1 Nisan 2022 Cuma

Bir Kelime Deyip Geçmeyelim

 

Sabahattin Gencal
Başiskele-2016


Okul kitaplarında bile yer alan, çoğumuzun bildiği, Konfüçyus’a ait bir sözü yazmakta yarar görüyorum:

 Ünlü Çin filozofu Konfüçyus’a;

“Bir ülkeyi idare etmeye çağrılsaydınız, yapacağınız ilk iş ne olurdu?” diye sormuşlar. Konfüçyus, şöyle cevap vermiş:

“İşe önce dili düzeltmekle başlardım. Çünkü dil bozulursa, kelimeler düşünceyi anlatamaz.

Düşünceler iyi anlatılamazsa, yapılması gereken işler yapılamaz.

Görevler gereği gibi yapılamazsa, töre ve düzen bozulur.

Töre ve düzen bozulursa, adalet yanlış yola sapar.

Adalet yoldan çıkarsa, şaşkınlık içine düşen halk, ne yapacağını, işin nereye varacağını bilemez.

Bunun içindir ki; hiçbir şey dil kadar önemli değildir.”

(https://www.enpolitik.com/dilimizi-kaybediyoruz)

Bu sözü hatırlatmam boşuna değildir elbet.

Bugün sabah saatlerinde bir televizyon kanalında, bir hanımefendi gazeteci ve kültürü ve bilgisi tartışılmaz konuğunun programını, açık deyişle söyleşilerini izliyordum. Bir ara bir gazeteyi gösterdiler. Manşet dikkatimi çekti: Laik, dindar, kürt... Bu yazıyı yazan da çok tanınmış bir araştırmacı gazeteci...

31 Mart 2022 Perşembe

“Ahlâk Hastalıkları Hastanesi Açılsın”

 

Gönül ne kahve  ister ne kahvehane
Gönül sohbet ister kahve bahane
Sabahattin Gencal- Süleyman Pekin


Eğitimci, tarihçi, din ve dış politika analisti, sendikacı ve de Kocaeli Aydınlar Ocağı Başkanı Doktor Süleyman Pekin, “Ahlâk Hastalıkları Hastanesi Açılsın”* önerisinde bulundu. Bu öneriyi desteklemeyen olur mu bilemem. Beş yıl önce yapılan bu önerinin öylesine yapılan bir öneri olmadığını belirtmek için Pekin’in kartvizitinden birkaçını ilk başta yazdım. Tabii tanıtmak için, övmek için yazmadım bunu. Çünkü Pekin’i tanımayan yoktur. Pekin’in ne övünmeye ne de övülmeye ihtiyacı vardır. Bu unvanları yazmamın nedeni Pekin’in kültürünün ne kadar geniş olduğunu belirterek bu önerinin öylesine bir öneri olamayacağını vurgulamaktır.

 “Ahlâk hastalıkları hastanesi açılsın” önerisinden hareketle düşüncelerimi aktarmaya çalışacağım:

29 Mart 2022 Salı

Eleştiri Üzerine

 

 

Sabahattin Gencal

Değerli arkadaşım Erdoğan Teke Bey, bir yazıma1 yaptığı yorumda, “Bu zamanda çok zor her şeyi dobra, dobra yazmak.” yargısına vardı. Bu yargıya ezbere varmadığını karşılaştırmalar ve değerlendirmeler yaparak vardığını söyleyebilirim. 23 yıl İsviçre’de kaldı. Sadece İsviçrelileri değil oradaki Almanya, Fransa ve diğer bütün devletlerden gelenleri az çok inceleyen ak saçlı arkadaşımızın bu yargısı düşündürdü beni. Aslında hepimiz de düşünmeliyiz.

Niye zor her şeyi dobra dobra yazmak/konuşmak?

Kültürümüzde “yalan bütün kötülüklerin anası” sayılmıyor muydu?

Atatürk, “Hakikatı/doğruyu söylemekten korkmayınız.” demiyor muydu?

Hadis olup olmadığı tartışmalı olan, “Batıl / yanlış şeyleri söyleyerek insanlara nasihat eden, konuşan şeytandır. Hakkı söylemekten sakınan ise dilsiz şeytandır.” sözünü hiç duymadık mı?

