Edebî Sanatlar
Tedric (Dereceleme)
“Tedriç” sözcük anlamıyla “derecelendirme” demektir.
Edebiyatta ise bir
düşünceyi derece derece yükselten veya indiren bir düzen içinde sıralamaya
tedriç denir.
Başka tanımlar:
Kavramları belli bir mantığa göre (büyükten küçüğe, küçükten
büyüğe; yüksekten alçağa, alçaktan yükseğe vs.) sıralayarak söylemeye “tedriç”
denir.
Söyleyişte, anlatımda büyüyen veya küçülen, çoğalan yahut
azalan, yükselen ya da alçalan bir dereceleme yapmak. Recaizâde Mahmud Ekrem
Ta‘lîm-i Edebiyat isimli kitabında bu sanatı şöyle açıklar: “Bu bir nevi mecazdır ki onunla müellif
hayalden hayale, fikirden fikre derece derece çıkarak veya inerek istediği
noktaya vasıl olur.”
(Prof.Dr.Turan Karataş / Edebiyat Terimleri Sözlüğü)
Tedriç iki türlüdür:
a) Yükselen Dereceleme:
Anlatımda, kavramların küçükten büyüğe, azdan çoğa doğru
sıralanmasıdır.
« Geçsin günler, haftalar,
aylar, mevsimler, yıllar Zaman sanki bir rüzgar ve bir su gibi aksın.”(Enis
Behiç Koryürek)
“Makber (mezar), makber değil
bir türbe, türbe değil bir mabet, mabet değil bir küre, küre değil bir sonsuz
uzay olmalıydı.”(Abdülhak Hamit Tarhan)
b) Alçalan Dereceleme:
Anlatımda kavramların büyükten küçüğe, çoktan aza doğru
sıralanmasıdır.
“İki asker mızrak mızrağa,
kılıç, kılıca, hançer hançere vuruşmaya başladılar.”
(Namık Kemal)
Elinin dokunmuş olduğu şeyler
Ürperir, canlanır, güler
(Ahmet Necdet)
Test
Cevap anahtarı: 1.B, 2. B,
Test
1. Geçsin günler, haftalar, aylar,
yıllar.
Bu cümlede belirgin
olan söz sanatı aşağıdakilerden hangisidir?
A)
Terdid
B) Tedriç
C)
Teşbih
D) Tezat
E) Tecahül arif
*
2. Gözüm, canım efendim; sevdiğim, devletli
sultanım!
sultanım!
Yukarıdaki dizede anlatılmak istenen düşünce derece derece
yükseltilmiştir.
Bu şekilde oluşan söz
sanatı aşağıdakilerden hangisidir?
A)
Teşbih
B)
Nida
C) Akis
D)
Tekrir
E) Tedriç
*
Cevap anahtarı: 1.B, 2. B,
========================
Kaynaklar:
http://www.kocar.org/yazilar/resulullahta-muhataba-gore-hareket-ve-tedric-prensipleri-2-prof-dr-ibrahim-canan/
http://www.samanyoluhaber.com/bilgi/soru/Edebiyatta-Tedric-Nedir_2515/
http://www.edebiyatogretmeni.info/tedric-sanati.htm
http://www.edebiyatfakultesi.com/edebi-sanatlar/tedric-dereceleme-sanati
Ek okuma
Resulullah’ta “Muhataba Göre Hareket’ ve “Tedriç Prensipleri
(2)-
Prof. Dr. İbrahim Canan
UMUMÎ
DAVET
Bir
âyette “Şehirlerin anası (bulunan Mekke) ile bütün çevresindeki
(insanlardan) azab ile korkutmak” maksadıyla indirildiği belirtildiğine göre
(En’âm 92) Hz.Muhammed’in peygamberliği Araplara mahsus
değildi. Ve Resulullâh, bi’setinin bidayetinden itibâren bütün insanlığın
hidâyetiyle vazifeli olduğunu biliyordu. Ancak insanlığın geri kısmı demek olan
komşu, diyarları İslam’a çağırma işini sistemli olarak ele almayı, Hudeybiye
Sulhü’ne kadar te’hir edecekti. Yani. Hicret’in altıncı yılında Mekkelilerle
sulh antlaşması yapıp siyâsî varlığını fiilen ve resmen kabul ettirdikten sonra
Hudeybiye’den döner dönmez civar hükümdarlara elçiler göndererek onları İslam’a
dâvet etti. Bir günde altı elçi yola çıkarmıştı. Biri
Mısır’a, biri Gassân Şefine, biri Bizans Kayseri ne, biri İran Kisrası’na, biri
Yemâme’ye, biri de Bahreyn’e idi . Elçilere verdiği mektuplarda
İslam’a ve Sulh’e dâ’vet vardı.
