3 Kasım 2024 Pazar

Şundan Bundan

 

Not:
Biz dört arkadaş her toplantıda fotoğraf çektirirdik.
Ancak bu toplantıda fotoğraf çektirmek hiçbirimizin aklına gelmedi.
Demek ki havamızda değildik.
Bu günler zaten kimse havasında değil.
Neyse eski tarihi fotoğrafla idare edeceğiz...



Biz, dört arkadaş yine toplandık. 02. 11. 2024 Cumartesi günü Çekmeköy’deki bir kafede fikir masasının etrafında gündemsiz olarak yerimizi aldık.

Fikir masası derken, öyle altın kaplama veya özel olarak ithal edilen bir masa anlaşılmasın. Bayağı ahşap bir masa.

Masaya fikir masası denmesinin nedeni çevresinde oturanların fikir alışverişi yapmalarındandır. Çevresinde oturanlar “barışı” konuşuyor olsaydı barış masası olurdu. Üzerinde yemek olsaydı yemek masası olurdu. Yani masaya adını veren çevresindekilerin etkinliğidir.

Masa deyince bir de makam masası akla geliyor. Bu arada makamı doldurmak, makamı dolduramamak deyişlerini de yaygındır. Makamın itibarını sarsmak, makamın itibarsızlaştırmak isteyen kişiler de çıkabiliyor. Bazen de bizzat makam sahipleri, makamlarının itibarlarını bilerek veya bilmeyerek sıfırlayabiliyor.

Masa etrafında gündem oluşturamadan oturunca işte böyle oluyor. Bir masadır tutturduk gidiyoruz. Masa yerine kasa desek olur muydu? Ne münasebet. O para kasaları meseleleri epey önceydi. Peki, meselenin önceleri olması bir daha gündeme gelmemesi anlamını taşır mı? Taşımaz tabii. Paşa gönlümüz ne zaman isterse gündeme getiririz veya taze taze fırından yeni çıkmış gündemler oluştururuz. Bu konuda üstümüze yoktur. Hiç kimsenin düşünemediği, hukuka tamamen aykırı konuları masalardan değil kürsülerden bile ortaya atar mıyız? Atarız da tutarız da; var mı bize yan bakan.

Bu kez bir acayip yazıyorum, değil mi? Zaten yazmakla görevlendirilmiş değilim. Kendi kendime bir vazife çıkardım. Hiç de iyi yapmadım.” Durumdan vazife çıkarmak” deyimini duymuşsunuzdur. Nasıl duymazsınız. Bu son yıllarda çokları durumdan vazife çıkartarak hem amirlerini, hem kurum ve kuruluşlarını zor durumda bırakıyorlar. Hatta Türkiye Cumhuriyeti’nin itibarını 8, 9 sekiz onda dokuz şiddetinde sarsıyorlar.

Bir şey anlamadınız değil mi? Normal. Zaten bir şey anlaşılsın diye yazmadım. Sonuçta ben de insanım, ben de korkarım. Ne olur ne olmaz. Bugün olmazsa on yıl sonra bakarsınız ki; ”Şu cümleyi yazdın. Şurada nokta yerine virgül koydun deyip sorgu sual ederler.

Pişman oldum. Ben, mizahi durumların ortasında olsak da mizah yazısı yazamam, yazamayacağım. Onun için biz dört arkadaş nasıl alış veriş yaptığımızdan söz edelim:

Herkes de biliyor ki fikir alış verişlerinin tutanağını ben yazıyordum. Onun için ayrıca görev tebliğine gerek görülmüyor. Genellikle toplantı sonunda, “Ne yazayım?”, der fikirlerini alırdım. Bu kez unuttum. Her yazıda bu unutkanlıktan söz etmek de istemiyorum; ama gerçek bu. Şunu da belirteyim ki toplum benden de unutkan. Ya daha dün bebek ölümlerinden söz etmiyor muyduk? Daha dün birilerini meclise davet etmiyor muyduk? Daha dün terör saldırısı konuşmuyor muyduk? Sonra emeklilerin, fakirlerin belinin büküldüğünü falanı filanı. Eee her gün yeni bir gündemle mi uyanacağız?

Evet, biz dört arkadaş gündemlere teğet geçtik. Daha çok sanat, eğitim, din ve ahlak erozyonları üzerinde durduk.

