akademik: sf. 1.
Akademi ile ilgili olan.
2.
Bilimsel niteliği olan
alafranga : Frenklerin töre, âdet ve hayatına
uygun, Frenklerle ilgili, alaturka karşıtı;
Avrupa
kültürüne özgü olan; Avrupa uygarlığını benimsemiş, Avrupa eğitimiyle
yetişmiş.
Alegori; bir görüntü, bir yaşantı veya bir
davranışın daha iyi kavranmasını sağlamak için göz önünde canlandırıp dile
getirme sanatıdır.
Soyut
bir düşünceyi heykel ya da resim ile göstermek, örneğin adalet düşüncesinin
gözü bağlı ve elinde terazi bulunan bir kadınla(Themis) anlatılması gibi.
Kutadgu
Bilig, (Yusuf Has Hacib) Türk yazınındaki alegorik yapıtlardandır. Kutadgu
Bilig'de "Adalet", "Saadet", "Devlet" ve
"Akıl" iyi bir devletin nasıl olması gerektiğini tartışır. Bu soyut
kavramların insan niteliği ile verilmesi "Alegori"dir. Daha çok
fabl'larda görülür.
TDK'nın
tanımına göre sembollerle anlatılan metinlere alegorik denir.
Alegori,
"yaygın açık eğretileme (metafor)" özelliği de gösterir.
alımlama: [1] (edebiyat) eserlerin ve
üslupların tarih boyunca ve farklı uluslarca nasıl değerlendirilip nasıl
yorumlandığı meselesi
[2] (edebiyat) edebiyatın ve her türlü iletişimin her bir okuyucuda,
dinleyicide farklı etkiler yaratması ilkesine dayalı bir inceleme-eleştirme
tarzı
alımlama
estetiği: Edebî
metinlerin yorumlanma ve çözümlenmesinde yazar ya da metin merkezli çözümleme
çalışmalarına karşı olarak, alımlama estetiği kuramı “okur”u
(alımlayıcıyı)
birincil konumda tutmaktadır.
Metinlerin,
öncel metinlerle (Prätext)bağıntı içerisinde olduğu anlayışından hareket eden
ve bu bağıntıyı inceleyenmetinlerarasılık kuramı da aynı şekilde “okur”
merkezlidir. Okur, metin içerisinde çok çeşitli türlerde karşımıza çıkan
ilişkileri, bağıntıları açığa çıkarmak
durumundadır.
Alımlama
estetiği kuramcılarına göre; pasif alımlayıcı konumundan aktif,
anlam
üreten alımlayıcı konumuna geçiş, metinlerdeki boşlukların doldurulmasıyla,
somutlanmasıyla
mümkündür.
Tüm
metinlerin birbirleriyle örüntü içerisinde olduğu
temel
görüşünden hareket eden metinlerarasılık kuramına göre de, bu örüntüyü açığa
çıkarmaya
çalışmak, metinlerin anlamlandırılma ve yorumlanmasının temelini
oluşturmaktadır.
Algı: psikoloji ve bilişsel bilimlerde duyusal bilginin alınması,
yorumlanması, seçilmesi ve düzenlenmesi anlamına gelir.
Algı, duyu organlarının fiziksel
uyarılmasıyla oluşan sinir sistemindeki sinyallerden oluşur Örneğin, görme
gözün retinasına düşen ışıkla, işitme kulağa gelen ses ile oluşur. Algı bu
sinyallerin sadece pasif bir şekilde alınması değildir. Öğrenme, dikkat, hafıza
ve beklenti ile şekillenebilir.
Algı, bu "yukarıdan aşağıya
etkileri" kapsadığı gibi duyusal girdinin "aşağıdan yukarıya"
işlenmesini de içerir. "Aşağıdan yukarıya işlemler", basitçe, düşük
seviye bilgi kullanılarak daha yüksek seviyede bilginin (örneğin şekiller ile
nesne tanımada) oluşturulmasıdır. Yukarıdan aşağıya işlemler ile kastedilen,
kişinin kavram ve beklentilerinin algıyı etkilemesidir. Algılama, sinir
sisteminin kompleks işlemlerine dayanır, ancak bilinçsel farkındalığın dışında
gerçekleştiği için çoğu zaman kişilere zahmetsizce gerçekleşir gibi gelir.
anakronizm : Tarihi olay ya da olguların içerisinde geçtiği zaman
ile olay ya da olguda yer alan nesne ya da özelliklerin birbiriyle
uyumsuzluğudur.
anakronizma: En anlaşılır biçimiyle tarihi bu
günkü şartlar ve değerler içinde değerlendirmek.
analitik: Fr. analytique sf. Çözümlemeli.
analitik İng. analytic
(Yun.
analytike tekhne = çözmeye yarayan sanat)
1. Aristoteles'te biçimsel mantıkla
eşanlamlıdır. Birinci Analitikler ve İkinci Analitikler, Organon adlı mantık
kitabının üçüncü bölümünü kurarlar, bunlarda Aristoteles, bilimsel yöntemin
öğeleri olan çıkarımları ve tanıtlama yollarını inceler.
2. 2-Kant için analitik, anlığın
biçimlerini incelemedir; Transendental Analitik anlığın -> öncel (apriori)
biçimlerinin bilimidir.
İng.
analytic Analiz yöntemi kullananı, analiz ile ilgili.
analoji : İki farklı şey
arasındaki benzerlik veya benzerliklerden hareket edilerek birincisi için dile
getirilenlerin diğeri için de söz konusu olduğunu ileri sürmektir (çıkarım).
Astronomi, antropoloji, psikoloji gibi
daha çok benzetmeler yoluyla sonuca gitmek zorunda kalınan bilgi dallarında
kullanılan bir problem çözme/sonuca ulaşma yöntemidir.
Ulaşılan sonuçlar, gözlem ve deneyle
kanıtlanmadıkça ihtimaliyet düzeyinde kalır.
Analojide (benzetme) ilişkinin muhakeme
edilmesi gerektiren analoji türüdür. Basit bir dille açıklamak gerekirse
a:b=c:d ifadesinde belirtilen (kuş:tüy=köpek:?) ilişkinin kurulmasını
gerektirir.
Yapısal teoride benzerliğin kurulması
benzerliğin anlaşılmasını sağlayan kurallarla ilgilidir. Temsil edilen bilginin
sözdizimi kuralları bu kurallara bağlıdır. Soyutlanmış yüklemler yerine, üst
düzey ilişkilerin kullanılarak yapıldığı planlamalar tercih edilir.
Pragmatik teori ise analojiyi, amacı
doğrultusunda ele alır. Amaç bilinmeyenin bilinenler ile benzeştirme yoluyla
anlaşılır kılınmasıdır.
Anekdot (Fransızca: anecdote), Bir edebî eserde anlatılan
olayın başlı başına ayrı bir bütünlük gösteren parçasıdır. Kısa öykü, fıkra,
menkıbe anlamları da taşır. Fransızcadan Türkçeye geçmiştir.
Argüman:
[1]
Delil, kanıt, tanıt
[2]
Tez, iddia, sav.
[3]
(gök bilimi) Bir denklem, bir eşitsizlik veya bir gök cisminin hareketine ait
herhangi bir elemanın bağlı bulunduğu belli bir değer.
[4]
(matematik) Bir çıkış kümesinin değişkeni.
[5]
(matematik) Bir cetvelde diğer bir sayıyı bulmak için yararlanılan sayı.
[6]
Bilimsel tanı ifadesi
antropoloji : İnsan bilimidir. Antropologlar tüm
toplumları, kültürleri, insan kalıntılarını ve fiziksel, biyolojik yapılarını
inceler. İnsanın iskelet, kafatası gibi fiziki yapısını araştıran antropoloji,
insanlık tarihinin en eski dönemlerinin aydınlatılmasına yardımcı olur.
ateizm: Tüm tanrılara ve ruhsal varlıklara olan
metafizik inançları reddeden ve var olan gerçekliği inanç yoluyla açıklamayı
kabul etmeyen bir felsefi düşünce akımı.
Kelime anlamında da belirtildiği üzere;
Ateizm, din ile ilgili bir kavram değil, tanrı ile ilgili bir kavramdır.
Dinlerin varlığı, dinlerin tanımının ne olduğu, dinlerin iyi mi yoksa kötü mü
olduğu ateizmin konusu ve tartışma alanı dışındadır.
Ateizm, her tür metafiziği reddettiği
için, kendini metafizik öğeler üzerinden temellendiren bazı dinlerin metafizik
boyutlarını da reddeder. Yani bu, özellikle dinlere karşı sergilenen bir duruş
değil, genel olarak tüm metafizik inanışlara karşı bir duruştur.
avangart: (Fransızca: avant-garde), Fransızca
askeri bir terim olan öncü birlik sözcüğünden gelir. Gerek Fransızcada gerek
diğer dillerde kültür, sanat ve politika ile bağlantılı olarak,
"yenilikçi" veya "deneysel" işler veya kişiler anlamına
gelir.
Sanat ve siyaset alanında kullanılan
avangard terimi, Rönasans'ın askeri teorisinden devşirilmiş bir metafordur:
Battaglia, retrogard, avangard, hareket halindeki bir ordunun üç bölümünü
temsil eder.
Bu terimi sanat alanında kullanan ilk
kişi Saint-Simon'dur. Bundan sonra devrimci siyasi hareketlerin, özellikle
komünist hareketlerin jargonuna girer.
