10 Nisan 2023 Pazartesi

Fuat Gencal Albümünden...

 



Gönül Çeşmesi Açık Adam

Fuat Gencal

 

 Bir kişiyi tanıtırken, genellikle doğum yeri ve tarihini yazarız. Annesini babasını, ailesini; çoluk çocuğunu yazarız. Okuduğu okulları sıralarız. Zevklerinden görüşlerinden söz ederiz. Niçin acaba? Sırf alışkanlıktan mı? Yoksa bir kişiyi yaşadığı dönem, yaşadığı coğrafya ve tarih etkiler de ondan mı? İnsanı ne etkilemez ki?

 Hepimizin tanıdığı, ya da tanıdığımızı sandığımız Fuat Gencal’dan söz edeceğiz. Bu söz ediş hepten farklı olacak. Farklı kişiler farklı anlatılmalı değil mi?

 Karadeniz sahillerinde Ordu’nun Perşembesinde; bir ortaokul öğretmeninin yuvasında  ilk adımlarını atan Fuat’ın doğum yeri Samsun. Perşembe diğer adı ile Vona limanı kadar derin, sakin, yakamozlu bir yerde doğacakken, ebesinin ikazı ile zorunlu olarak Samsun Doğum Evinde 1965 Aralık'ında dünyaya geldi.

Samsun’dan doğan güneş, Vona’da yakamozlara neden olan güneşle aynı değil mi? Vona Karadeniz’de bir Akdeniz beldesidir. Fındık da yetişir, limon da, Elma da portakal da. Karadeniz dalgaları Vona da sakinleşir. Akla kara Vona’da yeşillenir. Yeşil kurbağaların öttüğü dere kenarındaki evlerinin balkonunda bisikletini süren, tahtadan yapılan oyuncak köpeği ile oynayan; bazen annesinin kucağında, bazen babasının sırtında olan herkesin sevdiği Fuat henüz iki buçuk  yaşındayken, babasının tayini dolayısıyla Samsun’a gelir.

 Fuat’ın artık bir anneannesi de vardır, dayısı yengesi de. Dayı çocuklarıyla, komşu çocuklarla da oynamak ne güzel.

Dayısının öğrencisi olmak için henüz altı yaşında okula giden Fuat ikinci sınıftayken arkadaşlarından ayrılmanın derin acısını yaşar. Babası mecburi hizmet dolayısıyla Van’ın Muradiye’sindeki ortaokula tayin olmuştur.

        Van’a doğru ağlayarak ağlatarak yolculuğu başlar Fuat’ın. Bu yolculuk ve Vanda’ki ilk günler dizi filimlere konu olabilir. Fuat’ın içine işleyen bu günleri, babası Sabahattin Gencal Ah Muradiye başlıklı küçük öyküsünde anlatır. Fuat’ın ağzından yazılan bu küçük öykü İzmit’te bir yerel gazetenin açtığı öykü yarışmasında birinci seçilir. Fuat’ı anlatmak bile birincilik getirir.

 Akdenizle Karadeniz’in birleştiği Vona’dan Türkiye’nin en planlı kentlerinden biri olan Samsun’dan duygular yüklenerek  Van’ın doğal doğasına göç eden Fuat’ın göçleri bir müddet daha devam etmiştir. İlkokul beşinci sınıfı birkaç ay Bursa’daki babaannesinin yanında okuduktan sonra babasının yeni tayin yeri Kocaeli Bahçecik ilkokulunda okudu.

Bahçecik’ten Marmara Denizi’ni ve Körfez’i seyretmek ne güzel. Vona’da oyuncak hayvanları seven Fuat Bahçecik’te kümes hayvanları yetiştirmeye başladı. Büyük leğenlerde yüzdürdüğü ördekleri de vardı. Kümes hayvanlarıyla meşgul olurken fidanlarını da büyütmeyi ihmal etmeyen Fuat  kendisine duyulan sevgiyi de büyüttü. O kadar ki az çok tanınmış bir öğretmen olan babası artık Fuat’ın babası olarak tanınır oldu.

 İzmit Lisesi’nden mezun olan Fuat Üniversite sınavını kazanamamıştır. Küçük kardeşinin Ereğli Anadolu Lisesi’ni kazanması dolayısıyla bu kez de annesiyle birlikte Karadeniz Ereğlisi’ne gider. Bu arada pazarcılık denemesi de olur. ( Karadeniz Ereğli ile ilgili bir kaç anıyı babası kardeşinin ağzından yazar: Uğur Böceği)

 Bir yıl sonra da Anadolu Üniversitesi Bilecik Meslek Yüksek Okulu. İlk tercihi Ziraattı, ikini tercihler veterinerlikti. Üçüncü tercihi seramiği yazmamış olsaydı yine kazanamayacaktı. Seramiği kazandı; ama doğa sevgisi, hayvan sevgisini kaybetmedi. En büyüğü de insan sevgisi.