TABYESİ
(=TAKTİĞİ): Resulullâh, sulh ve hürriyetten ibaret olan
hedefe gitmede, görünüşte birbirine zıt olan ve fakat aslında, “yaşanan zaman ve şartlara göre” eşit değerde olan
üçlü bir taktik tâkibetti:
1-
SABIR:Bu, sayıca ve maddî güç itibariyle zayıf olunan
dönemin taktiği idi.
2-
HİCRET: Bu, düşman tehdidinin, sabırla mukâvemet
edilemeyecek kadar ezici bir hal aldığı, hiçbir insani ölçü tanımayan zulme
dönüştüğü zamanın taktiği idi. Ya dönmek, ya da ölmek noktasında hicret
makuldü.
3-
SAVAŞ: Bu, düşman tehdidine mukavemet edilebilecek
maddî güce sahip olunduğu zamanın taktiği idi.
HEDEF ise “Sulh”dü, Sulh, İslam’ın kalb ve gönülleri fethettiği
ortamdı. Sabr’ın, hicretin ve savaş’ın hedefi de buna ulaşmaktı.
Nitekim,
Resulullâh aleyhissalatu vesselam vefat ettiği zaman, geride 1,5 milyon
kilometre kareden fazla araziye sâhip bir devlet bırakmıştı. Bu büyük arazinin
fethi on yıllık Medine hayatı içerisinde cereyan etmişti. Günde ortalama 274 milkarelik bu yayılma için öldürülen toplam
düşman sayısı sâdece 150 kişi idi. Müslüman taraftan ölenlerin nisbeti de
vasatı ayda bir kişi olmuştu.
MUHTEVADA
TEDRİÇ .
İslamın
tebliğinde, muhteva tedrici de mühim bir yer tutar. Hz. Aişe, İslam’ın teşri ettiği meselelerin
sırayla neler olduğunu belirten bir açıklamasının sonunda, bu tertibin
ehemmiyetine de dikkat çeker: “İlk nâzil olan sure, mufassal
surelerden biri idi ve içerisinde cennet ve cehennemin zikri geçiyordu.
İnsanlar İslama dönünce haram ve helal hükümleri indi. Eğer ilk defa: “İçki
içmeyin.” emri inseydi “Biz içkiyi asla bırakmayız” derlerdi Eğer “zina etmeyin”
emri inseydi “Asla zinayı bırakmayız” derlerdi. Ben Mekke’de, oynayan bir çocuk
iken Muhammed aleyhissalatu vesselama: “(Muhtevasında hiç bir ahkâm bulunmayan
Kamer suresi İnmişti. Surede) ”Daha doğrusu onlara vadolunan asıl (azabın)
vakti, kıyamet saatidir. O saat(in azabı) daha belalı daha acıdır” (116.âyet)
buyrulmaktaydı .
Hülasa
ilk nâzil olan âyetler, tevhîd’e dâvet, mü’minleri ve mutileri cennetle
müjdeleme, kâfirlere ve âsilere cehennemi haber verme üzerine dayanıyordu,
insanlar bu hususta ikna olunca, ahkâm inmeye başladı. Çünkü “İnsanlar
alışkanlıklarına bağlılık üzerine yaratılmıştı, alışkanlığın terki birden
olamazdı, bunu talep nefrete sebep olurdu.
