12 Nisan 2022 Salı

Yazılara Sevgi ve Saygı Katılabilir mi?

 


 

Sabahattin Gencal
Üç çeyrek asırdır bu dünyada ne yapıyor ki?

Tuz yasak. Neden? Şişiriyor beni.

Şeker yasak. Neden? Terorist (kanser) hücrelerine yarıyor.

 Fazla yağ yasak. Neden? Şişmanlamaya sebep oluyor.

İşte böyle birinin yazısını okumaktasınız. Açık deyişle tatsız tuzsuz yavan bir yazı önünüzdeki.

Gençlerin deyişiyle, ne alâka? Alâka olmaz mı? Ne derler? “İnsan ne yerse odur?” Öyle yaygın ki bu söz nerdeyse ben de inanacağım bu söze.

Ne yapayım ki bu tatsız tuzsuz üstelik yavan yazımızı yenilebilir/okunabilir olsun?

En iyisi gönül dolusu saygılarımı, yine gönül dolusu sevgilerimi katsam ne dersiniz?

Yazıya saygı sevgi katılamaz demeyin. Bir annenin yemeklere kattığı sevginin o yemekleri nasıl da lezzetli yaptığını düşünün bir. Doğrusu bu sözleri öteden beri duyardım; ama mecazen doğru derdim. Ne mecazı essahtan doğruymuş.

Çiçekler “sev seni seveni” dermiş. Su da öyle. Hayvanları zaten biliyorduk da. Geçenlerde bir yerlerde okudum. Anadolu’daki bacılarımız kızlarımız patates ve soğan hasatı yapıyor ya. Sevgilerini de dolduruyorlar çuvallara. Olur mu? Niye olmasın, kuantum konuşuyor? Sevgi de enerji, söz de; bacılar da, soğanlar da; hepimiz enerji imişiz. Bir ara bu konuda bir şeyler karaladıydım. Sözümüz de enerji oluyorsa yani bir nevi madde oluyorsa. Yine kafam karıştı.

Değerli arkadaşım, “Sizin yazılarınızı okuyunca beyin egzersizi yapıyorum.” diyor bana. Tabii nezaketen böyle diyor. Kafam allak bullak oluyor, demiyor. Ne demek allak bullak?  “Düzenli durumunu bozmak, karmakarışık bir duruma sokmak, altüst etmek, darmadağınık bir duruma getirmek, dağıtmak, karıştırmak...”

Bugünlerde kafam allak bullak. Esma-i Hüsna ile ilgili bir çalışma yapıyorum. Bir yandan sufiler kafamı bozuyorlar. Bu yetmiyor. Öte yandan bioenerji uzmanları. Bunlar da yetmiyormuş gibi kuantumcular. Biz anlamıyoruz ya, at babam at. Birileri uzaktan seanslarla enerji aktarıyor, kimileri haşa nerdeyse Allah’a yaklaşıyor. Başkaları da hepimizi enerjiye dönüştürüyor. Günah değil mi? Yazık değil mi? Giden zamana mı yanarsın, uyuşan beyinlere mi?

Bu işlere bir çeki düzen vermek gerekmez mi? Sahi bizim bir Diyanet İşleri Başkanlığımız var. Hani Atatürk’ün adını anmamaya yeminliymiş gibi, siyasetin arka bahçesini hazırlıyormuş gibi, gibi gibi olan bir Diyanet İşleri Başkanlığımız yok mu? Be kardeşim dev gibi bütçeniz var. Tasavvufu çirkinleştiren süfi diye geçinen adamları aydınlatacak uzmanların yetişmesine katkıda bulunsana. Neredeyse Kur’an-ı kuantumlaştıran birilerini aydınlatacak uzmanların yetişmesine katkıda bulunsana. Şeyh mefh ayaklarına yatan, şirke sebep olanları aydınlatan uzmanların yetişmesine katkıda bulunsana. Yanlış mı diyorum? İlk aklıma onlar geldi. Tabii ilâhiyat Fakültelerimiz de var. Toparlanmamız gerekli. Yoksa? Bakın duydum ki Diyanet Başkanlığındakiler de, ilâhiyatçılar da benden dertli. Bazı bazıları, onları dinlemeyin! Deme cüretinde de bulunuyorlarmış.

Böyle –miş, -mişli yazılar da en az o yakındığımız kişilerin yazıları kadar tehlikeli. Neden derseniz?

Bu soruyu niçin sordum? Arkadaşım Erdoğan Bey, yine nezaketen böyle deyişlerimden hoşlandığını söyledi de onun için yazdım. Günümüzde bir moda var. Biliyorsunuzdur; ama anlatıvereyim: Adam, yazar da diyebiliriz. Bir ruh hastası. Bayram haftası derken soba tahtasına geçiyor. Sonra, ne derler dam üstünde saksağan vur beline kazmayı... Böylelerini kınardık. Bundan böyle kınamayacağız. Niye? Metinler arasılık var ya. Atıflar olmalı, çağrışımlar olmalı ki edebiyat olsun.

Yakında ben de bu bahaneye sığınacağım. Başka bir alternatif bırakmadılar bana. Böyle dobra dobra yazıyorum ya, samimi bir biçimde. Bir bir blog arkadaşımız sözde övüyor, “edebiyatsız edebiyat” diyor yazılarımıza. Tabii o değerli arkadaşımız ünlü birinin sözünü dile getiriyormuş. Aslında edebe önem vermeyen, söz sanatlarına tutunanların yazıları ede-iyatsız.

Derler ya, kafası kızanın yanında durmayın. Diyanete çatan, ilâhiyatçılara çatan, edebiyatçılara çatan adam bir de bakmışsınız size de çatar. Tabii dolaylı biçimde; Eyy tarihçiler neredesiniz? Sosyal medyada Cumhuriyeti kuranlara saldıranları görmüyor musunuz? Bir siyasetçiyi destekleyeceğiz diye türlü çeşitli slogan üretenleri... Eyy okuyucular.

Şaka şaka. Öfke bizden uzak olsun. Tak tak...  şeytan bizden uzak olsun.

Bakınız, yazdığımız bu metinler var ya. Yayınlanır yayınlanmaz bizim kontrolümüzden çıkıyormuş. Okuyuculara yaltaklanıyormuş. Onlara göre anlam değiştiriyormuş. Yazık, bukalemun gibi bir şey. Boşuna, rahmetli okur temsilcim, senin yazılarının anlaşılması için okurun yanına gitmen gerekir demezmiş. Her metnin böyle okura göre anlam kazanma huyu varmış. Bu metin de öyle olursa gücenirim; onun için, metni okurken beni de okuyun, en azından hayal edin. Hayal ediniz lütfen.

İnsan hayal ettiği müddetçe yaşarmış. Güzel insanlar, kaynaşmış bir toplum, özlenen insanlık ve de mutlu yarınlar...

Sabahattin GENCAL,

Çekmeköy-İstanbul, 12.04.2022

 

Paylaşmak güzeldir.