Çerkez Tamer Havana-Küba'da, 11 Mayıs 2016 Dünyanın kabul ettiği Büyük Lider, Şanlı Bayrağımız ve ben Ne büyük mutluluk ve gurur NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE ***** |
Çerkez Tamer
“Dünya bizimdir.” diyerek, her fırsatta gezen
orta yaşta birini düşünün. Bir de dünyası kitap olup gezmeyen, gezemeyen emekli
birini düşünün. Kafanızda canlandırın.
Düşünmek, hele bir film, bir video izlermiş gibi
düşünmek güzel.
Şimdi kafanızda ayrı ayrı canlandırdığınız bu iki
adamı yan yana düşünün. Kurgu yapın.
Olmaz mı, olamaz mı böylesi iki kişinin yan yana
olması. 40 yılda bir de olsa olmaz mı?
Olur olur. Oldu bile. 40 yıldır otobüsle seyahat
etmeyen biri ki o çok gezen, gezmeyen doymayan biridir. Evet, onunla daha çok
kitaplarla arkadaşlık kuran biri bir otobüste yan yana oturdular.
Ve konuştular. Daha doğrusu çok gezen konuştu. Çok
kitap okuyan dinledi. Sadece o mu dinledi. Hayır tüm otobüstekiler dinledi.
Doğrusu kimin, kimle, nerede ne konuştuğu pek de
ilgilendirmez insanları. Ama böylesine farklı yetenekleri olan; ama duygu ve
düşüncelerinde birçok ortak noktaları olan iki kişinin ne konuştukları
önemlidir.
Bu konuşmalar sansürsüz olsa kuşkusuz daha ilgi çekici
olurdu.
Sansür olduğunu nerden biliyoruz ki?
Bilmez olur muyuz. O, düşündüğünüz yaşlı biri, eskiden
ayaklı kütüphane olan; ama şimdilerde çok unutan biri bendim.
Evet, ben Sabahattin Gencal.
Birkaç sene önce Kuzuluk’taki devre mülkümüze
giderken yolculuk arkadaşı ile konuşan biri bendim. Ben, 35 yıl
öğretmenlik ve okul yöneticiliği yapmış biri olarak her sözü her yerde
söylememeye alıştım. Daha doğrusu, ne olur ne olmaz korkuları çektim. Şimdi de
bu korkulardan kurtulmuş değilim. Kınıyor musunuz? Peki, siz aklınıza
geleni rahatça söyleyebiliyor musunuz? Anlaşıldı, söyleyemiyorsunuz. Ama sözünü
ettiğimiz çok gezen biri, ne pahasına olursa olsun doğruyu dosdoğru olarak
söyleyebilen biri. İtiraf edeyim, yolcuların siyasi konulara karışması
olasılığını düşünerek mümkün olduğu kadar bu konulara girilmemesini sağlamaya
çalıştım. Nitekim başarılı da olduk. Hiç kime sözümüzü kesmedi. Herkes dinledi,
dinledi.
Herkesin dinleyebildiği konuşmaları, okuyucuların da
okuyabileceğini varsayarak yazdım. Yazdıklarımı, yayınlamak müsaadesi almama
rağmen yayınlayamadım.
Eski defterleri karıştırırken, daha doğrusu
yazdıklarımı toparlamaya çalışırken Birkaç sene önce yazdıklarımı gördüm. İyice
demlenmiştir. Herhalde keyifle içilebilir diye düşünerek yayınlamaya karar
verdim.
Karar verdim; ama bu gezginle çektirdiğimiz fotoğrafı
bulamadım. Kendi kendime, facebookta bulabilir miyim diye düşündüm.
Aaa, niye önceden düşünmedim bunu. Cerkez Tamer yazdım
ve sayfa açıldı. Açıl susam açıl gibi oluyor günümüzde de…
Çok geçmedi aradan facebook arkadaşı da olduk. Yine,
çok kısa zamanda paylaşımlarını gözden geçirdi ve ve ve...
…
Tamer –“Çok iyi hatırladım. Güzel bir yolculuktu. İnşallah iyisinizdir. Sevgiler, selamlar…
-“Merhaba Tamer Esen Bey,
Maşallah hafızan yine güçlü. Hatırladığınız gibi 15.06.2017’de x otobüsü ile Samandıra’dan Akyazı’ya kadar beraber yolculuk yaptık. Ben 5 numarada oturuyordum siz 6 numarada.