Avangart sanat; kültür, gerçeklik
tanımları içindeki kabul edilmiş normları sarsıp sınırlarını değiştirmeyi amaç
edinir. Bu normlar sosyal reformdan estetik deneyimlerin değişimine kadar
çeşitlilik gösterebilir.
başat : sıfat, baskın
bienal: Fr. biennal zf. (l ince okunur)
Yılaşırı.
deizm veya Yaradancılık, mantık ve doğal dünyaya dair
gözlemlerin kaynağını oluşturduğu; dini bilgiye dolaysız biçimde sadece akıl
yoluyla ulaşılabileceği ilkesini esas alan, bu sebeple vahiy ve esine dayalı
tüm dinleri reddeden tek Tanrı inancıdır.
İnanışın tanımlanmasında kullanılan
doğal din ya da doğal inanç kavramları, hiçbir aracı olmaksızın sadece akıl
yoluyla kavranabilecek yalın bir Tanrı inancını belirtir. Bu inancı benimseyen
kişiye Deist denir.
Demagoji:
Halkın isteklerine, ön yargılarına ve
korkularına dayalı olarak yapılan siyaset ve destek arayışıdır.
Yunanca demos (halk) ve agogos (liderlik
yapmak) kelimelerinin birleşiminden türemiştir. Genellikle üstün bir hitabet ve
propaganda yeteneği gerektirir. Çoğunlukla dindarlık, milliyetçilik ve ırkçılık
gibi popüler kavramları kullanarak ve bunlara bağlılığı sömürerek yapılır.
Demagoji yapan kişiye
"demagog" denir.demagoji, isim Fransızca démagogie, isim Laf
cambazlığıDemagojinin kökenleri antik Yunan ve Roma medeniyetlerine dayanır.
determinizm: Fr. déterminisme a. fel. Belirlenimcilik.( a. fel. Her olayın başka olayların
gerekli ve kaçınılmaz bir sonucu olduğunu ileri süren öğreti, gerekircilik) belirlenimcilik İng.
Determinism.(Lat. determinare = sınırlama, belirleme) :
I. (Doğa bilimlerinde) Evrende bütün olup bitenlerin
nedensellik bağlantısı içinde belirlendiğini öne süren görüş.
II. (Tanrıbilimde) Evrendeki olayların yanısıra
insanın istencini de Tanrı'nın belirlediğini öne süren öğreti.
III. (Ahlak felsefesinde) 1. İnsanın isteme ve eylemlerinin
iç ve dış nedenlerle belirlenmiş olduğunu, dolayısıyle salt bir istenç
özgürlüğü olamayacağını savunan görüş. Buna göre: a. İstenç ve eylem dış
etkenlerin ürünüdür (mekanist belirlenimcilik), b. İnsanın istemeleri her zaman
içinde bulunduğu toplumsal koşullara bağlıdır; bu koşullar istenci belirler
(toplumsal belirlenimcilik), c. İnsanın eylemlerini tarih belirler (tarihsel
belirlenimcilik). 2. İstenç ve eylemleri iç etkenlerin, ben'in, kişiliğin ürünü
olarak gören anlayış. // İstencin ve eylemin nedeni kişilik olarak alındığından
özgürlüğe de yer verilmiş olur (özbelirlenim: autodeterminismus).
Karşıtı bk. belirlenmezcilik
deskriptif:
Fr. descriptif sf. Tasvirî.( tasvirî Ar. ta¹v³r³ sf. (tasvi:ri:)
esk. Tasvir niteliğinde olan, tasvirle ilgili, betimlemeli, betimsel,
deskriptif.) dolayımında
elitizm (veya seçkincilik), bir elitin veya bir azınlığın
yönetmesi gerektiğine inanma veya yönetim işinin bir elit veya azınlık
tarafından yapılması anlamına gelir. Siyaset teorisinde üç tür elitizmden söz
edilebilir:
Normatif elitizme göre, elit yönetimi
arzuya şayandır; zira, yönetim en akıllıların veya en iyilerin elinde
olmalıdır. Bu görüşün en tipik temsilcisi filozof kralların iktidarda olmasını
isteyen Platon'dur (MÖ 427-347).
Klasik elitizm, bir reçete sunmaktan
ziyade bir olguyu tespit iddiasıyla elit yönetiminin toplumsal hayatın
kaçınılmaz ve değiştirilemez bir gerçeği olduğunu ileri sürer. Vilfredo Pareto
(1848-1923), Gaetano Mosca (1857-1941) ve Robert Michels (1876-1936) klasik
elitizmin belli başlı teorisyenleridir.
Modern
elitizm, klasik elitizm gibi empirik temelli olmakla birlikte, elit
oluşumunu/yönetimini toplumun kaçınılmaz yapısından ziyade belirli ekonomik ve
siyasal yapılara bağlamaktadır. "Plüralist", "rekabetçi"
veya "demokratik" sıfatlarıyla da anılan modern elitizm modern
elitlerin insicamlı ve birleşik bir bütün olmaktan ziyade çeşitli hatlar
boyunca parçalanmış olduğunu ve parçalar arasındaki rekabetin elitlere dahil
olmayan kişi ve grupların da demokratik politikada etkili olmalarına fırsat
sağlayabileceğini savunur.
Deneycilik, empirizm veya
ampirizm, bilginin duyumlar sayesinde ve deneyimle kazanılabileceğini öne süren
görüştür. Deneyci görüşe göre insan zihninde doğuştan bir bilgi yoktur. İnsan
zihni, bu nedenle boş bir levha (tabula rasa) gibidir.
Deneycilik akılcılığın karşıtıdır.
Akılcılığa karşıt olarak deneycilik, duyum ve deneyimle temellenen bilgileri
bilgi olarak kabul etmektedir yalnızca. İnsan bilgisinin tek kaynağı deneyim ya
da duyumdur buna göre. Bilginin kaynağında aklı gören rasyonalizm geleneğine
karşıt olarak deneycilik her tür bilginin sonradan deneyimle, duyumlarla elde
edildiğini ileri süren bir felsefi temele sahiptir.
enaniyet: Ar. en¥iyyet a. (ena:niyet) esk.
Bencillik.( a. Bencil
olma durumu, hodbinlik, hodkâmlık, egoistlik, egoizm, enaniyet, bencillik
İng. egoism 1. (Genel anlamı): Ben
düşkünlüğü; kendine düşkünlük, başkalarını göz önüne almadan yalnız kendini,
kendi çıkarını düşünme.
2. İnsanın bütün eylemlerinin "ben
sevgisi"yle belirlenmiş olduğunu, buna göre ahlaklılığın da yalnızca
kendini koruma içgüdüsünün bir biçimi olduğunu, bütün eylemlerin kendini koruma
içgüdüsünden ve "ben sevgisi"nden çıktığını öne süren öğreti
(Hobbes).
3. Kendi ben'ini ve çıkarını yaşamın
mutlak ilkesi yapan anlayış. Karşıtı bk. Özgecilik bencillik
entelijansiya: Entelijansiya (Latince: Intelligentia, Rusça:
интеллигенция), "aydınlar topluluğu" anlamına gelen terim. Genellikle
kültürel ve siyasal etkinliğe sahip entelektüel topluluk anlamında kullanılır.
Rusça kökenli bir terim olan
entelijansiya, sosyal bilimciler tarafından Rusya'da, özellikle 19. yüzyılda
ayrı bir sınıf veya sosyal tabaka olarak aydınlar topluluğunu tanımlamakta
kullanılmıştır
epilog: son söz, son deyiş, sonuç
Episteme,
felsefe tarihindeki genel kullanımıyla, bilgi anlamına gelmektedir. Felsefenin
alt disiplerinden biri olan epistemoloji'de episteme kavramından gelir.
Episteme ve logos terimlerinin birleşiminden ortaya çıkar epistemoloji
Platon'da episteme
Episteme bilgi anlamına gelmekle birlikte,
gündelik yaşamadaki bilgi anlamıyla tam olarak örtüşmez buradaki bilgi anlamı.
Özellikle Platon'dan gelen anlamı doğru bilgi anlamındadır.
Foucault'da episteme
Michel Foucault'a gelene kadar episteme az
çok genel anlamı olan bilgi tanımlamasına bağlı olarak ele alınmış ve
değerlendirilmiştir. Ancak Foucault ile birlikte kavram başka bir kuramsal
statüye geçer. Foucault'nun önemli çalışmalarından bir bölümü bilimler ve
düşünceler tarihi ve dolayısıyla da epistemolojinin tarihi üzerinedir. Ancak
Foucault bu çalışmalarını yepyeni bir perspektif ve yöntemle
("soykütüğü" ve "arkeoloji") geliştirir ve özellikle 17.
yüzyıldan itibaren düşünüşümüzün ya da ussallığımızın kuruluşunu
değerlendirir.Ona göre bu kuruluş, tek tek düşünürlerin etkileriyle olmamış,
bir dizge olarak ortaya çıkmıştır. Foucault'taki epistemenin ilk anlamı, burada
kullanılan dizge anlamındadır.
