğu dikkate alınırsa, her halde Naci ’ye göre külfetsizlik, eskilerin haşv dedikleri fazla ve gereksiz kelime kullanımından sakınma, kelimelerin seçimi, yerli yerince düzenlenmesidir! Böylece külfetsizlikle Naci, kelimelerin hangi dilden olduklarına bakılmaksızın nasıl ve nerede kullanıldıklarını, yani kelime istifini kastediyor olmalıdır!… Ancak dilin sade olmaksızın doğal ve sürükleyici olması tartışma götürür bir konudur.

       Edebiyatımızın, özellikle eski edebiyatımızın, teorik yanını ilgilendiren birçok terim gibi sehl-i mümteniden de eskilerin tam olarak ne anladıklarını kestirmek güç. Araya giren zaman, hızla değişen kültür değerleri ve bu arada dil, eskilerin dünyasından bizleri her geçen gün biraz daha uzaklaştırmakta, o dünyaya yabancı kılmakta. Eskilerin, edebiyat sanatını tanıtıcı eserler, daha doğrusu başlı başına teoriyi ve bu arada terminolojiyi tanıtan müstakil eserler veremedikleri ya da bu eserlerin bize ulaşamadığı bir gerçek. Tanzimat’tan günümüze gelinceye kadar edebiyat teorisi, özellikle edebiyat terminolojisi konusunda yapılmış çalışmalar ise sayıca çok sınırlı. Ayrıca, sözlük, ansiklopedi vb. kaynak eserlerden, yukarıdaki örneklerde de görüldüğü gibi çoğu zaman biri ötekinden aktarma, göreceli, hatta bazen de birbiriyle çelişen ve sınırlı bilgilere yer verdikleri için, yeterince yararlanamıyoruz. Bütün bu olumsuzluklar, çoğu zaman eskiyi yeterince ve gerektiği gibi tanıyamayışımızın dolayısıyla da tanıtamayışımızın önemli nedenleri olarak çıkıyor karşımıza… Sözün kısası, başta üniversite çevreleri olmak üzere, biz konunun ilgililerine çok iş düşüyor…

       Tekrar esas konumuza, sehl-i mümteninin ne olduğu konusuna dönelim ve edebiyat terimi olarak sehl-i mümteni içinde, gene kolay anlamına gelen sehl kelimesiyle, zor olduğu için mümkün olmayan anlamını kazanan mümteni kelimesinden yola çıkalım. Böylece anlam bakımından biri ötekine zıt düşen iki kelimeden meydana gelen sehl-i mümteninin, edebî söyleyiş içerisinde kolay olanla zor olanı bünyesinde bulunduran anlamına geldiğini görürüz. Ancak gerek şiirde gerekse nesirde kolay olan nedir? Bir edebî eserin kolay olması, okuyucu tarafından rahat okunup anlaşılması demektir. Bu da o eserin anlatım tekniğinin, yani üslûbunun sade, dolaylı anlatımdan olabildiğince uzak, doğal ve dilinin anlaşılır olmasıyla ilgilidir. Nitekim, kaynaklar da sehl-i mümteninin tanımını yaparken ilk önce bu niteliklerden söz ediyorlar. Ancak, M. Naci , bir edebî ifadenin ya da eserin kolay olmasından dilin sade kullanımını değil de doğallığını, doğallık derken de üslûbun girift ve yapmacıksız olmasını hatta her kelimesi yerli yerinde kullanılmış anlatımı, kelimeler arası uyumu, düzeni anlıyor! Kim bilir belki de başka nitelikleri!…

       Sehl-i mümteninin zorluğuna gelince… Zorluk besbelli kolay sanılıp taklit etme güçlüğüyle ilgilidir. Yani bir eserin kolay sanılarak beğenilmesi ve ona benzer olan bir başkasının yaratılması söz konusu olduğunda sehl-i mümteni ifadenin ve eserin benzerini ortaya koymak mümkün olmuyor. Kaynakların sehl-i mümteni tanımı içerisinde görüş birliği ettikleri güçlük de işte budur. Ancak kaynaklar, kolaylığından dolayı taklidi zor olan eserden, söz ya da ifadeden ne anlaşılacağı hususunda hiçbir açıklama yapmıyorlar. Örneklerden çıkarabildiğimiz ipuçları ile edebiyat sanatının, özellikle eski şiirimizin bazı değer ölçülerini de dikkate alarak taklidi güç eserden ne anlaşılabileceğini kendimizce belirtmeye çalışalım.

