Edebî Sanatlar
Sehl-i mümteni
Sehl-i mümteni kolay görünen, ancak benzeri söylenmeye
kalkılınca zor olduğu anlaşılan, özlü söz söyleme sanatı. Bu tür sözler, derin
anlamlıdır.
Türk halk edebiyatında, Yunus Emre bu sanatı ustalıkla
kullanmıştır:
Beni bende demen bende değilim
Bir ben vardır bende benden
içeri
Ete kemiğe büründüm
Yunus diye göründüm
Gâh çıkarım gökyüzüne seyrederim
âlemi
Gâh inerim yeryüzüne seyreder
âlem beni
Sehl-i mümteni " kolay zor", "imkansız
kolay" anlamına gelır. Sehl-i mümteni yi anlamak cok kolay ancak ifade
etmek zordur; ancak birkaç büyük edebiyatcı (orn: Fuzulı) sehl-i mümteni ye
örnek verebilmiştir. Pek bilinmeyen bir edebi sanat olsa da sehl-i mümteni
söyleyen sanatını ıspatlamıs olur. Bir örnek:
"Bende mecnun'dan füzun
aşıklık istidadı var,
aşık-ı sadık benim, mecnun'un
ancak adı var..."
***
Sehl-i Mümteni
(Prof.Dr. Mine Mengi)
Anlatımındaki kısalık ve yoğunlukla şiir, diğer edebî
türlerden ayrılır. Şiirde, dilin
kullanımı söz konusu edildiğinde de öteden beri kısa ve özlü anlatım, şiiri
güçlü ve kalıcı kılan unsurlar arasında sayılagelmiştir. Elbette, anlam ve ses
özellikleri başta olmak üzere şiiri şiir yapan başka unsurlar da vardır. Şiir, dili, anlamı, sesi, biçimiyle bir
sentezdir; bir bütündür. Ancak, diğer unsurları kullanmanın yanı sıra,
elden geldiğince az sözle özlü ve sade dil kullanımı, şairin başarısında önemli
yer tutar. Biz bu yazımızda, kısa, sade, yoğun ve özlü şiir denildiğinde
aklımıza geliveren bir edebiyat teriminden, “sehl-i mümteni”den söz açacağız.
Sehl-i mümteni hakkında neler yazıldığını öğrenebilmek için
başvurduğumuz kaynak eserlerde, genellikle biri ötekinden aktarma olduğu
anlaşılan bilgilere yer verildiğini görüyoruz. Kaynakların görüş birliği içinde
verdikleri sehl-i mümteniyi tanıtıcı ortak bilgilerden bazıları şunlardır:
“Hem kolay, hem güç anlamındaki bir tabir. Kolay göründüğü halde
taklidine kalkışınca güçlüğü anlaşılan eserlere vasf olunur.”[1]
“Söylenmesi kolay
göründüğü halde, pek güç olan sözdür. Sehl-i mümteninin en büyük özelliği
külfetsizliktir.”[2]
“Kolay ve sade
görüldüğü halde, bulunup söylenmesi, benzeri yapılması güç olan.”[3]
“Çok sade olduğu için kolay görünen, fakat
benzerinin yapımı çok güç olan yazı, ya da eser.”[4]
“Kolayca söylenmiş ya
da yazılmış gibi görünen, ama benzeri yaratılmaya kalkıldığında güçlüğü
anlaşılan söz, deyiş ya da yapıt. Söyleyişin yalın ve süssüz, özün ise yoğun
olması sehl-i mümteninin başlıca özelliğidir.”[5]
Süleyman Çelebi ’nin Mevlîd ’ini sehl-i mümteni örneği
olarak veren Ziya Paşa ise Harâbât’ında
bir yandan Mevlîd’i överken, öte yandan da sehl-i mümteninin yukarıda
söylenenlere benzer özelliklerine işaret eder.
………….