Buna göre episteme, verili bir
tarihsel dönemdeki tüm kültürel ve düşünsel farkları kendinde belirleyen temel
düzen ya da ana kod olarak açıklanabilir. Belirli bir dönemin temel
kodaları ve şifrelerinden meydana gelir episteme. Bir bütün yaşantıya yön ve
düzen veren kültürel şifrelerdir bunlar. Anonim düşünceler, genel kanılar,
gerekli inanışlar bu kodlarla belirlenir. Bu halleriyle sözkosu şifreler,
insanın söylemsel koşullarının sınırlarını belirlemesi bakımından Kant'ın a
priorilerine benzerler. Episteme ise daha cok Thomas Kuhn'da görülen paradigma
kavramına benzer.Foucault, buradan hareketle, Bilginin arkeolojisi'ni yapar,
yani bilimsel söylemi belirleyen ve yapılandıran kurallar bütününü deşifre
etmeye yönelir.
esrime: Sarhoş olma işi. Dinsel, büyüsel ve gizemsel uğraşı
alanlarındaki din adamlarının, büyücülerin, dervişlerin, özellikle samanların
tanrılarla, doğaüstü güçlerle, kutsal nesnelerle özdeşleşmek; sayrıları
sağaltmak, büyü yapmak, geleceği okumak vb. için gövdesel devinimlerden, kutsal
sözlerden, oruçlardan, müzikten ya da uyuşturucu bitki ve ilâçlardan
yararlanmak yoluyla içine düştükleri geçici ruhsal durum.
faşizm: Fr. fascisme a. 1. İtalya'da
1922-1943 yılları arasında etkinliğini sürdüren, meslek kuruluşlarına dayanan,
devlet sınırlarını genişletmeyi amaçlayan, yetkinin, tek partinin elinde
toplandığı düzen.
2.
Demokratik düzenin yerine aşırı bir ulusçuluk ve baskı düzeni kurmayı amaçlayan
öğreti.
İng.
fascism Gerici, ırkçı ve saldırgan anamalcı öğelerin açık buyurganlığına dayalı
düzen.
fena: Tasavvufta kişinin duygularından ve iradesinden sıyrılarak benliğini Tanrının varlığında yok etmesi. Çeşitli aşamalardan oluşur.
Kişinin
aşama aşama benliğinden sıyrılması değişik terimlerle ifade edilir ve fena
makamları olarak adlandırılır.
formel: Fr. formel sf. 1. Biçimsel. 2. Resmî.
fundamentalizm: Köktendincilik (radikal dincilik,
dinî fundamentalizm), genellikle dinî esaslı asli kaidelere geri dönme
talebiyle kendini belli eden ve bu kaidelere katı bir biçimde bağlı olan diğer
görüşlere karşı toleranssız ve laiklik karşıtı dinî hareket veya bakış açısı.
Köktendincilik, genellikle dinî tabiattaki bir dizi kurala sıkı sıkıya bağlı,
çağdaş sosyal ve siyasi yaşam ile ilgili üzerinde uzlaşılmış prensiplere karşı
tepkisi olan inancı belirtir. Köktendincilik terimi İncil'in sözcüğü sözcüğüne
okunup savunulması, hayata uygulanması için başlatılan Protestan harekete
denilmekteyken, zamanla genişleyerek bütün dinî hareketlerdeki ideolojik öze
vurgu yapan bir karaktere bürünmüştür.
Dinin
temel prensiplerine sıkı sıkıya bağlı, bu prensiplere dönmeyi savunan,
Modernizm ve Sekülerizm karşıtı dinî akımları tanımlamak için kullanılır. Dinî
metinleri genelde kelime anlamlarıyla anlarlar ve yeni yorumlara karşı
çıkarlar.
gelenek: Bir toplumda, bir toplulukta eskiden kalmış olmaları dolayısıyla saygın
tutulup kuşaktan kuşağa iletilen, yaptırım gücü olan kültürel kalıntılar,
alışkanlıklar, bilgi, töre ve davranışlar, anane
göğermek:1.
Bitki büyüyerek yeşermek, yeşillenmek.
2. - Vurma ya da çarpma sonunda vücudun
herhangi bir yeri morarmak, çürümek.
- Vücudun herhangi bir
yeri soğuk etkisiyle morarmak, kızarmak.
ham
ervah: Yersiz, yakışıksız
söz ve davranışları olan kimse, çiğ adam.
hegemonya : (Yunanca ἡγεμονία, hēgemonía), bir sistem
içerisindeki bir elemanın diğerlerinden üstün, baskın olduğunu belirtir.
Marksist
teoride daha teknik ve has olarak kullanılmıştır.
Antonio
Gramsci'nin eserlerinde baskın sınıfın boyun eğenlerin izniyle gücü kazanması
olarak bahsedilmiştir.
Zoraki
bir yönetim olmayan hegemonya daha çok burjuvazi değerlerine göre işleyen
kültürel ve ideolojik bir metot olarak anlaşılır.
Politik
ve ekonomik boyutu vardır: müsaade; maaş, ücret artması ve politik veya sosyal
reform ile idare edilebilir.
hermenötik: Hermeneutik (yorumsama), ilkin
Hristiyan teolojisi alanındaki yorum tartışmalarından ortaya çıkan bir anlam ve
metodoloji bilgisi. Daha sonra terim teolojik sahanın dışına çıkmış ve daha
genel anlamda yorum araştırmalarıyla ilgili felsefi bir disiplin haline
gelmiştir.
Antik
Yunan Tanrısı Hermes, yer (insanlar) ile gök (tanrılar) arasında bağ kurucu ve
yer yüzünde yukarının (tanrısal olanın) yorumcusu (hermesneuta) olarak kabul
görmekte idi. “Hermenötik” denilen bu kelime kaynağını Hermes’in bu
fonksiyonundan alır. Hermönetik (Hermeneutics) sözcüğü bir metnin içrek
(ezoterik) anlamının bulunması, bir metnin asıl maksadının anlaşılması
anlamlarında kullanılmaktadır ve yorum ilmi olarak kabul edilir.
hikemiyât : hikmet ve felsefeye âit söz ve
düşünceler; yeni yeni bilgiler veren kıssalar, ibret verici hadiseler bildiren
yazılar.
hurûfilik ya da Hurûf’îyye : (Arapça: حُرُوفِيَّة, hurûfiyye),
Adını Arapça: حُرُوفْ, hurûf, Türkçe:“harfler” kelimesinden alan, kutsal
metinlerde harf ve kelimelerin sayısı, sırası ve diziliminin belirli şifreler
barındırdığı iddiasıyla bunlardan ve kelime, cümle veya cümlecikleri oluşturan
harflerin ebced değerlerinden metnin düz anlamı ile ilgili olmayan, telmih,
ima, işaret gibi ikincil anlamlar çıkartan ve bu anlamlar üzerinden yeni
anlayış ve kavrayışlara yol açan yaklaşımlara verilen addır.
İslam
öncesi tarihte Yahudi kabbalizmi bu yöntemi kullanmıştır. İslam tarihinde hurufilik
mezhep olarak İran, Azerbaycan ve Türkiye'de 14. ve 15. yüzyıllarda etkin olan
bir inanç akımı ve tarikattır.
hüdayinabit: Kendi kendine yetişen
hüzün: Ar. §uzn a. Gönül üzgünlüğü, gam,
keder, sıkıntı
ideoloji: Fr. idéologie a. (l ince okunur)
Siyasal veya toplumsal bir öğreti oluşturan, bir hükûmetin, bir partinin, bir
grubun davranışlarına yön veren politik, hukuki, bilimsel, felsefi, dinî,
moral, estetik düşünceler bütünü.
İng.
ideology 1. Terimin yaratıcısı Destutt de Tracy'ye göre ideoloji, "ideler
bilimi" dir, ideleri (geniş anlamıyle bilinç olaylarını), idelerin
niteliklerini, yasalarını, gösterdikleri anlamlarla bağlantılarını ve
kökenlerini inceler.
2.
(Küçültücü anlamda) Gerçekliği olmayan, soyut düşüncelere dayanan kuram.
3.
Kendine özgü verilere dayanarak geliştiğini sanan, gerçekte ise toplumsal ve
ekonomik olayların dile gelişi olan, ancak bunun bilincinde olmayan, hiç
değilse bu toplumsal olayların kendisini belirlediğini hesaba katmayan kuramsal
düşünce. Bu anlam özellikle Marksçılarda çok kullanılır; onların diliyle, bir
çağın, bir toplumun düşünceler (ideler) dünyası, bilinç yapısı
toplumsal-ekonomik ilişkilerin ürünüdür, idelerle ilgili üstyapısıdır.
İng.
ideology Siyasal veya toplumsal bir öğreti oluşturan, bir hükûmetin, bir partinin,
bir grubun davranışlarına yön veren politik, hukuki, bilimsel, felsefi, dinî,
moral, estetik düşünceler bütünü.
imtidad: Uzanmak. Uzayıp gitmek. Gerilip
ve çekilip uzanmak.
imge : Şiiri konu edinen bütün
çalışmalarda başvurulan temel kavramlardan biri
olan
imge, dil aracılığıyla yeni bir dünya kurabilmenin önemli araçlarından
biridir:
imge
is.
· Zihinde tasarlanan ve gerçekleşmesi
özlenen şey, düş, hayal,
hülya.
· Genel görünüş, izlenim, imaj.
· psikol. Duyu organlarının dıştan
algılandığı bir nesnenin bilince yansıyan benzeri, hayal, imaj.
· 4.psikol. Duyularla alınan bir
uyaran söz konu olmaksızın bilinçte beliren
nesne
ve olaylar, hayal, imaj. (Türkçe Sözlük, 2005: 962)
ironi : (Eski
Yunanca: eironeía), söylenenin tam tersinin kastedildiği ifadedir. Söylenen ya
da yapılan eylem, ciddi görüntüsü altında, karşıt söylenceyi ya da eylemi,
çelişki noktasına çekmeyi hedefler. Mizahdan farkı olarak, ironi daha eleştirel
yaklaşır. İroni mimik, jest ve tonlama ile söylemek istenenin altını, dolaylı
çizer.
