14 Mayıs 2021 Cuma

Bir Bayram Ziyaretinin Düşündürdükleri



Allah’a (cc) hamd olsun ki aile bireylerim, akrabalarım, arkadaşlarım ve dostlarım sayesinde, Ramazan Bayramımızda, pandemi koşullarına rağmen gönül gücüm artmıştır. Öyle artmıştır ki, inanın gönlüm tüm insanlığı içine alacak kadar genişlemiştir. Bu genişlik, bu heyecan ve bu huşu içinde HERKESİN RAMAZAN BAYRAMINI TEBRİK EDERKEN KARDEŞLİK, BARIŞ, DAYANIŞMA VB. GÜZEL DUYGULARIN GELİŞMESİNİ; YAŞAMIMIZIN MUTLULUKLARLA DOLMASINI YÜCE RABBİMİZDEN NİYAZ EDERİM.

Pandeni koşullarına rağmen bu bayramda gönül gücümüm artışına paralel olarak beyin gücümde de kıpırdanmalar oluştu. Unuttuğumu sandığım bazı anılar geçti gözümün önünden. Kaybolmaya yüz tutmuş düşünceler de gün yüzüne çıkmak istedi. Bu anılar, bu düşünceler kafamda oldukça bana rahat yoktur. Allah (cc) ömür verirse, sağlık verirse bunları ileri bir günde paylaşmayı bir borç kabul ediyorum.

13 Mayıs 2021 gününü, yani Ramazan Bayramının ilk gününü nasıl geçirdiğimi bir “günce” yazar gibi yazmak isterdim. Ama yazamıyorum, olmuyor olmuyor. Neden mi? Ben zaman zaman günce yazdım. “Herkesin yoğurt yiyişi başkadır.” derler ya bilirsiniz. Ben “geldim, gördüm, gittim...” gibi kısa ve özlü yazamıyorum. Tutum ve davranışları, sözleri, işleri vb. yazmanın ötesinde bütün bunların çağrıştırdıklarını da yazmaya kalkıyorum. İnsanın içinden ne kadar duygu ve düşünce geçtiğini düşünürsek benim yazmamın imkânsız olduğunu da anlarız.

Şimdi ben maddeler halinde kısa kısa yazacağım. Çağrışımları da artık sizler düşünürsünüz.

Sabah sabah, değerli arkadaşım Erdoğan Teke Bey’in bayramını telefonla tebrik ettim. Telefon konuşması sırasında saat 1400’te beni evde, evin kapısında ziyaret edeceklerini söylediler. Şimdi siz düşünün telefonla bayramlaşmanın önemini çağrıştırdıklarını, ayrıca ziyaretlerin kültürümüzdeki yerini.

Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) buyurdular ki; 

Hediyeleşin, çünkü hediye, aradaki muhabbeti artırır.” 

(Beyheki)

Saat tam 1400. Erdoğan Bey dairemizin zilini çalıyor. Böyle dakik davrananlara bayılıyorum. Özel hayatımda da meslek hayatımda bu konu üzerinde çok durdum. Zamanlama, toplumumuzun en büyük sorunlarından biri. Erdoğan Bey kardeşimizin böyle dakik oluşunda,  sanırım 23 yıl İsviçre de kalmasının payı vardır.

-                    Selâmünaleyküm.

-                     Ve aleyküm selam. Hoş geldiniz. İçeri buyurun.

-                    Hoş bulduk. Pandeminden sonra inşallah. Bayramınız mübarek olsun.

-                    Sizlerin de. Nice bayramlar...

-                    Nasılsınız?

-                    Hamd olsun, ya siz?

Bu bilinenleri niye tekrarladım, dersiniz? Elbette bunların anlamlarını biliyorsunuzdur; ama ne üzücüdür ki toplumumuzun çoğu bunların anlamlarına vakıf değil. Kalıp sözlerin seslendirilmesinden başka bir işlevi olmuyor. Açık deyişle bu kelimelerin ifade ettikleri o güzelim, o derin anlamlar unutuldu gitti. Bunları dipnot olarak yazayım, dedim. Ama ne zaman yeter, ne de güç. Başka bir bahara inşallah...

Değerli arkadaşım, esenlik dilekleriyle birlikte hediye paketini de takdim ediyor ve müsaade olarak gidiyor. Hediyeleşmenin önemi ile ilgili hadisleri bir vesileyle yazmıştım. Tekrar etmeyeceğim. Yalnız hediyenin ne olduğunu açıklamakla yetineceğim:

Çikolata. Yaşam boyu tatlı günler... Ve de bir kitap. En iyi hediyenin kitap olduğu ile ilgili birçok vecize duyduğunuzdan eminim. Ama Ramazan Bayramında bir kitap hediye edilmesinin anlamını takdir edersiniz. Kitabın adını da yazarsak konunun önemi daha çok artar. “Çağımız ve Türkiye Düşün ve Bilim Alanları” Prof. Dr. Niyazi Kahveci, Doğu Kitabevi, 6. Baskı.

18.yüzyılda yaşamış ünlü düşünür ve ilim adamı Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleriyle ilgili bir derleme kitabı yayınladım. Bu kitabın hazırlanması sırasında Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri’ne çift kanatlı dendiğini öğrendim. (zül cenaheyn’ günümüz Türkçesi ile ‘çift kanatlı’ Kanatların biri pozitif bilimleri temsil ederken diğeri teolojik disiplini simgeler) Bence Prof. Dr. Niyazi Kahveci de çift kanatlı bir bilim adamıdır. Türkiye’mizin, dünyamızın böyle bilim adamlarına ihtiyacı var. Böylelerinin engellendiği konusu ayrı bir konu.

Kitabı açıyorum. İçinde lüks bir zarf ve zarfın içinde özenle yazılmış bir bayram tebriği mesajı. Bu özenin ne anlama geldiğini yazmaya gerek var mı?

