8 Nisan 2023 Cumartesi

Önyargılardan Kurtulmalıyız

  


Okumalarımın sonunda sohbet grubumuzda sunacağım konu olan demokrasi konusunda sessizce düşünüyordum. Bir ara başım baltalanır gibi oldu. Alıştığım bu tip ağrılar bu son zamanlarda biraz sıklaştı. Bu arada alışamadığım bir şey oldu. Otururken uyku ile uyanıklık arasındayken o balta ile aralanan yere sanki birkaç defneyaprağı koydular. Sanki aşılanmış oldum ve defneyaprakları büyümeğe başladı.

*

Sohbet grubunda konuşma anında başımda, baltalanma olmaksızın defneyaprakları olduğunu sandım bir ara. Bu durumu arkadaşlara söylemek istedim bir an. Sonra vaz geçtim. Onlara sık sık anskiyedemden söz ediyor ve rahatlarını kaçırıyorum. Bir de bundan söz etsem. “Bu iyice kafayı yedi”, diyecekler diye korktum. Gerçi benim arkadaşlarım dünya yıkılsa böyle demezler; ama yine de... Bir baktım ki herkesin gözü bende. Birden soruverdim: “İçinizde ağaç aşılama işini bilen var mı?” Sağ olsun değerli konuğumuz Fehmi Bey “Ben biliyorum.” dedi ve sormaya başladı: Ne ağacı, ağacın yaşı, şusu busu ne? Elcevap, ağaç Sabahattin Gencal, yaş 80. Gençlik aşısı olmak istiyorum... Kısa bir gülümseme faslından sonra sağ olsun Ahmet Meral Bey, siz daha gençsiniz, ifadeleriyle başlayan moral cümleleri kurdu. Diğer arkadaşlar da katıldı. Bir kere daha takdir ettim arkadaşları içimden. Şöyle de diyebilirlerdi. Bu ağaç aşılanmaz, ancak odun olur vb... Ben ne derdim? Bu odunları en yüksek tepede yakın ki etrafa bir an için de olsa ışık versin. Ne söz ama değil mi? Asıl sohbet konumuza tekrar nasıl girdik hatırlamıyorum.

*

Birkaç gün sonra oğlum Fuat bize geldi. Tanıyanlar bilir veterinerlik ve ziraat mühendisliği diplomaları yok; ama bu konularda bilgisi az değil. Sordum kendisine; ağaçların özellikle yaşlı ağaçların aşısı nasıl olur? Dedi ki, yaşlı ağaç tepeden aşılanamaz. Ağacı dibinden kesmek gerek. Sonra şöyle yaparak böyle yaparak aşıyı sokmak gerek. Sarma, bakım, şu bu derken...

Haa, dedim kendi kendime. Bütün bilgilerimi dibine kadar kesmek gerek... Aaa, ben zaten unutuyorum ya. Demek Allah (cc) bana bu fırsatı veriyordu da ben anlayamıyordum. Bildiğiniz gibi terapi amacıyla kitap yazıyorum. Bu sırada konuyla ilgili her şeyi unutuyorum. Okumalarıma sıfırdan başlıyorum. Allah’a şükürler olsun. Daha önce de böyle olmuştum da fark edememiştim. 1979-1080 öğretim yılında TODAİE’DE Yüksek Lisans (Master) tezimi hazırlarken bir akrabamdan daktilo, bir başka akrabamdan da bir hesap makinesi almıştım. O zaman kendi kendime diyordum ki: Allah’ıma şükürler olsun böyle kolaylıklar da var. Bizden öncekiler neler çekmiş. Özellikle hesap makinesi büyük bir nimetti. Öyle alıştım ki hiç sormayın. Örneğin, 9 çarpı 7 ‘nin sonucunu yazmam gerekiyor. Elim yine hesap makinesine gidiyor. Allah Allah kerat cetvelini de unutuyor insan...

*

Birkaç gün sonra gazetede okurken beni mıknatıs gibi çeken bir yazı çıkıyor karşıma. Okuyorum. Sonra tekrar okumak üzere belgelere kaydediyorum.