Sokrates'in diyalog yöntemi iki aşamadan
oluşur. Birincisi ironidir. Sokrates, muhatabının kesin doğru olduğunu
düşündüğü bilgileriyle ilgili çeşitli sorular sorarak bu bilgilerin gerçekte
tartışmaya açık olduğunu kanıtlar.İkinci aşama ise maiotiktir. Sokrates bu
aşamada yine ustaca sorduğu sorularla muhatabının zihninde doğuştan var
olduğunu düşündüğü gizli bilgileri ortaya çıkarır.
Türk Dil Kurumu ise 2005 basımı sözlükte
madde başı olarak yer verdiği “İroni” kelimesine; Gülmece, söylenen sözün
tersini kastederek kişiyle veya olayla alay etme anlamlarını vermiştir.
istitrâd: Edb: Bir söz söylerken o fıkra
içinde başka bir bahis nakletmek.
izlenim:
Bir durum veya olayın duyular yolu ile insan üzerinde bıraktığı etki, intiba,
imaj
Uyaranların, duyu organları ve ilişkili
sinirler üzerindeki etkileri veya belirli bir durumun kişi üzerindeki
çözümlenmemiş bütün etkisi, intiba.
Dolaysız olarak alınan bilinç içeriği;
duyu organlarının bir uyarımı sonucu ortaya çıkan duyum.
jakobenizm: Fr. jacobinisme a. Tepeden
inmecilik.Jakobenizm, ideolojisini genel kitle ideolojisinden daha yeğ gören ve
dikte yolu ile bu ideolojiyi kabullendirmeyi amaçlayan politik akım. Kelime
anlamı itibarıyla keskin devrimci anlamına gelir.
Bu
akım, Fransız Devrimi sonrasında kurulan Jakoben Demokratik Klübü'nün
fikirlerine dayanır. Fransız Devrimi' nin en radikal belirleyici unsurudur.
Maximilien Robespierre liderliğindeki bu kişiler, karşı devrimlerin ancak
devletin zor rolünü gerçekleştirmesiyle ortadan kaldırılabileceğini
savunmaktadır. Amaçları bir dönemlik dikta yönetimi sonrası "Aydınlanma
Çağı" felsefecilerinin öngördükleri doğal düzene ulaşmaktır. Bir tür
toplum mühendisliği çabasıdır. Fransa'da eğitim alanında 20. yüzyıl ortalarına
kadar etkisini sürdürmüş ve bu nedenle Fransa'da yaşayan azınlıklara yerel
dillerini konuşma olanağı verilmemiştir.
Jakobenizm
bir ideoloji değil yöntemdir. İdeolojisini topluma benimsetmek isteyen herkes
Jakoben olarak kabul edilebilir. Fransız Jakobenler ideolojilerini benimsetmek
için devrimi tercih ettiklerinden karşıtları tarafından dayatmacılıkla
suçlanmışlardır. Fransız Jakobenlerin ideolojisi aristokrasi yerine
cumhuriyettir. Aristokrasinin kurumlarına karşı sert davrandıkları için
gericiler tarafından eleştirilmişlerdir. Aristokrasi, teokrasi ve feodaliteyi
savunanların yöntemleri baskı, korkutma ve şiddete dayandığından onlar da
Jakobenler tarafından karşı devrimcilikle suçlanmışlardır.
kadim: Başlangıcı olmayan, eski,
ezelikadim
kaos: Fr. chaos a. (ka'os) 1. Evrenin
düzene girmeden önceki biçimden yoksun, uyumsuz ve karışık durumuİng. Chaos
(Yun. khaos = uçurum, dipsiz uçurum) Evrenin, düzene girmeden önceki biçimden
yoksun, uyumsuz ve karışık durumu..
2. mec. Kargaşa
kavram: nesnelerin ya da olayların ortak özelliklerini kapsayan ve bir ortak
ad altında toplayan genel tasarımdır.
Kavramlar, soyuttur ve gerçek dünyada
yoktur. Benzer olan fikirleri, insanları, olayları vs gruplandırmak için
kullanılan bir sınıflamadır. Kavram yanılgıları ise daha çok kişisel deneyimler
sonucu oluşmuş, bilimsel gerçeklere ve düşüncelere aykırı, anlamlı öğrenmeyi
engelleyici bilgilerdir.
Kavram klasik mantıkta oldukça
önemlidir. Kavramlar dille ifade edilirse buna terim adı verilir. Başka bir
deyişle kavramlar nesnelerin soyut tasavvurları iken, bu tasavvurların dildeki
karşılıkları ise terim olarak adlandırılır.
Kavramlar işaretlerle ifade edilir. Bu
işaretler sözlü veya sözsüz olabilirler. Bu işaretleri islam mantıkçıları
"delalet" adıyla nitelemişler ve delaletleri tabii, akli ve vaazi
delaletler olarak üç gruba ayırmışlardır. Her bir grup da sözlü veya sözsüz
işaretler taşıyabilir ve böylece delaletler 6 gruba ayrılmış olur. İşte mantığı
ilgilendiren sadece sözlü olan delaletlerdir.
kerte: a. 1. İşaret için yapılmış çentik
veya iz, kerti.
2.
mec. Derece, radde
kolonyalist: sömürgeci : Sömürgesi olan,
sömürge elde etmek amacında olan kimse veya ülke, müstemlekeci
konsensüs: i. fikir birliği, ortak görüş,
oybirliği; organların etkileşimi
konsept: Fr. concept a. 1. fel. Kavram. 2.
Anlayış, görüş. 3. Tarz. 4. Düzen.
konvansiyonel: Anlaşma ile ilgili, uzlaşma ile ilgili. Geleneksel
kurgu: Bir bütün
oluşturmak için parçaları takıp birleştirme işi, montaj.
Bir işe hazırlamak için yapılan telkin
Uygulamaya geçmeyen yalnız bilmek ve
açıklamak amacını güden düşünce, kuramsal araştırma, spekülasyon.
Bir filmin değişik süre ve yerlerde
çekilen bölümlerini, bir anlam ve uyum bütünlüğü sağlayarak birleştirme,
montaj.
Her türlü yaratı.
kült sözü Türkçe'ye Fransızca
culte'den gelir. Sözlerin temel kökü ise Latince cultus yani
"tapınma"dır.
Kült,
esasen "din" anlamında kullanılsa da, din ve sosyoloji bilimlerinde,
çevrelerindeki kültür veya toplumun genel veya anaarterin dışı gördüğü inanç,
uygulama veya ibadetlere kendini adamış bir birleşik insan topluluğuna verilen
isimdir. Modern anlamda özellikle küçük ve yeni sayılabilecek dini hareketlere
inanan insan toplulukları için kullanılmaktadır. Bu ayrı durumları yeni ve
değişik inanç sisteminden olabileceği gibi garip uygulama ve adetlerinden veya
genelin kabul ettiği kültürü benimsememelerinden olabilir.
Günlük
kullanımda "kült" sözü genellikle olumsuz bir vurguya iyedir. Her ne
kadar kült genellikle din manasında ele alınsa veya belirtildiği gibi dini bir
grup olarak tanımlansa da, dini öğeler içermek zorunda değildir.
kültleştirici: kutsallaştırıcı
kültür farklı anlamları olan bir terimdir. İnsana ilişkin bir
kavram olarak kültür, tarih içerisinde yaratılan bir anlam ve önem sistemidir.
Bir grup insanın bireysel ve toplu yaşamlarını anlamada, düzenlemede ve
yapılandırmada kullandıkları inançlar ve adetler sistemidir.
Türk
Dil Kurumu sözlüğüne göre ise, kültür (ekin, eski dilde hars) kavramının tanımı
şu şekildedir: “Tarihsel, toplumsal gelişme süreci içinde yaratılan bütün maddi
ve manevi değerler ile bunları yaratmada, sonraki nesillere iletmede
kullanılan, insanın doğal ve toplumsal çevresine egemenliğinin ölçüsünü
gösteren araçların bütünü.”
Sosyolojik
olarak, kültür bizi saran, insanlardan öğrendiğimiz toplumsal mirastır.
Kültürün
oluşmasında iki süreç vardır; birinci süreçte insan pasif ve alıcı konumdadır.
Belli bir coğrafi çevrede yaşıyor, beslenme ve barınma ihtiyaçlarını orada
gideriyordur. Doğayla kurulan bu öncül ilişki, yani ihtiyaçları doğrultusunda
edindiği bilgi, dili, davranışları ve maddi üretim ve tüketim aletleri kültürün
yaratılmasında birinci aşama olarak karşımıza çıkar.
İkinci
aşamada ise insan alıcı konumdan çıkar ve üretmeye başlar; yani yaşadığı
çevreye etkin ve aktif bir güç olarak katılır. Bu süreç ilk aletlerin
yaratılmasıyla sınırlı olarak başlayıp Neolitik Çağ’la birlikte hız
kazanmıştır.
Kültür
birikimle birlikte ivmesi artan bir toplumsal yapı bileşenidir. Giderek her
nesil miras aldığı kültüre maddi ve manevi bir katkı yapar ve onu kendinden
sonrakilere miras bırakır. Bireyler için ise yargılama, zevk ve eleştirme
yeteneklerinin öğrenme ve tecrübeler yoluyla geliştirilmiş olan biçimine o
kişinin kültürü denir.
Bireyin
edindiği bilgileri anlatmak için de kültür sözcüğü kullanılır.
küratör: Fr. curateur a. Müze, kütüphane,
sergi, hayvanat bahçesi vb.ni yöneten ve etkinliklerini düzenleyen yetkili
kimse.
latinize : Latince'ye çevirmek, latince sözcükler kullanmak
lirik
şiir, duyguların
coşkun bir dille anlatıldığı edebiyat eserlerinin genel adıdır.