Beraberce fotoğraf çektirdik. Yolculuk boyunca
konuştuk. Konuştuklarımızı yayınlama müsaadesi de almıştım sizden. Ama
yayınlamak kısmet olmadı. Bugün eski defterleri karıştırırken 5 sayfa kadar
tutan o konuşmaları ve değerlendirmeleri buldum. Ancak fotoğrafı bulamadım.
Kendi kendime facebookta bulabilir miyim diye düşündüm ve de buldum. Arkadaşlık
teklif ederken “Acaba hatırlayacak mı?” diye düşünmedim de değil. Çok geçmeden
mesajını aldım. Çok teşekkür ederim.
Aradan epeyce süre geçti, belki konuşmaların
yayınlanmasını istemeyebilirsiniz. Şayet istemezseniz bildirin.
Kıs bir sürede de hafızalara iz bırakan sizlere
sağlıklar ve ailece hayırlı uzun ömürler dilerim.
Sabahattin Gencal, Emekli Öğretmen, 27.09.2019
Tamer –“Beni çok mutlu ettiniz. Sizin de hafızanız
maşallah. soyadımı bile hatırlıyorsunuz. Ben de sizi aramıştım.
soyadınızı bilmediğim için bulamadım. Sizi unutmadığım kesin. Güzel
insanları unutmam. Benim gizlim saklım yoktur. Yayınlanacak kadar ne
ilginizi çekti bilmiyorum; fakat istediğiniz gibi yapabilirsiniz Allaha emanet
olun hayırlı aksamlar.
-“Hayırlar akşamlar Tamer Bey. Yolculuğumuzun
hikâyesi, bir zeval olmazsa yarın X'te. Selâmlar. Allah'a emanet olun.
Tamer –“ Sevgili büyüğüm, Tamer’in önündeki BEYi
kaldıralım. Bey bana soğuk. Samimiyeti soğutuyor gibi geliyor Sabahattin
ABiM
…
Onun için gerçekten doğru. Rutin konuşmalar ne kadar
ilgi çeker?
Aslında bütün dünyayı gezmeyi planlayan Tamer’i böyle
bloglarda değil Türkiye çapında tanıtmak gerekir.
Bir gezgin’i niçin tanıtmak gerektiğini toparlayarak
anlatamıyorum. Onun için birkaç vecize seçtim. Bu vecizeler hem niçinleri
açıklar hem de daha daha başka şeyleri.
“Hiçbir şey zekâyı seyahat etmek kadar geliştirmez.” (Emile Zola)
“Seyahat için yaptığın yatırım; kendin için yaptığın en iyi yatırımdır.” (Matthew Karsten)
“Bir yolculuğun en iyi ölçüsü katettiğin kilometreler değil, yolculuk sırasında edindiğin arkadaşlardır.” (Tim Cahill)
“Hayat bir kitaptır ve gezip görmeyenler hep aynı sayfayı okur.” (St. Agustine)
Görüyorsunuz işte: Ben hep aynı sayfayı okuyorum.
İşin garibi okuyucularıma da aynı sayfaları
okutturuyorum. Oysa Tamer’in iki sene öncesi 3000 fotoğrafı vardı. Şimdi kim bilir…
Aklıma bir şey geldi. Facebook’un aldığım bazı
fotoğrafları ilgili ilgisiz aralarda kullanacağım ki yazının uzunluğu göz
korkutmasın.
Biz de gezmeye çıksak mı?
Sabahattin Gencal, 28.09.2019
Not:
Yolculuk öyküsünde, Tamer'in beni ziyarete
gelemediğini yazmıştım ya, işte bunun nedenini iki yıl geçse bile
açıklayıp özür diliyor Tamer. Böyle hassasiyeti gördük mü? Bir kere
daha takdir ediyorum sözünün eri Tamer'i.
Tamer'in Messenger iletisi
Sizden ayrıldıktan sonra ertesi günü tekrar İstanbul’a gitmek zorunda kaldım oradan da Hollanda’ya geri döndüğünden size verdiğim ziyaret sözünü yerine getiremedim maalesef. Özür dileklerimi kabul edersiniz inşallah.
Sevgiler abi🙏
Bunu da açıklamasaydım rahat edemezdim
Rahmetli babamın da adi Sabahattin olduğunu söylemiştim. Onun için unutulmazsınız benim için🙏
Tamer Esen, 01. 10. 2019
Çerkez Tamer’den Alacağımız Dersler Vardır
Otobüslerde konuşmayı tasvip
etmem. Konuşanları, içimden kınardım. Kınadığım başıma geldi.