*

Biraz önce işte bu yazıyı okudum. Şimdi bu yazının linkini versem okumazsınız. Bu yazıyı alsam, bu kez de hocam yine kafa şişiriyor, diye yakınır ve okumazsınız. O zaman orta bir yol bulalım: Ben birkaç paragraf alayım. Şimdilik bunlarla yetinin, sonra isteyenler... Düşüncem nasıl. İyi değil mi? Daima orta yolda olmak, ifrattan, tefritten... Korkmayalım ki alıntıları iyice hazmedelim:

“Şöyle diyordu Bachelard:

Gerçek karşısında, açıkça bilindiğine inanılan şey, bilinmesi gerekli olan şeyi gölgeler. Us (akıl) kendini bilimsel kültüre verdiği zaman asla genç değildir. Hatta çok yaşlıdır. Çünkü önyargılarıyla yaşıttır.

Bilim yapmaya girişmek, ussal açıdan gençleşmiştir; geçmişe karşı çıkmaya gerektiren katı ve ani bir değişimi benimsemektir...” (La formation de I’esprit scientifique, 1967, s. 14).

Demek, hiç ayırdında olmadığımız nice önyargı, gerçek karşısında beynimize tuzak kurmuş. Hem de kimlere karşı? Bilimle bile uğraşanlara karşı. İnsanlık için ne büyük tehlikedir bu! Çünkü bilimsel sonuçlar, yargılar yalnızca bilim adamlarını ilgilendirmez ki! Bizleri aydınlatacağına inandığımız bilime güvenemezsek, savaş alanında yapayalnız ve silahsız biri gibiyiz demektir.

Ancak Bachelard uyarıyor. Beynimizin yaşını da önyargılarımıza göre belirliyor. Önyargılarımızın çokluğuyla beynimizin yaşı doğru orantılı. Önyargımız ne denli çoksa, beynimiz de o denli yaşlıdır.”

Ama yine de bir şansı var bilim insanının. Çünkü Bachelard’a göre bilim, beyni bir çırpıda gençleştirir. Elbette düşünür, üstü örtülü biçimde yönteme uygun yapılan bilimden söz ediyor burada. Bu bağlamda geçmişe, yerleşik yargıya karşı bir başkaldırıdır, çünkü bilim ve bilim yapma. Zira bilim yaparken o güne değin bilineni gözden geçiren bir akılla baş başayızdır.”1

Selçuk’un asıl yazısı bundan sonra başlıyor. Neler anlatıyor neler:

“Önyargıları parçalamak...”

“Gerçekten bilim yapan her akıl birdenbire gençleşir mi?”

“Gerçekleri, doğruları yakalamak isteyen birinin beyni de bir anlamda bebekleşmek zorundadır.”

“Önyargımız ne denli çoksa, beynimiz de o denli yaşlıdır.”

“ ... Bilindiğine inanılan şey, bilinmesi gerekeni hep bir yana itmiştir.”

“Rönesans ve Reformu yaşamamış ülkelerde niçin bir Descartes, Durkheim, Weber, Sartre yetişmiyor? Elbette dogmatik uyuklama hastalığının virüsü olan önyargılar yüzünden.”

*

Allah Allah, ilk paragrafta uyuklamaktan söz ettim. Olmaya ben Selçuk’un uyuklama hastalığına yakalanmışım... Yok canım. Şahidim arkadaşlarımdır. Bakın bir arkadaşım yorumunda ne yazıyor:

“Asıl topluma kılavuz olma zamanın. Yaşam öykünde, bu ulusa aktarılmak adına az mı çaba harcadın. Bir arpa boyu da olsa Katkılarımızın önemi yadsınamaz.

SaGen, değerli dost, sendeki, halkın alacağını vermeden bırakamazsın. Olumlu olmak, ölümlülüğü yok eder unutma bunu.”2

Memiç’in sözlerine dikkat ettiniz mi? Ev sahibinin kiracıya borcunu hatırlatması gibi mi? Zordur borçlu olmak. Gerçi yatılı okumamdan ötürü olan mecburi hizmet borcumu fazlasıyla ödedim. Ancak bir yurttaşlık borcumuz var, insanlık borcumuz var. Bu borçlar son nefese kadar devam eder. Zahir onları hatırlatıyordur; ancak bunlar hiç aklımdan çıkmadı ki... Son cümlesine gelince, “Olumlu olmak, ölümlülüğü yok eder unutma bunu.” İşte benim zayıf noktam. Sözü edilen yazım için, oğlum Ahmet de; “Güzel; ama hep olumsuz...”dediydi. Oysa bu konuya ne kadar çok kafa yormuştum.