Ben kafeye girdiğimde üç arkadaşım masada yerlerini almışlardı. Ben geç gelmemişim, sağ olsunlar onlar bira erken gelmişler. Benim yerim hazırdı. Şunu da ekleyeyim. Masada sadece benim yerim bellidir. Sağda otururum. Yanlış anlaşılmasın masanın sağından söz ediyorum. Ayaklarım şişiveriyor da ondan, özellikle sağ ayağım.  

Diyeceksiniz ki bizim de kafamız şişti. Haklısınız diyemeyeceğim. Bu venüz denen illet öyle sizlerin kafa şişmesine benzemiyor. Tedbir almazsan götürür insanı. Allah (cc) korusun tedbir almazsak sokakta da...

Masaya oturduğumda Ahmet Meral Bey hocamız, Erdoğan Teke Bey’in Yarım Kalan Mutluluklar kitabının kritiğini yapıyordu. Ahmet Beyin takdirlerinin anlamı başkadır. Erdoğan Beyin yeni romanının editörlüğü Ahmet Beyin arkadaşına verilmesi kararlaştırıldı.

Yukarıda sanat üzerinde konuşuyorduk dediğimde pek de inanmadınız değil mi?

Bir de, Hatîb el-Bağdâdî’nin (ö. 463/1071) Bağdat tarihine ve Bağdatlı meşhur şahıslara dair eseri üzerinde konuştuk. Hüseyin Bey, bu kitaptan aldığı birkaç paragrafı okudu. Kader üzerindeki bu paragrafların üzerinde bir hayli durduk. Hatta taa 1968 yılında Samsun İmamhatipte öğretmenken meslek dersleri hocalarından duyduğumu naklettim. Ben işte böyleyim, ya da yaşlılar böyledir dünü unutur ama yıllar öncesini... Kader üzerinden gele gele “Âmentü’de yer alan “Hayır ve Şer Allah’tandır” ifadesinin açılımına geldik. Meral Bey bir güzel açıklayıverdi.

 

Yani şimdi olup bitenler Allah’tandır mı diyeceğiz? Olur mu öyle şey. Biz bazı siyasetçiler gibi miyiz? İşte size Din İşleri Yüksek Kurulu sayfasından bir alıntı:

“Allah’ın hayra rızası vardır, şerre ise rızası yoktur. Hayrı seçen kişi mükâfat, şerri seçen ise ceza görecektir. Şerrin Allah’tan olması, kulun fiilinin meydana gelmesi için Allah’ın yaratmasının devreye girmesi demektir. Yoksa Allah, kulların kötü fiilleri yapmalarından râzı/hoşnut olmaz ve şerri de emretmez.”

Yazıyı bitirmeden önce daha başta Erdoğan Bey’in bana sorduğu bir sorudan hareketle SAGEN Yazarlar Grubunun hazırlamakta olduğu İNSAN OLMA VE İNSAN OLARAK KALMA adlı kitabın hangi aşamada olduğundan söz edeyim:

Kitap için üyelerin ancak %25’si yazı gönderdi. Bu yazılar bir kitap için yetebilir gerçi; ama gönül isterdi ki hepsi yazabilsin. Ancak hiç kimseyi yazmadığından ötürü kınamıyoruz. Öyle benim gibi korkarak titrek tikret yazmaktansa hiç yazmamak daha iyidir belki. Öyle ya bakarsınız on yıllar sonra...

Bu arada bu yazımızı okuyan grup arkadaşlarımız da umarız ki yazılarını gönderirler.

Bütün mesele insan olma ve insan olarak kalmaktır. Diğer deyişler meyişler laf-ı güzaftır.

Sabahattin Gencal,

Çekmeköy- İstanbul, 02. 11. 2024

 

 

 

 

 

 

 

 

27 Ekim 2024 Pazar

Cumhuriyet

 

                                    




Sevgili torunlarım Fatmanur ve Sabahattin Gencal’ın dilinden ve hepimizin gönlünden. (Sabahattin Gencal)

 


                       cumhuriyet


cumhuriyet hava gibi su gibi gerekli bize

 

cumhuriyet anne gibi baba gibi sevimli bize                                                                              

cumhuriyeti Atatürk kurdu yurdumuzda                                          özgür yaşayalım diye

 

cumhuriyeti dedem yazdı, bayramlarda                                                                                       gönülden okuyalım diye                             

 

 

Sabahattin GENCAL,  (Yuvacık-İzmit, 10. 10. 2003)

 

ChatGPT:

Bu dörtlük, Cumhuriyetin Türk toplumundaki yerini, önemini ve tarihi sürecini vurgulayan anlam dolu bir yapıdadır. Dörtlükte, Cumhuriyetin yalnızca bir yönetim biçimi değil, aynı zamanda bireylerin yaşamında vazgeçilmez bir değer olduğu ifade edilmektedir. Şimdi, dörtlüğü düz yazı biçiminde ayrıntılı olarak açıklayalım.

