Merhaba! Bu videoda, Sabahattin
Gencal'ın "Çarukları Suya Koyma Zamanı" başlıklı Hamsi Marşı üzerine
yazdığı etkileyici yorumu paylaşıyorum. Düşüncelerinizi canlandıracak ve hayal
gücünüzü tetikleyecek bu marş, içimizi ısıtacak bir anlam taşıyor. Birlikte,
düşünce kalıplarımızı yeniden şekillendirme ve kendi düşüncelerimizi keşfetme
zamanı geldi. Keyifli seyirler! (Ahmet GENCAL)
***
ÇARUKLARI SUYA KOYMA ZAMANI
Rahat. Hazır ol! Dikkat!
Kız Fadime duydun mu,
yine hamsi çıkayı, yine hamsi çıkayı1
Mübareğin kokusu
yüreğimi yakayı, yüreğimi yakayı2
Akşam olmadan evvel
çarukları koy suya, çarukları koy suya3
Yarın sabah erkenden
çıkacağum hamsıya, çıkacağum hamsıya4…
Teşekkürler…
Yukarıda okuduğumuz HAMSİ MARŞINDAN
bir kıtadır.
Hamsi Marşı rahat durumda ve hazır
olunca okunur. İçten, duyarak ve hazır olunca okunur. Çağrışım, hayal,
tasarlama ve düşünme serbesttir.
Hamsi Marşından herkes nasibi olduğu
kadar faydalanabilir. Marşı, herkes kendine göre açıklayabilir.
Âcizane olarak bu marş üzerine
yazdığım meal ve açıklamayı, müsaadelerinizle sunuyorum:
Ey okuyucu duydun mu, yıllar yıllar
sonra yine küçük küçük düşünceler çıkıyor. Nereden çıkıyor? Elbette dağlardan
tepelerden değil; denizlerden çıkıyor. Ee, bizler denizlerdeki bu düşünceleri
çıkaralım mı? Çok alıştık, hazır düşünceleri almaya. Bakın, kız Fadime’ye
sesleniliyor. Kadın anadır, doğurandır. Burada Sokrat’tan söz edelim. Sokrat,
annesinin ebe olduğunu söyleyerek kendisinin de fikir ebesi olduğunu ekliyor.
Bu marşta da Dursun’la Fadime el ele vererek yeni yeni düşünceler üretecek.
Düşünce mübarektir. Çünkü insanı
diğer varlıklardan ayıran düşüncesidir. İnsan düşünebildiği kadar insandır.
Düşünce kavramı bile yüreğimize ısı verir. Bir taraftan yıllardır düşünce
üretemediğimize vahlanırız, yanarız. Bir taraftan da düşünce üretebileceğiz
diye sevinir ve coşarız. Düşünce, işte böyle bir mübarektir ki söylenmesi bile
yüreğimizi yakar.
Lastik ayakkabı, kundura ve halen
kullanılan ayakkabılar çıkmadan önce çarık giyerdik. Çarık birkaç gün
giyilmediği zaman kurur ve çekerdi; dolayısıyla giyildiğinde ayağı sıkardı,
vururdu. Bazen giyilmez duruma gelirdi. İşte onun için “analist” etmesi için
yani sertliğin, çözülmesi ve yumuşaması için çarıklar bir gün önceden suya
konurdu. Bakın, Dursun akşam olmadan evvel, çarıkların suya konmasını istiyor.
Yani her şey zamanında…
“Bir iş zamanında
yapılmazsa eğer
Azalır, taşımış olduğu
değer.” (Goethe)
Burada çaruk düşünce kalıpları
anlamındadır. Açıkçası uzun zamandır kullanılmadığı için çeken, kuruyan,
bozulan düşünce kalıplarının düzeltilmesi istenmektedir. Yani sistematik bir
düşünme ile düşünce üretilebilir. Düşünme kalıpları, formları öyle olmalı ki
“yumurta ile sperm” birleşebilsin ve zaman içinde düşünceler doğsun. Bu düşünce
kalıpları gereği gibi ve doğru dürüst olmalı. Burada benzetmelere, anılara
başvuralım. Tabii, başımızı kırmadan, kaş göz oynatmadan dikkatle okuyalım:
Yedek subayda komutanımız yedek subay
arkadaşlarımıza; “Siz demir gibi doğrusunuz; İp gibi doğru olun.” demiştir.
Akla ziyan bir tavsiye. (Askeri yönden incelemedim.)