Kitaplar ruhun gıdasıdır. 
Japon atasözü 


Telefon konuşmalarım da, bayram tebriki, hal hatır sormalarımızın ötesinde hatıralarımızı tazelemek olduğunu da belirteyim. Bunlar da çok düşündürdü beni. Ayrı ayrı saymanın imkânı yok. Teknoloji ne güzel. Trabzon, Rize, Samsun, Ankara, Kocaeli, Bursa ve İstanbul’daki kardeşlerim, akrabalarım, öğrencilerim, arkadaşlarım, dostlarım aradılar. Ben de aradım tabii. Aramak ve aranmak ne güzel. Ah, dedim teknolojinin kullananı olduğumuz kadar icat edeni de olabilseydik.

Bir arkadaşımla köyümüzdeki, yaylalardaki anıları canlandırdık. Bir başka arkadaşımla ilçemizin diğer köylerinin 70-75 yıl önceki durumunu konuştuk. Düşünebiliyor musunuz; ev kapıları yatsıdan sonra kapanırdı. Esnaf dükkânını kapatmadan camiye giderdi, yemek yemeye vb. giderdi. Gözlerimizin önüne getirebiliyor muyuz?

Sıkılmazsanız bir iki satır da yazalım. Köydeki bakkala gittim. Yarım kg. şeker istedim. Diğer komşulara kalmaz diyerek 200 gram verdi bana. Bugünkü kara borsacıları düşünün bir de rahmetli bakkalımızı. Düşünecek daha çok şeyler var.  Şekeri ilaç olarak alırdık. Zaten kibrit, gazyağı, şeker, basma vb. alırdık dükkândan diğer bütün ihtiyaçları gece gündüz toprakla savaşarak, hayvan besleyerek, çayır biçerek vb. karşılardık. Ama mutluyduk. Bugünkü bolluğa rağmen insanlar mutsuz; çünkü gelir dağılımı adil değil. Çünkü büyük bir kesim modern köle durumunda.

Neden bu duruma düştüğümüz konusu başlı başına bir tez konusu olmakla birlikte kısaca değineyim:

Ahlakımız, MEB Talim Terbiyenin de belirttiği üzere ortada, reziletler artık        borulardan değil yollardan akıyor... Bütün bunların birçok nedeni var kuşkusuz. Bence bir nedeni de kültür yozlaşmasıdır.

Seneler önce duymuştum. Almanlar Türkiye’de bir araştırma yapmışlar ve şunu tespit etmişlerdir: Tahsil seviyesi artıkça kültür seviyesi düşüyor. Olur mu böyle şey demiştim o zamanlar; ama yarım asır sonra Almanların doğru teşhiş ettiklerini üzülerek öğrendim. Biz hep böyleyiz. Öngörümüz yok. Ancak yumurta kapıya dayanınca...

Benim sade, iyi niyetli, yurt ve millet sevgisiyle dolu ama okuyamamış köylümü düşünün bir de sözde okumuşları. “Benim köylüm” derken genel olarak köylümüzü kast ediyorum. Benim doğduğum köyü değil. Benim doğduğum köy, Cumhuriyetten önce de sonra da okumuşluk oranı en yüksek köylerden biridir.

Benim köyümdeki selamlaşma adabı, hal ve hatır sorma, yardımlaşma, komşuluk, düğün ve cenaze merasimleri, başsağlığı dilekleri, göz aydınlığı, Allah kavuştursun görüşmeleri, kış gecesi oyunları, çocuk oyunları, yaylaya çıkma, yayla şenlikleri, türküler, atışmalar... bayramlar vesaire vesaire. Evet, karşılaştırıverin bu günlerle. Karşılaştıralım ve Almanların senelerce önceki araştırma bulgularını bir kere daha düşünelim: Hani derler ya “Bu kadar cahillik ancak tahsille mümkündür.” İşte bizimkisi de öyle... Yani eğitim politikamız istenildiği gibi değil. Kültürümüz yavaş yavaş yozlaşıyor yozlaşıyor. Bu yozlaşma yetmezmiş gibi bir Araplaşma eğilimi de sezmiyor değilim. Yazık yazık çok yazık.

Telefonlarla görüştüğüm arkadaşlarla elbette bu konuları konuşmadık; ama o eski günleri yad ettik. Nerede görülmüş eskiye özlem. Evet, tekâmül etmek varken, pırıl pırıl bir geleceği planlamayı yapmak varken.

Bu Ramazanda, bu bayramda pandemi dolayısıyla hep içerideydik. Eminim ki biraz daha fazla, biraz daha etraflı, biraz daha gerçekçi, biraz daha eyleme dönük vb. düşündük.

Düşünmek az iş mi? Evet, o eski bayram coşkusu yoktu. Evet, o eski bayram hareketliliği yoktu; ama eminim ki şapkamızı önümüze koyup düşündük. İşte bunun için de bir başkayım bu bayramda. Bir musibetin bin nasihatten daha iyi olduğunu, daha etkileyici olacağını, istisnalar bir yana gördüğüm için umutluyum bu bayramda.

UMUTLARIN YEŞERMESİ DİLEĞİYLE TEKRAR RAMAZAN BAYRAMINIZI TEBRİK EDERİM.