İstanbul’dan
Akyazı’ya kadar bitişik koltukta oturanla konuştuk durduk.
Çevremizdekiler tarafından kınandık mı acaba? Çaktırmadan
gözledim çevremizdekileri. Kınamak şöyle dursun, sanki kulak kesilmişlerdi. Çıt
yok. Tamer Esen’i, nam-ı diğer Çerkez Tamer’i dinliyordu herkes.
Benim
rolüm konuşturmaktı.
Soruyorum;
anlatıyor anlatıyor…
Soruyorum;
anlatıyor anlatıyor…
Arada
yorum yapıyorum. Takdirimi bildiriyor, araya bir vecize, bir hadis veya kibâr-ı
kelâm ekliyor ve yine soruyorum. Sanki otobüstekileri temsilen bir nevi röportaj
yapıyorum.
*
15.
06. 2017 Perşembe günü saat 13.40’da x firmasının Samandıra'daki otobüs
terminalinde otobüse bindim. 5 numaralı koltuğa oturdum. Biraz sonra 6 numaraya
orta yaşlı bir bey oturdu.
Merhabalar… Hayırlı
yolculuklar vb. diyaloglarından sonra, her yolculukta olduğu gibi çantamda
bulunan kitabımı açıp okumayı düşünüyordum; ama gördüm ki yanımda canlı bir
kitap var.
Yavaş
yavaş bu canlı kitabın sayfalarını çevirmeye başladım.
Beş
dakika sonra otobüs kalkacak. Yolcuların valizleri, eşyaları bagajlara
yerleştiriliyor.
Yaşlı
bir hanım efendinin elinde büyük bir valiz gibi, çuval gibi bir şey. Zorlandığı
belli oluyor.
6
Numaradaki Bey,
- “Gözlerim böyle manzaralara alışık değil.” diyor. Oysa ben böyle
manzaralara o kadar alışkınım ki…
Gözleri
benim memleketimin manzaralarına alışık olmayan bu bu bey kim ola?
*
_
Ben Sabahattin Gencal. Emekli öğretmen.
_
Ben de Tamer Esen.
_
Tamer Bey…
_
Beyi bırakalım. Beyi bırakalım.
Tamer’e
nereli olduğunu sordum. Akyazı doğumlu; ama 40 yıldır Hollanda’da.
“Gözlerim
böyle manzaralara alışık değil.” sözünü şimdi anladım. Anlaşılan birçok şeyi
anlayacağız.
*
Saat
13.49 otobüsümüz, 4 dakika gecikmeyle Akyazı istikametine doğru hareket etti.
Biz
de hayalen Hollanda’ya hareket ettik.
İlkin
16 Nisan 2016 Referandumu sırasında Hollanda’yla olan münasebetimize değindi
Tamer.
Hollandalılar
Türk hükümetine, “Bizde seçim var. Bu sıra propaganda için gelmeyin; sonra
gelebilirsiniz.” diyor. Bizimkiler yani Bakanımız ve yanındakiler önce
Almanya’ya gidiyor ve oradan da kaçak yollardan Hollanda’ya giriyorlar.
Hollanda polisi de yasa gereğini yapıyor. Hollanda polisi statü ve mevkie
bakmaksızın yasaları herkese uygular. Bu “kaçak giriş” Türk kamuoyundan
gizleniyor. Dolayısıyla Hollandalıların uygulaması Türk tarafında bir hayli
tepkiye neden oluyor. VE ve ve Hollanda’da evet oranı %75.
İçimden,
şimdi anlaşılıyor Vehbi’nin kerrakesi. Gerçi bazı medyamız da algı
operasyonları hakkında bilgilendirdiler bizi. Ama bunlardan söz edip Tamer’in
hızını azaltmak da olmazdı.
Tamer, yurt dışındakilerin oylamaya katılmalarını doğru
bulmadığını da, kendine göre gerekçelendirerek anlattı.
Tamer,
arada bir “Siyaseti sevmem.” diyorsa da siyasi yaralarımıza parmak basıyor.
Onun için konuyu değiştirecek sorular soruyorum. Ve anlatıyor:
-“40
yıl sonra bir otobüsle seyahat ediyorum.” diyor.