TODAİE’de hocalarımız; “Demir gibi olmamalı. Çelik gibi esnek ve
hoşgörülü olmalı.” derlerdi. Bugün bazılarımız demir gibi oluyor ve
taptıklarına göre bükülüyorlar. Demir bir yana büküldükten sonra doğrulabilir
mi? İstediğin kadar söyle, istediğin kadar miting yap. “Oğlumun adı Reşit, sen söyle sen işit.” Tabii, ölene kadar böyle
eğri kalacak değiller. Bir gün bir soğuk demirci ustası çıkar da düzeltir
bunları. Ya da demirci ocağında ateşe tutulurlar da… Uzun lafın kısası düşünce
kalıplarımız bozuk.
Söz aramızda benim de kafam çok
bozuldu. Bir iddiada bulunayım. Bir künefesine… 100 psikoloji ve sosyoloji,
ilahiyat, tarih, insaniyat vb. alanlarda uzmanlar bir ay bir inceleme yapsalar.
Medyada boy gösteren aktörler dün ne demişti, bugün ne diyor? Dün ne yapmıştı;
bugün ne yapıyor? Dünkü hesabı ne kadardı; bugün ne kadar? Yakınlarının dünü
nasıldı? Bugünü nasıl? vb. incelemeler sonucunda bu 100 akıllıdan kaç kişi
aklını muhafaza edebilirdi. Eğer %10 kişi aklını muhafaza edebilirse künefeler
benden...
(...)
Sabahattin GENCAL
(Yazının hepsi buraya sığmadı, devamı
için videoyu dinleyiniz lütfen.)
-I-
Yine gözlerim buğulandı.
Duygularımızı ve düşüncelerimizi gönül tenceresine atarsak gözler buğulanır da,
dolar da... Bazen de gözyaşları sel olur akar da... Gözlerimin muslukları,
sevgili eşimin vefat ettiği 2016’da bozuldu. Gözyaşı kanallarım doldu ve tıkandı.
Böylesi tıkanmalarda enfeksiyon oluşabilir ki benim gözlerimde de sık sık
enfeksiyon oluşuyor.
Bu son 6 aydır, bacak varislerimde,
yemek borusunda, biraz da akciğerlerimde enfeksiyon oluştu. Doktorlara gide
gele bir hal oldum. Devlet hastanelerinden randevu alamadığımız günlerde özele
gidiyoruz tabii. Gidiyoruz yerine gitmeye mecbur bırakılıyoruz demek daha uygun
düşer.
Dün yani 05. 12. 2023 Salı günü, saat
13.00’te Sultan Abdülhamid Han Eğitim ve Araştırma Hastanesi Enfeksiyon
polikliniğindeydim. Sağ olsunlar bütün doktorlar bana ilgi gösterir ve saygı
duyarlar. Tabii ben de kendilerine... Bu kez öyle bir şey oldu ki buna sadece
ilgi ve saygı diyemiyorum. Genç doktor hanım çoraplarımı çıkardı ve de
giydirdi. Evde, zorda olsa çoraplarımı çıkarabiliyor ve giyebiliyorum. Ancak
poliklinikte... Doktor hanım bunu anladı ve bana söz bırakmadan çoraplarımı
çıkarıverdi. Kendisinden Allah razı olsun. O ayaklarıma bakarken benim ne
düşündüğümü tahmin edemezsiniz:
Hani ilkokullarda bazı küçük
öğrencilerin gözyaşlarını ve burunlarını öğretmen kendi mendiliyle siler ya...
Demek ki dedim, kendi kendime bir öğretmen için öğrencileri neyse bir doktor
için de hastaları odur. Bu durumda duygulanmaz mı insan. Dua etmez mi insan... Duygulanmam, sadece
doktor hanımın gösterdiği harekette değildi sadece. Kısaca anlatmaya çalışalım:
Doktor hanım, şikâyetiniz nedir, diye
sorunca ondan hastalığın hikâyesini özetle anlatma müsaadesi istedim. Doğrusu
da budur zaten. Bütün basılı formlarda bunu görmek mümkün. Sağ olsun müsaade
etti. Müsaade etmekle kalmadı pür dikkat dinledi:
Her alanda, tabii tıpta da
branşlaşmak çok önemli ve ileri bir aşamadır. Ama bu demek değildir ki yalnızca
kendi alanıyla ilgilenmek, diğer alanları için yönlendirme yapmaktır. İnsan bir
sistemdir. Bütün bir sistemdir. Sistemin bir öğesindeki bozukluk bütün sistemi
etkiler. Diğer doktorlarımıza da bunu söyledim, ama haklı gerekçelerle bunun
günümüz sağlık sistemi içinde mümkün olamayacağını söylemişlerdi. Neyse doktor
hanıma son altı aydır çok antibiyotik kullandığımı bunların bağışıklık
sistemini bozdukları gibi yemek borusunda mantarlara sebep olabileceğini
söyledim. Nitekim endeskopi verileri de buna işaret ediyor... Maşallah, sözüm
bitince mantar olup olmadığına bakmak için çoraplarımı çıkardı. İşte bu, dedim.
