Sabahattin Gencal Başiskele-2016 |
Okul
kitaplarında bile yer alan, çoğumuzun bildiği, Konfüçyus’a ait bir sözü
yazmakta yarar görüyorum:
Ünlü Çin filozofu Konfüçyus’a;
“Bir
ülkeyi idare etmeye çağrılsaydınız, yapacağınız ilk iş ne olurdu?” diye
sormuşlar. Konfüçyus, şöyle cevap vermiş:
“İşe
önce dili düzeltmekle başlardım. Çünkü dil bozulursa, kelimeler düşünceyi
anlatamaz.
Düşünceler
iyi anlatılamazsa, yapılması gereken işler yapılamaz.
Görevler
gereği gibi yapılamazsa, töre ve düzen bozulur.
Töre
ve düzen bozulursa, adalet yanlış yola sapar.
Adalet
yoldan çıkarsa, şaşkınlık içine düşen halk, ne yapacağını, işin nereye
varacağını bilemez.
Bunun
içindir ki; hiçbir şey dil kadar önemli değildir.”
(https://www.enpolitik.com/dilimizi-kaybediyoruz)
Bu
sözü hatırlatmam boşuna değildir elbet.
Bugün sabah saatlerinde bir televizyon kanalında, bir hanımefendi gazeteci ve kültürü ve bilgisi tartışılmaz konuğunun programını, açık deyişle söyleşilerini izliyordum. Bir ara bir gazeteyi gösterdiler. Manşet dikkatimi çekti: Laik, dindar, kürt... Bu yazıyı yazan da çok tanınmış bir araştırmacı gazeteci...
Konumuz
bu ünlü kişiler değil elbet. Düşünceleri de yabana atılır gibi değil. Hepsine
başarılar diler saygılar sunarım. Kendilerinden kapalı da olsa söz ettiğim için
de özür dilerim. Ama çok önemli.
Sözü
edilen manşetteki yanlışı hemen fark etmişsinizdir. Evet, laik dindar olamaz mı
veya bir kürt dindar olamaz mı? Peki, o halde bu üçlü ayırım doğru mu oluyor.
Olmuyor tabii. Ama bu manşet, yanlış olduğu düşünülmeden atılmış. Televizyon
programındaki ünlülerin dikkatini çekmemiş bu yanlış. Hayret hiçbir izleyiciden
de ses çıkmamış...
Eyvah,
dedim kendi kendime. Kelimelerimiz yozlaştırılmış. Anlam yitirmişler, yeni
anlamlar yüklenmişler. Böylesi durumlara sessiz kalmak tehlikelidir. Kısaca
belirtmeye çalışalım.
Laik
kelimesinin anlamı tam yüklenmemişti zaten. Ama çoklarımız anlıyorduk. Devletin
dinini yaşamak isteyenleri engellememesi. Hatta onlara kolaylık sağlaması.
Kınanmalarını engellemesi. Öte yandan devletin düzeninde din kurallarına yer
vermemesi. Ülkemizden örneklerle düşünelim:
Ülkemizde
İslam dinine mensup olanlar olduğu gibi, diğer ilahi dinlere mensup olanlar da
var. İlahi dinlere mensup olmayanlar da var. Hatta ateist, deist, agnostik vb.
de var. Devlet düzeni hangilerine göre olacak? Çoğunluğa bakılır mı diyeceğiz?
Peki, Sünni ve şiiler yok mu? Ülkemizde Sünniler çoğunlukta diyeceğiz. Ona da
peki. Sünnilerde Hanefi, Şafi, Maliki, Hambeli Mezhepleri yok mu? Hangisi
dikkate alınacak.
Ona
da peki, buna da peki sözün gelişi söylenmiştir. Peki diyemeyiz. Montesquieu “ Bir
tek kişiye yapılan bir haksızlık, bütün topluma yapılan bir tehdittir.” diyor.
Bu sözün özü İslâm dininde vardır.
Bir
insan laik olabilir mi? Hayır, olamaz. Bir insan Müslüman olabilir, Hristiyan
veya Musevi olabilir; Budist olabilir; ateist, deist vb. olabilir ama laik
olamaz. Çünkü laiklik devleti ilgilendirir. Bir kimse laik olamaz ama laik
düzenden yana olabilir; laikliği savunabilir. Açık deyişle laik düzenden yana
olanlara dinsiz denemez. Laik düzenden yana olanlar Müslüman olabilir,
Hristiyan veya Musevi olabilir; ateist de olabilir.
Laik
ve laiklik kavramlarını niye tam öğrenemedik? Uzun yıllar öğrenememiz bir yana,
bilhassa bu son çeyrek yüzyılda seküler kavramı ortada dolaşmaya başladı.