İlk Mısra: “Cumhuriyet hava gibi su gibi gerekli bize”

Bu mısrada, Cumhuriyetin yaşamın temel unsurlarıyla kıyaslandığı görülmektedir. "Hava gibi su gibi" ifadeleri, insanların varlığı için elzem olan şeyleri temsil eder. Şair, Cumhuriyetin bu kadar hayati bir öneme sahip olduğunu vurgulayarak, insanların özgür bir ortamda yaşamalarının gerekliliğini dile getirir. Bu benzetme, Cumhuriyetin sadece siyasi bir sistem değil, aynı zamanda bireylerin ruhsal ve sosyal yaşamlarında da bir gereklilik olduğunu ifade eder. Cumhuriyetin sağladığı özgürlük ve eşitlik, bireylerin yaşam standartlarını yükselten, insan onurunu koruyan bir yapı olarak tanıtılmaktadır.

İkinci Mısra: “Cumhuriyet anne gibi baba gibi sevimli bize”

Bu mısra, Cumhuriyetin ailevi bir sevgi ve şefkatle benzerlik taşıdığını ifade eder. "Anne gibi baba gibi" ifadeleri, Cumhuriyetin koruyucu, besleyici ve sevgi dolu bir yapıda olduğunu simgeler. Şair, Cumhuriyetin toplum için sevimli ve güven verici bir otorite olduğunu belirtirken, bireylerin Cumhuriyete olan bağlılıklarını da güçlendirir. Bu ifadelerle, Cumhuriyetin sağladığı barış ve huzurun, aile içindeki sıcaklık ve güven duygusuyla paralel olduğu vurgulanmaktadır. Bireyler, Cumhuriyetin kendilerini koruyan bir aile gibi hissetmelerini sağladığı için bu yapıya duyulan sevgi ve bağlılık artmaktadır.

Üçüncü Mısra: “Cumhuriyeti Atatürk kurdu yurdumuzda özgür yaşamak için”

Bu mısra, Cumhuriyetin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’e yapılan bir vurgudur. Atatürk’ün Cumhuriyeti kurarkenki amacını açıkça ortaya koyar: "Özgür yaşamak." Şair, Atatürk'ün Türk milletine kazandırdığı bu yönetim biçiminin, bireylerin özgürlüklerini güvence altına almak için var olduğunu belirtir. Bu ifade, Cumhuriyetin tarihsel arka planını, Atatürk’ün vizyonunu ve Türk halkına olan inancını öne çıkarır. Atatürk, Cumhuriyet ile birlikte, halkın iradesinin ön planda olduğu, bireylerin düşünce ve ifade özgürlüğüne sahip olduğu bir toplum yaratmayı hedeflemiştir. Dolayısıyla, bu mısra, Cumhuriyetin temel amaçlarından birinin özgür bireyler yetiştirmek olduğunu açık bir şekilde ifade eder.

Dördüncü Mısra: “Cumhuriyeti dedem yazdı, bayramlarda gönülden okuyalım diye”

Bu mısra, Cumhuriyetin geçmişle olan bağlantısını vurgular. "Cumhuriyeti dedem yazdı" ifadesi, Cumhuriyetin tarihi sürecinin aile içinde hatırlanması ve onurlandırılması gerektiğini belirtir. Bu, Cumhuriyetin bireylerin hayatında bir miras olarak kabul edildiğini gösterir. Ayrıca, “bayramlarda gönülden okuyalım diye” ifadesi, Cumhuriyetin önemini kutlamak ve bu değerleri gelecek nesillere aktarmak için yapılan bir çağrıdır. Bayramlar, Cumhuriyetin kutlandığı özel günler olarak toplumsal hafızayı canlı tutma işlevi görmektedir. Şair, bu ifadeyle Cumhuriyetin tarihinin ve değerlerinin, toplumda yer edinmesi ve hatırlanması gerektiğine dikkat çeker.