Sabahattin Gencal, 

Çekmeköy-İstanbul, 14. 05. 2021 


18 Nisan 2021 Pazar

23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı

       


TBMM'nin 101.Kuruluş Yıl dönümü 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramımız kutlu olsun. Bizlere bu bayram coşkusunu 101. Yılda da bir kere daha yaşatan, ayrı ayrı saymaya sayfalar yetmez herkese candan teşekkür ediyorum. Var olun sağ olun.
        Korona-virüs salgını nedeniyle sokağa çıkma yasağına rağmen, teknoloji sayesinde çok güzel kutlama etkinlikleri oldu. Doğrusu bu etkinliklerden çok etkilendim:
Sabah sabah daha yataktan kalkmadan tabletimden internete girdim. Sosyal Medyadaki bayram kutlamalarını ve etkinlerini izledim. İzledim demek çok yavan kalıyor. Adeta yaşadım. Çocuklar gibi yaşadım. Ben seviyorum. Tüm yaratıkları seviyorum. Doğayı seviyorum. İnsanları seviyorum. Çocukları çok seviyorum. Seviyorum, ama nedense sevgimi belli edemiyorum. Yazı ile olsa da bunu beceremiyorum. Şu kadarını söyleyeyim: Bazen tüylerim diken diken oldu, bazen gözlerim yaşla doldu. Bazen de kalbim coştu. Çocuklar la beraber neşeyle doydum.
Sabahattin Gencal, Çavuşbaşı-Beykoz
(Torunların İlkokula başlaması anısı)
“Kahvaltı hazır babacığım!”
Sağ olsun oğlum Ahmet’in hazırladığı kahvaltı masasına oturdum. Bir yandan da televizyondaki programları izlemeye başladım. İstisnalar bir yana tüm kanallara da teşekkürler. İnanın reklamları da izledim. Çocukların yer aldığı her çalışma, her program güzeldir.
Şimdi de masa bilgisayarımın başındayım.  Mutluyum doğrusu. Çok özlü ve anlamlı demeçler var. Bu arada harika denilecek ifadelerin yer aldığı demeçlere bir kelimeyi yazmayanlar da yok değil. Bu konuya girip kırk yılda bir gelen neşemi bozmak istemem. Bir yazım olsun neşeyle bitmeli:
Yeri midir, değil midir kestiremiyorum, ama yine de Immanuel Kant’ın “ Kavramlar duyusuz boştur, duyular kavramsız kördür.” Sözünü hatırlatıyorum.
Sabahattin Gencal, Perşembe-Ordu, 1967

23 Nisan’ı sadece çocuk bayramı olarak görüp duygu ve coşkuya kapılmak ne derece doğru olabilir? Yine 23 Nisan’ı sadece Milli Egemenlik yönüyle ele almak ne derece etkili olur? Doğrusu olmaz. Ancak bazıları uçlara kayıyor ve tek taraflı oluyor bilerek veya bilmeyerek. Gelin dostlar, ortada birleşelim hem çocuklarımızla çocuk olup neşelenelim;  hem de birer Mustafa Kemal Atatürk olup Milli Egemenliğimiz üzerinde düşünelim.
Bakın, milli ve manevi hasletlerimizi az çok bilen, az çok da tecrübeli biri olarak söylüyorum: Birilerimizin bir uçta birilerimizin diğer uçta olmamız yanı kutuplaşmamız, düşmanlardan başka hiç kimseye yarar sağlamaz. Gelin altın/ortada, makulde birleşelim.
101.yıl etkinlikleri, şahsen beni, birleşeceğimiz konusunda umutlandırdı Bugün 23 Nisan Umut doluyor insan…
Not olarak şunu da ekleyeyim: Aslında böyle klâsikleşmiş yazılar yazmak yerine TBMM’ne bir doğum günü mesajı çekmek isterdim. Sayın Meclis Başkanımızın şahsında tüm milletvekillerimizin bayramını tebrik ederek onlardan bu meçhul öğretmeninin arzusunu düşünmelerini isterdim:
Nedenleri ve niçinlerini irdelemeden durumumuzun pek de iyi olmadığını söyleyebiliriz. Yine her durumda bu olumsuz durumdan başarıyla çıkma potansiyelimizin olduğu da herkesçe malumdur. Yalnız en kısa zamanda güçlü bir parlamenter sisteme geçmemiz şarttır.
Türkiye Cumhuriyetinin kalbi TBMM'nin değerli milletvekilleri, çok kişiye nasip olmayacak bu şerefli payeye erişen milletvekillerimiz düşünmek için henüz vakit geçmemiştir; ama…
Goethe’nin “Bir işi vaktinde yapmazsan eğer/azalır taşımış olduğu değer.” sözünü de unutmayalım.
Tekrar şahsınızda 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramımızı kutlarım.
Sabahattin Gencal, Çekmeköy-İstanbul, 23.04.2020
Not: TBMM'nin 100.Kuruluş Yıl dönümünde OKU blogunda yayınlanan bu yazımızı 1 (bir) rakam ekleyerek aynen yayınlıyoruz. Umarım ki coşkumuza da ekleme yaparız.




Atatürkçülük

  


ATATÜRKÇÜLÜK

-I-

Baş Komutan Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarının, milletin bütün fertleriyle “Ya İstiklâl ya ölüm” duygu ve düşüncesi etrafında birleşerek-bütünleşerek hep birlikte başarıyla verdikleri Kurtuluş Savaşı sonrasında kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş ilkeleri, Türk Devriminin Temel Kurucu İlkeleri veya Atatürk ilkeleri (Atatürkçülük/Kemalizm) diye adlandırılmıştır.

Temel İlkeler: Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik, Halkçılık, Devletçilik, Laiklik ve İnkılapçılıktır. (Cumhuriyet Halk Parti’sinin amblemi olan 6 Ok bu ilkeleri simgelemektedir.)

Türkiye Cumhuriyeti’nin tam bağımsız bir devlet olarak çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkması için bu kurucu temel ilkeleri besleyen, onlara uygulama imkânı hazırlayan ilkeler de vardır. Yine, başta Atatürk olmak üzere, Atatürk’ün arkadaşları, TBMM üyeleri ve Türk aydınlarınca belirlenen bu ilkeler genellikle bütünleyici ilkeler olarak anılırlar. Bunlardan bazıları;  a) Tam bağımsızlık, b) Milli Egemenlik, c) Akıl ve bilim, ç) Milli Birlik ve beraberlik, d) Yurtta sulh cihanda sulh, e) İnsanlık sevgisi,  f) Çağdaşlaşma vb.