 Sevdi Fuat, sevildi Fuat. Çok başarılı geçirdiği staj döneminde birçok fabrikadan teklif almasına rağmen İstanbul’da tekstil mağazası olan bir akrabasının ricasını kırmayarak (Manisa ve İstanbul Kalender Orduevinde geçen askerlik döneminden sonra )  mağazada işe başladı. Emekli oluncaya dek bu işte çalıştı.

 1993’da mutlu bir yuva kuran Fuat bir  müddet Ümraniye’de babasının evinin yanında tuttuğu evde yaşadı. İkizleri olunca yine ev değiştirdi Fuat.

 Doğaya âşık olan güzellikler yaratan, paylaşan Fuat Beykoz Çavuşbaşı’na taşındı. Bir müddet kirâda kaldı. Sonra Allah yardım etti bahçeli müstakil bir ev aldı.

 Büyük baş hayvanları da var, kümes hayvanları da. Köpeği de var kedileri de. Yurdun çeşitli yerlerinden getirttiği fidanlarını büyüttü. İkizlerini de büyüttü.

 Fuat emeklilik döneminde sadece bahçeyle uğraşmıyor bir taraftan da yemek tarifleri konusunda kendisini geliştirmeye devam ediyor.

 Ortaokul döneminde annesinin mutfağına giren Fuat, babaannesinden ve tanınmış büyüklerden şifalı yemekler konusunda dersler aldı.

 Bu arada şunu da belirtmekte yarar var. Kalender orduevinde mutfakta, kantinde çalıştıktan sonra Cumhurbaşkanı ve devler erkânının kaldığı bölümün şefliğine getirildi.

 Hevesi vardı lokanta açmaya; ama babasının öğretmen maaşıyla ne açılabilirdi. Gerçi istese babası evini satar açardı. Bunu biliyordu. Çünkü okuldan mezun olduğu zaman babası isterse bir seramik atölyesi açabileceğini söylemişti Ama kolay değildi bu. O zaman bir fırın 25.000 TL. idi. Babası sadece bunu görüyordu. Ama fırının içine konulan seramikler küçücük bir hata yüzünden defoya ayrıldığı zamanki bir hata 4000 liraya mal olacaktı. Bu riski göze alamazdı.

 Bir hata nasıl seramikleri kırarsa hayatta da bir kelimeyle tüm sevilenler kırılabilir. Onun için kelimelerini hep ölçülü kullandı Fuat. Lokantası olmadı, atölyesi olmadı; ama sevenleri oldu.

Şifalı Yemek Tarifleri adlı kitabını da bastıramadı; ama moralini hiç bozmadı. Moral kaynağı, sevgi kaynağı Fuat’ın gönül çeşmesinde Vona’dan, Samsun’dan, Muradiye’den, Bursa’dan, .Bahçecik’ten, Karadeniz Ereğli’den, Bilecik’ten, Manisa’dan, İstanbul’dan…güzel yurdumuzdan demeli en iyisi.

Evet, Fuat’ın gönül çeşmesinde Türk İslâm kültür beşiği Anadolu'dan akan sular vardır. Hac farizasını eda etmek için gittiği Kutsal topraklardan da izler vardır gönül çeşmesinde. İnanıyoruz ki bu çeşmeyi açanlar kana kana içebileceklerdir.

Yine İnanıyoruz ki Fuat Gencal Türk öykücülüğüne, Türk romancılığına yeni bir tarz getirecektir.

 Sabahattin Gencal, 8 Temmuz 2012

 

****

Fotoğraflarla Fuat Gencal

Farklı Adamın Farklı Fotoğrafları

Kamera her şeyi göremez. Fotoğraflara da kendi gözümüzle bakmalıyız.

FG'in her biri için şiir yazılabilecek,

öyküsü içinde fotoğrafları

FG dayday ediyor, ilk adımlarını atıyor. 

1966 Ordu-Perşembe'de

(FG ağırlığını hep korudu)


 
FG 3 yaşında 1968, Samsun,
(Fuat, çok küçük yaşta kaybettiği kız kardeşi Sabahat'ı seviyor.)
FG 1973, Samsun,

(FG , dayısının çocukları ve komşu çocuklarından henüz ayrılmamışken)

                                

FG 8 yaşında

1973, Muradiye - Van, 

(FG kardeşi Ahmet'i seviyor)

FG , 1974'teVan Muradiye'de kardeşini eğlendiriyor.

  

FG 1974'te Van Muradiye yaylalarında at sırtında

FG Muradiye'de Hayat'ı okuyor, 1974.
                                         


1979, Bahçecik - Kocaeli,
FG Bahçecikte kaldıkları evlerinin  önünde
annesi ve kardeşiyle.

Herkes fotoğrafı çeken babaya bakıyor.