İMANİ
MUHTEVADA TEDRÎC:
Bazı
rivâyetlerde, imanın tebliğ edildiği bu ilk safhada da bir tedrice yer
verildiğini, mesela önce münhasıran İslam itikadı üzerinde durulup, müşrik
inançların tenkidine girilmediğini görmekteyiz. Müşrikler de bu safhada
müslümanlara karşı muhalefette şiddet göstermemişler, daha anlayışlı davranıp,
en azından söylenenleri dinlemişlerdir. Kabul etmeyenler, muhalefette şiddete
yer vermemiş, sâdece istihza ile yetinmiştir. İbnu Sa’d’da şöyle denir:
‘Taptıkları putlan ele alıp, onların bâtıl olduğunu ve küfür üzerine olan
atalarının cehenneme gittiklerini söyleyinceye kadar, Kureyşliler istihzada
kaldılar ve Hz. Peygamber aleyhissalatu vesselam’ı dinlediler. Gençlerden ve
halkın zayıf takımlarından bir kısmı, bu suretle ikna olup müslüman oldu,
gittikçe sayılan çoğaldı. Buna rağmen Kureyş kâfirleri Resulullâh’ın sözlerini
inkâr etmediler. Sadece istihzâî bir tavır takındılar. Aleyhissalatu vesselam,
yanlarına uğrayınca birbirlerine işâret edip: “İşte Abdulmuttalib oğullarının
gökten haber getiren oğlu.” diyerek alay ediyorlardı .
Ama
bu hal böyle devam etmedi. Putların bâtıl olduğunu, put inancı üzere ölenlerin
ebedî bir helake maruz kalacaklarını dile getiren vahiyler gelmekte gecikmedi.
Ondan sonra tavır değiştiren müşrikler, maddî ve manevî her çeşit işkencelere
baş vurdular. Bir kısmını öldürdüler, bir kısmım hicrete mecbur ettiler.
İtikadı
meselelerdeki tedriçle ilgili olarak şunu da belirtmek isteriz, İtikadın
merkezini teşkil eden Allah telakkisi ve bilhassa İlahî sıfatların teşriî,
belli bir sıra ve tedriç takip etmiştir. Az ilerde besmele’nin gelişi ile
ilgili vetirede bunu kısmen göreceğiz.
AHKAMDA
TEDRİÇ :
Tedriç
meselesinde dikkati çeken diğer bir husus, Medine’de, mü’min muhatablara inen
ahkâmda dahi tedrice yer verilmiş olmasıdır. Bilhassa eski alışkanlıkların
ta’dili veya tahrimi veya yeni tatbikat ve alışkanlıkların teşriine giren hemen
hemen her hususta bir tedrice yer verilmiştir. Bu tedriç de çoğu durumda azdan
çoğa, hafiften ağıra, çok vazıh ve anlaşılır olandan biraz daha kapalı,
anlaşılması zor olana doğru cereyan etmiştir. Çoğu meselede bu böyle olmuştur.
Bu
meselenin şumûlünü, bâzı rivayetlerde Resulullâh aleyhissalatu vesselam’a vahiy
olarak İnen ilk şey olduğu söylenen besmele’den vereceğimiz örnekle göstermek
isteriz. İbnu Sa’d’ın bir rivâyeti şöyle:”Resul ullâh, bidayette, tıpkı
Kureyşliler gibi, besmele makamında “Bismikallâhûmme”
formülünü yazıyordu. Bu tatbikat
وَقَالَ ارْكَبُوا فِيهَا بِسْمِ اللهِ مَجْرَاهَا
وَمُرْسَاهَا إِنَّ رَبِّي لَغَفُورٌ رَحِيمٌ
Âyeti” Nuh, (gemiye alınacaklara) “Gemiye binin!” dedi. “Onun akıp
gitmesi de, durması da Allah’ın adıyladır (O’nun gücü, kuvveti ve izniyledir;
onu Bismillâh der çalıştırır, Bismillâh der durdururuz.) Hiç şüphesiz Rabbim,
(kullarının günahlarını ve hatalarını) çok bağışlayandır; (bilhassa mü’min
kullarına karşı) hususî merhameti pek bol olandır.”(Hûd 41) gelinceye
kadar devam etti.