Atatürkçülük donmuş bir doktrin değildir. İnkılapçılık/devrimcilik ilkesinden de anlaşılacağı üzere çağdaş koşullara göre gelişen bir sistemdir.

Milliyetçilik, ırkçılık demek değildir. “Türkiye Cumhuriyetini kuran halka Türk denir.” “ Ne mutlu Türk’üm diyene.” Sözlerinden de bu anlaşılır. Burada ırk birliği değil, kültür birliği vardır. Türk üst kimliği altında bütün kimlikler kenetlenir.

Halkçılık bir sınıfçılık değildir. Yani elit tabaka, halk tabakası diye bir ayrım olmadan herkes halkın bir ferdidir.

Devletçilik bir devlet tekeli değildir. Serbest ekonominin, başka deyişle girişimcilerin de yer aldığı bir karma ekonomik modelidir. Girişimcilerimiz Küresel girişimcilerle veya küreselcilerle işbirliği içinde olan girişimcilerle rekabet edemeyebilir. O durumda, bir nevi halkın korunmasının sigortası olarak devletçilik hayati bir önem taşır. Ağır sanayi, silâh sanayi, uçak sanayi vb. sanayilerin ve de büyük projelerin yapılabilmesi için de devletçilik önem arzetmektedir.

Cumhuriyetçilik yönetim biçimini simgeler. Türk kültürüne, daha açık deyişle Türk İslâm kültürüne, karakterine en uygun yönetim de demokrasidir, Cumhuriyettir.

Laiklik, Batıdaki sekulerizm değildir. Açık deyişle din ile devletin birbirinden tamamen ayrılması bir nevi din ile yaşamın ayrılması değildir. Laiklikte din işleri devlet işleriyle karıştırılmaz; ama bütün yurttaşların vicdan, ibadet ve din hürriyeti garanti edilir. Yani laiklik asla dinsizlik demek değildir.

İnkılâpçılık/devrimcilik ise Türkiye Cumhuriyeti’nin daima çağdaş uygarlık düzeyinde olmasını hatta bu uygarlık düzeyinin üstünde olmasını sağlamaktır. Yani statükocu olmamaktır. Açık deyişle durağan, kemikleşmiş bir yapı değil Atatürkçülük. Atatürkçülük akıl ve bilim ışığında topyekün gayretlerle çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkmak için gerekli atılımların yapılmasıdır.               

 

-II-

Bu kısa açıklamaların ışığında günümüzde Atatürkçülüğün ne durumda olduğunun muhasebesini yapmak gerekir. Tabii sağlıklı muhasebeyi tarihçiler ve ilgili uzmanlar yapabilir. Ancak uzman olmayanlar da,  yapılan ve yapılmakta olanlardan hareketle Atatürkçülüğün ne durumda olduğuna dair bir fikir edinebilirler. Birkaç örnekle yetinelim:

Devletçiliğe nasıl balta vurulduğunu, özelleştirmenin nasıl yapıldığını, elbette tarih yazacaktır. Ama şimdiden görüldüğü kadarıyla Türk halkı özel sektörün insafına terkedildi. Devlet de büyük projeler için büyük sermayedarlara geleceği kaptırdı. Bu durum halkçılık diye bir şey bıraktı mı? Artık fakir sınıf, zengin sınıf ayırımı felâketine hazırlıklı olunmalı.

Bir üst kimlik, üst kavram olan TC’nin bazı yerlerden silinmesi ve alt kimliklerin canlandırılmaya çalışılması Milliyetçilik ilkesini zedelemedi mi?

Laiklik, din düşmanlığı olarak işlenerek Atatürkçülüğün din düşmanı olarak adlandırılması sağlanmadı mı?

“Kararname” devleti,  Cumhuriyet ve demokrasiyi aşındırmadı mı?

Tesellimiz, bütün bu ve bunlara benzer olumsuz uygulamaların bir yerde Atatürkçülüğün ne derece önemli olduğunu da millete göstermiş olmasıdır.

Her şeye rağmen Atatürkçü düşünce yeniden filizlenecek ve Türkiye Cumhuriyeti layık olduğu seviyeye kısa sürede gelecektir.

Sabahattin Gencal, Çekmeköy-İstanbul, 10.11.2020


Andımız

  


.

ANDIMIZ

Türküm, doğruyum, çalışkanım,
İlkem: küçüklerimi korumak, büyüklerimi saymak, yurdumu, milletimi özümden çok sevmektir.


Ülküm: yükselmek, ileri gitmektir.


Ey Büyük Atatürk!
Açtığın yolda, gösterdiğin hedefe durmadan yürüyeceğime ant içerim.


Varlığım Türk varlığına armağan olsun.
Ne mutlu Türküm diyene!

 

(Andımız 1933’de  Milli Eğitim Bakanı Reşit Galip tarafından yazılmıştır. 1972’de bir değişiklik yapılmıştır.1997’de yapılan değişiklik Sonrası Andımız Sözleri)

TÜRKÜM

Andımızda geçen Türk kelimesi, bir ırkı belirtmekten çok Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarını belirten bir kavramdır. Açık deyişle Türk kelimesi Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yaşayan hangi ırka ve dine mensup olursa olsun bütün yurttaşları içine alan, birlik ve aidiyet ifade eden bir üst kavramdır. Aidiyet duygusu bütün canlılarda içgüdüsel olarak vardır. İnsanlarda ise bilinçli olarak olması gerekir ki birlik ve beraberlik sağlanmış olsun.