Sûretde egerçi sâde, düzdür
‘Aşk u sühan anda müctemi’dir
Başdan başa sehl-i mümteni’dir
Dört yüz seneden beri efâzıl
Bir söz demedi ana mümâsil
Tanzîrine çok çalışdı yârân
Kaldı yine bikr, misl-i Kur’an [6]
Söz konusu
ettiğimiz kaynakların sehl-i mümteni hakkında bilgi verirken birleştikleri ana
noktaları şöyle sıralayabiliriz:
Sehl-i mümteni kolayla zorun bir
sentezidir. O, sade ve düz anlatıma dayanması nedeniyle ortaya çıkarılması
kolay gibi görünür. Ancak, kolay sanıldığı için taklit edilmeye kalkıldığında
yoğun ve özgün anlatımdan, dilin usta kullanımından dolayı taklit edilemez.,
benzeri söylenemez.
Tanzimat’tan
önce, dilde sadeleşmenin gereği olarak halk edebiyatına değer vermenin ve ona
yönelmenin önemine değinen 19.yüzyıl Osmanlı aydınlarından Es’ad Efendi ise, Mustatraf Tercümesi ’nde dolaylı olarak
sehl-i mümteniyle ilgili şu görüşlere yer vermektedir.
“…..sözümüze birçok yardımı olan Arabî ve Farsî’yi aradan
çıkarıp, lisânımız olup lâkin çoğunun Türkçe’si metrûk olmağla bulamadığımız
elfâzı getirerek, lafzı az ve manası çok lakırdıları güzelce meydana koymak ve
belâgat ve fesâhati bu yola sokmak ve bu kalıba yerleştirmek, doğrusu bir büyük
iş ve bütün halkın beğendikleri ve anladıkları kolaylığa gidiştir ki, sehl-i
mümteni’ denmekle senâ olunsa sezâdır.”[7]
Bu satırlardan anlaşıldığı gibi Es’ad Ef .de dilde
sadeleşmeyi savunurken, Arapça ve Farsça kelimelerden arındırılmış, daha doğru
bir ifadeyle Arapça, Farsça kelimelerin yerini arkaik Türkçe kelimelerin
aldığı, yoğun ve özlü anlatıma yer veren, dolayısıyla halka inebilen eserlere
sehl-i mümteni denilmesinin uygun olacağını söylüyor. Böylece, buraya kadar
konuyla ilgili söylenenlere ek olarak yukarıdaki satırların yazarı da bir eserin sehl-i mümteni niteliğini
kazanabilmesi için dilin anlaşılır olmasını istiyor ve bu özelliğiyle de o
eserin herkes tarafından okunup anlaşılabileceği görüşüne yer veriyor. Bu
bilgiyle birlikte, sehl-i mümteni tanımı içerisine buraya kadar söylenenlerin
yanı sıra, çoğunluğun anlayabildiği için okuyabildiği ve böylece herkesin
beğenisini kazanan eser olma özelliği de girmiş bulunuyor. Şüphesiz burada da
sehl-i mümteni için hareket noktası, öteki kaynaklarda dendiği gibi, dilin
sade, açık seçik, yani anlaşılır olması özelliğidir. Ayrıca, burada işaret
edilmesi gereken önemli bir husus da – özellikle Es’ad Ef . nin sözlerinden
yola çıkarak – sehl-i mümteninin dildeki sadeleşme ve edebiyattaki mahallileşme
akımının bir uzantısı olarak düşünülebileceğidir. Nitekim biraz aşağıda
verilecek örnekler dolayısıyla sözü
geçecek olan Bahrü’l-Ma’ârif yazarı
Sürûrî ’nin, Türkî-i Basit akımının önde gelen temsilcisi Tatavlalı Mahremî
’nin beytini sehl-i mümteniye örnek verişi de bu görüşümüzü desteklemektedir.
Kaynaklarda
verilen örneklere gelince: Bilindiği gibi öteden beri Yunus Emre ’nin
şiirlerinin bir kısmı -özellikle onun Türkçeyi kullanışından, anlatım
tekniğinden söz edildiğinde- sehl-i mümteni örneği olarak gösterilir. Yunus
’un, Mevlânâ ’nın Mesnevi ’sini gördükten sonra onu uzun bularak söylediği
rivayet edilen,
Ete kemiğe büründüm; Yunus diye göründüm
sözü bunların en yaygın bilinenidir.