Şu
âyetten sonra “Bismillâh” diye yazmaya
başladı. Bu tatbikat
قُلِ ادْعُوا اللهَ أَوِ ادْعُوا الرَّحْمَنَ أَيًّا مَا
تَدْعُوا فَلَهُ الأَسْمَاءُ الْحُسْنَى وَلاَ تَجْهَرْ بِصَلاَتِكَ وَلاَ
تُخَافِتْ بِهَا وَابْتَغِ بَيْنَ ذَلِكَ سَبِيلاً
“De ki
: (Rasûlüm,) de ki: “O’na ister Allah diyerek dua edin, ister Rahmân diyerek
dua edin. Hangi ismiyle dua ederseniz edin, en güzel isimler O’nundur ve O, her
ismin nihayetsiz güzel mertebelerinde tecelli eder. Namazında ise sesini çok
yükseltme ve bütün bütün de kısma; bu ikisi ortasında bir yol takip et. (İsra
11O) âyeti nâzil oluncaya kadar devam etti. Bundan
sonra “bismillâhirrahman” diye yazmaya başladı. Bu
tatbikât
إِنَّهُ مِنْ سُلَيْمَانَ وَإِنَّهُ بِسْمِ اللهِ
الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
“Süleyman’dan
geliyor ve Rahman, Rahîm Allah’ın Adı’yla diye başlıyor.”âyeti(Neml 30) nazil oluncaya kadar devam etti. Bu
âyetten sonra“Bismillâhirrahmanirrahim” diye yazmaya başladı .
Bu
tedrîc, muhatablarının Allâh’la ilgili olarak İslam’ın getirdiği sıfatları
bilmemelerinden ileri geliyordu. Nitekim, Hudeybiye sulhü yazılırken,
müşrikler. Besmele’yi, “Biz, Allah’ı tanıyoruz, ama
er- Rahmân er-Rahim’i tanımıyoruz!‘ diyerek reddetmişler, Hz.
Peygamber de “Bismikallâhûmme” yazılmasını kabul etmişti .
NAMAZ
ÖRNEĞİ: İslâmda dinin direği kabul edilen en önemli farz
olan namazın teşriinde de tedrîc görülmektedir. Zira, Resulullâh’a
fetretü’l-vahy’den sonra müddessir suresinin nüzûlüyle sabah ve akşamda ikişer
rek’at olmak üzere günde iki vakit namaz farz kılınmış, bilâhare Müzzemmil
suresiyle gece namazı emredilmiş, bi’setin 11. yılı içerisinde Mi’râc’Ia
birlikte, öncekiler neshedilerek beş vakit namaz farz kılınmıştır. Daha sonra
da Cum’a ve Bayram namazları teşri edilecektir .
Burada,
zikri gereken bir hâdiseyi, Nasr Ibnu Âsim anlatmaktadır. Buna göre,
Aleyhissalatu vesselamca günde iki sefer namaz kılmak şart ıyla müslüman olmayı
teklif eden bir kimsenin müslümanlığını kabul etmiştir. Rivâyetin bir başka
tarîkinde adam bir vakit kılmayı teklif etmiş, yine de Resulullâh kabûl
etmiştir.
Sakîflilerin
müslüman olmak için koştukları şartlardan bir kısmını Resulullâh kabul
etmiştir. Bunlar arasında “cihâda katılmamak”, “zekat
vermemek” de vardı. Bunların kabul edilmesi karşısında hayrete
düşenlere Aleyhissalatu vesselam : “(Hakîki mânada) müslüman
oldukları vakit zekât da verecekler, cihâda da gidecekler” der
ve dediği gibi olur.