Doğa sevgisi, hayvan sevgisi, insan sevgisi evreni sarıyor.
*

FG İzmit Lisesinde sınıf arkadaşlarıyla.



FG annesi ve kardeşi Ahmetle

1980, Krd. Ereğli,

(Ahmet Anadolu Lisesi hazırlıkta okurken FG üniversite sınavlarına hazırlanıyor.)

 

FG Anadolu Üniversitesi BMYO  seramik  atölyesinde (1981)


FG, BMYO'dan sınıf arkadaşı Mehmet Kirit ile ay çiçeği kontrolü yaparken. (1981)

FG babasının çocukluğunu yaşadığı yerleri ziyareti sırasında.

( Trabzon'un Dernekpazarına bağlı Akköse Köyünde.)

( FG babasının dedesi ve büyük annesinin mezarı başında dua okuyor.


Tüm çevremize ibretle bakmalıyız.

Ölülerimizi de rahmetle anmalıyız.

 

FG Samsun Asri Mezarlığında yatan anneannesi ve dedesinin mezarı başında.

FG, Trabzon'un Dernekpazarına bağlı Akköse Köyündeki dedesinin evi önünde. (1999)

Fuat bir yere mi bakıyor yoksa bu yerlerde yaşayan babasının çocukluğunu mu hayal ediyor?

FG Uzungöl'de (1999)

(FG baba mekânı ziyareti sırasında yakın yerleri de görmeyi ihmal etmiyor.)

FG baba mekanındaki derelerin sesini dinliyor. (1999)
FG annesinin doğduğu, dedesinin  Bayburt Keleverek Köyündeki evlerinin önünde. (1999)

 *

FG kutsal topraklarda hacı arkadaşları ile (1991)


SG Arafat Meydanında Hz. Adem ile Hz. Havva'nın buluştuğu varsayılan noktada. (1991)


*

FG çalışma arkadaşları Muhsin ve Orhan'la 

Orhangazi Gürle'de piknikte.(1992)


FG fason atölyesini ziyareti sırasında makine başına geçiyor.


FG İstanbul Kalender Orduevi Çiçek Serasında (1986)


FG sanata da sanatçıya da saygı duymuştur.

(Kalender Orduevinde Gönül Yazarla, 1986)

FG İstanbul Kalender Orduevinde görevli olduğu kantinde (1986)

  

FG bahçesi olmayan baba evini hayvanat bahçesine çevirdi.

FG yetiştirdiği muhabbet kuşları ile.(1991)



FG Kirâda kaldığı evlerinin odalarını botanik bahçesine çevirdi.

Hz. Ali Kılıcı çiçeği ile yan yana (1992)



FG artık emekli

(FG Beykoz'a bağlı Çavuşbaşı'ndaki yuvasında eşi ve ikizleriyle)

FG 'nin ikizleri evlerinin önünde güvercinleriyle.

 (İkizler büyüdü, güvercinler  kaybolup gittiler.)


FG'nin ineği Canan

(Canan'ın dördüncü doğumunda ölümü geride bıraktığı yavrusunu olduğu kadar aileyi de üzdü.)

  

FG köpeği Kurtla oynuyor.

 (Canlılarla oynamak güzel olsa da onlardan ayrılmak zor.

FG'nin ilk köpeği kurt yaşlılıktan ölünce yeri doldurulamadı.)


FG yeni aldığı köpeğini de eğitmeye başladı.

FG Kıvırcık'a ne veriyor?


FG kümesindekileri gözlüyor.

 

FG kuluçkaya yata tavuklarının sıkıntılarını gideriyor.

FG yumurtadan henüz çıkan civcivlerine 'hoş geldiniz.' diyor.

FG tavuklarıyla da yakından ilgilenir.


FG ağaçlarını da ihmal etmez

 

FG'nin elinde makas...

FG'nin organiklerinden  kabaklar

FG biber de toplar, üzüm de, erik de dut da, armut da. Ayva da nar da ... Yok yok FG'nin bahçesinde.


FG çiçelerle de konuşur böceklerle de...

 

FG bahçesinde olduğu kadar kütüphanesinin önünde de mutludur.



https://www.kitapsec.com/Products/Kader-Fuat-Gencal-Cinius-Yayinlari-763162.html

 

FG ne yazıyor acaba?





FG'nin hem sağ elini, hem de sol elini çok iyi kullanabildiğini biliyorduk. Hem klavyeyi hem kalemi kullandığını da yeni öğrenmiş olduk.

FG odasının penceresi önünde. O pencere'den bakmıyor. Biz bakalım.


FG'nin asıl Gönül Penceresi güzel.

 

FG Gönül Penceresini de inşallah açacaktır.

***

Fuat Gencal hep doğallıktan yana. Ne hayvanların doğasını bozar, ne bitkilerin. 