Söz ola kese savaşı söz ola bitüre başı
Söz ola ağulı aşı bal ile yağ ide bir söz
.
…………..
Karlu tagların başında salkum salkum
olan bulut
Saçun çözüp benüm için yaşın yaşın
ağlarmısın
beyitleri, ya da
Bu dünyada bir nesneye yanar içüm göynür özüm
Yigit iken ölenlere gök ekini biçmiş
gibi
beyti de Yunus ’un sehl-i mümteni örneği olan
beyitlerindendir.
S.K.Karaalioğlu
, Edebiyat Terimleri Sözlüğü ’nde bir halk şairinden, Sümmani ’den sehl-i
mümteni örneği verir.[8]
Kınamayın bizi hakkı sevenler
Yağmur yağmayınca sel uyanır mı
Gönül boş değildir aşka düşeli
Rüzgar esmeyince dal uyanır mı
F. Köprülü de, Milli Edebiyat Cereyanının İlk Mübeş-
şirleri’nde daha erken döneme ait bir eserden, Sürûrî ’nin Bahrü’l-Ma’arif
’inden alınmış bir sehl-i mümteni örneğine yer verir. Köprülü ’de geçen ve
Sürûrî’nin verdiğini söylediği sehl-i mümteni örneği, “Türkî-i Basit” akımının
temsilcisi Tatavlalı Mahremî ’nin,
Gördüm segirdir ol ala gözlü geyik gibi
Düştüm saçı tuzağına bön üveyik
gibi
beytidir.[9]
Sehl-i mümteni
için dilin sade ve anlaşılır kullanımına önem veren yukarıdaki ifadelerden
sonra, verdiğimiz bu örneklerin hemen hepsinin ortak özelliklerinden birisinin
dillerindeki açık seçiklik, kolay anlaşılırlık olduğunu söyleyebiliriz.
Dolayısıyla, verilen bu beyitler kolay söylenmiş izlenimini veren beyitlerdir.
Ancak, bazı kaynaklarda verilmiş sehl-i mümteni örneklerine baktığımızda
verilen örneklerden dilin sadeliğinin, yani Arapça, Farsça kelime ve
tamlamalardan arındırılmış olmasının, bir sözün, bir beytin ya da bir eserin
sehl-i mümteni sayılmasında pek de önemli olmadığı izlenimini ediniyoruz.
Örneğin Muallim Naci ’nin Istılahat-ı Edebiyye ’de kullandığı şu ifadeye ve
ifadenin ardından verdiği örneklere bakalım:[10] Osmanlı şairleri arasında
sehl-i mümteniyi söyleyebilecek kabiliyyette bulunanlardan biri, meşhur Nâbî
’dir. Şu beyitleri buna örnek sayılmaktadır:
……….
Şöhreti mâl iledir ma’bed-i İslâmın da
Câmi’-i köhne-i bî-vakfa cema’ât gelmez
………
Yûsuf gibi envâ’-ı mihen çekmeğe mevkûf
Âsân değil ihvâna veliyyü’n-ni’âm olmak
………
Evliyâ-yı ni’âmın âdet-i dîrînesidir
Kendi evzâ’ını etbâ’ına isnâd etmek
Muallim Naci , bu bilgilere ek olarak sehl-i mümteninin,
şiirin yanı sıra nesir için de geçerli olduğu konusunda ise şunları
söylemektedir: “Sehl-i mümteni’, yalnız
nazımda aranmamalıdır. Nesirde daha iyileri bulunur. Acem’de Şeyh Sadi ’nin
eserlerinin çoğu, sehl-i mümteni’ olarak düşünülür. Hakîkat! Bir Osmanlı bile
kuvvetlice Farsça tahsil edince, “Bir Gülistan
da yazsam mı gibi vehimlere düşebilir. Halbuki o Gülistan , şimdiye
kadar İran şairleri tarafından da tanzir edilmemiştir.”