Kelimeleri kaçırmadı. Barsak ve diğer organlardaki mantarla ilgi kurdu. Yeni
mezun her halde, ya da tıpla ilgili yayınları takip ediyor. Böyle bilgili
gencimiz takdir duygularımızı geliştirmez mi? Bu da ne demeyiniz, doktorlarımız
birçok hastaya baktıklarından olacak ne hastanın şikâyetlerini tam
anlayabiliyor, ne de çeşitli bağlantılar kurabiliyorlar. Tabii bunların hiç birini
kınamıyorum; ama genç doktorumuzu takdir etmeden de yapamıyorum.
Ha, ayaklarımla ilgili teşhisin ne
olduğunu da yazayım. Gençliğimde ayak tırnaklarımda mantar vardı doğrusu. Ama
mantarlı yerler tam siyah olmasa bile, en azından lekeli gibi gözüküyor ve
mantar, ben buradayım, diyordu. Şimdilerde ayaklarım, tırnaklarım bembeyaz.
Aklımın ucundan geçmezdi burada mantar oluşacağı. Sözün burasında aklıma ne
geldi bilemezsiniz. Derler ya siyah taş pirincin içinde kolayca bulunur, sen
ondan korkma. Ama pirincin içindeki beyaz taşlardan kork. Toplumumuzda bazıları
bukalemun gibi renklerini değiştirerek grupların bir bireyi haline
gelebiliyorlar. Bu tehlikeli tabii. Acaba diyorum, mantarlar da bu bukalemunlar
gibi renk değiştirmeye mi başladı.
Oğlum Fuat, der ki, yazılarınızda
illa, az da olsa iğneleyici birkaç cümle oluyor. Haz etmiyor böyle yazmamdan. Doğrusu ben de
istemem iğnelemeyi, dolaylı da olsa zerrece incitmeyi. Ama zarar vermek için değil sadece ve sadece
uyarı için iğnelemeden de olmuyor... Küçük de olsa basit de olsa bugünün
uyarıları yarınlarda sıkıntılarla, engellerle karşılaşmamak için işe
yarayabilir. Tabii bu da anlayanlar için...
Eve gelince, okuldan gelen oğlum
Ahmet’e, doktorun çorabımı çıkardığını ve giydirdiğini söyledim. Tabii söylerken
de buğulandı gözlerim. Titredi ses tellerim. Ahmet, beni az çok tanıyor. O da
benim gibi aşırı hassastır. Bunu yazarsın, dedi. Evet, yazmayı düşünüyorum. Bir
doktora ve onun şahsında tüm doktorlara açık teşekkür yazısı yazsam nasıl olur?
Ooo ne anladım ondan, deyiverdi. Adını da yaz. Hatta Üst makamlara yaz ve
ödüllendirilmesi öner, dedi bana.
Bu an gece yarısı, saat 03.22
öğretmenlere benzettiğim doktorlara açıkça nasıl teşekkür edeceğimi
düşünüyorum. Yarın, inşallah kan tahlilinin sonucunu almak için Oğlum Fuat,
tekrar götürecek beni Sultan Abdülhamid Han Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne.
Bir fırsat bulursam, ya da yaratabilirsem sözünü ettiğim doktor hanıma uğramayı
düşünüyorum. Açık teşekkür yazısı yazmayı düşündüğümü de açık açık söyleyerek
ismini yazmak için kendisinden müsaade isteyeceğim. Bana kalsa meçhul bir
doktora ve şahsında tüm doktorlara deyip... Ama Ahmet’in düşüncesini de yabana
atamayız.
Sabahattin
GENCAL,
Çekmeköy-İstanbul,
29. 12. 2023
-II-
05. 12. 2023 Salı günü Sultan
Abdülhamid Han Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde DUYGULU ANLAR yaşadıktan ve de
yorulduktan sonra eve geldik. Yorulmaya da değdi; çünkü hem tahlil için kan
verdik. Hem göz, hem de cildiye polikliniklerinde muayene oldum. Tabii
enfeksiyon polikliniğindeki, öğretmene benzettiğim genç doktor hanımefendi
sayesinde. O bir pusulayla görüş istemeseydi muayene olmamız imkânsızdı.
Geceyi ağrılı geçirdim. Saat üçte
yazı yazmaya başladım. Başka ne yapabilirdim ki, tek oyuncağım bilgisayar. Tek
oyunum da içimi boşaltmaya vesile olduğu için yazı yazmak Derler ya yazı
terapidir.
Ertesi gün kan tahlil sonucunu almaya
gidecektik. Genç doktor hanımefendinin ismini öğrenmeye niyet etmiştim. Ama
“Evdeki pazar çarşıya uymaz.” derler ya bizim hesap da şaştı.