Konunun uzmanı olmasına rağmen bahçesi TV'lerde örnek gösterilen bahçelere benzemez.

Kendi mizahi yaklaşımıyla söylemek gerekirse "Karuşuk kuruşuk"tur bahçesi. 

Bir de gönül bahçesi vardır Fuat'ın .

Ne mutlu gönül bahçeleri güzel olanlara.

***

FG babası Sabahattin Gencal'la Yuvacık'taki baba evinde.

***

Yazılarının ve fotoğraflarının Damla'da yayınlanmasına müsaade eden Fuat Gencal'a içtenlikle teşekkür ederiz.

Büyük sanatçı potansiyeline sahip Fuat Gencal'a ömür boyu başarılar dilerken  onunla ve eseriyle ilgili yorumları da okuyuculara bırakıyoruz.

*

Bu arada okuyuculara da teşekkür etmeyi borç biliyoruz.

İnternet dünyasında az görülen uzun yazılara yer vermesine rağmen Damla,

biraz da Fuat'ın sayesinde yüzlerce okuyucu tarafından ziyaret edilmiştir.

Damla ilkelerinden şaşmadan kalıcı ve yararlı çalışmalarına devam edecektir.

 Umulur ki okuyucularımız da farkı fark ederek ziyaretlerine devam edeceklerdir.

Tüm ziyaretçilerimize tekrar teşekkürler.

Sabahattin Gencal

Başiskele-Kocaeli, 01. 05. 2011


FUAT GENCAL’LA İLGİLİ FOTOĞRAFLAR KONUŞUYOR

ÖYLE Kİ AYRICA AÇIKLAMA GEREKMİYOR










































































 

FOTOĞRAFLARA FUAT’IN GÖZÜYLE BAKABİLİR MİSİNİZ?



































 


FUAT GENCAL

*

AİLENİZDEN BİRİ



* * * * * * * *  




https://www.youtube.com/user/fanartikel/videos

8 Nisan 2023 Cumartesi

Önyargılardan Kurtulmalıyız

  


Okumalarımın sonunda sohbet grubumuzda sunacağım konu olan demokrasi konusunda sessizce düşünüyordum. Bir ara başım baltalanır gibi oldu. Alıştığım bu tip ağrılar bu son zamanlarda biraz sıklaştı. Bu arada alışamadığım bir şey oldu. Otururken uyku ile uyanıklık arasındayken o balta ile aralanan yere sanki birkaç defneyaprağı koydular. Sanki aşılanmış oldum ve defneyaprakları büyümeğe başladı.

*

Sohbet grubunda konuşma anında başımda, baltalanma olmaksızın defneyaprakları olduğunu sandım bir ara. Bu durumu arkadaşlara söylemek istedim bir an. Sonra vaz geçtim. Onlara sık sık anskiyedemden söz ediyor ve rahatlarını kaçırıyorum. Bir de bundan söz etsem. “Bu iyice kafayı yedi”, diyecekler diye korktum. Gerçi benim arkadaşlarım dünya yıkılsa böyle demezler; ama yine de... Bir baktım ki herkesin gözü bende. Birden soruverdim: “İçinizde ağaç aşılama işini bilen var mı?” Sağ olsun değerli konuğumuz Fehmi Bey “Ben biliyorum.” dedi ve sormaya başladı: Ne ağacı, ağacın yaşı, şusu busu ne? Elcevap, ağaç Sabahattin Gencal, yaş 80. Gençlik aşısı olmak istiyorum... Kısa bir gülümseme faslından sonra sağ olsun Ahmet Meral Bey, siz daha gençsiniz, ifadeleriyle başlayan moral cümleleri kurdu. Diğer arkadaşlar da katıldı. Bir kere daha takdir ettim arkadaşları içimden. Şöyle de diyebilirlerdi. Bu ağaç aşılanmaz, ancak odun olur vb... Ben ne derdim? Bu odunları en yüksek tepede yakın ki etrafa bir an için de olsa ışık versin. Ne söz ama değil mi? Asıl sohbet konumuza tekrar nasıl girdik hatırlamıyorum.

*

Birkaç gün sonra oğlum Fuat bize geldi. Tanıyanlar bilir veterinerlik ve ziraat mühendisliği diplomaları yok; ama bu konularda bilgisi az değil. Sordum kendisine; ağaçların özellikle yaşlı ağaçların aşısı nasıl olur? Dedi ki, yaşlı ağaç tepeden aşılanamaz. Ağacı dibinden kesmek gerek. Sonra şöyle yaparak böyle yaparak aşıyı sokmak gerek. Sarma, bakım, şu bu derken...