İnsan biricik varlık olmakla birlikte toplumsal bir varlıktır. Biricikliğinden başka bir şey düşünmeyen, toplumu ancak basamak veya sömürü vasıtası olarak gören egoistlere gerçek anlamında insan denebilir mi? Onun için “ben” değil “biz” olmalıyız. Fatiha Süresini okurken, “Bizi…” diyerek “Bir” olduğumuzu ifade ediyor, bu bilinç içerisinde Allah’a yöneliyoruz.1 Hakk’ın davası etrafında toplandığımız, bir araya geldiğimiz takdirde değer ifade ediyoruz. Dolayısıyla her şeyden önce “Biz” olmaya, “Bir” olmaya ihtiyacımız var.” Burada bir parantez açalım. Bazı dar görüşlüler “bizi” derken tüm yurttaşları değil, yalnız Müslümanları, bazıları da yalnız kendi mezhebini, kendi çevresini kastediyor ve diğerlerini ötekileştiriyor.

Birbirimizi ötekileştirmeden birlik olmak zorundayız ki hakkımızı hukukumuzu koruyabilelim. Bu konuda bir uç örnek verelim:

Sevgili peygamberimiz Hz. Muhammed’e (s.a.v.) henüz peygamberlik gelmeden, yirmili yaşlardayken yere yere yere batırdığımız Cahiliye devrinde (580’li yıllarda) Arap kabileleri arasında anarşi ortamında, zayıf ve güçsüzlerin korunması, zulmün önlenmesi gibi amaçlarla, toplumda sözü geçen, kişilerin önderliğinde kurulan ve Hz. Muhammed'in de bir ara toplantılarına katıldığı barış cemiyeti olan (Hılful FudulErdemliler İttifakı kuruluyor. Bu ittifak’ın yeminine dikkat buyurulsun:

Antlaşma yemini şöyledir:

1- Mekke’de, ister oranın halkından olsun isterse dışarıdan gelen insanlardan olsun, bir kişinin zulme uğradığını gördükleri zaman onunla birlikte olacaklardı.

2- Mazluma hakkı iade edilinceye kadar mazlumla bir tek el gibi -yekvücut- olacaklardı.

3- Deniz, bir tek tüyü ıslatıncaya kadar, Sebir ve Hira dağları yerlerinde kaldığı müddetçe ve maişette (mali durumda) tam bir eşitlik sağlanana dek bu maddeler geçerli olacaktı.2

Bütün kaynaklarda Hz. Peygamber’in peygamberlikle görevlendirildikten sonra da bu ittifaktan övgüyle bahsettiği, İslâmiyet’in onu daha da pekiştirdiğine inandığı, tekrar çağrıldığı takdirde de tereddüt göstermeden derhal icâbet edeceğini söylediği Müsned, I, 190, 317) kaydedilmektedir.

Bu arada şunu da ekleyelim, partileşen bu ittifak Hz. Osman’ın ölümünden sonra, ne hikmetse kapatılmıştır.

Konuyu toparlayalım. Milletçe bir üst kimlik içinde toparlanmamız kenetlenmemiz gerekir. Vahşi kapitalistler, kendileri çocuklarının birliğini sağlamak ve pekiştirmek için and okuturlarama sömürecekleri ülkelerde değil “and” okumak, birlik ve beraberliği sağlayacak bütün girişimleri engellerler.

Vahşi kapitalistler ve onlara bilerek veya bilmeyerek hizmet durumunda olanlar Andımız için çağ dışı, kominist, faşist vb. uygulamadır diyebilirler. Dikkat edilirse değil Türk kimliği altında kenetlenmemizi sivil toplum kuruluşlarını da istemezler. Şayet kurulmuşlarsa bölmeye çalışırlar. İşçi Sendikaları bölük bölük değil mi? Öğretmen Sendikaları (dernekleri demek daha doğru) bölük bölük değil mi? Baroları da bölmeye kalkmadılar mı?

Dahası var vahşi kapitalistler böl-yönet taktiğinin ötesinde taktikler de geliştiriyorlar. Ülkelerin sistemleriyle oynuyorlar ki yarıydı, yasamaydı, yürütmeydi gibi kurumlarla uğraşmasınlar... Bu herkes tarafından da bilinmiyor mu? Bal gibi biliniyor; ama şahsi menfaatler ağır basıyor. (CIA eski Türkiye şefi, Paul Bernard Henze'nin 2006'da Beyaz Saray'a sunduğu Türkiye raporu için bkz.4)

İleride tarih yazacaktır bunları. Şimdilik görsel ve sözel medya ile idare edin ve içinde bulunduğumuz vahim durumu anlamaya çalışınız: Faiz batağında olmamız yetmiyormuş gibi, bazı şirketlere 20-30 yıl adeta haraç ödemek durumunda değil miyiz?

Kısaca Türkiye Cumhuriyetin yurttaşları olarak göğsümüzü gere gere Türküm diyerek, evet ırkı ve dini kast etmeksizin Türküm diyerek birliğimizi sağlamalıyız.

Bugüne kadar, maalesef bu birliği sağlayamadık. Tabii bunun da sebepleri var. Bu sebepleri bilirsek bundan sonra aynı hatalara düşmeyiz.

Namazdan örnek verelim, namazı bayağılaştırırsak veya tören haline getirirsek kusurlu olur. (Kabul edilmez demiyoruz; onu ancak Allah (cc) bilir.) Andımızı da kimimiz tören havasında okuduk, kimimiz de öylesine. Yani özüne inemedik. And’daki coşkuyu, ruhu kavratamadık.

"And"ın, bu dönemeçte tekrar gündeme gelmesi inşallah iyi olur. Korkarım ki siyasi mülahazalarla tekrar okutulmama cihetine gidilir. Bu konu her şeyden önce bir eğitim konusudur. Bazı eğitimciler de buna karşı olabilirler. Onlara yine vahşi kapitalizmi hatırlatmak isterim. Ne kadar eğitilmiş olursanız olun birlik olmadıktan sonra hak hukuk, liyakat vb. kavramlara önem vermeyen kapitalistlerin kölesi olmaya mahkûm olursunuz.

Özetle, Türk ve TC kelime ve ifadelerini kaldıranlar dahil hepimiz gururla Türküm diye başlayarak Andımızı okumalı, özümsemeli ve gereğini yapmalıyız.