“Sonuç: Olumlu düşünme becerileri ve başa çıkma yeterliği arasındaki pozitif yönlü bir ilişki mevcuttur. Olumlu düşünme beceri düzeyi yüksek olan bireyler olayları farklı şekilde algılarlar ve bu bireyler düşüncelerini denetleme ve çözüme yönlendirme güçleri sayesinde, olumsuz durumlarla başa çıkma konularında avantajlı durumdadırlar. Aynı şekilde, başa çıkma yeterliği gelişkin bireylerin de olumsuz durumlara karşı deneyimledikleri başa çıkma aktiviteleri sonucunda geliştirdikleri, potansiyelinin farkında olma, öz güven ve öz yeterlik duyguları, olumsuz durumları bir felaket olarak değil yönetilebilir durumlar olarak değerlendirmelerini sağlar. Bu bireylerin genel olarak karşılarına çıkan durumlara olumlu düşünceler geliştirdikleri sonucuna ulaşılmıştır.”3

Rahmetli Mehmet Akif Ersoy da çok önceden ne diyordu?

“Gamı-tasayı bırak, iraden canlı ise!

Ümit kaynağı ol, olabilirsen herkese!”

İnşallah, diyelim. Şükrolsun Allah (cc) yardım ediyor. Her gün ayrı ayrı olarak tesadüflerden işte bu yazı zuhur etmiş oldu. Hem, olguları tam olarak da incelemiş değiliz. Örneğin; ilk paragrafta bir anlık rüya gibi olan başımda defneyaprağını yorumlamadık: Bakın ne yazıyor tabirciler:

“Rüyada taze defneyaprağı görmek yeniden canlanmak anlamına gelir. Rüya sahibinin tüm zorlukları geride bırakırken, doğru kararlar sayesinde tekrar arzu ettiği noktaya geleceğine işaret eder. Uzak bir yerden gelecek haber veya yolculuk anlamı da taşır.”4

Türkçesi, “Ya İstiklâl ya ölüm.” “Ya bu deveyi güdersin, ya bu diyardan gidersin.”

Yeteri kadar uzattık. Sadede gelelim:

Hiç ölmeyecekmiş gibi bu dünya için, yarın ölecekmiş gibi öbür dünya için çalışacağız.

Doğru bildiğimizi, zamanında söylemekten çekinmeyeceğiz.

Ve ve her şeyden önemlisi “aklımızı çalıştırmaya” başlayacağız. Tabii, önyargıları da parça parça ederek kafamızdan atıyoruz. Söz mü?

Sabahattin Gencal, Çekmeköy-İstanbul, 08. 04. 2023

____________________________

1. Selçuk, Prof. Dr. Sami, Descartes’ı Türkleştirmek, Karar, 05/04/2023  

https://www.karar.com/gorusler/descartesi-turklestirmek-1740100

2. Memiç, TC Kazım, not  defteri Fotoğraflar Bile Yerli Yerine...06. 04. 2023, yorumlar,  https://gencalinnotlari.blogspot.com/2023/04/fotograflar-bile-yerli-yerine.html

3. Salık, Hacı Haydar, Olumlu Düşünme Becerileri ve Başa Çıkma Yeterliği Arasındaki İlişkinin Çeşitli Demografik Değişkenler Göz Önünde Bulundurularak İncelenmesi İstanbul, T.C. İstanbul Gelişim Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, – 2017

4. https://www.milliyet.com.tr/pembenar/ruya-tabirleri/ruyada-defne-yapragi-gormek-ne-anlama-gelir-6480224

6 Nisan 2023 Perşembe

Fotoğrafları Bile Yerli Yerine...

 




Boş duramıyorum. Bir şey yapabilecek durumda da değilim. Müzik kesmiyor beni. Videolar başımı şişiriyor. Televizyonu hiç sormayın. Dışarıda gezemediğim gibi, içeride de egzersiz de yapamıyorum. Devamlı yatmak da olmuyor. Allah’ım (cc) affetsin. Böyle yakınmam da sanki şikâyet gibi oluyor. Tövbe estağfurullah. Her şeye rağmen şükürden aciziz.



İkindiden beri PC ‘nin Resim bölümündeydim. İftara çok yok. Hem bu saatlerde yatmanın iyi olmadığını söylerler. İşte bu sebepler dolayısıyla klavyenin başına oturdum. Sözde yararlı olabilecek bir yazı yazma niyetindeyim. Sizleri de böyle bezginliğe sürüklersem özür dilerim. Niyetim? Evet, niyet önemli; ama yetmiyor. Olumlu, neşeli yazı yazmaya yetmiyor... Derler ya; kelin ilâcı olsa...