Haa, dedim kendi kendime. Bütün bilgilerimi dibine kadar kesmek gerek... Aaa, ben zaten unutuyorum ya. Demek Allah (cc) bana bu fırsatı veriyordu da ben anlayamıyordum. Bildiğiniz gibi terapi amacıyla kitap yazıyorum. Bu sırada konuyla ilgili her şeyi unutuyorum. Okumalarıma sıfırdan başlıyorum. Allah’a şükürler olsun. Daha önce de böyle olmuştum da fark edememiştim. 1979-1080 öğretim yılında TODAİE’DE Yüksek Lisans (Master) tezimi hazırlarken bir akrabamdan daktilo, bir başka akrabamdan da bir hesap makinesi almıştım. O zaman kendi kendime diyordum ki: Allah’ıma şükürler olsun böyle kolaylıklar da var. Bizden öncekiler neler çekmiş. Özellikle hesap makinesi büyük bir nimetti. Öyle alıştım ki hiç sormayın. Örneğin, 9 çarpı 7 ‘nin sonucunu yazmam gerekiyor. Elim yine hesap makinesine gidiyor. Allah Allah kerat cetvelini de unutuyor insan...

*

Birkaç gün sonra gazetede okurken beni mıknatıs gibi çeken bir yazı çıkıyor karşıma. Okuyorum. Sonra tekrar okumak üzere belgelere kaydediyorum.

*

Biraz önce işte bu yazıyı okudum. Şimdi bu yazının linkini versem okumazsınız. Bu yazıyı alsam, bu kez de hocam yine kafa şişiriyor, diye yakınır ve okumazsınız. O zaman orta bir yol bulalım: Ben birkaç paragraf alayım. Şimdilik bunlarla yetinin, sonra isteyenler... Düşüncem nasıl. İyi değil mi? Daima orta yolda olmak, ifrattan, tefritten... Korkmayalım ki alıntıları iyice hazmedelim:

“Şöyle diyordu Bachelard:

Gerçek karşısında, açıkça bilindiğine inanılan şey, bilinmesi gerekli olan şeyi gölgeler. Us (akıl) kendini bilimsel kültüre verdiği zaman asla genç değildir. Hatta çok yaşlıdır. Çünkü önyargılarıyla yaşıttır.

Bilim yapmaya girişmek, ussal açıdan gençleşmiştir; geçmişe karşı çıkmaya gerektiren katı ve ani bir değişimi benimsemektir...” (La formation de I’esprit scientifique, 1967, s. 14).

Demek, hiç ayırdında olmadığımız nice önyargı, gerçek karşısında beynimize tuzak kurmuş. Hem de kimlere karşı? Bilimle bile uğraşanlara karşı. İnsanlık için ne büyük tehlikedir bu! Çünkü bilimsel sonuçlar, yargılar yalnızca bilim adamlarını ilgilendirmez ki! Bizleri aydınlatacağına inandığımız bilime güvenemezsek, savaş alanında yapayalnız ve silahsız biri gibiyiz demektir.

Ancak Bachelard uyarıyor. Beynimizin yaşını da önyargılarımıza göre belirliyor. Önyargılarımızın çokluğuyla beynimizin yaşı doğru orantılı. Önyargımız ne denli çoksa, beynimiz de o denli yaşlıdır.”

Ama yine de bir şansı var bilim insanının. Çünkü Bachelard’a göre bilim, beyni bir çırpıda gençleştirir. Elbette düşünür, üstü örtülü biçimde yönteme uygun yapılan bilimden söz ediyor burada. Bu bağlamda geçmişe, yerleşik yargıya karşı bir başkaldırıdır, çünkü bilim ve bilim yapma. Zira bilim yaparken o güne değin bilineni gözden geçiren bir akılla baş başayızdır.”1

Selçuk’un asıl yazısı bundan sonra başlıyor. Neler anlatıyor neler:

“Önyargıları parçalamak...”

“Gerçekten bilim yapan her akıl birdenbire gençleşir mi?”

“Gerçekleri, doğruları yakalamak isteyen birinin beyni de bir anlamda bebekleşmek zorundadır.”

“Önyargımız ne denli çoksa, beynimiz de o denli yaşlıdır.”

“ ... Bilindiğine inanılan şey, bilinmesi gerekeni hep bir yana itmiştir.”

“Rönesans ve Reformu yaşamamış ülkelerde niçin bir Descartes, Durkheim, Weber, Sartre yetişmiyor? Elbette dogmatik uyuklama hastalığının virüsü olan önyargılar yüzünden.”

*

Allah Allah, ilk paragrafta uyuklamaktan söz ettim. Olmaya ben Selçuk’un uyuklama hastalığına yakalanmışım... Yok canım. Şahidim arkadaşlarımdır. Bakın bir arkadaşım yorumunda ne yazıyor:

“Asıl topluma kılavuz olma zamanın. Yaşam öykünde, bu ulusa aktarılmak adına az mı çaba harcadın. Bir arpa boyu da olsa Katkılarımızın önemi yadsınamaz.