Böyle
durup kalkmalara alışık değil. Bir an önce Akyazı’ya varmak istiyor. Eve
varınca hemen banyoya girecek. Çocukluk arkadaşını kaybetmenin üzüntüsü içinde
olduğunu, konuşmayınca hep onu düşündüğünü ve fena olduğunu söylüyor.
Demek
ki konuşmak ilâç gibi. Tamer konuşunca ilâcını almış gibi oluyor. Biz de
dinleyince ders ve ibret alıyoruz.
“Arkadaşınıza Allah’tan rahmet; sizlere de ve sevenlerine sabırlar dilerim
vb.” taziye cümlelerinden sonra sorularımı sıraladım. Tamer de anlatmaya devam
etti.
Hollanda’da
işleriyle meşgulken, çocukluk arkadaşının- Bu arada kendisinin 55, arkadaşının
52 yaşında olduğunu ekledi- ölüm döşeğinde olduğu haberini aldı. Hiç vakit
kaybetmeksizin yola çıktı.
Hollandalı
yetkililer “Gitmesine gidebilirsin; ama dönüşün zor olur.” diyor kendisine.
Nasıl zor oluyor? Türk Konsolosluğunda formaliteler…
Ne
olursa olsun diyerek yola çıkıyor ve sağ olarak görüyor arkadaşını. Birkaç gün
sonra da kansere yenik düşüyor arkadaşı.
Benim
de gözlerim doluyor. “Her can ölümü tadacaktır.” Gözlerimin dolması daha çok
Tamer’in vefalılığından. Arkadaşını görmek için ta Hollanda’nın Rotterdam’ından
kalk gel. Övgüye layık bir hareket değil mi? Sırf bu vefalılığı bile büyük bir
örnek. Ama örnek alınabilecek daha birçok yanlarını gördüm Tamer’in.
*
Tamer
12 yaşındayken ailece Hollanda’ya gitmişler. İlkin Rotterdam’ın içinde
kaldılar. Sonra hemen kentin yakınlarında bahçeli bir ev yaptılar.
Tamer
bazı firmalara işçi bulma işiyle uğraşıyor. Polonya’dan, Romanya’dan işçi
alıyor.
Tamer’in
eşi de, arkadaşının tarımla ilgili firmasında yönetici olarak çalışıyor. Firma
Sakarya’da çilek işine girdi. Ama istediğini elde edemedi.
Tamer’in
kızı da tasarım işiyle ilgileniyor. Atölyesinde 20-30 ürünü geliştiriyor.
Aaa,
ürün geliştirme, markalaşma uğraşı. İçimden bizimle karşılaştırıyorum… Tamer’in
sözünü kesmek de istemiyorum.
Tamer’e
yazmasını öneriyorum. O da; kızının da aynı şeyleri söylediğini belirtti. Hatta
“Sen yaz; ben düzeltirim.” diyor kızı.
Hazır
sırası gelmişken bu konuşmaları blogumda yayınlamak için izin istiyorum. Bu
arada fotoğraf çektiriyoruz. Ben de bir iki poz öz çekim (selfi) çekmeye
çalışıyorum.
Sözlerimizin
yazılacağını düşünürsek daha bir başka olmaz mıyız? Oluruz tabii. Ancak
Tamer’in anlatımlarında bir değişiklik yok.
Akyazılı
hemşerileri kendisine “Unutturma kendini. Ölürsen cenazene gelen olmaz.”
demişler. O da “Ben öldükten sonra…” diye başlamış söze.
Hemşerilerine söylediklerini sıraladı ve ekledi: “Ben düşünerek konuşmam.
İçimden geldiği gibi konuşurum. İçimden geldiğini söylemezsem canım sıkılır.
Kendimi yalancı gibi hissederim.”
Tamer’in
bu sözleri Yunus’un (…) dizelerini hatırlatıyor mu?
Yunus’un
dizelerini araya sokmak doğru değil. Tamer’in hızı kesilmemeli.
Çerkezlerin
cenazelere de düğünlere de yoğun olarak katıldıklarını söyledi ve ekledi:
“Düşünüyorum,
kızımın düğünü olursa 300 kişiye davetiye gönderilebilir; ama ben, beni
gerçekten seven 85 kişiye davetiye göndereceğim. Bunun gerekçesini de mantıklı
olarak açıkladı. Ama aklımda kalmadı nedense…
Sık
sık “Ben düşünerek konuşmam.” diyordu Tamer.