Muallim Naci
’den sonra, onun etkisinde kaldığı, hatta daha doğrusu Naci’den alıntı yaptığı
anlaşılan Hüseyin Kâzım Kadri de Büyük
Türk Lugatı ’nda sehl-i mümteniyi açıklarken gene Nâbî ’den örnekler vererek
Naci’nin yolunu izler. H. Kâzım ’ın da Nâbî’nin şiirlerinden örnek verdiği
sehl-i mümteni beyitler şunlardır:[11]
Oldu sermâye-i hayret bana bîm ü
ümmîd
Bilemem eyliyecek girye midir
hande midir
…………
Yok bî-garaz mu’âmele ehl-i
zamânede
Kimse ‘ibâdet etmez idi cennet
olmasa[12]
Gerek sehl-i
mümteni örnekleri olarak Nâbî ’den verdiği beyitlerden, gerekse nazmın yanı
sıra nesirde de sehl-i mümteninin varlığına değinişi sırasında
söylediklerinden, Muallim Naci ’nin anılan edebiyat ustalığında, veciz
söyleyişin, anlamın özlü verilişinin, düşündürücü, ders verici olmasının esas
alınması gerektiği görüşünde olduğunu anlıyoruz. Aynı şekilde H. Kâzım da –nispeten daha sade beyitleri seçmiş olmakla
birlikte- ister üzerinde hiç düşünmeksizin M. Naci’den konuyla ilgili bilgiyle
örneklerden birini olduğu gibi aktarmış; ya da isterse, Naci yolunda yürümeyi
kendi anlayış ve zevkine uygun görmüş olsun, o da sehl-i mümteni konusunda
dilin öneminden çok, anlamın önemine yer verdiği izlenimini yaratmaktadır. Öte
yandan Naci, daha önce de belirtildiği gibi sehl-i mümteninin en büyük
özelliğinin külfetsizlik olduğunu söyler. Ancak, verdiği örneklere bakılırsa
ona göre külfetsizliğin, dilde Türkçe kelime kullanımı ve söz sanatlarına fazla
yer vermemekle pek ilgisi olmamalıdır. Edebiyatın, özellikle şiirin,
kelimelerle kurulan bir sanat olduğu dikkate alınırsa, her halde Naci ’ye göre
külfetsizlik, eskilerin haşv dedikleri fazla ve gereksiz kelime kullanımından
sakınma, kelimelerin seçimi, yerli yerince düzenlenmesidir! Böylece
külfetsizlikle Naci, kelimelerin hangi dilden olduklarına bakılmaksızın nasıl
ve nerede kullanıldıklarını, yani kelime istifini kastediyor olmalıdır!… Ancak
dilin sade olmaksızın doğal ve sürükleyici olması tartışma götürür bir konudur.
Edebiyatımızın,
özellikle eski edebiyatımızın, teorik yanını ilgilendiren birçok terim gibi
sehl-i mümteniden de eskilerin tam olarak ne anladıklarını kestirmek güç. Araya
giren zaman, hızla değişen kültür değerleri ve bu arada dil, eskilerin
dünyasından bizleri her geçen gün biraz daha uzaklaştırmakta, o dünyaya yabancı
kılmakta. Eskilerin, edebiyat sanatını tanıtıcı eserler, daha doğrusu başlı
başına teoriyi ve bu arada terminolojiyi tanıtan müstakil eserler veremedikleri
ya da bu eserlerin bize ulaşamadığı bir gerçek. Tanzimat’tan günümüze gelinceye
kadar edebiyat teorisi, özellikle edebiyat terminolojisi konusunda yapılmış
çalışmalar ise sayıca çok sınırlı. Ayrıca, sözlük, ansiklopedi vb. kaynak
eserlerden, yukarıdaki örneklerde de görüldüğü gibi çoğu zaman biri ötekinden
aktarma, göreceli, hatta bazen de birbiriyle çelişen ve sınırlı bilgilere yer
verdikleri için, yeterince yararlanamıyoruz. Bütün bu olumsuzluklar, çoğu zaman
eskiyi yeterince ve gerektiği gibi tanıyamayışımızın dolayısıyla da
tanıtamayışımızın önemli nedenleri olarak çıkıyor karşımıza… Sözün kısası,
başta üniversite çevreleri olmak üzere, biz konunun ilgililerine çok iş
düşüyor…
Tekrar esas
konumuza, sehl-i mümteninin ne olduğu konusuna dönelim ve edebiyat terimi
olarak sehl-i mümteni içinde, gene kolay anlamına gelen sehl kelimesiyle, zor
olduğu için mümkün olmayan anlamını kazanan mümteni kelimesinden yola çıkalım.