       Sehl-i mümteniye göre taklidi güç eserin temelinde elden geldiğince sade dil, kısa ve açık seçik anlatım bulunmalıdır. Bu nitelikler, özellikle şiir söz konusu olduğunda okuyucunun eserle çabuk ve kolay iletişim kurmasını sağlarlar. Dildeki kısa anlatım ise, yerli yerince ve az sayıda kelime kullanımıyla gerçekleşir. Fazla ve gereksiz kelime kullanımından kaçınmak ise hemen her dönemde ve coğrafyada şiirin başarısını etkileyen nitelikler arasında sayıldığı gibi eski şiirimizin de aranan özelliklerindendi… Divan şairlerimiz buna münakkahiyyet diyorlardı. Eskilere göre münakkahiyyet, dilde kelime tasarrufuyla birlikte veciz anlatımı da gerektirmekteydi. Yani yoğun ve dolgun, özlü anlatım, münakkah şiirin vazgeçilmez özellikleriydi. Daha açıkçası, eskiler az sözle çok anlam ifade etme peşindeydiler. Buna da îcâz hatta tam karşılığı, aranan, beklenen üslûp ustalığı olarak “îcâz-ı makbûl” demişlerdi. İcâz-ı makbûl, yani yoğun söyleyiş, az kelimeyle okuyanı ya da duyanı şaşırtan, değişik, güzel,dolayısıyla etkileyici anlamı ya da anlamları verebilmektir. Yukarıdan beri sehl-i mümteniyle ilgili söylenenlere bakıldığında da sehl-i mümteni olan sözün, şiirin ya da eserin muhtasar ve mucez yani kısa, özlü ve bu özelliklerinden dolayı da münakkah olması aranır, istenir. Yalnızca bu özellikleri bile bizce, sehl-i mümteni eserin taklidini güçleştirmekte yeterli olmalıdır!

        Son söz olarak sehl-i mümteni, amacı güzeli yakalamak olan eski sanatçının, güzeli arayışta, kısa, sade, doğal yoldan giderek, olgun olana, yoğun ve özlü olana ulaşma becerisidir. Tıpkı mısra-ı bercesteleri, şah ya da tac beyitleri, beytü’l-gazelleri ve beytü’l-kasidleri yaratırken eski şairlerimizin gösterdikleri güzeli yakalama çabaları gibi, sehl-i mümteni söz ya da eserde sanatçı, dili kullanışta ve anlamı verişte güzelin peşindedir. Öte yandan, yukarıdan beri sözünü ettiğimiz edebî ustalığın unutulmaması gereken önemli başka bir özelliği de taklit ve tanzir edilemez oluşudur. Kısacası, eski sanatçılarımız sehl-i mümteni ile güzel olanla birlikte, tek olanı, yani orijinal olanı, kendinden önce söylenmiş ve kendinden sonra söylenecek örneği bulunmayanı yaratma isteği ve arayışı içindedirler. Sözü, sehl-i mümteni örneği olabileceğini sandığımız, kolay söyleyişte anlatım ve anlam inceliğini yakalamış birkaç beyit vererek bitirelim.    

      Hoş geldi bana mey-gedenin âb u hevâsı

      Va’llâhi güzel yerde yapılmış yıkılası  [13]

                   . ………   

      Dil verdiğimiz yâre nigâh-ı gazabından

      Tasrihe mecâl olmadı îmâyile geçdik  [14]

                   . ………

      Gül mevsiminde tevbe-i meyden benim gibi

      Zannım budur ki sen de peşimânsın ey gönül [15]

             . ………

      Afveyleyelim ki belki bilmez

      Bir sürçen atın başı kesilmez

             . ………

      Firkat gibi mevt ömre sürmez

      Allah ne verir de kul götürmez  [16] 



Atatürk  Üniv.Sosyal Bilimler Ens. Dergisi, 1993
------------------------

[1] Tâhir-ül Mevlevî , Edebiyat Lügatı , neşre haz. K. Edib Kürkçüoğlu, İst.1973, s.133

[2] Muallim Naci , Istılahat-ı Edebiyye , haz.Alemdar Yalçın -Abdülkadir Hayber , Ank., s.118

[3] Mustafa N.Özön , Osmanlıca-Türkçe Sözlük , İst.1987, s.742

[4] L.Sami Akalın , Edebiyat Terimleri Sözlüğü, İst.1984. s.237

[5] Atilla Özkırımlı , Türk Edebiyatı Ansiklopedisi , IV, İst.1982, s.1021

[6] Tâhir-ül Mevlevî , age., s.133

[7] M.Fuad Köprülü , “Milli Edebiyat Cereyanının İlk Mübeşşirleri ”, Edebiyat Araştırmaları  1, İst.1989, s.298

[8] S. K. Karaalioğlu , Edebiyat Terimleri Sözlüğü, İst.1970, s.330

[9]  M.F. Köprülü , age., s.282

[10] Muallim Naci , age., s.118 vd.