Ben çok defa sözün 9 boğum olduğunu, 9 düşünüp bir söylemek gerektiğini
söylerim. Ama Tamer’e bir şey söylemedim. Çünkü o, anladığım kadarıyla “yalan
konuşmam” demek istiyor gibime geldi. Nitekim bir sözünde de bunu gösterir:
Bir
sene önce bir vesileyle Akyazı’ya geldiği sırada tabanca attığı için mahkemeye
verildi. Avukatı; “Pişmanım” demesini tembih etti. Diğer arkadaşları
“Pişmanım.” diyerek beraat ettiler; ama Tamer pişman olmadığını söylediği için
3 ay aldı. Ne olursa olsun yalan söylemediğini tekrarlıyor.
“Yalan
bütün kötülüklerin anasıdır.” Sözünü herkes bilir. Ama ”zararsız yalanlar.”,
beyaz yalanlar” gibi uydurma gerekçelerle yalan söyleyenler, bile bile yalan
söyleyenler. Yalanın adına algı operasyonu diyenler… Uzatmayalım. Yukarıda da
dedim ya Tamer farkında olmadan zayıf noktalarımızı gösteriyor.
Zayıf noktalarımızdan biri, belki de en önemlisi zamanı çarçur etmektir.
Toplantılarda lak lak etmektir.
Tamer, “Çocukluk arkadaşlarımla neyi paylaşabilirim? Bu anılardan sonra ne
konuşulur?” diyor.
İnsanın aklına geliyor.
Bizde ne konuşulmaz ki? Futbol konuşuruz. Siyaset konuşuruz. Takım kurarız.
Hükümet kurarız… Dedikodu yaparız. Gıybet yaparız. Yani zamanı harcamanın bir
yolunu mutlaka buluruz. Ama Tamer?
Bakın, çarpıcı bir örnek de verdi:
Amcasını görmek için Akyazı’dan araba kullanarak taa Marmaris’e gitti.
Amcasına 4 saat sonra “Allah’a ısmarladık” dedi. Amcası da şaşırdı.
-“Bunca yolu 4 saat için mi geldin.”
-“Paylaşacığımızı paylaştık.” diyor Tamer.
Bu arada bir din âlimimizin bu gibi durumlarda; “Maksat hasıl oldu.” Sözünü
hatırlattım.
Otobüs yolculuğunda dışarıya, manzaralara bakılmaz mı? Bakılır elbet. Hızlı
gözlemler de haz verir insana. İnsan hem gördüklerini, hem de gördüklerinin
sebep olduğu çağrışımlarının tadı tuzuyla…
Ben bu yolculukta,
penceremden Akyazı’ya kadar “dışarıya hiç bakmadım…” desem yeridir. Tamer’in
sayfalarını çevirmekle meşguldüm.
Bazı sayfaları hiç okumadan çeviriyordum. Örneğin belediyelerce verilen
iftarlar konusunu çevirdim. X Belediyesi çarşının ortasında iftar verdi. Başka
yer mi yoktu. Stadyum daha müsait olmasına rağmen… Maksatları reklam…
Hemen konuyu değiştirecek sorular sormaya başladım. Devam etse Saray’da
verilen iftarlara sıra gelecek ve sözünü yine esirgemeyecekti.
Yanlış anlaşılmasın Tamer’i sansür ediyor değildim. Otobüste belli
görüşlere hipnotize olmuş kişiler olabilirdi. Onlar da konuşmaya müdahale
edebilirlerdi. Onun için konuyu kapatmak en iyisiydi.
Konsolosluk konusunu da kapatmak zorunda kaldım.
Bin bir formalitenin ötesinde kendisinden 700 lira aldıklarını
söyledi. Kartla ödeme yapmak istiyor. Kartla ödeme cihazı yok. Böyle bir cihaz
alınamaz mı? Bu kadar para alıyorlar da… Neyse bir yerden buldular da kartla
ödedi. Nedense kurumlarımızı fazla tenkit etmesini istemiyordum. Onun için
konuyu yurt dışına atmak istiyordum.
Avrupa’yı karış karış gezmiş Tamer.
İtalyanlar Türklere benziyor. Yunanlılar daha çok benziyor.
Yunanlı samimi bir arkadaşı var. Onunla;
-“Çoban salatası bizimdir.”
-“Yok, bizimdir.”
-“Baklava bizimdir.”