Resim bölümündeydim, dedim. Oradan başlayalım. Birkaç resim de olmasına rağmen orası hep fotoğraf yüklü. Biliyorsunuz bazılarımız fotoğraflara da resim diyoruz. Anlaşılan bilgisayar, program demek daha iyi evetprogramı yapanlar da resim kelimesini kullanmayı tercih ediyor.

Resimle fotoğrafın arasında benim için küçücük bir fark var:

Resim: varlıkların, doğa görünüşlerinin kalem, fırça ve boya gibi araçlarla bez, kâğıt vb. üzerinde yapılan biçimi.

“Fotoğraf, “ışık “, “aydınlık“ ve Yunanca: γράφειν, “çizmek“, “kazımak“, “resim yapmak“, "yazmak" kelimeleri birleştirilerek türetilmiş bir isimdir. Kelime anlamı, ışık yardımı ile iz bırakmaktır.” (Vikipedi)

Resimle fotoğrafın arasında sanatçılar için, belki de sizin için de dağlar kadar büyük farklar var. Bir kere makineyle duygu ve düşüncelerimizi aktaramıyoruz...

Kim demiş onu. 1973’te 50 liraya kutu gibi bir makine almıştım. Ona bile duygu ve düşünce koyabiliyordum. Sonra 200 liralık, 400 liralık makine aldım derken akıllı telefonlar ki işte o zaman her şey bozulmaya başladı.



Eskiden bilgisayardan yararlanarak, tabii programlardan yararlanarak albümler yapmaya çalışıyorduk. Sonra ipin ucunu kaçırdım. Kendim yirmiye yakın kategori belirleyerek fotoğrafları doldurdum da doldurdum. Sözde sonradan kullanacaktım. Öyle ki bazı kişilerden fotoğraflarını kullanma müsaadesi almıştım. Bu arada iki köylümden bütün fotoğraflarını kullanma müsaadesi almıştım. Kendilerine bir kere daha teşekkür ediyorum. Ama olmadı işte. Araya pandemi girince. Daha doğrusu pandemiden sonra unutkanlığım artınca evdeki hesaplar çarşıya uymadı. Yüzlerce yüzlerce fotoğraf almışım bilgisayardan bunların arasında hemşerilerimin fotoğrafları... Unuttum gitti. Hangisi müsaadeli, hangisi... Sonra pandemiden önceki zevk alışım şimdilerde de fotoğraflara bile melül mahzun bakışım.

Kaç gündür, sözde yeni kategoriler oluşturuyorum; ama bu hızla aylarca bitiremem. Belli olmaz iki gün sonra pes de edebilirim. Kütüphanem de öyle olmadı mı? İnsan beş senede kütüphanesini düzeltemez mi?



Ben kendimi kıyasıya kınıyorum, siz de kınamayın lütfen. Belki de pandemiden sonra beynim sislenmiştir. Söz aramızda yok yok beynimde:

-Unutkanlık 

-Dikkat dağınıklığı

-Konsantrasyon kaybı

-Konuşurken kelime bulmada güçlük

-Düşüncelerini toparlayamamak 

-Okuduğunu anlamadan sayfalarca dalıp gitmek

-Önemli konularda karar vermede zorluk

-Başladığı hiçbir işi bitirememek 

-2 işi aynı anda yapamamak

-Mental performans gerektiren her işte zorluk çekmek



Ya, işte böyle. Ama yukarıda da yazdım ya Allah’a(cc) hamd olsun en azından bu durumumu şu veya şekilde tasvir edebiliyorum.

Bir ara not yazalım. Sakın, sakın ha internete bakıp kendinize teşhis koymayınız. Bu çok tehlikeli sonuçlar verebilir. Doktor olsanız bile doktora gitmeyi ihmal etmeyin. Kendimden örnek vereyim: Epeyce önce boyun damarlarından filim mi ultrasyon mu neyse bir şey çektirdim. Neticeyi Cuma günü aldım. Pazartesi doktora gösterebilecektik. O arada öyle sıkıntı bastı ki anlatamam. Belgede damarların dominant olduğu yazılıyordu. O sıralar oynayan bir dizide gayet sert olan bir dominant teyze vardı, belki de onun tesiriyle damarlarım sertleşti, diye üzülmüştüm. Bereket doktor dedi ki damarlar gayet güçlü ve güzel olarak... Ohh, dedim. Aile bireyleri de memnun oldu. Hatta oğlum, “Benim babamın beyni...” Neyse övünmek iyi değil.