Latince
lyricus, Yunanca lyricos, Fransızca lyrique kelimelerinden türemiştir.
Sözlük
anlamı ise; coşkun, ilhamla dolu demektir.
Eski
Yunan'da kullanılan lirik sözcüğü bugünkü anlamında kullanılmıyordu. Bireysel
duyguların içten geldiği gibi, coşkulu, etkili bir dille anlatılmasına da
lirizm denir.
Sıfat
olarak esin dolu, coşkun, içli bir dili bulunan anlamlarında kullanılan lirik
sözü, bu niteliği taşıyan düzyazı ürünleri de niteler. Aynı genellik lirizm
için de söz konusudur.
Eski
Yunan edebiyatında ozanlar şiirlerini lir denen telli bir sazla söyledikleri
için, bu türlü şiirlere lirik denmiştir.
Türk
edebiyatında da âşık, ya da saz şairi adı verilen halk ozanları şiirlerini hâlâ
sazla söylemektedirler.
Lirik
şiirde toplumsal mutluluk ya da felâketlerden duyulan sevinç ya da acı gibi
ortak duygular; ya da aşk, ayrılık, özlem, ölüm acısı, vb. gibi bireysel
duygular anlatılır.
Lirik
şiir dünya edebiyatında en çok işlenen ve sevilen şiir türüdür.
Türk
edebiyatımızda halk âşıklarının (veya halk şairlerinin) söylediği şiirlerin
çoğu liriktir. Batı edebiyatında Rönesans devri ozanlarının (Petrarca, Ronsard,
vb.); daha sonra da, ilke olarak içe dönüklüğü benimseyen romantik ozanların
(Lamartine, Hugo, Musset, vb.) duygusal ve öznel bir nitelik gösteren şiirleri
bu türün başarılı örnekleridir.
Lirik
şiir, Türk edebiyatında da en çok kullanılan şiir türlerinden biri olmuş; Divan
edebiyatında (Fuzuli, Nedim, vb.), Halk tasavvuf edebiyatında (Yunus Emre,
vb.), din-dışı Halk edebiyatında (Karacaoğlan, vb.) ve yeni edebiyatta (Yahya
Kemal, vb.) bu alanda büyük ozanlar yetişmiştir. Bu türe örnek olarak;
Fuzûli'nin "Su" kasidesi, Yahya Kemal Beyatlı'nın "Hayal
Şehir" ve Mehmet Âkif Ersoy'un "Bülbül" isimli şiirleri
verilebilir.
lombrozoik: Doğuştan suçlu,
maçoluk..vb. anlamlarda kullanılır, Lombrosso2yu nun tezine atıfı hatırlatır.
(Cesare Lombrosso (1836 – 1909), İtalyan kriminolog.Bazı insanların doğuştan
suça eğilimli olduğunu, bu kişilerin bir takım ruhsal anormallikler
sergilediğini ve suçlu insanların, kafa yapılarından hemen tanınabileceğini
iddia etmiştir. Ona göre, doğuştan suçlu kişiler ile ilkel ataları arasında
kalıtımsal bir bağ vardır. Bir şekilde ilkel atalarına çekmişlerdir.)
lumpen: İçinde bulunduğu toplumun kültürüne yabancı
düşen, sözde bilgili tutum ve davranışlarıyla itici olan anlamına gelen
kelimedir.
Toplum
kültürüne ters düşen itici insanlar için kullanılır. Bilinçsizce aykırı olmaya
çalışmaktır. Marx tarafından; işsiz, güçsüz ve sınıf bilinci olmayan insanlar.
madun: madun Ar. m¥ +
d°n a. (ma:du:n) esk. 1. Alt. 2. Ast
mahfil: 1. Toplantı yeri, 2. Toplanmış
kimseler, 3. Camilerde parmaklıkla ayrılmış yüksek yer.
ma'kes: Akis yeri. Akseden yer. (Ayna
güneşin ma'kesi olduğu gibi.) (Osmanlıca'da yazılışı: ma'kes) ,Yap(mak)
makes
bulmak: Yansımak,
yansıyacak yer bulmak.
maluliyet: Sakatlık.Hastalıklı olma,
illetlilik. (Osmanlıca'da yazılışı: ma'luliyet)
mazmun kelimesinin sözlük anlamı : “Ödenmesi gereken borç;
muhteva; mana, kavram; nükteli veya cinaslı söz; klişe söz; dolaylı anlatım”
olarak yer alır.
mecaz (ya da metafor) : İlgi veya benzetme sonucu gerçek
anlamının dışında kullanılan kavram.
Ad
değişimi olarak
da bilinir. Mecâz sanatı, anlatımı daha etkili kılmak ve söze canlılık
kazandırmak amacıyla yapılır. Söze güzellik, güçlülük, canlılık, zarafet,
derinlik veya genişlik verir.
"Mecaz"
sözcüğü Türkçeye en geç 1300'lü yıllarda, Arapça "macāz" sözcüğünden
geçmiştir. Bu sözcük Arapçadaki cwz (geçit, köprü) kökünden gelir.
Türkçeye
Fransızcadan geçen, Antik Yunancada "taşıma, transfer etme"
anlamlarına gelen "metafor" sözcüğü, Aristoteles'te"mecaz"
anlamında kullanılmış, Antik Çağ'ın sonlarına doğru ise anlam daralmasına
uğrayarak Türkçedeki "istiare, eğretileme" kavramları karşılığında
kullanılmaya başlanmıştır.
medeniyet: Uygarlık (uygarlık. Uygar
olma durumu, medeniyet, medenilik.Bir ülkenin, bir toplumun, maddi ve manevi
varlıklarının, fikir, sanat çalışmalarıyla ilgili niteliklerinin tümü,
medeniyet )
medlûl: Ar. medl°l a. (medlu:lü, l ince
okunur) esk. Anlam.
melankolik: Fr. mélancolique sf. (l ince
okunur) 1. Kara sevdaya tutulmuş, kara sevdalı
2.
mec. Hüzün veren, hüzün belirtisi olan
metafor: Eğreltileme anlamına gelmektedir.
Genellikle benzetme olarak bilinir fakat benzetmeyle arasında fark vardır. Bir
sorunu başka bir şekilde ifade etmek için kullanılır. Bir şeyi başka şey ile
benzetmeye, kıyaslamaya, anlatmaya yarayan mecazlardır.
Eğretileme terimi Türkiye
Türkçesinde, istiare terimi İslam kültür dünyası
çerçevesinde, metafor terimi ise evrensel ölçekte
kullanılmakta.Metafor kavramının kaç çeşit algılanma biçimi var acaba? Bunları
şöyle sıralayabiliriz:
1.
Metafor, mecaz (değişmece) demektir.
2.
Benzetmeyi içeren her aktarma metafordur.
3.
Metafor, benzetme yönünün eksiltilenmesiyle oluşmaya başlar.
4.
Benzetmenin ilgeçsiz kuruluşu metaforu oluşturmaya başlar.
5.
Metaforu elde etmenin yolu, benzetmenin iki temel öğesinden birisinin sözden
düşürülmesi, diğerinin söze esas alınması sonucu aktarma yapmaktan geçer.
6.
Metafor, eğretilemeden daha başka, hatta daha geniş, daha kapsamlı bir
kavramdır.
metonimi : (bkz: Mecaz-ı mürsel) Bir parça veya unsurun, bütünü temsil etmek için kullanıldığı bir iletişim
biçimi. En basit şekliyle, krala atıfta bulunurken taçtan bahsederiz. Bununla
beraber biz aynı zamanda metonimi yoluyla pekçok karmaşık metini de anlarız.
Mesela bir gazete fotoğrafında tek bir yoksul köylü çiftçi, bütün köylüleri
veya belli bir topluluğun, ulus ya da kıtanın bütün mensuplarını temsil
edebilir. Bu bakımdan metonimi, Roland Barthes tarafından tanımlandığı gibi,
mitolojide rol oynayabilir.
Bütünü temsil eden parçadan yola çıkarak
yorumlayıcı bir hamle yaptığımızda, farkında olmadan, siyasal ve olgusal belli
bir açıdan sorgulanabilir, fakat yine de doğru kabul edilen (ve dolayısıyla
doğal) varsayımlar kullanmış oluruz. Böylece tek bir köylü çiftçi, mesela
bütün Afrikalıların, elverişsiz bir iklimin yoksullaşmış kurbanları okluğu
şeklinde, dile getirilmeyen bir inancı teyit edebilir.
metinlerarasılık: Bir metnin kendinden önce yazılmış
başka metin/metinlerle yapmış olduğu alışveriştir. Yani bir A metninin, B metni
içinde yer alan herhangi bir mevzuyu, durumu, olayı, olguyu vb. şeyleri kendi
metni içinde çeşitli ilişkiler, yöntemler ve imgelerle yer vermesidir. Kısacası
iki metin arasındaki bir tür konuşma veya alışveriştir.
Metinlerarası
başka metinlere ait unsurları taklit etmek ya da onları olduğu gibi yeni bir
metne sokmak işlemi değil bir “yer(ya da bağlam) değiştirme”(transposition)
işlemidir’.