 

DOĞRUYUM

“…Bizi dosdoğru yola ilet…” “…Bizi dosdoğru yola ilet…” Bu duayı günde kaç defa okuyoruz?

Yüce Allah Kur’an-ı Kerim Fatiha Suresi 6. Ayetinde: "... Bizi dosdoğru yola ilet" diye dua etmemizi belirtmektedir. Günde 5 vakit namazda bu ayeti 40 defa okuyoruz. Yoksa anlamını bilmeden mi okuyoruz?

Evrensel ahlâk anlayışında olduğu gibi, İslâm ahlâkında da doğruluk ve dürüstlük, insan onurunun ve sağlıklı bir toplum yapısının vazgeçilmez şartlarından biri olarak kabul edilmiştir. Dolayısıyla doğruluk, gerek fert, gerekse toplum için zorunlu olan ahlâkî niteliklerin tamamını kendinde toplar.

Doğruluk yalancılığın zıddıdır. Dürüstlük, sözde ve davranışlarda din ahlak ve toplumun öngördüğü ilkelere uygun davranma, özü-sözü bir olma halini ifade eder. Daha açık bir ifade ile gerçeğe ve kurala, akla ve mantığa uygun; tam, eksiksiz, istenildiği gibi, kusursuz, yanlışsız, hilesiz; eğri, çarpık ve yalan olmayan; her türlü kötülükten uzak; yasa, yöntem ve ahlaka bağlı olmak demektir.” (TDK Türkçe Sözlük, I, 389, 390, 421)

Dürüst olmak insan olmakla eş anlamlı kabul edilmektedir. Dürüstlük aynı zamanda insanın safiyetiyle yani bozulmamış haliyle ilgili bir kavramdır. (La Bruyere, (1985), Karakterler, Çev. Bedia Kösemihal, İstanbul: Sosyal Yayınlar, s. 277...)

Doğruluğun Allah'ın bir sıfatı olarak anılması (Kur’an-ı Kerim, 4/Nisa- 87,122)¸ önemini belirtmeye yeter.

Sorumluluğun esasını teşkil eden doğruluk, her türlü aşırılıktan çekinerek orta bir yol izlemektir.

Doğru dürüst olabilmek çok güzel, ama bu yeterli mi? Yüce Rabbimiz; “Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve doğrularla beraber olun.” diye buyurmaktadır. (Kur’an-ı Kerim, 9/Tevbe-119) Yani Allah (cc) doğruların bir arada olmasından daha fazla güç meydana geleceğine işaret ediliyor adeta.

Bir araya gelerek güçlenen, güçlenerek sorumluluklarını beraberce, “biz” olarak, kolektif olarak yapan doğru kişilerin birbirlerine karşı güven duyguları da artar. Böylece toplumda huzur ve barışın olması sağlanmış olur.5

Bugün birbirimize güven duygularının, huzur ve barışın taban yaptığı ortamda; çocuklarımızın her sabah “doğruyum” demesini vahşi kapitalistler ister mi?

Doğruluğun karşıt anlamlarından birisi de yalancılıktır. Bütün kötülüklerin anası olan “yalan”la yapılan algı operasyonları sonuçları yurttaşlarımızın anasını ağlatmıyor mu?

Doğruluk-dürüstlük değeri elbette sadece söylemekle oluşmaz. Bunun özünü kavrayıp uygulamak gerekir. (Doğrulukla ilgili ayetler6)

ÇALIŞKANIM

İnsan için ancak çalıştığı vardır. (Kur’an-ı Kerim, 53/Necm -39)  Diyanet İşleri Meali (Yeni)

"Çalış!" dedikçe Şerîat, çalışmadın, durdun,

Onun hesâbına birçok hurâfe uydurdun!

Sonunda bir de "tevekkül" sokuşturup araya,

Zavallı dîni çevirdin onunla maskaraya!

(M. Akif Ersoy, Safahat)

Çalışma konusunda yukarıdaki ayet de dörtlük de yeter aslında; ama biz tevekkülü yanlış anladığımız için şapkamızı önümüze koyup düşünmemiz gerekir.

Haksızlığın, yolsuzluğun; kapkaçın, hırsızlığın; köşe dönme anlayışının vb. emek sarf etmeden kazanma isteklerinin kol gezdiği günümüzde “çalışma üzerine çalışma “gerekir. Çünkü insanı insan yapan niteliklerden birisi de çalışma ahlakıdır.7

 

İLKEM KÜÇÜKLERİMİ KORUMAK, BÜYÜKLERİMİ SAYMAK, YURDUMU, MİLLETİMİ ÖZÜMDEN ÇOK SEVMEKTİR.

 TDK’ye göre ilke kelimesi ise şu anlama gelmektedir:

 - Temel düşünce, temel inanç, umde, prensip

- Temel bilgi

- Öge, unsur

- Davranış kuralı

- Her türlü tartışmanın dışında sayılan öncül, mebde, umde, prensip

 Bu ilkelere bugün ne derece riayet ediliyor? Sevgi ve saygı değerleri ne derece uygulanıyor?

“Ne üzücüdür ki bugün sevgi, insanların Kur’an-ı Kerim'deki sevginin ahlak mefhumlarından, ilahi öğretilerden, İslam dininin getirdiği sevgiyi doğru, temiz ve dürüst ahlak çerçevesi ile sınırlandıran ilkelerden ve tavsiyelerinden uzaklaşması yüzünden hayvani şehvet elbisenin giydirildiği değersiz bir hale gelmiştir.8

 “Sevgi, merhamet, şefkat ve yardımlaşma iyi mü'min olmanın ve Allah'ın kul olarak yarattığı insana saygının birer simgesi ve önemli göstergeleridir. Bütün insanlara karşı anlayışlı ve tüm yaratılmışlara karşı merhametli olmak, İslam’ın insanı ulaştırmak istediği kemalin esasıdır. Bu ise, önce mü'minlerin kendi aralarında başlar, sonra insanlığı ve bütün yaratılmışları içine alır.9

Mutluluğun, ahengin ve dirliğin esası sevgidir.