Genel Anlam

Bu dörtlük, Cumhuriyetin Türk toplumu için ne denli önemli olduğunu ve bireylerin yaşamlarında nasıl bir yer kapladığını ortaya koymaktadır. Cumhuriyet, hayati bir ihtiyaç olarak tanımlanırken, aile içindeki sevgi ve güvenle paralel bir değer olarak görülmektedir. Atatürk’ün Cumhuriyeti kurarak sağladığı özgürlük, bireylerin düşünce ve yaşam biçimlerini etkilemiş, toplumda güçlü bir dayanışma ruhu oluşturmuştur.

Dörtlüğün genel teması, Cumhuriyetin sadece bir yönetim biçimi değil, aynı zamanda bireylerin özgürlüğü, mutluluğu ve güvenliği için bir yaşam tarzı olduğudur. Şair, Cumhuriyetin tarihsel önemini ve gelecekteki nesillere aktarılması gereken değerlerini vurgularken, bu mirası yaşatmanın önemini dile getirmektedir. Böylece, Cumhuriyet, Türk milletinin ortak kimliğini ve değerlerini temsil eden bir simge haline gelir. Bu dörtlük, Cumhuriyetin yalnızca geçmişte kalmadığını, aynı zamanda bugün ve gelecekte de toplum için bir rehber olacağını ifade eder.

ChatGPT

18 Ekim 2024 Cuma

Geleceğe Umutla Bakıyoruz

 


Bugün 2024’ün Ekim ayının 17’si. Günlerden Perşembe. Allah’a şükür Çekmeköy’de bir kafede, dört aylık bir aradan sonra toplandık yine.

Şükür ediyoruz çünkü sağlığımız yerinde.

Şükür ediyoruz çünkü FİKİR MASASI tekrar kurulmuş oldu.

Şükür ediyoruz toplumumuzun bunca moral bozukluğuna rağmen GÖNÜL GÜCÜMÜZ YÜKSEK.

Şükür ediyoruz çünkü GELECEĞE UMUTLA BAKABİLİYORUZ.

Şükürden aciz olmama dileğiyle işte FİKİR MASASININ ÇEVRESİNDEKİLER...

(Tanımayanlar için takdim ediyorum: (Soldan sağa) (Bendeniz)Sabahattin GENCAL (Sesini duyuramayan eğitimci), Ahmet MERAL (Kısa Dünya Tarihi yazarı, toplumun dertlerini dert edinen eğitimci), Erdoğan TEKE (Yarım Kalan Mutluluklar adlı romanın yazarı), Hüseyin YILDIZ (Elinden kitap, kalem ve defter düşmeyen adam)

*

Bugünkü başlangıcımız iyi oldu. Bir kere tam zamanında yani 14.30’da toplantı başladı.

İki, Ahmet Bey’in getirdiği bir torba tuzlu fıstığı atıştırmamız anlamlı oldu. Bildiğiniz gibi, fıstık, birçok yararları yanında “Kavrama ve öğrenme yeteneği gibi beyin fonksiyonlarını etkili kılar.”  Ahmet Bey ne mesaj vermiş oldu? Sadece bize mi? “Kızım sana diyorum, gelinim sen işit” örneği bütün okuyuculara ve yetkililere kavrama ve öğrenme yeteneğinin beslenme ile yakından ilgili olduğunu hatırlatmış olabilir mi? Hatırlatsa da yetkililerimiz bu laflara kulak asmaz, üstelik fıstığın zararlarından söz edebilirler.

Üç, Erdoğan Bey, börek ikram etti. Peki, ne mesaj vermiş olabilir? Ah o eski günler. Fakirdik ama baklava börek yiyebilirdik...

Dört, Hüseyin Yıldız Bey yanındaki Kur’an mealini açtı. Bir ayet açıklamasında yazarın tutarsızlığına vurgu yaptı. Ahmet Bey ayetin önceki ve sonraki açıklamalarına göre tefsir etmeliydi, dedi. Bendeniz de, bir âlimden duyduğumu naklettim. Kur’an-ı Kerim’in bütünündeki ilkelere bakmak gerekir. Sözü edilen kitaptan çok, günümüzde kendilerini bir şey zannedenlerin toplumu zehirlemelerinden söz ettik.