Nasıl ki, eskiden övünmüyorduk, bugün de yerinmemek gerek.

Sahi, ben neyi anlatacaktım? Resimlerin gelişigüzel olarak depoya atılmaması gerektiğini. Ne yaptık bu andaki ruhsal durumumu da, bunun tahmini nedenlerini de anlattık. Derler ki: “Çok kucaklamak isteyen hiç kucaklayamaz.” Doğru diyorlar. Sözde satırlar arasına yetmiyormuş gibi kelimeler arasında da bazı anlamlar göndermeye çalışırken meğer hiçbir mesaj veremiyorum. Olsun, zaten hiçbir zaman mesaj vermek niyetim olmadı. Olmaz da; çünkü mesajı ancak ve ancak okuyucu alabilir. Yine bir not daha: Öğretmenken ders bitimindeki son cümlem şöyle olurdu: Anlayana sivrisinek saz...

Sabahattin Gencal,

Çekmeköy-İstanbul, 06. 04. 2023

Not: İlk fotoğrafı çeken: Ahmet Gencal, Diğer fotoğrafları çeken Ümmet Gür.

İki sanatçıya da açıkça teşekkürler.

4 Nisan 2023 Salı

“Bir vidasının Bozulması Uçağı Düşürebilir ”

 





Bugün, ilaç yazdırmak için bir hastanenin kalp damar cerrahi polikliniğine gittim. Doktor ve sağlık görevlileri ilgilendiler benimle. Allah (cc) razı olsun kendilerinden. Sağ olsunlar, var olsunlar.

Bizlere sağlık hizmetleri veren devletimize ve milletimize de Allah bir zeval vermesin. Devlet olmazsa ne yapardık?

Bir bacağıma pıhtı atmıştı pandemi döneminde. O pıhtının nasıl olduğunu anlamak ve izlemek üzere doktor ultrason istedi. Ultrason için de 21 EKİM 2023’e gün aldım hastaneden. İnşallah o güne dek yaşarım, inşallah yeni bir pıhtıyla karşılaşmayız. Bu konuda dostlarımızdan da dua istiyoruz.

Eve dönünce, kendi kendime bir değerlendirme yaptım: Devletimizdeki sağlık hizmetleri, öyle bazılarının dediği gibi yok olmuş değil. Aksine bizim gençlik ve orta yaşlılık dönemlerimize göre çok ileri. Ne var ki organizasyonda, işletimde ufak tefek hatalar var. Örneğin: Devlet her şeye bir sistem yaklaşımıyla bakar veya bakmalı. Çok güzel binalar yanında doktor ve teknisyen kadrolar da yetiştirmek gerek. Sonra zaman zaman tüm elemanlara hizmet içi eğitimler de vermek gerek. Yanlış anlaşılmasın, hizmet içi eğitimi verilmiyor demiyorum; başta belirttim ya birçok personel böyle eğitim verildiğinin birer delilidir. Ama eğitimden nasibini almayanları denetlemeli değil mi?

Yine, yanlış anlaşılmalara mahal vermemek için yazayım: Kendilerinden Allah (cc) razı olsun çocuklarım beni bugün bile özel hastaneye götürebilir ve ultrasyon aldırabilirler. Ama ben kendimi iyi hissettiğim için istemedim.

Konu şahsım olmadığı için bu durumu yazmış oldum. Bugün Nisan’ın 4’ü. 21 Ekim’e kaç gün var?

Bazen TV’de haber veya oturumlar izlerim. Oturuma katılanlar biri dedi ki... O birini de hatırlamıyorum, tabii tam olarak ne dediğini. Onun için ben kendi lisanımca söyleyeyim: Acaba özel sağlık alanları mı desteklenmek isteniyor? Olmaz ya, meselâ dedik.

Bazı zamanlarda, özellikle seçim zamanlarında basit durumlar bile yazılamıyor. Okuyucu kendine göre anlıyor. Ben devletimizden söz ediyorum. Bazıları parti anlayabiliyor. Gerçi onlar da haklı; günümüzde devletle, hükümetle, partiyi aynı görenler çoğaldı. Bu da arızı bir durum. Kısa zamanda düzelecek inşallah.