İÇKİ
YASAĞI ÖRNEĞİ: Tedriç meselesinde uzun ve hesaplı bir vetirenin
içki yasağında takip edildiği görülür. Zira bu mesele, Mekke döneminde ele
alınmış, Resulullâh’ın hayatının sonlarına doğru sonuçlandırılmıştır. Meseleyle
ilgili olarak gelen ilk vahiyde, asma ve hurmadan elde edilen sarhoş edici rızık
üzerinde düşünmeye sevk edilmiş (Nahl 67), daha
sonra bunun fayda ve zararlarına dikkat çekilmiş, zararının faydasından çok
olduğu belirtilmiş (Bakara 219), üçüncü
kademede sarhoşken namaza yaklaşılmaması emredilmiş (Nisa 43), dördüncü ve son kademede ise kesin
olarak ve şiddetle haram ilan edilmiştir (Mâide 90-91). Bu
vahiy Hz. Peygamber’in hayatının sonlarına rastlar. Bu vetirenin sonunda, hiç
bir mukavemete rastlanmadan, içki istihlaki önlenmiştir.
ORUÇ
ÖRNEĞİ : Cessâs, oruçla ilgili gelen ihtilaflı hadîs
ve âyetleri değerlendirerek orucun üç mertebede farz kılındığını belirtir Önce
﴿
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا كُتِبَ عَلَيْكُمُ
الصِّيَامُ (Bakara 183)
âyetiyle,
her ayda üç gün oruç farz kılınmıştır.
وَعَلَى الَّذِينَ يُطِيقُونَهُ فِدْيَةٌ طَعَامُ
مِسْكِينٍ (Bakara 184)
âyetiyle
dileyenin fidye verip fakir doyuracağı teşri edilmiştir. Son olarak
شَهْرُ رَمَضَانَ الَّذِي أُنْزِلَ فِيهِ الْقُرْآنُ (Bakara 185)
âyeti
İle de Ramazan orucu herkese farz kılınmıştır. Orucun gün içerisindeki başlama
ve bitim anlarıyla ilgili gelişmeler de aynı hadislerde geçmektedir.
ZİNANIN
YASAKLANMA ÖRNEĞİ: Zina suçuna verilecek ceza da kademeli gelmiştir.
İlk önce zâniye eziyet yapmak takdir edilmiş (Nisa 16), sonra
hapis cezası emredilmiş (Nisa 15), en
son safhada da dayak (ve recrn) teşri edilmiştir. (Nur 2-10).
Hadîs
âlimleri, emirlerde pek çok meselede muttarıd şekilde hafiften ağıra olan bu
gelişmeyi tesbit ettikleri için, ihtilafla hadîslerin çözümünde şu kaideyi
koymuşlardır;“Daha ,ağır bir hüküm, daha hafif olandan evladır. Zira, zann-ı
gâlibe göre, ağır olan, hafif olana nisbetle müteahhirdir. Çünkü şeriat hafifle
işe başlamış, sonra ahkâm, tedricî bir surette gelmiş ve ağırlaşmıştır” .
TAKVİM
ÖRNEĞİ : Son bir enteresan örneğimiz takvimle ilgili
tadilattır. Aleyhissalatu vesselam, veda hutbesine kadar, o zamanın Arap
cemiyetinde câri bir takvime uyuyordu. “Nesi” denen ve hac
mevsimini her yıl yaz aylarına rastlatmayı sağlayan bir oyun’u ihtiva eden bu
sistemi Kur’ân-ı Kerîm yasakladığı zaman küfürden bir artış ilan etmiştir “Nesi (haram ayları geciktirmek) ancak küfürde bir artış
(sebebidir. Onunla kâfirler şaşırtırlar. Onlar bunu bir yıl helal bir yıl haram
sayarlar ki Allah’ın haram kıldığına sayıca uysunlar da (varsın) Allah’ın haram
ettiğini helal kılmış olsunlar. Bu suretle de onların amellerinin kötülüğü
kendilerine süslenip güzel gösterildi. Allah o kâfirler güruhunu hidayete
erdirmez”(Tevbe 37).
SONUÇ
Resulullâh
aleyhissalatu vesselam’ın her bir sünneti, insanlık için, “her yerde ve her devirde” uyulması gereken en
güzel davranış örneğini teşkil eder. Onlar rıza-yı ilâhinin nerede olduğunu
gösteren işaretler ve saadet-i dâreynin şaşmaz rehberleridir.