Bu arada ilâhiyatçıların ve teologların büyük vebal taşıdıklarından da kısaca söz ettik. Taa Emevilerden bugüne hocaların, şeyhlerin sırf yöneticilere destek olmak için halkı uyuşturdukları üzerinden teğet geçtik.

Beş, arkadaşların mesajlarını aldığınızı umarım. Peki, bu arada bana ne düşüyordu? FISTIK GİBİ BİR YAZI YAZMAK değil mi?

Aaaa, “fıstık gibi yazı”  deyimini ben uydurdum sanıyordum, meğer Üsküdar’da sabah oldu. Günaydın, dedi bana sözlük:

Fıstık gibi: 1. besili ve canlı, dolgun. 2.mec. çok güzel. "Fıstık gibi yazısı var.

Burada el yazısından söz ediliyor galiba ama karıştırmayalım ve toplantımıza dönelim:

Toplantıdan ayrılırken, sordum arkadaşlara ne yazayım, diye. Bir şeyler yaz, şen yazarsın, dediler. Kahveci’nin deyişleri aklıma geldi “Bizim yazarlar uydurmasyon, atmasyon, kaydırmasyon... yapıyorlar.” Bunu hatırlatınca estağfurullah, dediler. Demeseylermiş uydurmasyon yapabilir miydin. Mümkün değil yapamazdım. Öyle ...masyonla işim olsaydı, oo ooh!

Neyse ne konuştuğumuzun ana başlıklarını yazıvereyim de...

TOPLUMLARI YIKAN RÜŞVETİ konuştuk hem de üzülerek. Otuz sene önce daire almıştık müteahhitten. Kat mülkiyeti tapusu olmaksızın. O semte böyle bir tapu yokmuş. Meğer en üst kattaki üç daire kaçakmış. Evlerin miatlarının dolma aşamasında öğrendik ki toprak hisselerinde de farklılıklar varmış. Yani ne oluyor? Otuz küsur sene önce belediye görevlilerinin ya da bilmediğimiz ellerin aldığı rüşvetin ceremesi biz safların/akılsızların üzerine yükleniyor öyle ya. Peki, desek ki KURUMLARDA DEVAMLILIK ESASTIR. BU ZARARI BELEDİYE KARŞILAMALIDIR. Ne derler? “Geçti Bor’un pazarı sür eşeğini Niğde’ye.” Hayır, öyle demezler Çünkü kılıfına uydurmuşlardır. Yani kanunları istedikleri gibi evirip çevirmişler, defalarca değiştirmişler.

Bu arada bendeniz söze girip, Hukuk Fakültesinde okuyan birçokları dahil kanunlarla hukukun aynı olduğunu sanmaktadır. Hukuk ayrı bir şey hukuka uymak ayrı bir şey. Başka yerlerde oluyor mu bilmiyorum; bizde kanunları torbaya veya çuvala koyup öyle oyluyorlar. Zehirlerin altın tabakta sunulduğu gibi. Çuvaldaki iyi kanunların yüzü suyu hürmetine... Haa, bugünlerde de öyle kanun yapma teşebbüsleri oldu ki? Onu da anlatmayalım; sanki bilmiyormuşsunuz gibi.

Ahmet Bey kardeşimiz, “En kötü kanun kanunsuzluk iyidir.”dedi. Tabii o zaman “orman kanunları olur. Yani kuvvetli olanın zayıfları yemesi gibi. Biz de böyle şeyler olmaz, olamaz(?)

Tahminlerim çıkar benim. Tahmin ediyorum ki aklınıza Tevfik Fikret’in şiiri gelmiştir:

 

DOKSAN-BEŞE DOĞRU

 

Bir devr-i şe’âmet: Yine çiğnendi yeminler;

çiğnendi, yazık, milletin ümmîd-i bülendi.

Kânun diye, topraklara sürtüldü cebinler;

kânun diye, kânun diye, kânun tepelendi...

Bîhûde figanlar yine, bihûde enînler!

Tevfik Fikret

( 1867 - 1915 )

*

DOKSAN BEŞE DOĞRU

Bir uğursuz dönem gene:

Gene çiğnendi nice andlar;

Çiğnendi, yazık, ulusun yüce umudu!

Yasa diye topraklara sürtüldü alınlar;

Yasa diye, yasa diye, yasalar tepelendi...