-“Yok, bizimdir.” vb. gibi bizimdir, sizindir tartışmalarına girerler… Dil
ve din ayrılığı var; ama kültür aynı gibi…
(…)
Tamer Felemenkçe de konuşabiliyor. Belçika’da da Felemenkçe konuştuklarını
söyledim ve Hadise konusu açıldı.
Geçenlerde Hadise’nin bir konseri vardı. Ancak gelemediği için hayal
kırıklığı yarattı.
Sanattan, müzikten
maalesef pek anlamıyorum. Magazin haberlerini de, açık söylemek gerekirse
sevmiyorum. Onun için yine sayfa çeviriyorum.
Fidel Castro ülkesi
komünistlikle yönetiliyor. İnsanların bütün ihtiyaçlarını devlet karşılıyor.
Kaldıkları otel
görevlisine 20 dolar bahşiş verdi. Verirken de onurunu kırmamaya özen gösterdi.
Çocuklarına verdiğini söyledi.
Görevli, maaşının 29 dolar olduğunu söyledi.
Tamer, bir gün dışarı çıkmak istedi. Arabayı yerinde göremedi. Çalındı mı
acaba? Görevli burada hırsızlık olmadığını söyledi. Mutlaka bir yere çekilmiş
olabileceğini de ekledi ki öyle olduğu da anlaşıldı.
5-6 saat uzaklıkta olan bir yere gitti. Sırf Atatürk heykelini görmek için.
Heykelin önünde elinde açılmış büyük Türk bayrağı olduğu halde
çektirdiği fotoğrafı bana gösterdi.
Söylemeyi unuttum. Cep telefonunda 3000 fotoğraf var. Kısa zamanda bulup
gösteriyor bana Che Guevara Müzesini
ve diğer müzeleri…
Bu arada çocukların at arabalarıyla okula giderken çektiği fotoğrafları da
gösterdi.
-“Eski Anadolu’muz gibi mi? diye sordum.
Küba’ya gitmişken? Amerika’ya gitmediğini söyledi. Amerika’da ne görecekti?
Binalar mı?
Küba’dan Meksika’ya
geçti. Tabii, eşiyle birlikte geziyorlar…
Meksika’da turistik yerler güzel. Ama Tamer halkın içine girmeyi sevdiğini
söylüyor…
Yalan olmasın Küba’da mı, Meksika da mı, iyi anlayamadım; Türkler gördü.
Onlarla sohbet etti. Türkiye’den kaçıp sığınmışlar…
Gezen mi çok bilir oyan mı?
Ah, gezenler de biraz okusa. Okuyanlar da biraz gezebilse.
Tamer fazla okumadığını söyledi. Hollanda’da sanat okulunu bitirdi.
İlkokulu Akyazı’da okudu.
Matematik öğretmeninden çok dayak yedi.
Akyazı’ya geldiği günlerden bir gün öğretmenini yolda yürürken gördü.
Arabasını durdurarak öğretmenini arabaya aldı. Ona kendisini tanıttı.
Öğretmenin çok dayak attığını da söyledi. Öğretmen kızarmakla kaldı…
Tamer’in bu hareketi de hoşuma gitmedi. “Hocanın vurduğu yerde gül biter.” diyenlerden değilim; ama yine de…
Tamer, dayak yiyen çocuğun hiçbir şey öğrenemeyeceğini söyledi. Anlaşılan
şimdi de eğitim eleştiriliyor. Gerçi haklı Tamer. Ama otobüste konuşulacak konu
mu bu?
Belki de ben yanlış düşünüyorum. Bugün hiçbir veli eğitimden memnun değil.
Tamer Avrupa ile karşılaştırmalı olarak eleştiriyor. Ama sözünü esirgemeyen
bir hali olduğu için yine sayfa çeviriyorum.
Tamer Dubai’de…
O, en yüksek kulelere çıktı eşiyle birlikte. Bir katta mescit gördü. Girdi.
Duasını yaptı.
Tamer oruç tutuyor, arada aksatmakla birlikte namaz kılıyor… Arada içiyor
da… Eşi ve kızı da ibadetten haz alıyorlar…
Tamer bu gezilere nasıl para yetiştiriyor?
Yarın endişesi yok. Onu alayım, bunu yapayım tutkusu da yok. Gezmeyi
seviyor.
-“Dünya bizim.” diyor.
Bu arada Suriyeliler konusuna giriyor.
-“Biz nasıl Hollanda’ya yerleşmişsek Suriyeliler de Türkiye’de
yerleşebilir. Ancak?”