Resulullâh’ın
sünneti, sadece ibâdet hayatımıza, komşuluk veya âile içi münâsebetlerimize,
yahut da ticârî ve örfî muâmelelerimize müteallik değildir. Dinin neşri,
insanlara İslam inancının götürülmesi müslümanların siyâsî mahkumiyetten
kurtarılıp, hürriyetlerine kavuşturulması ve hatta hâkim duruma getirilmesi
gibi başka meselelere de şâmildir.
Dünyanın
her tarafında müslümanların esaretten kurtulma mücâdelesi verdiği içinde
yaşadığımız şu asırda, daha temkinli, daha müessir adımlar atabilmek için
Resulullâh’ın bu paralelde sunduğu örneklerin bilinmesi ve onlara uyulması her
zamankinden daha çok ehemmiyet kazanmıştır.
Zamanımızda,
İslam’a hizmet heyecanına kapılan genç nesiller, Aleyhissalatu vesselam’m
vazettiği İslami hizmet metodlarını bilmedikleri için, Batı menşeli ve insan
fıtratının bir kısım zaaflarını istismara dayanan “Hitler tipi’ veya “Komünist tipi”propagandanın
cazibesine kapılmaktadırlar. Halbuki İslama hizmet İslamî metodla mümkündür.
İslam dışı metodlar, ne kadar mutantan, ne kadar cafcaflı, ne kadar göz
kamaştırıcı olursa olsun, saman alevi misali, neticesi akimdir. İşte
faşistlerin âklbeti ve nihâyet komünistlerin âkibeti. İslam âleminde de islamî
olmayan prensiplerle atılan adımlar akim kalmış, heyecanlar çabuk boğulmuştur.
Mısır’da, Suriye’de ve en son Tunus ve Cezayir’de islamî hareketlerin yedikleri
darbeler, büyük ölçüde, hizmet vetiresinde yer verilen gayr-i islamî
unsurlardan ileri gelmiştir. Resulullah hiç bir zaman akşamdan sabaha hâkimiyet
peşinde koşmamış, sokağa dökülmemiş, zemin teşekkül etmeden tepeden inmeciliğe
yer vermemiştir. O’nun metodunda gelişmeye tâbi olmak, muhatabın ve çevrenin
ahvâline göre adım atmak esastır. İcabında üç yıl boyu gizli kalmak, beş yıl
boyu gece gündüz çalışmaya karşı kazanılan kırk kişiyi az görmemek, onüç yıl
boyu her çeşit istihza, işkence, eziyet, hakaret ve hayatî tehditlere karşı
sabretmek esastır.
Muhammedi
tebliğde sunulan muhteva, muhataba göre esnektir. Zamana zemine göre farklıdır.
Aynı meseleye temas eden aynı sorulara cevap olarak gelen teferruat, pek çok
durumda, en azından zahirde değişiktir. Tıpkı aksiyonda görülen sabır, hicret,
cihad farklılıkları gibi.
Zımnında
asırlara ve nesillere çare olma kapasite ve zenginliği meknuz, bu rahmani
vetireyi bilmeyenler veya anlamayanlar hadîslerde tenakuz iddia edebilir ve
hatta, vürûd şartlarına bakmadan işine gelen birini rastgele seçme dalaletine
düşebilir. Bu davranışlar samimi de olsa, İslamî zaferi geciktirmeden başka bir
fonksiyon icra edemez.
Öyle
ki bizler, hem ferdî kurtuluşumuz, hem de çevremizin ve insanlığın kurtuluşu
için Resulullâh aleyhissalatu vesselam’ın sünnetini anlamaya her zamankinden
daha muhtacız. Zira Ezelî Kelâm bize “Allah’ın Resulünde sizier için
(her hususta) en güzel örnek vardır.” diye seslenmektedir.
17.08.1991
M.Ü. İlahiyat Dergisi
http://www.kocar.org/yazilar/resulullahta-muhataba-gore-hareket-ve-tedric-prensipleri-2-prof-dr-ibrahim-canan/