Biz düzelirsek devlet de düzelir. Devlet düzelirse biz de mutlu oluruz.

Her insan mutlu olmaya layıktır ya da layık olmalıdır.

Sabahattin Gencal,

Çekmeköy-İstanbul, 04. 04. 2023




2 Nisan 2023 Pazar

Hırslı İken Satranç Oynanamaz

 



Satranç oynamayı bilir misiniz? En azından satranç oyununun önemini duymuşsunuzdur. Bu strateji oyununu, Erzurum Yavuz Selim İlköğretmen Okulu’nda (1959’da) rahmetli fenbilgisi öğretmenim Sabri Baltacı öğretmişti bana.

Öğretmenliğim ve yöneticiliğim sırasında öğrencilerimizin de satranç öğrenmelerine vesile olmaya çalıştık. Torunlarıma da satrancı öğrettim. Onların karşılaşmalarını izlerken nasıl mutlandığımı tarif edemem.

Zaman aktı da aktı derken Şükrolsun 80’i gördük. Derken unutkanlık başladı, öğrenme yeteneğimiz de azalmaya başladı. Bu kez de satranç öğrettiğim torunum 25’lik bir delikanlı olarak bana satrancı tavsiye etti. Hatta bilgisayarıma yükledi.

İlk iki oyunda yenildim. Üçüncü oyunda yendim. Dördüncü oyunumun sonlarında yanıma gelen oğlumun galibiyetimi görmesiyle “süper!” demesi bir oldu. Tabii böyle durumlar hoşuna gider insanın. Bir kez daha oynadım. Tabii gün aşırı oyunlardan söz ediyorum. Yoksa her an oynuyor değilim. Bu kez de çok rahat yendim mi? İşte o zaman galiba biraz havalandım. Ekranda birçok kişi var istediğini seç diyor. Ben seçmem karşıma kimi çıkarırsalar çıkarsınlar, demeye başladım. İçimden değil ha. Sesli sesli söylüyorum, oğlumun da gururlanmasına neden oldum.

Dün akşam, iftar vaktine az kaldı. Biraz oyalanayım, dedim. Karşıma CEO bilmem kim’i çıkardılar. CEO’nun ne olduğunu bilmiyorum ki? Kim olursa olsun diye başladık; ama baktım ki işler sarpa sarıyor. Ne oluyoruz falan derken ederken hemen bir levha düşüyor: Oyun bitti. İzahatlarda da “Bir fırsat kaçırdın.” diye yazıyor. Analiz kısmı var. Eksiklikleri, yanlışlıkları bildiriyor. Ama yeni bir hesap açacaksın da, abone olacaksın da... Daha işim yok mu?  Bu mağlubiyeti iftar vaktinde oynamama verdim. Sen görürsün, dedim içimden vee sabah sabah karşılıklı yerimizi aldık...

Ne yazık ki yine kolumuz kanadımız indi. Öyle havalanırsan böyle olur işte. “Mağrur olama Sabahattin Senden büyük CEO var.” demedim yine. Nedense ben yenilgiye alışık değilim. Briç oynamayı da Bursa Eğitim Enstitüsü’nde rahmetli hocam Yusuf Ziya Sevinç öğretmişti bana. Bu iki oyunu bilenlere diğer oyunlar çok çok hafif kalır. Onun için diğer oyunlardan zevk alamam. Öyle ya, karşında dişli bir rakip olacak ki oyun zevk versin. Bu sözümüzden satranç ve briçten çok anladığım gibi bir mana çıkmasın. Eh işte, amatörlerle oynayabiliyorduk. Zamanla unuttuk anlaşılan; CEO bile yendi beni. Ben yenileceğimi anladığım oyuna girmezdim. Ama şimdi hırs yaptım. CEO’da olsa bilmem ne de olsa bu yapay zekâyı devireceğim. Daha sonra da varsa yakınlarda satranç kulüpleri onlara yazılacağım. Dedim ya hırs yaptım.

Siz yine de, ne yaparsanız yapın; ama hırs yapmayın. Tanıdıklarınıza, özellikle siyasetçilere de keskin sirkenin küpüne zarar vereceğini hatırlatıverin lütfen.

Sabahattin Gencal

Çekmeköy-İstanbul, 02. 04. 2023


Paylaşmak güzeldir.