SaGen, değerli dost, sendeki, halkın alacağını vermeden bırakamazsın. Olumlu olmak, ölümlülüğü yok eder unutma bunu.”2

Memiç’in sözlerine dikkat ettiniz mi? Ev sahibinin kiracıya borcunu hatırlatması gibi mi? Zordur borçlu olmak. Gerçi yatılı okumamdan ötürü olan mecburi hizmet borcumu fazlasıyla ödedim. Ancak bir yurttaşlık borcumuz var, insanlık borcumuz var. Bu borçlar son nefese kadar devam eder. Zahir onları hatırlatıyordur; ancak bunlar hiç aklımdan çıkmadı ki... Son cümlesine gelince, “Olumlu olmak, ölümlülüğü yok eder unutma bunu.” İşte benim zayıf noktam. Sözü edilen yazım için, oğlum Ahmet de; “Güzel; ama hep olumsuz...”dediydi. Oysa bu konuya ne kadar çok kafa yormuştum.

“Sonuç: Olumlu düşünme becerileri ve başa çıkma yeterliği arasındaki pozitif yönlü bir ilişki mevcuttur. Olumlu düşünme beceri düzeyi yüksek olan bireyler olayları farklı şekilde algılarlar ve bu bireyler düşüncelerini denetleme ve çözüme yönlendirme güçleri sayesinde, olumsuz durumlarla başa çıkma konularında avantajlı durumdadırlar. Aynı şekilde, başa çıkma yeterliği gelişkin bireylerin de olumsuz durumlara karşı deneyimledikleri başa çıkma aktiviteleri sonucunda geliştirdikleri, potansiyelinin farkında olma, öz güven ve öz yeterlik duyguları, olumsuz durumları bir felaket olarak değil yönetilebilir durumlar olarak değerlendirmelerini sağlar. Bu bireylerin genel olarak karşılarına çıkan durumlara olumlu düşünceler geliştirdikleri sonucuna ulaşılmıştır.”3

Rahmetli Mehmet Akif Ersoy da çok önceden ne diyordu?

“Gamı-tasayı bırak, iraden canlı ise!

Ümit kaynağı ol, olabilirsen herkese!”

İnşallah, diyelim. Şükrolsun Allah (cc) yardım ediyor. Her gün ayrı ayrı olarak tesadüflerden işte bu yazı zuhur etmiş oldu. Hem, olguları tam olarak da incelemiş değiliz. Örneğin; ilk paragrafta bir anlık rüya gibi olan başımda defneyaprağını yorumlamadık: Bakın ne yazıyor tabirciler:

“Rüyada taze defneyaprağı görmek yeniden canlanmak anlamına gelir. Rüya sahibinin tüm zorlukları geride bırakırken, doğru kararlar sayesinde tekrar arzu ettiği noktaya geleceğine işaret eder. Uzak bir yerden gelecek haber veya yolculuk anlamı da taşır.”4

Türkçesi, “Ya İstiklâl ya ölüm.” “Ya bu deveyi güdersin, ya bu diyardan gidersin.”

Yeteri kadar uzattık. Sadede gelelim:

Hiç ölmeyecekmiş gibi bu dünya için, yarın ölecekmiş gibi öbür dünya için çalışacağız.

Doğru bildiğimizi, zamanında söylemekten çekinmeyeceğiz.

Ve ve her şeyden önemlisi “aklımızı çalıştırmaya” başlayacağız. Tabii, önyargıları da parça parça ederek kafamızdan atıyoruz. Söz mü?

Sabahattin Gencal, Çekmeköy-İstanbul, 08. 04. 2023

____________________________

1. Selçuk, Prof. Dr. Sami, Descartes’ı Türkleştirmek, Karar, 05/04/2023  

https://www.karar.com/gorusler/descartesi-turklestirmek-1740100

2. Memiç, TC Kazım, not  defteri Fotoğraflar Bile Yerli Yerine...06. 04. 2023, yorumlar,  https://gencalinnotlari.blogspot.com/2023/04/fotograflar-bile-yerli-yerine.html

3. Salık, Hacı Haydar, Olumlu Düşünme Becerileri ve Başa Çıkma Yeterliği Arasındaki İlişkinin Çeşitli Demografik Değişkenler Göz Önünde Bulundurularak İncelenmesi İstanbul, T.C. İstanbul Gelişim Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, – 2017

4. https://www.milliyet.com.tr/pembenar/ruya-tabirleri/ruyada-defne-yapragi-gormek-ne-anlama-gelir-6480224

6 Nisan 2023 Perşembe

Fotoğrafları Bile Yerli Yerine...

 




Boş duramıyorum. Bir şey yapabilecek durumda da değilim. Müzik kesmiyor beni. Videolar başımı şişiriyor. Televizyonu hiç sormayın. Dışarıda gezemediğim gibi, içeride de egzersiz de yapamıyorum. Devamlı yatmak da olmuyor. Allah’ım (cc) affetsin. Böyle yakınmam da sanki şikâyet gibi oluyor. Tövbe estağfurullah. Her şeye rağmen şükürden aciziz.