Böylece anlam bakımından biri ötekine zıt düşen iki kelimeden meydana gelen
sehl-i mümteninin, edebî söyleyiş içerisinde kolay olanla zor olanı bünyesinde
bulunduran anlamına geldiğini görürüz. Ancak gerek şiirde gerekse nesirde kolay
olan nedir? Bir edebî eserin kolay olması, okuyucu tarafından rahat okunup
anlaşılması demektir. Bu da o eserin anlatım tekniğinin, yani üslûbunun sade,
dolaylı anlatımdan olabildiğince uzak, doğal ve dilinin anlaşılır olmasıyla
ilgilidir. Nitekim, kaynaklar da sehl-i mümteninin tanımını yaparken ilk önce
bu niteliklerden söz ediyorlar. Ancak, M. Naci , bir edebî ifadenin ya da
eserin kolay olmasından dilin sade kullanımını değil de doğallığını, doğallık
derken de üslûbun girift ve yapmacıksız olmasını hatta her kelimesi yerli
yerinde kullanılmış anlatımı, kelimeler arası uyumu, düzeni anlıyor! Kim bilir
belki de başka nitelikleri!…
Sehl-i
mümteninin zorluğuna gelince… Zorluk besbelli kolay sanılıp taklit etme
güçlüğüyle ilgilidir. Yani bir eserin kolay sanılarak beğenilmesi ve ona benzer
olan bir başkasının yaratılması söz konusu olduğunda sehl-i mümteni ifadenin ve
eserin benzerini ortaya koymak mümkün olmuyor. Kaynakların sehl-i mümteni
tanımı içerisinde görüş birliği ettikleri güçlük de işte budur. Ancak
kaynaklar, kolaylığından dolayı taklidi zor olan eserden, söz ya da ifadeden ne
anlaşılacağı hususunda hiçbir açıklama yapmıyorlar. Örneklerden
çıkarabildiğimiz ipuçları ile edebiyat sanatının, özellikle eski şiirimizin
bazı değer ölçülerini de dikkate alarak taklidi güç eserden ne
anlaşılabileceğini kendimizce belirtmeye çalışalım.
Sehl-i
mümteniye göre taklidi güç eserin temelinde elden geldiğince sade dil, kısa ve
açık seçik anlatım bulunmalıdır. Bu nitelikler, özellikle şiir söz konusu
olduğunda okuyucunun eserle çabuk ve kolay iletişim kurmasını sağlarlar.
Dildeki kısa anlatım ise, yerli yerince ve az sayıda kelime kullanımıyla
gerçekleşir. Fazla ve gereksiz kelime kullanımından kaçınmak ise hemen her
dönemde ve coğrafyada şiirin başarısını etkileyen nitelikler arasında sayıldığı
gibi eski şiirimizin de aranan özelliklerindendi… Divan şairlerimiz buna münakkahiyyet
diyorlardı. Eskilere göre münakkahiyyet, dilde kelime tasarrufuyla birlikte
veciz anlatımı da gerektirmekteydi. Yani yoğun ve dolgun, özlü anlatım,
münakkah şiirin vazgeçilmez özellikleriydi. Daha açıkçası, eskiler az sözle çok
anlam ifade etme peşindeydiler. Buna da îcâz hatta tam karşılığı, aranan,
beklenen üslûp ustalığı olarak “îcâz-ı makbûl” demişlerdi. İcâz-ı makbûl, yani
yoğun söyleyiş, az kelimeyle okuyanı ya da duyanı şaşırtan, değişik,
güzel,dolayısıyla etkileyici anlamı ya da anlamları verebilmektir. Yukarıdan
beri sehl-i mümteniyle ilgili söylenenlere bakıldığında da sehl-i mümteni olan
sözün, şiirin ya da eserin muhtasar ve mucez yani kısa, özlü ve bu
özelliklerinden dolayı da münakkah olması aranır, istenir. Yalnızca bu
özellikleri bile bizce, sehl-i mümteni eserin taklidini güçleştirmekte yeterli
olmalıdır!
