Boş duramıyorum. Bir şey yapabilecek
durumda da değilim. Müzik kesmiyor beni. Videolar başımı şişiriyor. Televizyonu
hiç sormayın. Dışarıda gezemediğim gibi, içeride de egzersiz de yapamıyorum.
Devamlı yatmak da olmuyor. Allah’ım (cc) affetsin. Böyle yakınmam da sanki
şikâyet gibi oluyor. Tövbe estağfurullah. Her şeye rağmen şükürden aciziz.
İkindiden beri PC ‘nin Resim
bölümündeydim. İftara çok yok. Hem bu saatlerde yatmanın iyi olmadığını
söylerler. İşte bu sebepler dolayısıyla klavyenin başına oturdum. Sözde yararlı
olabilecek bir yazı yazma niyetindeyim. Sizleri de böyle bezginliğe sürüklersem
özür dilerim. Niyetim? Evet, niyet önemli; ama yetmiyor. Olumlu, neşeli yazı
yazmaya yetmiyor... Derler ya; kelin ilâcı olsa...
Resim bölümündeydim, dedim. Oradan
başlayalım. Birkaç resim de olmasına rağmen orası hep fotoğraf yüklü.
Biliyorsunuz bazılarımız fotoğraflara da resim diyoruz. Anlaşılan bilgisayar,
program demek daha iyi evetprogramı yapanlar da resim kelimesini kullanmayı
tercih ediyor.
Resimle fotoğrafın arasında benim
için küçücük bir fark var:
Resim: varlıkların, doğa
görünüşlerinin kalem, fırça ve boya gibi araçlarla bez, kâğıt vb. üzerinde yapılan
biçimi.
“Fotoğraf, “ışık “, “aydınlık“ ve
Yunanca: γράφειν, “çizmek“, “kazımak“, “resim yapmak“, "yazmak"
kelimeleri birleştirilerek türetilmiş bir isimdir. Kelime anlamı, ışık yardımı
ile iz bırakmaktır.” (Vikipedi)
Resimle fotoğrafın arasında sanatçılar
için, belki de sizin için de dağlar kadar büyük farklar var. Bir kere makineyle
duygu ve düşüncelerimizi aktaramıyoruz...
Kim demiş onu. 1973’te 50 liraya kutu
gibi bir makine almıştım. Ona bile duygu ve düşünce koyabiliyordum. Sonra 200
liralık, 400 liralık makine aldım derken akıllı telefonlar ki işte o zaman her şey
bozulmaya başladı.
Eskiden bilgisayardan yararlanarak,
tabii programlardan yararlanarak albümler yapmaya çalışıyorduk. Sonra ipin
ucunu kaçırdım. Kendim yirmiye yakın kategori belirleyerek fotoğrafları
doldurdum da doldurdum. Sözde sonradan kullanacaktım. Öyle ki bazı kişilerden
fotoğraflarını kullanma müsaadesi almıştım. Bu arada iki köylümden bütün
fotoğraflarını kullanma müsaadesi almıştım. Kendilerine bir kere daha teşekkür
ediyorum. Ama olmadı işte. Araya pandemi girince. Daha doğrusu pandemiden sonra
unutkanlığım artınca evdeki hesaplar çarşıya uymadı. Yüzlerce yüzlerce fotoğraf
almışım bilgisayardan bunların arasında hemşerilerimin fotoğrafları... Unuttum
gitti. Hangisi müsaadeli, hangisi... Sonra pandemiden önceki zevk alışım
şimdilerde de fotoğraflara bile melül mahzun bakışım.
Kaç gündür, sözde yeni kategoriler
oluşturuyorum; ama bu hızla aylarca bitiremem. Belli olmaz iki gün sonra pes de
edebilirim. Kütüphanem de öyle olmadı mı? İnsan beş senede kütüphanesini
düzeltemez mi?
Ben kendimi kıyasıya kınıyorum, siz de
kınamayın lütfen. Belki de pandemiden sonra beynim sislenmiştir. Söz aramızda
yok yok beynimde:
-Unutkanlık
-Dikkat dağınıklığı
-Konsantrasyon kaybı
-Konuşurken kelime bulmada güçlük
-Düşüncelerini toparlayamamak
-Okuduğunu anlamadan sayfalarca dalıp gitmek
-Önemli konularda karar vermede zorluk
-Başladığı hiçbir işi bitirememek
-2 işi aynı anda yapamamak
-Mental performans gerektiren her işte zorluk çekmek
Ya, işte böyle. Ama yukarıda da
yazdım ya Allah’a(cc) hamd olsun en azından bu durumumu şu veya şekilde tasvir
edebiliyorum.
Bir ara not yazalım. Sakın, sakın ha
internete bakıp kendinize teşhis koymayınız. Bu çok tehlikeli sonuçlar
verebilir. Doktor olsanız bile doktora gitmeyi ihmal etmeyin. Kendimden örnek
vereyim: Epeyce önce boyun damarlarından filim mi ultrasyon mu neyse bir şey
çektirdim. Neticeyi Cuma günü aldım. Pazartesi doktora gösterebilecektik. O
arada öyle sıkıntı bastı ki anlatamam. Belgede damarların dominant olduğu yazılıyordu.
O sıralar oynayan bir dizide gayet sert olan bir dominant teyze vardı, belki de
onun tesiriyle damarlarım sertleşti, diye üzülmüştüm. Bereket doktor dedi ki
damarlar gayet güçlü ve güzel olarak... Ohh, dedim. Aile bireyleri de memnun
oldu. Hatta oğlum, “Benim babamın beyni...” Neyse övünmek iyi değil.
Nasıl ki, eskiden övünmüyorduk, bugün
de yerinmemek gerek.
Sahi, ben neyi anlatacaktım?
Resimlerin gelişigüzel olarak depoya atılmaması gerektiğini. Ne yaptık bu andaki
ruhsal durumumu da, bunun tahmini nedenlerini de anlattık. Derler ki: “Çok
kucaklamak isteyen hiç kucaklayamaz.” Doğru diyorlar. Sözde satırlar arasına
yetmiyormuş gibi kelimeler arasında da bazı anlamlar göndermeye çalışırken
meğer hiçbir mesaj veremiyorum. Olsun, zaten hiçbir zaman mesaj vermek niyetim
olmadı. Olmaz da; çünkü mesajı ancak ve ancak okuyucu alabilir. Yine bir not
daha: Öğretmenken ders bitimindeki son cümlem şöyle olurdu: Anlayana sivrisinek
saz...
Sabahattin Gencal,
Çekmeköy-İstanbul, 06. 04. 2023
İki sanatçıya da açıkça teşekkürler.