İkindiden beri PC ‘nin Resim bölümündeydim. İftara çok yok. Hem bu saatlerde yatmanın iyi olmadığını söylerler. İşte bu sebepler dolayısıyla klavyenin başına oturdum. Sözde yararlı olabilecek bir yazı yazma niyetindeyim. Sizleri de böyle bezginliğe sürüklersem özür dilerim. Niyetim? Evet, niyet önemli; ama yetmiyor. Olumlu, neşeli yazı yazmaya yetmiyor... Derler ya; kelin ilâcı olsa...



Resim bölümündeydim, dedim. Oradan başlayalım. Birkaç resim de olmasına rağmen orası hep fotoğraf yüklü. Biliyorsunuz bazılarımız fotoğraflara da resim diyoruz. Anlaşılan bilgisayar, program demek daha iyi evetprogramı yapanlar da resim kelimesini kullanmayı tercih ediyor.

Resimle fotoğrafın arasında benim için küçücük bir fark var:

Resim: varlıkların, doğa görünüşlerinin kalem, fırça ve boya gibi araçlarla bez, kâğıt vb. üzerinde yapılan biçimi.

“Fotoğraf, “ışık “, “aydınlık“ ve Yunanca: γράφειν, “çizmek“, “kazımak“, “resim yapmak“, "yazmak" kelimeleri birleştirilerek türetilmiş bir isimdir. Kelime anlamı, ışık yardımı ile iz bırakmaktır.” (Vikipedi)

Resimle fotoğrafın arasında sanatçılar için, belki de sizin için de dağlar kadar büyük farklar var. Bir kere makineyle duygu ve düşüncelerimizi aktaramıyoruz...

Kim demiş onu. 1973’te 50 liraya kutu gibi bir makine almıştım. Ona bile duygu ve düşünce koyabiliyordum. Sonra 200 liralık, 400 liralık makine aldım derken akıllı telefonlar ki işte o zaman her şey bozulmaya başladı.



Eskiden bilgisayardan yararlanarak, tabii programlardan yararlanarak albümler yapmaya çalışıyorduk. Sonra ipin ucunu kaçırdım. Kendim yirmiye yakın kategori belirleyerek fotoğrafları doldurdum da doldurdum. Sözde sonradan kullanacaktım. Öyle ki bazı kişilerden fotoğraflarını kullanma müsaadesi almıştım. Bu arada iki köylümden bütün fotoğraflarını kullanma müsaadesi almıştım. Kendilerine bir kere daha teşekkür ediyorum. Ama olmadı işte. Araya pandemi girince. Daha doğrusu pandemiden sonra unutkanlığım artınca evdeki hesaplar çarşıya uymadı. Yüzlerce yüzlerce fotoğraf almışım bilgisayardan bunların arasında hemşerilerimin fotoğrafları... Unuttum gitti. Hangisi müsaadeli, hangisi... Sonra pandemiden önceki zevk alışım şimdilerde de fotoğraflara bile melül mahzun bakışım.

Kaç gündür, sözde yeni kategoriler oluşturuyorum; ama bu hızla aylarca bitiremem. Belli olmaz iki gün sonra pes de edebilirim. Kütüphanem de öyle olmadı mı? İnsan beş senede kütüphanesini düzeltemez mi?



Ben kendimi kıyasıya kınıyorum, siz de kınamayın lütfen. Belki de pandemiden sonra beynim sislenmiştir. Söz aramızda yok yok beynimde:

-Unutkanlık 

-Dikkat dağınıklığı

-Konsantrasyon kaybı

-Konuşurken kelime bulmada güçlük

-Düşüncelerini toparlayamamak 

-Okuduğunu anlamadan sayfalarca dalıp gitmek

-Önemli konularda karar vermede zorluk

-Başladığı hiçbir işi bitirememek 

-2 işi aynı anda yapamamak

-Mental performans gerektiren her işte zorluk çekmek



Ya, işte böyle. Ama yukarıda da yazdım ya Allah’a(cc) hamd olsun en azından bu durumumu şu veya şekilde tasvir edebiliyorum.

Bir ara not yazalım. Sakın, sakın ha internete bakıp kendinize teşhis koymayınız. Bu çok tehlikeli sonuçlar verebilir. Doktor olsanız bile doktora gitmeyi ihmal etmeyin. Kendimden örnek vereyim: Epeyce önce boyun damarlarından filim mi ultrasyon mu neyse bir şey çektirdim. Neticeyi Cuma günü aldım. Pazartesi doktora gösterebilecektik. O arada öyle sıkıntı bastı ki anlatamam. Belgede damarların dominant olduğu yazılıyordu. O sıralar oynayan bir dizide gayet sert olan bir dominant teyze vardı, belki de onun tesiriyle damarlarım sertleşti, diye üzülmüştüm. Bereket doktor dedi ki damarlar gayet güçlü ve güzel olarak... Ohh, dedim. Aile bireyleri de memnun oldu. Hatta oğlum, “Benim babamın beyni...” Neyse övünmek iyi değil.