Son söz olarak
sehl-i mümteni,
amacı güzeli yakalamak olan eski sanatçının, güzeli arayışta, kısa, sade, doğal
yoldan giderek, olgun olana, yoğun ve özlü olana ulaşma becerisidir. Tıpkı
mısra-ı bercesteleri, şah ya da tac beyitleri, beytü’l-gazelleri ve
beytü’l-kasidleri yaratırken eski şairlerimizin gösterdikleri güzeli yakalama
çabaları gibi, sehl-i mümteni söz ya da eserde sanatçı, dili kullanışta ve
anlamı verişte güzelin peşindedir. Öte yandan, yukarıdan beri sözünü ettiğimiz
edebî ustalığın unutulmaması gereken önemli başka bir özelliği de taklit ve
tanzir edilemez oluşudur. Kısacası, eski sanatçılarımız sehl-i mümteni ile
güzel olanla birlikte, tek olanı, yani orijinal olanı, kendinden önce söylenmiş
ve kendinden sonra söylenecek örneği bulunmayanı yaratma isteği ve arayışı
içindedirler. Sözü, sehl-i mümteni örneği olabileceğini sandığımız, kolay
söyleyişte anlatım ve anlam inceliğini yakalamış birkaç beyit vererek bitirelim.
Hoş geldi bana mey-gedenin âb u hevâsı
Va’llâhi güzel yerde yapılmış
yıkılası [13]
.
………
Dil verdiğimiz yâre nigâh-ı gazabından
Tasrihe mecâl olmadı îmâyile geçdik [14]
.
………
Gül mevsiminde tevbe-i meyden benim gibi
Zannım budur ki sen de peşimânsın ey
gönül [15]
. ………
Afveyleyelim ki belki bilmez
Bir sürçen atın başı kesilmez
. ………
Firkat gibi mevt ömre sürmez
Allah ne verir de kul götürmez [16]
Atatürk Üniv.Sosyal
Bilimler Ens. Dergisi, 1993
------------------------
[1] Tâhir-ül Mevlevî , Edebiyat Lügatı , neşre haz. K. Edib
Kürkçüoğlu, İst.1973, s.133
[2] Muallim Naci , Istılahat-ı Edebiyye , haz.Alemdar Yalçın
-Abdülkadir Hayber , Ank., s.118
[3] Mustafa N.Özön , Osmanlıca-Türkçe Sözlük , İst.1987,
s.742
[4] L.Sami Akalın , Edebiyat Terimleri Sözlüğü, İst.1984.
s.237
[5] Atilla Özkırımlı , Türk Edebiyatı Ansiklopedisi , IV,
İst.1982, s.1021
[6] Tâhir-ül Mevlevî , age., s.133
[7] M.Fuad Köprülü , “Milli Edebiyat Cereyanının İlk
Mübeşşirleri ”, Edebiyat Araştırmaları
1, İst.1989, s.298
[8] S. K. Karaalioğlu , Edebiyat Terimleri Sözlüğü,
İst.1970, s.330
[9] M.F. Köprülü ,
age., s.282
[10] Muallim Naci , age., s.118 vd.
[11] Hüseyin Kâzım Kadri , Büyük Türk Lugatı , III,
İst.1943, s.160
[12] age., s.160
[13] Bâkî Dîvânı , haz. Sabahattin Küçük, Ank.1994, s.416
[14] Nâ’ilî Dîvânı, haz.Halûk İpekten, Ank.1990, s.242
[15] Nedîm Dîvânı , haz.A.Gölpınarlı , İst. 1972, s.293
[16] Şeyh Gâlîb Dîvânı’ından Seçmeler , haz. A.Gölpınarlı ,
İst. 1971, s.114
Kaynak: Divan Şiiri Yazıları, 1.Baskı, Akçağ Yay., Ankara
2000, s.62-71
http://www.bilgicik.com/yazi/sehl-i-mumteni-profdr-mine-mengi/
=================
Kaynaklar:
http://www.kuranhizmet.com/konu/kur-an-i-kerim-ve-mana-ozellikleri.html
http://www.kuranhizmet.com/konu/kur-an-i-kerim-ve-mana-ozellikleri.html
http://www.bilgicik.com/yazi/sehl-i-mumteni-profdr-mine-mengi/
http://www.msxlabs.org/forum/turk-dili-ve-edebiyati/318172-sehl-i-mumteni-sanati.html
https://tr.wikipedia.org/wiki/Sehl-i_m%C3%BCmteniEk okuma
(...)