Seküler kavramında devletin, kiliseden yani din sınıfından ayrı olmasıdır. Bu
konuda çok mücadeleler verilmiştir. Bunları geçiyoruz. Fransa da din sınıfından
olmayanlara laik diyorlardı. “Laiklik veya laisizm (laïcité Fransızcadan),
devlet yönetiminde dinin veya dinsizliğin referans alınmamasını ve devletin din
veya dinsizlik karşısında tarafsız ve tepkisiz olmasını savunan ilkedir.” Biz
de kilise gibi bir örgüt var mı? Bizde din sınıfı var mı? İslam’da böyle
kavramlar yok. Fransa veya başka ülkelerin kültürel, sosyal ve ekonomik
durumları ile bizim toplumumuzun durumu ay mı? Değil tabii. Ancak ilkin bu
durum kavranamadı. Laiklik yerine yarı laiklik denmeye başladı ki bu
komikliktir; böyle bir şey olmaz.
Zaman
içinde laikliğin içini dolduracağız diyor ve umutlanıyorduk ki bazı açıkgözler
sekülerizm kavramını doldurdular ve de laikliğin anlamını büsbütün bozdular.
Yeşil kuşak projelerini, 15 Temmuz’u iyice inceleyip analiz eden tarihçilerimiz
ve uzmanlarımız bu kelimenin yani laikliğin nasıl bir mayın haline getirilmek
istendiğini de yazarlar. Toplumumuzun niçin ve nasıl kutuplaştırılmaya
götürüldüğünü de yazarlar. Bu arada bir hususa değinelim. Nedense
tarihçilerimiz her şey olup bittikten sonra yazıveriyorlar. Neden acaba?
Bunların canları kıymetli, “evlad ü ıyal” da var tabii. Dikkatinizi çekti mi
Yeşil Kuşak Projesinden büyük çoğunluğun haberi yok. 15 Temmuz Hareketi tam
olarak niye açığa çıkarılmak istenmiyor? Acaba laikliğin sekülerizme
benzerliğinden hareketle bu iki kavramı aynı kabul edenler bir din sınıfı mı
yaratmak istiyorlardı. Acaba bir din devleti mi kurmak istiyorlardı? Acaba
Cumhuriyetin tüm kazanımlarını yavaş yavaş, yavaş yavaş silmek mi istiyorlardı?
Acaba bunlara kimler yardımcı oldu? Acaba, acaba...
Bugün
bir gazete manşetinden hareketle aklıma düşenleri yazdım. Bu tip haberleri çok
gördük. Bizzat da yaşadık. Üzüldüğüm nokta bu gibi hataları hiç beklemediğim
kişiler tarafından sergilenmesidir. Bunlar böyle yaparsa şu veya bu cemaat da
yapmaz mı, şu veya bu kimse de...
Aslında
bu konuyu ben ileri sürmemeliydim. Ya, bizim Diyanet İşleri Başkanlığı yok mu?
Bizim ilâhiyatçılarımız yok mu? Diyeceksiniz ki Diyanet İşleri Başkanlığı
kendini farklı olarak konumlandırıyor. Hocalar da ayrı bir sınıf gibi... Tamam
be, ne düşünürseler düşünsünler; ama dini sahiplenmesinler; bize de biraz
bıraksınlar. Allah gibi yargılamasınlar, hüküm vermesinler. Evet, günümüzde
bazılarımızın sesi çıkamıyor, bazı yetkililer de görmezden geliyor diye atıp
tutmasınlar. Allah’tan korksunlar. Söyledikleri ve söyleyecekleri sözlerin
doğru olup olmadığını Kur’an-ı Kerim’den öğrensinler. Evet, bazı fetvacılardan
değil Kur’an’dan öğrensinler.
Bir
kelime, işte bir kelime “laiklik”. Nedense bunun ne olduğunu anlamak
istemiyorlar. Daha önce yazmıştım; tekrar edeyim: Bir kitabımı basılması için
bir kuruma gönderdim. Sağ olsunlar inceletmişler. İnceleyen kişi diyor ki
“Yazar laikliğin temellerini Kur’an’da / İslâm’da görüyor. Kitabı basmamışlar
tabii. Canları sağ olsun. Ama aynı düşüncedeyim lâikliğin âlâsı Kur’an-ı
Kerim’de var.
Konfüçyüs’ün
(MÖ 551 - MÖ 479) senelerce senelerce önce görüp söylediğini hâlâ kavrayamamak.
Hayret ki ne hayret. Kavrayacağımıza dair bir emare de yok. Her gün her gün her
gün konuşuyor siyasetçiler. Biri bile eğitime, kültürümüze, dilimize dair
olumlu bir şeycikler söylemiyor.
Duruma
alıştık valla. Siyasetçiler söylerse acaba? Diyor, yorumlar yapıyor ve vaziyet
alıyoruz. Bir öğretmen söyler veya yazarsa duymuyoruz, okumuyoruz,
düşünmüyoruz.
Neyi,
nasıl düşünmemiz gerektiğini öğrenebilmek umuduyla...
Sabahattin GENCAL,
Çekmeköy- İstanbul, 01. 03. 2022