Yöntemleri
arasında alıntı, gizli, alıntı, anıştırma, yansılama, öykünme, anlatı içinde
anlatı, vb. biçimleri taşıyan kavram Kristeva’ya göre aynı zamanda birden çok
gösterge dizgesinin yeni bir anlamla donatılarak yeni bir gösterge dizgesi
oluşturmasıdır.Kristeva’ya göre, herhangi bir metin, öncelikle, bir “alıntılar
mozaiğidir”. Bir metin, öteki metinlerin, özümsenerek tek bir metin içerisinde
birleştirilmesinden başka bir şey değildir.
modern: Çağdaş. Çağa uygun, asri.
modernizm : Bilimsel, siyasal, kültürel
gelişmelerle ve sanayi devrimiyle birlikte hareketlenen büyük toplumsal
değişime eşlik eden zihniyetin tamamı için kullanılabilen bir terimdir.
movement: Hareket, kımıldanma, Aklı, meyil,
istidat, Ask Hareket, akım, manevra, işleme, bağırsakların çalışması
mülemma : sıfat (mülemma:) eskimiş Arapça mulemma
mülemma : sıfat (mülemma:) eskimiş Arapça mulemma
1. sıfat Alaca renkli, renk renk
|
2. isim, edebiyat Dizelerinden her biri başka dille yazılmış
şiir
|
3. Bulaşmış, sıvanmış
|
musahhih: Ar. esk. Düzeltici
müstehzi: Ar. mustehz³sf. (müstehzi:) 1. Alaycı,
2. zf. Alaycı bir biçimde
müstekreh: iğrenç: İnsanda iğrenme duygusu
uyandıran, tiksindiren
mütekabiliyet, karşılıklı olma durumu anlamına
gelen bir kelime ve diplomatik bir terim. Devletler arası ilişkilerde maruz
kalınan davranışa aynı şekilde karşılık verme prensibini tanımlar.
mütekebbir: Kibirli, kendini beğenmiş. Kendini
büyük gören, büyüklenen, gururlu
narrative : Hikaye, öykü, hikaye anlatma, rivayet
Hikaye, fıkra
Hikaye söyleme sanatı
Hikaye kabilinden.
narsisizm veya özseverlik, kişinin kendisine tapması, kabaca
tabirle kişinin kendisine aşık olması olarak tanımlanan bir terimdir. Farklı
tanımları ve kullanımları mevcuttur
narsisist : dilimize narsist şeklinde yerleşmiş olan
sözcüktür.yunan mitolojisi'ndeki narkissos'a dayanır ki aynı lâvuğun adı nergis
adlı çiçekte yaşamaktadır.
narsist
narsçı anlamına gelmektedir. oysa narsisist, narcissosçu anlamına gelmektedir.
yunanca'da son hecedeki os okunmaz. c'yse k okunur. ancak batı dillerine s
olarak geçmiştir. oradan da türkçe'ye geldiği için durum böyledir.
Hasta
kendisinin çok önemli olduğu duygusunu taşımaktadır. Başarılarını ve
özelliklerini anlatır, üstünlük duygusu, grandiyözite, empati kuramama, kendini
diğer insanlardan daha üstün ve özel görme, başarı, zeka, akıl, üstünlük gibi
konulara kafa yorma, kendini çok sevme, kendine göre, kendi için ve kendi
yararına düşünen, kıskanç, kendi çıkarları için başkalarını kullanan, aşırı
bencil ve benmerkezci, özel ve eşi benzeri bulunmaz birisi olduğunu savunan,
beğenilmek için her şeyi sergileyen, üstün kişi ve kurumlarla ilişkiler kurmayı
hak ettiğini savunan kişilerdir. sevgi, saygı, empati, anlayış ve duygusallık
hayatlarında pek yer kaplamaz. bu bozukluğun yapısı kronik olup tedavisi son
derece zordur. psikiyatristin telkinlerine yatkın değillerdir. çünkü bir
başkasının doğrusunu kabul etmeyi güçsüzlük sayarlar. tedavisi oldukça güçtür.
bu kişiler aslında yapılarından pek de mutsuz değillerdir. ancak
çevresindekiler için son derece zor bir yapıları vardır.
nosyon: kavram: Bir nesnenin
veya düşüncenin zihindeki soyut ve genel tasarımı, mefhum, fehva, nosyon,
Nesnelerin veya olayların ortak özelliklerini kapsayan ve bir ortak ad altında
toplayan genel tasarım, mefhum, nosyon.
objektif: Fr. objectif sf. fel. 1. Nesnel,
subjektif karşıtı
2.
a. fiz. Fotoğraf makinesi, mikroskop, dürbün vb. optik aletlerle cisimlerden
gelen ışınları alıp ekran üzerine yansıtan mercek veya mercek sistemi,
Objektif: Tarafsız (bireyin kişisel görüşünden bağımsız olan)
Objectif (Nesnel) : Kisisel görüşün, yorumun yer aldığı,
herkesçe kabul edilmeyen ve kanıtlanamayan yargı.Nesnel Nedir : Nesneyle
ilgili, nesneye değğin, nesneyle belirlenen bilinçle ilişkili olan anlamındaki
öznel terimine karşılık olarak dış gerçekle ilişkili olanı dile getirir.
Nesnel
= Objektif = Kesin = Bilimsel = Değişken olmayan = Kanıtlanabilir = Herkese
göre aynı
ontolojik: Fr. ontologique sf. (l ince
okunur) Varlık bilimi ile ilgili, varlık bilimine ait.
oryantalizm: Doğu bilimi. (en) Orientalism.
(doğu bilimi: Avrupa'ya göre doğuda yer alan ulusların dillerini, tarihlerini,
kültür ve törelerini inceleyen bilim, Şarkiyat, oryantalizm.)
parodi isim, tiyatro Fransızca parodie : isim, tiyatro Ciddi sayılan bir eserin bir bölümü veya bütününü alaya alarak, biçimini bozmadan ona bambaşka bir özellik vererek biçimle öz arasındaki bu ayrılıktan gülünç etki yaratan bir oyun türü
parodi isim, tiyatro Fransızca parodie : isim, tiyatro Ciddi sayılan bir eserin bir bölümü veya bütününü alaya alarak, biçimini bozmadan ona bambaşka bir özellik vererek biçimle öz arasındaki bu ayrılıktan gülünç etki yaratan bir oyun türü
paradoks: Görünüşte doğru olan bir ifade
veya ifadeler topluluğunun bir çelişki oluşturması veya sezgiye karşı bir sonuç
oluşturmasıdır. Çoğunlukla, çelişkili görünen sonuç veya sonuçların aslında
çelişkili tarafları vardır. Paradoks teriminin karşılığı olarak Türkçe'de
yanıltmaç, çatışkı ve çelişki sözcükleri kullanılmaktadır.
paranoid: Kişilik Bozukluğu . Bu hastalığın temelinde
başkalarına karşı duyulan güvensizlik ve kuşkuculuk yatar. Kişi kuşkularını,
tartışarak, şikayet ederek yada agresiflik ile ifade eder. Paranoid kişiler
görüntüde soğuk, objektif ve mantıklı gibi görünebilirler ama genelde
saldırgan, inatçı ve sarkastik davranırlar. Başkaları hakkında negatif yargılar
geliştirebilir ve kendileri gibi paranoid inançların paylaşıldığı tarikatlara
yada gruplara üye olabilirler.
Paranoya: Aşırı
endişe veya korkuyla karakterize edilen, sıkça mantıksız kuruntularla bilinen
bir rahatsızlıktır. Kelime Yunanca'da, "παράνοια" (paranous)
"düpedüz delilik" anlamına gelir (para = dışarda; nous =
akıl, aklını kaçırma) ve terim geçmişte kuruntu, delirme durumlarını ifade
etmek için kullanılmıştır.
Paranoya çoğu zaman şizofreni gibi psikotik hastalıklarla iç içedir. Bununla birlikte seyrek olarak, paranoyak kişilik
bozukluğu gibi, psikotik olmayan, diğer durumlarda da gözlenebilir.
Paranoya, bireyin herhangi bir olay
karşısında olayın oluşumundan farklı olarak gelişebileceğini kendi içerisinde
canlandırma yolu ile öne sürdüğü ve sınırsız sayıda çeşitlendirebileceği hayal
ürünlerinin tümüdür.
Halk arasında, paranoya deyimi,
genellikle bir şahsın, çevresindekiler hakkında aşırı şüpheciliğini tanımlamak
için kullanılır. Böyle bir kişiye yapılan tavsiyeler, iyi niyetli bile olsa, o
kişi tarafından kötü niyetle yapılmış olarak algılanır. Başkalarının kendisi
hakkında komplo yaptığı kuruntusuna kapılabilir, kendilerine veya mülklerine
karşı bir tehdit olduğu endişesi içine düşer. Bu düşünceler, o şahısa büyük rahatsızlık
verir. Çevresindekiler de, bu durumdan rahatsız olur. paranoya deyim yerindeyse
kişiye hiç ummadığı anda devamlı süregen rahatsızlık vererek kuruntularının
gerçekleşecegi düşüncesiyle her daim sıkıntı yaşatır.
Pastiş:
Bir araya getirilme.
Postmodernizm ile dile yerleşmiş bir
kavramdır. Genel olarak kültürel biçemlerde oluşturulur. Bu da farklılığın,
çeşitliliğin ve belirsizliğin ve de kimliklerin bir araya getirilme işlemidir.
Kendi gibi düzensizliğe sahiptir. Düzensizlik ve kolaj ile beslenir.
patriyarkal: Ataerkil.( Ata erki
temeline dayanan, pederşahi )
platform: Fr. plate-forme a. (l ince
okunur) 1. Yüksekçe yer
2.
jeol. Büyük çaplı tabakaların çarpılması ve bunun sonucunda oluşan hafif
eğimlerle nitelenen jeolojik yapı tipi.