Kullanılamayan bilgi sahibine yüktür.” derler ya doğrudur bu. Bilgi, bilgi sahibinin, toplumunun ve insanlığın yararına kullanılmak içindir. Ayrıca Allah (cc) rızası için paylaşılmak içindir. Doğru bildiğin bir düşünceyi, iyi niyetle ve Allah rızası için paylaşıyorsunuz. Bu durumda bilgi yanlış olsa da günaha kalmazsınız. Hatta bu konunun uzmanıysanız bir sevap kazanırsınız. Bu açıklamadan sonra içinde bulunduğumuz yasakçı ve dayatmacı anlayışı ve ne korku ikliminin sebeplerinden birine değineceğim:

Toplumumuzda, hatta bütün Müslüman ülkelerde eleştirel düşünce yok. Düşünce de yok dersek haksızlık yapmış oluruz; ama eleştirel düşünce yok. Eleştirel düşünme olmadığı yerde ne kadar düşünür çıkar veya düşünür çıkabilir mi? Bunlar ayrı bir konu.

Eleştiriyi çok basite indirerek çocuklara anlatırdık. Bir un eleği düşünün. Unu eliyorsunuz. Kullanılmayacak olanlar eleğin üstünde kalanlardır. Bunları atıyorsunuz. Ama eleğiniz delikse elemenin, eleştirmenin bir anlamı olmuyor. Öğretmenler çocukları eleştirirken ilkin elekten geçenleri ele alır. Bak bu da, şu da çok güzel dedikten sonra eleğin üstündekileri de hatırlatırız.

Şunları da unutmamak gerekir: Sütü un eleğinde süzemezsiniz; süzgeç gerek. Çeşitli tahıllar için ayrı ayrı elekler var.  Kalburu hatırlayınız, kum eleğini hatırlayınız. Kısaca eleştirinin de bir yolu yordamı var. Neyi hangi elekle eleyeceğinizi bilmelisiniz. Örneğin bir devlet görevi üslenen birinin işlerini kalburla eleyemezsiniz. Üzülerek görüyoruz ki kahvelerde ve toplantı yerlerinde devlet görevlileri kıyasıya eleştiriliyor; ama kum eleğiyle.

Bu arada sanatla ilgili konular da eleştiriler de var. Koca koca adamlar, üst mevkilere gelmiş bir şeycikler olduğu sanılan adamlar bakıyorsunuz, affedersiniz “ben böyle sanatın içine bilmem ne yapayım”, diyebiliyor. Bir başkası “ucube” diyebiliyor. Demek ki okumuşumuz da okumamışımız da eleştiri kültüründen nasibimizi alamadık. Zaten alsak şaşardım. Çünkü asırlardır. “sorgulamak” yasaklanmış Müslüman toplumlarda. Oysa sorgulamak bir değerdir. Ne yazık ki unutturulan bir değer.2  Bu son zamanlarda bazı âlimlerimiz “Allah’ın zatından” başka her şeyi tefekkür edebileceğimizi söylüyor.

Sorgulama olmayınca, aklınıza gelen gelmeyen bütün zilletler oluyor. Bunların meydana çıkmaması için de korku iklimi yaratılıyor, şeffaflık olmuyor, zarar gelmesi muhtemel kişi ve kurumların üzerlerine gidiliyor vb.

Tüm yurttaşlar, eşit yurttaşlık haklarına sahiptir. Bu yurt kimsesin babasının yurdu değildir. Kimse kimseyi, yasanın öngörmediği biçimde cezalandıramaz. Hiç kimse Anayasal hakların kullanılmasını engelleyemez Vb.

“Bu zamanda çok zor her şeyi dobra, dobra yazmak.” Yargısıyla ilgili yazılabileceklerden yalnız eleştirel düşünme ve bundan hareketle sorgulamak üzerinde kısaca durduk.

İnşallah açık, seçik ve net olarak fikirlerimizi paylaşabiliriz. İnşallah art niyetsiz olarak fikirlerini söyleyebilenleri kınamayız. İnşallah insan gibi yaşanabilir bir geleceğe kavuşabiliriz.

Sabahattin GENCAL,

Çekmeköy-İstanbul, 29. 03. 2022

27 Mart 2022 Pazar

Uzun Olur Sagen'lerin Yazısı. Ah!

 

Sabahattin Gencal


-                    Kafam bozuk. Kafam her zaman bozuktu; şimdi daha bozuk demek istiyorum.

-                    Kafan bozuksa yazma.

-                    Yok, yazacağım, illâ ki yazacağım.

-                    Yazmazsan olmaz mı? Olmaz. Bu şey meselesi. Yani “beka” meselesi...

-                    Beka konusunu işleyecek yazı böyle mi yazılır?

-    Değil mi ya? Elbet böyle yazılmaz. İşte onun için diyorum ki; nasıl yazdığıma bakmayın. Ne yazdığıma bakın. Yok, ona da bakmayın ne yazmak istediğime bakın. Çünkü ben, yazının konusunu parçalayarak satırlar arasına dağıtıyorum. Puzle mi diyorlar şu yap-boz oyunu gibi. Ben bozuyorum, okuyucu toplasın istiyorum.

Paylaşmak güzeldir.