Bakara suresinin 92. ayeti sevginin büyülü bir masal olmaktan çıkıp erdirici bir değer olarak hayatımıza girmesinin en önemli ilkesini şöyle vermektedir:

“Sevdiğiniz şeylerden başkalarına vermedikçe mutluluğa ve zafere asla ulaşamazsınız.” O halde, gerçek sevgi bizi sahip olduğumuz değerleri paylaşmaya götüren sevgidir. Başka bir ifadeyle, sevgi, sahip olduğumuz nimet ve imkânları başkalarıyla paylaşmaktır. Kur'an, paylaşıma ‘infak’ der.10

Günümüzde toplumumuza, insanlığa baktığımızda en yüce değerlerden insana saygıyı göremiyorsak yakınmakla mı yetineceğiz? Elbette ki hayır. Herkes elinden geleni yapacaktır; daha doğrusu yapmalıdır. İlk görevimiz bu olmalıdır.

Görevimizi yapabilmemiz için, her şeyden önce kendimize saygı duymalıyız. Sonra sırasıyla anne, baba, kardeş... uzatmayalım bütün büyüklere saygı borcumuzu unutmamalıyız. Tabii saygı sadece kişilerle sınırlı değildir. Hayvanlara, bitkilere kısacası doğaya ve Allah’ın tüm yarattıklarına saygı göstermemiz gereklidir.11

 Yurdunu, milletini özünden çok seven, vergi kaçırmak için yurt dışında şirket kurar mı?

Yurdunu, milletini özünden çok seven aydınlar yurt dışına kaçar mı?

Kurar mı, kaçar mı, yapar mı dememiz nafile vahşi kapitalizmin taktikleri, bazı yöneticiler dahil çoklarının farkına varamadığı yurt ve millet sevgisinin azalmasına neden oluyor.

Yurt ve millet sevgisi azalınca kalabalık olmaktan öteye gidemeyiz. Onun için gençlerimizi ilkelerine bağlı olarak yetiştirmeliyiz.

 

ÜLKÜM: YÜKSELMEK, İLERİ GİTMEKTİR.

  Ülkü’nün sözlük anlamı, ardından koşulan, uğruna çalışılan, ulaşılmak istenen yüce erektir. Ardından koşacağımız bir amaç, hedef yoksa daima vahşi kapitalizmin kölesi olmaya mahkum oluruz. Onun için ülkümüz çağdaş uygarlık düzeyinin üstüme çıkma çabasında olmalıyız. Bazıları uygarlığı sadece teknolojide ilerleme olarak kabul etmektedir ki bu yanlıştır, eksiktir. Uygarlık maddi ve manevi her türlü ilerlemeyi kapsayan bir medeniyettir.

Avni Başman’ın deyişiyle “Bugünkü medeniyet; arka üstü yatıp, yıldızları temaşa ile vücuda getirilecek mistik bir hayat şekli değildir.” Onun için o kadar çok çalışmalıyız ki iki günümüz bir olmasın. “İki günü bir olan aldanmıştır, zarardadır.” Sözüne kimileri, hadis diyor, kimileri Hz. Ali’nin sözü diyor, kimileri de kibar-ı kelâm diyor.  Hangisi doğru bilmiyorum. Benim bildiğim bu sözü daima ilke olarak kabul ettim ve başta öğrencilerim olmak üzere herkese söyledim. Daima yükselmeli ve ileri gitmelidir.

 Y BÜYÜK ATATÜRK!

AÇTIĞIN YOLDA, GÖSTERDİĞİN HEDEFE DURMADAN YÜRÜYECEĞİME ANT İÇERİM.

 Bütün mazlum (haksızlığa uğrayan ve baskı altında ezilen, kendisine zulmedilen, zulüm gören.) ulusların Bağımsızlık Savaşı veren önder olarak kabul ettikleri Mustafa Kemal Atatürk’ü emperyalistlerin sevmemesi anlaşılabilir. Ama içimizden, az da olsa bazılarının sevmemesine bir anlam verilemez. Atatürk’ü özel yaşamı ile eleştiriyorlar, kendilerini haşa sanki Allah yerine koyarak eleştiriyorlar. Bazıları da Atatürk’ü dini konularda yaptıklarıyla eleştiriyorlar. Eleştirmek demeyelim yeriyorlar, kınıyorlar. Bu konularda tam aksini savunanlar da var. Kim doğru söylüyor? Kim yanlış söylüyor? İngilizlerin, daha sonraları başka gizli ellerin verdiği paralar karşılığı Atatürk aleyhtarlığı yapanlar mı? İngilizlerin kurulmalarında parmağı olduğu söylenen bazı tarikatların fısıltıları mı? CIA’nın kurup geliştirdiği cemaatlerin ektiği zehirleri mi? Her şeyden önce Atatürk konusu üzerinde çalışılmalıdır. Onun akla uygun sözlerine ve özellikle hâkimiyetimizin korunmasıyla ilgili sözlerine kulak kesilmelidir.

 Atatürk, milli hâkimiyetin korunması konusunda Türk Milletine düşen görevi de, şu sözleriyle ifade etmiştir: “Hiç şüphe yok, Devletimizin ebed müddet yaşaması için, memleketimizin kuvvetlenmesi için, milletimizin refah ve mutluluğu için, hayatımız, namusumuz, şerefimiz, geleceğimiz için ve bütün kutsal kavramlarımız ve nihayet her şeyimiz için, bütün uyanıklığımızla ve bütün kuvvetimizle millî egemenliğimizi muhafaza ve müdafaa edeceğiz!”12

Atatürk’ün açtığı akıl yolunda, çağdaş medeniyet hedefine doğru durmadan yürümek için and içmek /yemin etmek ne güzeldir. Burada şunu eklemeliyiz: Akıl yolu vahyi ötelemez. Vahiy akla ters düşmez. Yalnız aklı bir yerde durabilir... Yine yeminden söz ederken şunu ekleyelim: Yemin veya ant’ın sözlük anlamı, bir şeyi yapacağına veya yapmayacağına dair, genellikle kutsal kabul edilen bir varlık üzerine verilen sözdür. Bu söze sadakat/ sağlam, güçlü ve içten bağlılık gerekir. Bu konuda küçüklere daima örnek olmalıdır.