Nasıl ki, eskiden övünmüyorduk, bugün de yerinmemek gerek.

Sahi, ben neyi anlatacaktım? Resimlerin gelişigüzel olarak depoya atılmaması gerektiğini. Ne yaptık bu andaki ruhsal durumumu da, bunun tahmini nedenlerini de anlattık. Derler ki: “Çok kucaklamak isteyen hiç kucaklayamaz.” Doğru diyorlar. Sözde satırlar arasına yetmiyormuş gibi kelimeler arasında da bazı anlamlar göndermeye çalışırken meğer hiçbir mesaj veremiyorum. Olsun, zaten hiçbir zaman mesaj vermek niyetim olmadı. Olmaz da; çünkü mesajı ancak ve ancak okuyucu alabilir. Yine bir not daha: Öğretmenken ders bitimindeki son cümlem şöyle olurdu: Anlayana sivrisinek saz...

Sabahattin Gencal,

Çekmeköy-İstanbul, 06. 04. 2023

Not: İlk fotoğrafı çeken: Ahmet Gencal, Diğer fotoğrafları çeken Ümmet Gür.

İki sanatçıya da açıkça teşekkürler.

4 Nisan 2023 Salı

“Bir vidasının Bozulması Uçağı Düşürebilir ”

 





Bugün, ilaç yazdırmak için bir hastanenin kalp damar cerrahi polikliniğine gittim. Doktor ve sağlık görevlileri ilgilendiler benimle. Allah (cc) razı olsun kendilerinden. Sağ olsunlar, var olsunlar.

Bizlere sağlık hizmetleri veren devletimize ve milletimize de Allah bir zeval vermesin. Devlet olmazsa ne yapardık?

Bir bacağıma pıhtı atmıştı pandemi döneminde. O pıhtının nasıl olduğunu anlamak ve izlemek üzere doktor ultrason istedi. Ultrason için de 21 EKİM 2023’e gün aldım hastaneden. İnşallah o güne dek yaşarım, inşallah yeni bir pıhtıyla karşılaşmayız. Bu konuda dostlarımızdan da dua istiyoruz.

Eve dönünce, kendi kendime bir değerlendirme yaptım: Devletimizdeki sağlık hizmetleri, öyle bazılarının dediği gibi yok olmuş değil. Aksine bizim gençlik ve orta yaşlılık dönemlerimize göre çok ileri. Ne var ki organizasyonda, işletimde ufak tefek hatalar var. Örneğin: Devlet her şeye bir sistem yaklaşımıyla bakar veya bakmalı. Çok güzel binalar yanında doktor ve teknisyen kadrolar da yetiştirmek gerek. Sonra zaman zaman tüm elemanlara hizmet içi eğitimler de vermek gerek. Yanlış anlaşılmasın, hizmet içi eğitimi verilmiyor demiyorum; başta belirttim ya birçok personel böyle eğitim verildiğinin birer delilidir. Ama eğitimden nasibini almayanları denetlemeli değil mi?

Yine, yanlış anlaşılmalara mahal vermemek için yazayım: Kendilerinden Allah (cc) razı olsun çocuklarım beni bugün bile özel hastaneye götürebilir ve ultrasyon aldırabilirler. Ama ben kendimi iyi hissettiğim için istemedim.

Konu şahsım olmadığı için bu durumu yazmış oldum. Bugün Nisan’ın 4’ü. 21 Ekim’e kaç gün var?

Bazen TV’de haber veya oturumlar izlerim. Oturuma katılanlar biri dedi ki... O birini de hatırlamıyorum, tabii tam olarak ne dediğini. Onun için ben kendi lisanımca söyleyeyim: Acaba özel sağlık alanları mı desteklenmek isteniyor? Olmaz ya, meselâ dedik.

Bazı zamanlarda, özellikle seçim zamanlarında basit durumlar bile yazılamıyor. Okuyucu kendine göre anlıyor. Ben devletimizden söz ediyorum. Bazıları parti anlayabiliyor. Gerçi onlar da haklı; günümüzde devletle, hükümetle, partiyi aynı görenler çoğaldı. Bu da arızı bir durum. Kısa zamanda düzelecek inşallah.

Biz düzelirsek devlet de düzelir. Devlet düzelirse biz de mutlu oluruz.

Her insan mutlu olmaya layıktır ya da layık olmalıdır.

Sabahattin Gencal,

Çekmeköy-İstanbul, 04. 04. 2023




Paylaşmak güzeldir.