3.
mec. Bir siyaset programında, dayanılan düşünce veya düşüncelerin tümü.
poetik: sf. 1. Şiire özgü. 2. Şiir
niteliğinde olan.
polemik: Fr. polémique a. 1. Söz dalaşı,
2. ed. Kalem kavgası, Polemik, belirli bir inanç ile ilgili gerçeğin ortaya
çıkartılması veya tam aksine inanç kurmaya, oluşturmaya yönelik tartışılan
argümandır.
Polemik
genellikle siyasi, bilimsel, edebi konularda sert tartışma, zıtlaşma ve münazaa
şeklinde gerçekleşir. Bu tür yargılama sanatı veya uygulamalara da polemik
denilir. Sıkça polemik yazı yazan yazarlar ve konuşanlara ise polemist veya
polemikçiler denilmektedir. Polemik Türk Dil Kurumu tarafından isim olarak söz
dalaşı, edebiyatta ise kalem kavgası olarak açıklanmıştır.
Polemik
kelimesi, sözcük kökü Yunanca πόλεμος (polemos), "savaş" kelimesinden
gelen πολεμικός (polemikos) savaşçı, saldırgan kelimesinden gelmektedir.
postmodern: Postmodernizm yanlısı.(
postmodernizm : XIX. yüzyıl sonu ile XX. yüzyıl başlarındaki modernist arayışın
canlılığını kaybetmesinden sonra ortaya çıkan çeşitli üslup ve yönelişlerin
adı.) Postmodern metin türü yüksek sanat ya da popüler ayrımı yapmadan, daha
önceden var olan bütün metinleri malzeme olarak kullanır onları bağlamından
koparır ve yeni bir anlatının unsuru olarak kullanır. “Çatışkılı(paradoksal) olarak,
hem popüler hem de seçkin yazın ve kültür geleneklerini kullanan postmodern
metinler genellikle öykü anlatımı / işaret edimi ve anlatılmış /işaret edilmiş
metinlerin hatırlanmasıyla ilintilidir.
postmodernizm kelimesi “post” ön eki, “modern” kelimesi ve “-izm”
son ekinden oluşur. Değişik makalelerde modern sonrası olarak tanımlanan bu
kavram, terimsel anlamını ön ekindeki “post”dan almıştır. Yani, “post ‘-den
sonra’ değil, ‘-den kaynaklanan’, ‘-den devam eden ama ondan ayrılan’ (Menteşe,
1995, 274) anlamındadır. O halde postmodernizm, modernizmden beslenmiş ama
ondan ayrılmış bir anlayıştır diyebiliriz.
pragmatizm : Felsefede uygulayıcılık, uygulamacılık, pragmatizm,
pragmacılık, fiîliyye, faydacılık, yararcılık gerçeğe ve eyleme yönelik olan,
pratik sonuçlara yönelik düşünmektir. Kelimenin dayandığı felsefi terim prágma,
Eski Yunanca olup iş, eylem demektir. Pragmatik ise kelime anlamı olarak işe
yönelik anlamına gelir. "Faydacılık" bu terime karşılık kullanılar
sözcüktür.
praksis: Praksis, kelime anlamıyla
uygulama, aksiyon, pratiğin önemi gibi anlamlara gelmekte olan felsefi ifade.
Amaç, sonuca ulaşmaya yöneliktir ve bu bedensel ve ruhsal çabanın ürünüdür.
Marksist felsefeye içkin bir içerik ile daha çok formüle edilmiş olan praksis,
bilimsel, politik ve sanatsal görünümler ile ortaya çıkabilir.
psikanaliz :Sigmund Freud'un çalışmaları üzerine kurulmuş
bir psikolojik kuramlar ve yöntemler ailesidir.
Bir
psikoterapi tekniği olarak psikanaliz, hastaların zihinsel süreçlerinin
bilinçdışı unsurları arasındaki bağlantıları ortaya çıkarmaya çalışır.
Analistin amacı hastanın transferansın sorgulanmamış ya da bilinçdışı
engellerinden, yani artık işe yaramayan ve özgürlüğü kısıtlayan eski ilişki
kalıplarından, serbest kalmasına yardım etmektir.
proje: Fr. projet a. 1. Değişik alanlarda
önceden plan ve programa alınmış, maliyeti hesaplanmış, kurum ve kuruluşların
yönetim organları tarafından onaylanmış, kısa ve uzun vadeye bağlanarak özel
kurum veya devlet adına gerçekleştirilmesi kabul edilmiş bilimsel çalışma
tasarısı.
2.
Gerçekleştirilmesi istenen tasarı,
3.
mim. Mal sahibinin isteğine göre yapılacak bir yapıyı, belli bir programa göre
inşa edilecek bir yapı bütününü, bir makine veya bir kuruluşu plan durumunda
gösteren çizim.proje bk. Tasarı,
İng.
project 1. Yapılacak tesislerin yerini, niteliklerini, mali yönünü, mimari
çizim ve inşaat hesaplarını, keşif ve metraj cetvellerini, üretim planını, kamu
kurum ve kuruluşlarından alınmış belgelerle kurulacak işletmeye ait her türlü
belge ve bilgilerin bütünü.
2.
Değişik alanlarda önceden plan ve programa alınmış, maliyeti hesaplanmış, kurum
ve kuruluşların yönetim organları tarafından onaylanmış, kısa ve uzun vadeye
bağlanarak özel kurum veya devlet adına gerçekleştirilmesi kabul edilmiş
bilimsel çalışma tasarısı.
rasyonel: 1-
Akla ve düşünce yasalarına uygun olan;
2- Akıl içeren, aklın varlığı ya da
faaliyetiyle belirlenen şey;
3- Akıllı, akılcı bir biçimde
gerçekleşmeye veya fonksiyon göstermeye, rasyonel bir araştırmaya katılmaya
yetili olma durumu;
4- Anlaşılmaya uygun, elverişli bir
yapıda olma hali
rasyonalite: Akılcılık olarak da bilinen
kavram, iktisatta, bir davranışın veri kabul edilen bir amaca ulaşma açısından
tutarlı olup olmadığıyla ilgilidir; yani iktisatta, bireyin amacının kar-fayda
maksimizasyonu olduğu düşünülürse, bu amaca ulaşmak için tutarlı bir biçimde
hareket edeceklerini öne süren özselci bir rasyonalite anlayışı, bir nevi homo
economicus'un ön plana çıkarılışı. (bkz: özsel rasyonalite)
referans: Fr. référence a. 1. Tavsiye
mektubu. 2. Kaynak. 3. Tavsiye.
ressentiment: Fransızca da kızgınlık, hınç
demektir. Nietzsche nin köle ahlakının sebebi olarak gösterdiği durum. Zayıf ve
fakirlerin yönetenlere karşı duyduğu içsel hınç, arzu nesnesine ulaşamayan
öznenin, bunu temsil eden şeye karşı hissettiği kötü duygu.
retorik: Etkileyici ve ikna edici konuşma
sanatı.
Sözcük güncel kullanımda "etkileyici ve ikna
edici olmakla beraber içtenlikten veya anlamlı içerikten yoksun lisan"
anlamında da kullanılır.
sahih : Gerçek, doğru, sağın, hakiki
(sağın: Doğruluk kuralına uygun olan.Sözün anlatılmak istenene tam karşılık
olması, tam uygun düşmesi niteliği, sahih. )
(birini) sarakaya almak: alay etmek, alaya almak
(birini) sarakaya almak: alay etmek, alaya almak
sembolizm ya da
simgecilik: En genel anlamıyla farklı anlamlara gelen ya da farklı öğeleri
simgeleyen çeşitli sembollerin kullanımıdır. Sembolizme sanatta, özellikle
resim, müzik ve edebiyat alanlarında rastlanır.
Simulakrum :(çoğulu Simulakra) doğadaki cansız
maddelerin kendiliğinden, bir anda veya zamanla bir canlıya benzer biçim
almasına ve bu tür oluşumlara verilen addır. Felsefede ise Jean Baudrillard
görüşüne göre orijinali, gerçeği, ilk örneği olmayan; kendisi zaten kopya olan
bir şeyin kopyasını anlatan bir terimdir.
Felsefede simulakrum
Simülasyon evreninin ortaya çıkışı II.
Dünya Savaşının sonuçlarıyla bağlantılıdır. Baudrillard'a gore II. Dünya Savaşı
sonrası sağ, solun işlevlerini yerine getirmeye başlamış; yâni, sosyal devlet
ilkesi ortaya çıkmıştır. Ayrıca sanayi ve tarım sektörlerinin belirleyiciliği
iletişim ve hizmetler sektörlerinin belirleyiciliğinin ardına düşmüştür. Bu
veriler batıda bir çeşit durağanlığa sebep olmuş ve batı kendi ekseni etrafinda
dönmeye başlamıştır. Bu kendi etrafında dönüş süreci kavramların içlerinin
boşaltılması sonucunu doğurmuştur. Artık her kavram televizyonlardan akmakta,
insanlar teknolojinin onlara sağladığı bu rahatlık sayesinde herhangi bir şeyi
derinlemesine düşünememektedir ve iletişimi sağlamak adına yaratılan cansız
kitle iletişim araçları kendilerine yüklenen işlevden, yani aracı olma
konumundan çıkıp bağımsız bir kendilik haline gelmiştir. Birey ise bu durumu
çaresizlik içinde izlemektedir; herseyin farkındadır, fakat rahatlığından da
taviz vermek istememektedir. Baudrillard'ın örneğine bakacak olursak: Birey
televizyonda Sudan iç savaşını, herhangi bir tuvalet kağıdı reklamıyla aynı
duyarsızlıkla izlemektedir. Televizyonu kapattıktan sonra Sudan'daki iç savaş
devam etse bile onun için bitmiştir. İşte bireyin yaşadığı bu evren simülasyon
evrenidir. Her şey görüntülerden ibarettir ve cansızdır.