VARLIĞIM TÜRK VARLIĞINA ARMAĞAN OLSUN

Türk varlığının, milli birlik ve beraberliğinin devam etmesi sadece sınırlarımızı beklemek, icabında kurtuluş savaşına girip şehit olmayı göze almak, istemek değildir. Uygarlıkta ilerlememiz ve huzur ve refahımız için elimizden gelen bütün gayreti göstermektir. Yalnız kendi refahını düşünenlerin de eğitilmesi gerekir. Onların böyle egoist olmasının sebeplerini araştırıp çareler üretmek gerekir. Ancak bu konuda hiçbir çaba gösterilmiyor; aksine egoistler artıyor. Unutulmamalıdır ki bu durum sağlıklı değildir.

 

NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE!

Ne mutlu Türk olana deyişiyle, ne mutlu Türküm diyene deyişi arasındaki fark ne kadar açıksa Andımızdaki Türk kavramı bir ırkı temsil etmediği de o kadar açıktır.

Kurulan ulus devletimiz asla diğer uluslara düşman değildir. “Gerçi bize ulusçu derler; ama biz öyle ulusçuyuz ki, bizimle işbirliği eden tüm uluslara saygı duyarız.”13  

Yurtta barış, dünyada barış” diyen Ata’nın ulusçuluk ilkesi ile ırkçı, gerici, emperyalist düşünce ve akımlar bağdaşamaz.14

Bu söz yazıldığı birçok yerden, maalesef kaldırılmıştır. Kaldırılırken de Türk kelimesini bir alt kimlik, bir ırk belirten kelime olarak düşünülmüştür. Daha doğrusu böyle bir bahane uydurulmuştur. Bu konudaki görüşmeleri ileride tarih yazacaktır. Görsel ve yazılı medyaya sızanları yazmayı doğru bulmuyoruz.

Kavramlarla oynamanın ne kadar sakıncalı olduğu bir kere daha anlaşılıyor. Bu bilinçli mi yapılmıştır, bilinçsiz mi? Böylesine sorular aklımıza gelmemeliydi aslında. Güvensizlik, kuşku hali iyi değil. Bütün bunlar eğitimsizlikten kaynaklanabilir mi?

“En önemli ve esaslı nokta eğitim sorunudur.

Eğitimdir ki bir ulusu ya özgür, bağımsız, şanlı, yüksek bir toplum halinde yaşatır. Ya da bir ulusu köleliğe ve yoksulluğa sürükler.

Yeni Türkiye Cumhuriyetinin yeni kuşağa vereceği ulusal eğitim olacaktır.”15

Çökmüş demeye dilim varmıyor, rayından çıkmış milli eğitimimizin rayına girmesi, daima yenilikleri takip edebilmesi ve çağdaşlaşması mümkündür. Bu yargım/düşüncem/sözüm basit bir temenni değildir, övünmek gibi olmasın eski ilköğretmen okulu mezunu olan bendenizin uzun tecrübelerden sonra vardığı bir gerçekleşebilir bir sözdür. Yeter ki siyaset milli eğitimden elini çeksin.

Andımızın bir ritüel/gelenek, alışkanlık olarak değil özü itibariyle okunması dileğiyle...

 

Sabahattin Gencal, Çekmeköy-İstanbul, 17. 03. 2021

_____________

1.                Gencal, Sabahattin; Fatiha Suresi Tefsiri (Derleme), s. 102

2.                Gencal, Sabahattin; EVRENSEL Yüce Bir AHLAK Üzere Olmalı, (Henüz basılmadı)

3.                ABD Yargısının, Andımız kararı, https://www.sozcu.com.tr/2021/yazarlar/soner-yalcin/abd-yargisinin-andimiz-karari-6317939/

4.      Bulut, Arslan; Tek adam sistemini Türkiye'ye kim dayattı? https://www.yenicaggazetesi.com.tr/tek-adam-sistemini-turkiyeye-kim-dayatti-41952yy.htm

5.                Gencal; a.g.e., s. 99

6.                Doğruluk (Bakara 2/177; el-Ahzab 33/70; Fussilet 41/30; Maide 5/119; Saf 61/ 2-3; Ahkaf 46/ 13; Hud 11/112; Şura 42/15; Tevbe 9/119; Meryem 19/41)

7.                Gencal, a.g.e. , s. 209

8.                Abdulqader, Abubaker Duraid; Kur’an-ı Kerim’de Sevgi Kav-ramı, Yüksek Lisans Tezi, Ankara-2014,

9.                Hadis Bahçesi, http://www.enfal.de/hadisler/mumin_cesed.htm

10.          Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk, Paylaşabilmek veya sevebilmek, Hürriyet, 2 Ocak 2009https://www.hurriyet.com.tr/paylasabil-mek-veya-sevebilmek-10683497

11.          Gencal, a.g.e. , s.130

12.          http://www.yenicaggazetesi.com.tr/89-yil-kutlu-olsun-15138h.htm

13.          K. Atatürk Diyor ki, VY., İst., 1970, s.51

14.          Gencal, Sabahattin; Atatürkçü Düşünce Üzerine Bir Deneme, s.116

15.          Naci, Fethi, Atatürk’ün Temel Görüşleri, Gerçek Yayınevi, s. 58

 

.

Paylaşmak güzeldir.