Göz polikliniğine uğradım ilkin.
Doktor, gözümdeki enfeksiyonun çoğaldığını görünce fotoğraf çekip hocasına
yolladı. Hocası da “Hemen göz servisine gelsin!” dedi. Ne oluyor, demeden hemen
yatırdılar beni. Yatış işlemlerini torunum yaptı. Sağ olsun Hoca hanım hemen
göğüs ve enfeksiyon servisleriyle irtibata geçti. Yeniden kan almalar, ölçmeler.
Tabii serumlar... Birkaç doktor geldi. Hoca hanımın asistanları mı, yoksa
enfeksiyondan gelen mi bilemiyorum. Çok geçmedi verdikleri ilaçları
değiştirdiler. Ayrıca, kalıcı olduğum anlaşılınca yeni bir odaya aldılar beni.
Şimdi bunları yazmak rahat; birkaç
saniyede yazıveriyor insan. Ama yaşadığımız saniyeler o anda saat oluyor. Zaman
işte böyle göreli bir kavram.
Unutmadan bir şeyi yazayım. Hani,
enfeksiyon polikliğindeki doktorun yanına gidecektim ya, gidemedim. Dedim ya
apar topar yatırdılar beni. Bu esnada enfeksiyon bölümü hocalarıyla da irtibat
kurdular. Bu durumda genç doktorun fikrini sormak olmuyor doğrusu. Çünkü
hocalarının görüşleri alınıyor. Belki hocalarından da iyi biliyordur; ama yine
de yakışık almıyor. Adın nedir, açık teşekkür yazacağım vb. demek için de
odasına giremezdim. Ben ona ve onun gibilerine çok dua ettim. Allah (cc)
böylelerinin sayılarını artırır inşallah.
Serviste yattığım bir haftada
yaptığım gözlemleri şimdilik yazmayacağım. Yalnız birkaç hususu yazarak
geçiştireceğim:
Beni tek kişilik bir odaya
getirdiler, dedim ya. İşte orada yatağımın baş tarafındaki duvarda bir yazı
vardı. Her ne kadar gözden rahatsızsam da okumaya çalıştım. “Görüşme riski
yüksek hasta” Vay anasını, demek ki enfeksiyon saçıyoruz. Tersi de olabilir.
Gelenlerden nem kapabiliriz. Ertesi gün yazıyı bir defa daha okuduğumda anladım
ki şeşi beş görmüşüm. Hani derler ya “sağır duymaz uydurur.” Meğer yazı, “Düşme
riski yüksek hasta” imiş. Düşmeyi görüşme diye görmüşüz, daha doğrusu
uydurmuşuz. O anda aklıma ne geldi bilemezsiniz: Yazacağım yazıların genel
başlığı: OKUNMA RİSKİ YÜKSEK YAZILAR olsun. Sağlık olursa ve Allah (cc) izin
ederse bu konuyu bir kere daha düşüneceğim.
Taburcu olurken hoca hanıma ve
şahsında tüm ekibine teşekkür ettim. Sağ olsun, o da bana teşekkür etti ve dedi
ki EN UYUMLU HASTAMIZDIN. Ben farkında değildim. Düşündüm, neden uyumlu sıfatını
kazanmış olabilirim?
Aklıma şu geldi: İki hemşire geldi;
damarıma girmek için. Uğraştılar da
uğraştılar. Her seferinde “Çok ağırdı mı?” diye sorduklarında, “Hayır.” diyorum.
Bir öğretmen olarak ağrıya katlanmasam bu gençler nasıl öğrenecekler? Hep
dişimi sıktım. Nihayet bırakıp gittiler. Biraz sonra bir başkası geldi ve
serumu takabildi. Daha önceleri de böyle sorunlar oluyordu. Benim cildim de
damarım da çok ince ve hassas. Anlayacağınız benim damarıma basmak kolay değil.
Bir defasında, refakatçi olan oğlum bir hemşireye az da olsa kızmıştı. Tam
zamanında gelmesini söylemişti. O hemşirenin de teşekkür ederek, bir iki laf
ederek gönlünü almıştım. Belki diyorum, bunlar hoca hanıma bunları
söylemişlerdir. Yoksa hoca hanım nereden bilsin. Evet, oflayıp puflamadan.
Bağırmadan, nara atmadan yatıverdik. Çünkü biz acıları içimize gömenlerdeniz.
Allah (cc) bütün hastalara şifa
versin. Allah tüm doktorlara ve sağlık çalışanlarına sabırlar versin, güç
versin. Allah onlardan razı olsun.
Sağlıklı günler dileğiyle...
Sabahattin
GENCAL,
Çekmekö-İstanbul,
08. 01. 2024