Boş yere çığrı çığlık, boşuna bu inilti!

Tevfik Fikret

( 1867 - 1915 )

Ben de arkadaşlar da yani BİZ DE Tevfik Fikret’in düşüncesinde değiliz:

Çığlıklarımız, iniltilerimiz boşuna değil.

...

Eee, çözümün nedir, diye sormayacak mısınız?

Hatırla sevgili okuyucu 2010’larda kötü gidişi gören bendeniz Hukuk, Eğitim, Ekonomi, Yönetim sorunlarını aynı zamanda öncelikli olan sorun kabul ederek her birinin baş harflerini alarak HEEY Masasını /GENCAL MASASINI kurmuştum. Birkaç yerde de sessiz çığlıklar atmıştım. HEEY! HEEY! Demem gerektiğini şimdi evden dışarıya zor çıkınca anladım. Masa’da ayak mayak bırakmadılar.

Peki, şimdi ne öneriyor hocamız?

Toplantının ta başında önermiştim. Okuyucularım için de tekrar yazıyorum:

Bir arı tek başına bal yapabilir mi? Elbette ki yapamaz. Bu arı başka bir kovana girebilir mi? Olur mu canım. Arılar yalaka olamaz. O halde? Böyle tek kalmış arılar bir kovanda toplanacağız. Parti kuracağımız anlamı çıkmasın bu sözümüzden. BİZ olacağız. Bu konuyu işlerken Fatiha’nın sonunda BİZ diye dua etmemizi dile getirince sağ olsun Ahmet Bey okudu. Ayrıca Kur’an-ı Kerim’den bu konuyla ilgili ayetleri okudu.

Güzel ama bu fakir birlik kuramıyor ki. Bir SAGEN Yazalar Birliği kuralım dedik. Yine yüzümüze gözümüze bulaştırdık. Kimsenin umurunda bile değiliz. Uzak dağın harmanı büyük görülürmüş değil mi?

Az daha unutuyorduk. Uzak dağlardan da Nobellerden de söz ettik. Üç Nobel alanımız oldu. Tebrik ederiz. Tabii bu Nobel verme işleri de biraz karışık.

Nedense ele aldığımız konular hep karışık çıkıyor. Büyük oğlumun deyişiyle: “karuşuk kuruşuk”

Çetin Altan’ın deyişiyle bitirelim: Enseyi karartmayın. Allah izin ederse on beş gün sonraki toplantımızı bekleyin.

Sabahattin Gencal, Çekmeköy-İstanbul, 18. 10. 2024

Not:

“Türk’ün aklı sonradan gelir.” diye bir garip ama birazcık da gerçek bir atasözümüz var. Benim de aklım sonradan geliyor. Ahmet Bey; “Toplantılarımız için Üsküdar’a kadar uzansak...” dedi. Ben de “inşallah” dedim.

Arkadaşlarımın hepsine teşekkür ediyorum. Ben hastayım diye toplantıları evime birkaç yüz metre yakın olan bir kafede yapıyoruz. Bazen de beni evden alıyorlar. Örneğin bugün Hüseyin Bey yarı yoldan aldı beni. Hepsine teşekkürler.

Hamd olsun iyiyim. İnşallah yakında Üsküdar’da da olacağım. İnşallah, Allah ömür verirse bütün Türkiye’de olacağım.

Devletin 8 yıl yatılı okuttuğu, bir yılda ücretli izinli saydığı biri olarak, 35 yıl öğretmenlik yapmam yetmez. Son nefesime kadar “İyi insan iyi yurttaş”lık görevimi yapmağa çalışacağım. Yazıyla olamazsa bile tutum, tavır ve davranışlarımla inşallah örnek olmaya çalışacağım.

Sabahattin Gencal, 18. 10. 2024

 

 

11 Ekim 2024 Cuma

Buluşmak Güzeldir

 

Sabahattin Gencal-Mustafa Kâmil Server
Çekmeköy-11. 10. 2024


Bir meslektaşımızla buluşursak neşeleniriz. Bir aydınla buluşursak olgunlaşırız. Bir öğrencimizle buluşursak gençleşiriz. Peki, ya bütün bu saydıklarımızla buluşursak?