... Kur’an’ın metni nasıl bir metindir?
Herkesin bildiği harflerin, seslerin en güzellerinden,
yerine göre en güzel nağmelerinden, bütün Arapların bildiği ve dolayısıyla
bütün insanların anlayabileceği kelimelerin en güzellerinden seçilerek, “Allah’tan indirildiğinde
şüpheniz varsa Allah’tan başka bütün güvendiklerinizi çağırarak; hatta insanlar
ve cinler bir araya gelerek bunun, hatta bir süresinin benzerini yapın. Fakat
imkânı yok, yapamazsınız” (Bakara, 23) diye bütün dünyaya meydan
okuyan, gayet basit bir teklif ve
ğaibden kesin bir ihbar ile ortaya çıkmış her ayeti bir sehl-i mümteni (yazılış ve söylenişi kolay ama taklit edilmesi zor
ifade)olan öyle mucizeli bir metindir. Hiç Arapça bilmeyen bir kimseye bile
okunduğu zaman, tatlı ve güzel bir söz olduğunu duyurur.
Biraz Arapça bilen bir kimse, bir ayeti işittiği zaman
derhal bir şeyler anlar ve anladım zanneder. Ben de söyleyivereceğim gibi
zanneder. Bir de bakar ki, anlamamıştır. Çünkü metninin her noktasında, birçok
manalar fışkırmaya başlar. Taklidine özendikçe yükselir, derinleşir ve ölçüsü
bulunamaz. Ayetten ayete terkibine geçildikçe zevki artar. Hayat sırrı gibi
sonsuzluğa giden sırlarının kuşatması beşeri kudretin üstünde kalır. Eğer öyle
olmasaydı, bu basit teklife karşı paralar sarf ederek, silahlar çekerek,
ordular toplayarak asırlardan beri Kur’an’ı kaldırmak için savaşıp duran
inkârcı insanlık, bu zahmetleri çekecek yerde onun bir benzerini yapıvermez
miydi? Fakat yapamamıştır ve yapamaz. Kur’an’ın verdiği haberleri kimse yalancı
çıkaramaz.
Ne kadar yüksek olursa olsun, edebi bir değer kazanmış
herhangi bir şahsiyetin ifadesinin üslubu örnek alınarak yazıla yazıla az çok
taklit edilip benzeri yazılmaya çalışılmış iken, Kur’an’ın inişi anından beri
Arap belağatçı ve edebiyatçıları, Kur’an’ın belağatını dilleri için örnek
edinmişlerdir. Bu sayede Araplar dil ve edebiyat bakımından yükselmiş oldukları
halde, Kur’an’ın metnini taklit etmeye
ve onun benzerini yapmaya yanaşabilen kimse ortaya çıkmamıştır. 0 halde,
kendi dilinde bile taklidi ve benzeri yapılamamış olan Kur’an’ın metin ve
üslubunu başka bir dilde taklit etmek veya benzerini yapmak, elbette mümkün
olamaz. Olamayınca da aynen tercüme edilemeyeceği gibi, nazire suretiyle hiç
tercüme edilemez. Çünkü ilmi değeri değiştirilip bozulmuş ve Kur’an’da olmayan
şeyler Kur’an’a katılmış olur.
(...)
Kur'an-ı Kerim ve Mana Özellikleri, - HAK DİNİ KUR'AN DİLİ -
Cilt: 1, Sayfa: 11 - 18 (Sadeleştirilmiş Baskı)
http://www.kuranhizmet.com/konu/kur-an-i-kerim-ve-mana-ozellikleri.html