[11] Hüseyin Kâzım Kadri , Büyük Türk Lugatı , III, İst.1943, s.160

[12] age., s.160

[13] Bâkî Dîvânı , haz. Sabahattin Küçük, Ank.1994, s.416

[14] Nâ’ilî Dîvânı, haz.Halûk İpekten, Ank.1990, s.242

[15] Nedîm Dîvânı , haz.A.Gölpınarlı , İst. 1972, s.293

[16] Şeyh Gâlîb Dîvânı’ından Seçmeler , haz. A.Gölpınarlı , İst. 1971, s.114



Kaynak: Divan Şiiri Yazıları, 1.Baskı, Akçağ Yay., Ankara 2000, s.62-71
http://www.bilgicik.com/yazi/sehl-i-mumteni-profdr-mine-mengi/


=================
Kaynaklar:
http://www.kuranhizmet.com/konu/kur-an-i-kerim-ve-mana-ozellikleri.html
http://www.bilgicik.com/yazi/sehl-i-mumteni-profdr-mine-mengi/
http://www.msxlabs.org/forum/turk-dili-ve-edebiyati/318172-sehl-i-mumteni-sanati.html
https://tr.wikipedia.org/wiki/Sehl-i_m%C3%BCmteni






Ek okuma





(...)
... Kur’an’ın metni nasıl bir metindir?

Herkesin bildiği harflerin, seslerin en güzellerinden, yerine göre en güzel nağmelerinden, bütün Arapların bildiği ve dolayısıyla bütün insanların anlayabileceği kelimelerin en güzellerinden seçilerek, “Allah’tan indirildiğinde şüpheniz varsa Allah’tan başka bütün güvendiklerinizi çağırarak; hatta insanlar ve cinler bir araya gelerek bunun, hatta bir süresinin benzerini yapın. Fakat imkânı yok, yapamazsınız” (Bakara, 23) diye bütün dünyaya meydan okuyan, gayet basit bir teklif ve ğaibden kesin bir ihbar ile ortaya çıkmış her ayeti bir sehl-i mümteni (yazılış ve söylenişi kolay ama taklit edilmesi zor ifade)olan öyle mucizeli bir metindir. Hiç Arapça bilmeyen bir kimseye bile okunduğu zaman, tatlı ve güzel bir söz olduğunu duyurur.

Biraz Arapça bilen bir kimse, bir ayeti işittiği zaman derhal bir şeyler anlar ve anladım zanneder. Ben de söyleyivereceğim gibi zanneder. Bir de bakar ki, anlamamıştır. Çünkü metninin her noktasında, birçok manalar fışkırmaya başlar. Taklidine özendikçe yükselir, derinleşir ve ölçüsü bulunamaz. Ayetten ayete terkibine geçildikçe zevki artar. Hayat sırrı gibi sonsuzluğa giden sırlarının kuşatması beşeri kudretin üstünde kalır. Eğer öyle olmasaydı, bu basit teklife karşı paralar sarf ederek, silahlar çekerek, ordular toplayarak asırlardan beri Kur’an’ı kaldırmak için savaşıp duran inkârcı insanlık, bu zahmetleri çekecek yerde onun bir benzerini yapıvermez miydi? Fakat yapamamıştır ve yapamaz. Kur’an’ın verdiği haberleri kimse yalancı çıkaramaz.

Ne kadar yüksek olursa olsun, edebi bir değer kazanmış herhangi bir şahsiyetin ifadesinin üslubu örnek alınarak yazıla yazıla az çok taklit edilip benzeri yazılmaya çalışılmış iken, Kur’an’ın inişi anından beri Arap belağatçı ve edebiyatçıları, Kur’an’ın belağatını dilleri için örnek edinmişlerdir. Bu sayede Araplar dil ve edebiyat bakımından yükselmiş oldukları halde, Kur’an’ın metnini taklit etmeye ve onun benzerini yapmaya yanaşabilen kimse ortaya çıkmamıştır. 0 halde, kendi dilinde bile taklidi ve benzeri yapılamamış olan Kur’an’ın metin ve üslubunu başka bir dilde taklit etmek veya benzerini yapmak, elbette mümkün olamaz. Olamayınca da aynen tercüme edilemeyeceği gibi, nazire suretiyle hiç tercüme edilemez. Çünkü ilmi değeri değiştirilip bozulmuş ve Kur’an’da olmayan şeyler Kur’an’a katılmış olur.

(...)

Kur'an-ı Kerim ve Mana Özellikleri, - HAK DİNİ KUR'AN DİLİ - Cilt: 1, Sayfa: 11 - 18 (Sadeleştirilmiş Baskı)

http://www.kuranhizmet.com/konu/kur-an-i-kerim-ve-mana-ozellikleri.html




Paylaşmak güzeldir.