Değerli meslektaşım Kur’an- Kerim ve Arapça Öğretmeni, Hadis konusu üzerinde özel olarak duran öğrencim Mustafa Kâmil Server Beyle buluştuk. Anlayacağımız neşelendik, yararlandık ve de gençleştik. Bu işler bu kadar kolay mı? Aslında kolay ama bizim toplum nedense her şeyi zorlaştırıyor.

Daha 7-8 öncesine kadar öğrencilerimizi az çok hatırlardım. Ama şimdilerde hafızam zayıfladı. Onun için Mustafa Kâmil Bey’i, Samsun İmamhatip okulundaki öğrenci haliyle hatırlayamadım. Ancak o, derslerine girmediğim halde beni hatırlıyor. “Daha yumuşak, daha cana yakındınız” diyor. Allah’a hamd olsun, halen de öyle olmaya çalışıyorum. İbni Abbas (ra)’dan rivayet edildiğine göre Resûlullah (sav) Abdülkaysoğullarından Eşecc’e: “Sende Allah’ın sevdiği iki özellik vardır: Yumuşak huyluluk ve ihtiyatkârlık” buyurdu. (Müslim, Îmân 25, 26. Tirmizî, Birr 66) Yumuşak huylular çoğu kez istismar edilmiştir ama beni istismar edenler pek olmamıştır.



1994- 1995 öğretim yılında, Pendik’te bir özel okulda çalışırken bir vesileyle görüştük kendisiyle. Yani 30 yıl kadar önce görüşmüştük Mustafa Kâmil Beyle.

Kâmil Bey’, o güzelim sakallarını hayalen kesersek tam otuz yıl öncesi gibi olur. Tek kelimeyle Maşallah.

Hal hatır sorduktan sonra önce ben geçmişi özetledim; sonra da o. Bu anlatış sırasında arka planda sadece mekânları değil insanları da gördük. Kimilerini rahmetle andık. Sağ olanlara da sağlık ve hayırlı uzun ömürler diledik. Yani sadece bir kişiyle görüşmüş olmadık. 54 sene öncesine gittik. Bu arada helalleşme üzerinde durduk.

Bu anda gördüğün, görüştüğün bir kimseyle birkaç dakika sonra görüşebilme garantisi var mı? Elbette ki yok. Onun için daima yumuşak olmalı ve her konuda ihtiyatlı (tetbirli, ölçülü, özenli) olmalı. Bütün bu çabalara rağmen hak geçebilir yine de onun için helalleşmeli.

Mustafa Kamil Bey, bütün öğrencileriyle, öğretmenleriyle helâlleştiğini söyledi. Şahsen çok memnun oldum. Bu anda yine aynı okuldan başka bir öğrencimi hatırladım. O da aynı özeni ve titizliği fazlasıyla gösterenlerdendi. Kulağını çınlattığımız öğrencimize de telefon açtık... Biraz sonra da, görüşmek umuduyla vedalaştık.



Özetle bugün hava güzeldi; ama benim havam daha da güzeldi. Ufak tefek rahatsızlıklarımı unuttum. Mustafa Beyle, oğlumun çektiği fotoğraflarımızda da bu durum görülebilir. Oğlum, başka fotoğraflar da çekti. Yolda camii hocamızı gördük. Onunla da fotoğraf çektik. Tabii, ondan yayımlama izni almadığımız için o fotoğraflarımızı yayımlamıyoruz. 



Ben böyle değildim, fazla fotoğraf yayınlamazdım. Bu yaşlılık fotoğraflarımı yayınlamak da ne oluyor anlamadım. Demek insan bazen kendi yaptıklarının nedenlerini de anlamayabiliyor. Onun için birbirlerimizle görüşmeyi ihmal etmemeli ki beyin daima canlı ve dinamik kalsın. Bu söylediklerim kitabı değil; bizzat yaşıyorum. Bugün de yaşadığım gibi.

O gençlik günlerini görüşürken bir başka oldum. Hani her şeyi unutan Sabahattin. Hatırlamak bir yana bir belgesel filim izlemiş gibi oldum.

Belgesel filmleri izlemenizi öneririm ama daha çok eğitimle ilgili olanları izlerseniz daha çok kazançlı çıkabilirsiniz.

Günlerimizin birbirlerinden daha iyi geçmesi dileğiyle.

 

Sabahattin Gencal,

Çekmeköy-İstanbul, 11. 10. 2024

 


 

 

 

Paylaşmak güzeldir.