Rekreasyonda simulakrum
Simulakra fenomenine Türkiye'den
gösterilebilecek örneklerden biri, Mustafa Kemal Atatürk'ün naaşının Etnografya
Müzesi'nden Anıtkabir'e nakledildiği yıl olan 1953'te, Yozgat'ta, gökyüzünde,
bulutlarda Atatürk'ün bir görüntüsünün oluşmasıdır. Bu görüntünün fotoğrafı
halen Anıtkabir Müzesi'nde bulunmaktadır. Simulakra fenomenine erozyona uğramış
kayalarda sıkça rastlanır. Balıkesir'in Burhaniye ilçesindeki Atatürk'ü izleme
mevki bu oluşuma örnektir: kayalarda Atatürk'ün ellili yaşlardaki profilinin
görüntüsü seçilebilir.
simülasyon:
Benzetim, simülasyon veya öğrence, teknik olmayan anlamda bir şeyin benzeri
veya sahtesi anlamında kullanılır. Teknik anlamda gerçek bir dünya süreci veya
sisteminin işletilmesinin zaman üzerinden taklit edilmesidir. Sistem nesneleri
arasında tanımlanmış ilişkileri içeren sistem veya süreçlerin bir modelidir.
"Simülasyon" terimi,
"benzer" anlamındaki similis kökünden gelen, bir şeyin benzerini
(taklidini) yapmak demek olan ve 14. yüzyıldan beri Latince'de kullanılan
simulare sözcüğünden türetilmiştir. Bu terim ancak 20. yüzyılda teknik bir
anlam kazanmıştır. Günümüzde, Batı dillerinde teknik olan ve olmayan anlamları
ile kullanılmakta ve yerine göre hangi anlama geldiği anlaşılmaktadır.
Bir araç olarak kullanılan benzetim,
günümüzde mevcut olan ve ileride mevcut olabilecek işlemler hakkında objektif
bilgiler sağlar. Taklit edilen gerçek bir olay, genelde bilgisayar yardımıyla
modellenmektedir. Örneğin bir uçuş simülatörü, uçuşun bazı kurallarının
bilgisayar üzerinde öğretilmesi amacıyla kullanılan bir benzetim modelidir.
Pilotun kokpitte göreceği ekranın bir benzerini bilgisayar ekranında görmesi ve
uçuşu kontrol etme işlemlerini gerçekten uçaktaymış gibi yapması bir benzetim
olayıdır. Ayrıca sinyalizasyon sisteminde, trafik ışıklarının planlanmasında,
hizmet ve üretim sektöründe kuyrukların ve birikimlerin planlamasında
kullanılan bir matematik modelleme yöntemi olarak yerini almıştır.
Bu tür simülasyon modellerini
oluşturabilmek ve analiz yapabilmek amacıyla geliştirilmiş özel yazılımlar
mevcuttur. Özellikle Kesikli olay simülasyonu konusunda geliştirilmiş olan özel
yazılımlar endüstriyel olarak geniş bir kullanım alanına sahiptir.
snob: Seçkin görünmek için kimi
çevrelerdeki düşünceleri benimseyen, hayranlık duyan ve onlar gibi davranmaya
özenen kimse
strüktüralizm: Yapısalcılık Batı dünyasında
Structuralism olarak bilinir. 19. yüzyılın ikinci yarısında dil, kültür,
matematik felsefesi ve toplumun analizinde en fazla kullanılan yaklaşım
olmuştur.
Yapısalcılığın
çok belirgin bir okulu olmamasına rağmen Ferdinand de Saussure'ün çalışmaları
genellikle bir başlangıç noktası olarak kabul edilir. Yapısalcılığı birçok
çeşitlemesi olan genel bir yaklaşım olarak görmek en doğrusudur. Yapısalcılık
temelde büyük yapılar, sistemler ve oluşumlarla ilgilidir. Yapısalcı hareket
çerçevesinde insan davranışları ve olgular bu büyük sistem ve yapılar
aracığıyla (örneğin: psikanaliz, marksizm, darvinizm) incelenmeye ve
açıklanmaya çalışılmıştır.
Yapısalcılığın
en etkili olduğu alanlar dilbilim, göstergebilim ve antropoloji olmuştur.
Yapısalcılık bir kültürde anlamı ortaya çıkaran alt birimler arasındaki
ilişkileri inceler. Yapısalcılığın ikinci bir kullanımı matematik felsefesinde
ortaya çıkmıştır. Yapısalcılık teorisine göre bir kültürdeki mana (anlam) önem
sistemleri olarak çalışan çeşitli pratikler, olgular ve aktivitelerle tekrar ve
tekrar üretilir.
Bir
yapısalcı, bir kültürde üretilen ve tekrar üretilen anlamın derin yapılarını
keşfedebilmek için yemek hazırlanması ve sunulması ritüelleri, dini ayinler,
oyunlar, edebi ve edebi olmayan yazılar ve diğer eğlence formları gibi çok
geniş bir aktivite çeşidini çalışır. Örneğin, yapısalcılığın öncülerinden
kültür antropoloğu ve etnograf Claude Levi-Strauss kültür olgusunu mitoloji,
akrabalık ve yemek hazırlamasını içine alacak şekilde analiz etmiştir.
şedid: Şiddetli, sert; tesirli.
şikemperver: Far. şikemperver sf. esk.
Boğazına düşkün.
takriz: Ar. (takri:zi) ed. esk. Övme, övüş,
bir eserin başına konulan yetkili bir kimsenin yazdığı, övücü tanıtma yazısı,
beğence.
tasaddi: Bir işe başlamak.
tasallut: Ar. tasalluµ a. esk. 1. Musallat
olma, saldırma. 2. Sarkıntılık.
tedib: Edeblendirme. Terbiye verme.
(Osmanlıca'da yazılışı: te'dib)
tefelsüf :
Feylesoflaşmak
tekemmül:
Olgunlaşma, yetkinleşme
telezzüz: Tat ve zevk almak. Zevklenmek.
temellük: Kendine mal etme.
temerküz:
Bir yerde toplanma
temsil: Birinin veya bir topluluğun
adına davranma. Belirgin özellikleri ile yansıtma, sembolü olma,
simgeleme.Sahnede oynanmak için hazırlanmış eser, oyun, Söz
gelişi.Özümleme.
terkip: Birleşim, birleştirme, bir
araya getirme.Tamlama.
tevafuk: Ar. tev¥fu® a. (teva:fuk) esk.
Birbirine uyma, uygun gelme.
tevarüs
etmek: (Mal vb.
için) kalıt olarak birinden diğerine kalmak.
totaliterizm: Totalitarizm; tüm yetkilerin
merkezîleştirildiği, devlete mutlak itaat beklenen, diktatörlükvari yönetim.
Sözcük sıfat hâlinde totaliter olarak kullanılır.
Totalitarizmde
bireysel özgürlüklere izin verilmez ve bireyin yaşamının tüm alanları devlet
kontrolüne bırakılır.
Türkoloji: (Osm. Türkiyat) veya Türklükbilimi,
Türk halkları ve özellikle Türk dil ve lehçeleriyle ilgilenen bilim dalı. Türk
dilini, edebiyat, tarih, din ve Türk toplumlarının manevi, maddi kültürünü
sistematik şekilde toplar ve araştırır.
Geçmiş
ve günümüz Türkçesi ve Türk toplumları ana konusunu oluşturur. Bu bilimde
uzmanlaşan kişilere Türkolog denir
türrehat: (Türrehe. C.) Saçma sapan sözler.
temellük: Kendine mal etme. Mülk edinmek.
Kendine mal edinmek. Sahib olmak
umran: Köken: Ar. 1. Bayındırlık,
memurluk. 2. Uygarlık, ilerleme, refah ve mutluluk.
uzam : Ölçülebilen uzay. Uzaya göre uzam, zamana göre
süre gibidir. Descartes’e göre uzam, sadece yer üstündeki yayılmayı değil, uzay
gibi uzunluğu, derinliği ve genişliği de kapsar. Ona göre yer kaplama, özdeğin
niteliği, eş deyişle kendiliğidir, bunun karşısında ruhun niteliği ve kendiliği
de düşüncedir. Özdek yer kaplar, ruh yer kaplamaz. İdealist yer kaplama ve uzam
anlayışı, uzayın özdek-devim-zaman birlikteliğinden soyutlanmasıdır.
üstkurmaca (İngilizce: Metafiction), klasik anlamdaki (postmodernite
öncesi) tüm kurmaca türlerine atıfta bulunan bir kurmaca türüdür.
Gerçek
ile kurmaca arasındaki ilişkiyi sorgulamak/sorunsallaştırmak için bilinçli ve
sistemli olarak dikkati, anlatının bir kurmaca olduğuna çeken kurmaca türüdür.
Genellikle
ironi ve yazarın anlatıya müdahalelerini içerir (yazarın da karakter olması).
Bu anlamda, günümüz tiyatrosuyla karşılaştırılabilir; günümüz tiyatrosu,
seyircinin bir oyun seyrettiğini unutmasına izin vermez. Üstkurmacada
okurlara,bir kurmaca ürünü okuduklarını unutmalarına izin vermez.