Sayıyor, sayıyor.
Saydıkları gördüğümüz şeyler. Ama bir şey söylüyor ki yazılmaya değer:
Hollanda’ya bir saldırı olsa. Türkiye’ye kaçmayı düşünmeyeceğini 40 yıl
kaldığı ikinci yurdunu savunacağını ekliyor.
Burada Suriyeli gençlerin yurtlarını savunmamalarını, özgürlükleri için
savaşmamalarını eleştirmiş olmuyor mu?
Yol biter Tamer’in sözleri bitmez. Bir ara telefon numarasını öğrenmek
istedim…
Bu kez o mu sayfa
çevirdi; anlamadım tam.
-“Hep ben konuştum. Sana bir soru.” dedi.” Bu anda ne isterdin? Tek
kelimeyle…
Ben de eşimin vefatı dolayısıyla yaşadığım travmanın etkisinde olduğumu;
onun için bir şey söyleyemeyeceğimi belirttim.
-“Ben olsam, “eşim” derdim.” dedi. Sonra ekledi “Senin sözlerin de oraya
gider…
Eşimin öldüğünü söylemiştim. İki sene önce onunla birlikte Kuzuluk’taki
devre mülkümüzde olduğumuzu da eklemiştim.
Devre mülkün adresini aldı hafızasına. Ama hâlâ gelmedi. Bulamadı mı yoksa?
Kendisi eşinden 10 yaş
büyük. Eşi daha önce ölmek istediğini söyledi. O da “Ben 10 yaş büyüğüm; ben
öleyim önce” demiş. Bu arada eşimle birlikte yaptığımız peygamberimizin duasını
hatırlattım. Peygamberimizle (sav) Validemiz Hz. Ayşe dualarında “Allah beni
sensiz bırakmasın…”
-“Bu güzel sözü yazdım.” dedi.
Anlaşılan hafızasına az da olsa kısa ve öz sözleri yazıyor.
Gezdiği ülkelerden ana hatlarıyla söz etmesi, yalnız önemli yerlerin
fotoğraflarını çekmesi de ilginç. Öyle ya benim gibi ayrıntıya girse
ansiklopediler yazılır.
Tamer’in gezi planında Japonya var. Dikkatimi çekti; gideceği ülke hakkında
ön bilgi alıyor.
Akyazı’ya geldik.
Tokalaştık. İnerken devre mülkün adresini kısaltarak tekrarladı. İnerken de
hafızasının sırrını açıklamış oldu.
Çokları indi otobüsten. Kuzuluk’a gidecek birkaç kişi kaldık. Bu birkaç
kişi nasıl karşılaştırmış bizi acaba?
Biri yaşlı- Biri orta yaşlı.
Biri sessiz- Biri konuşkan.
Biri hiç gezmeyen- Biri gezmeden durmayan.
Biri emekli maaşı ile geçinen. - Biri, ailesinin her ferdi para kazanan.
Biri kitap okuyan-Biri gezdiği yerleri okuyan.
Kısaca eksi ve artı kutuplar.
(…)
Bazen aklıma olmayacak şeyler gelir. Nedense pil geldi aklıma. Pilin artı ve eksi kutupları var. Elektronik araçların ve en basitinden el fenerinin çalıştırılmasında pilden yararlanılabilir.
Fenerlerine, sözünü ettiğim pili koyabilenler etrafını da aydınlatabilir
diye düşünüyorum.
Şu veya bu şekilde
aydınlananların çeşitli korkularla aydınlatmamaları Türkiye’mizin derdi. Buna
siz, kanseri diyebilirsiniz.
Tamer, eminim ki böyle kapalı konuşmaları, yazmaları sevmez. Tamer ne
pahasına olursa olsun A’dan Z’ye eksiklerimizi karşılaştırmalı olarak
sergilerdi.
Çerkez Tamer bir öykü, bir senaryo konusu olurdu. Çok da güzel olurdu. Ama
onun üzerinden fikir üretmeye çalışmam iyi olmuyor. Benim zaafım da bu.
Zaaflarımızı teşhis etmek önemlidir kuşkusuz. Ama teşhis sonrası ne
yapmamız gerektiği hususunda bizleri bilgilendirebilenlere, liyakatli
yöneticilere ihtiyacımız olduğu da bir gerçektir.
Sabahattin Gencal, Kuzuluk, 16.06.2017