Sabahattin Gencal Üç çeyrek asırdır bu dünyada ne yapıyor ki? |
Tuz
yasak. Neden? Şişiriyor beni.
Şeker
yasak. Neden? Terorist (kanser) hücrelerine yarıyor.
Fazla yağ yasak. Neden? Şişmanlamaya sebep
oluyor.
İşte
böyle birinin yazısını okumaktasınız. Açık deyişle tatsız tuzsuz yavan bir yazı
önünüzdeki.
Gençlerin
deyişiyle, ne alâka? Alâka olmaz mı? Ne derler? “İnsan ne yerse odur?” Öyle
yaygın ki bu söz nerdeyse ben de inanacağım bu söze.
Ne yapayım ki bu tatsız tuzsuz üstelik yavan yazımızı yenilebilir/okunabilir olsun?
En
iyisi gönül dolusu saygılarımı, yine gönül dolusu sevgilerimi katsam ne
dersiniz?
Yazıya
saygı sevgi katılamaz demeyin. Bir annenin yemeklere kattığı sevginin o
yemekleri nasıl da lezzetli yaptığını düşünün bir. Doğrusu bu sözleri öteden
beri duyardım; ama mecazen doğru derdim. Ne mecazı essahtan doğruymuş.
Çiçekler
“sev seni seveni” dermiş. Su da öyle. Hayvanları zaten biliyorduk da.
Geçenlerde bir yerlerde okudum. Anadolu’daki bacılarımız kızlarımız patates ve
soğan hasatı yapıyor ya. Sevgilerini de dolduruyorlar çuvallara. Olur mu? Niye
olmasın, kuantum konuşuyor? Sevgi de enerji, söz de; bacılar da, soğanlar da;
hepimiz enerji imişiz. Bir ara bu konuda bir şeyler karaladıydım. Sözümüz de enerji
oluyorsa yani bir nevi madde oluyorsa. Yine kafam karıştı.
Değerli
arkadaşım, “Sizin yazılarınızı okuyunca beyin egzersizi yapıyorum.” diyor bana.
Tabii nezaketen böyle diyor. Kafam allak bullak oluyor, demiyor. Ne demek allak
bullak? “Düzenli durumunu bozmak,
karmakarışık bir duruma sokmak, altüst etmek, darmadağınık bir duruma getirmek,
dağıtmak, karıştırmak...”
Bugünlerde
kafam allak bullak. Esma-i Hüsna ile ilgili bir çalışma yapıyorum. Bir yandan
sufiler kafamı bozuyorlar. Bu yetmiyor. Öte yandan bioenerji uzmanları. Bunlar
da yetmiyormuş gibi kuantumcular. Biz anlamıyoruz ya, at babam at. Birileri
uzaktan seanslarla enerji aktarıyor, kimileri haşa nerdeyse Allah’a yaklaşıyor.
Başkaları da hepimizi enerjiye dönüştürüyor. Günah değil mi? Yazık değil mi?
Giden zamana mı yanarsın, uyuşan beyinlere mi?
Bu
işlere bir çeki düzen vermek gerekmez mi? Sahi bizim bir Diyanet İşleri
Başkanlığımız var. Hani Atatürk’ün adını anmamaya yeminliymiş gibi, siyasetin
arka bahçesini hazırlıyormuş gibi, gibi gibi olan bir Diyanet İşleri
Başkanlığımız yok mu? Be kardeşim dev gibi bütçeniz var. Tasavvufu
çirkinleştiren süfi diye geçinen adamları aydınlatacak uzmanların yetişmesine
katkıda bulunsana. Neredeyse Kur’an-ı kuantumlaştıran birilerini aydınlatacak
uzmanların yetişmesine katkıda bulunsana. Şeyh mefh ayaklarına yatan, şirke
sebep olanları aydınlatan uzmanların yetişmesine katkıda bulunsana. Yanlış mı
diyorum? İlk aklıma onlar geldi. Tabii ilâhiyat Fakültelerimiz de var.
Toparlanmamız gerekli. Yoksa? Bakın duydum ki Diyanet Başkanlığındakiler de,
ilâhiyatçılar da benden dertli. Bazı bazıları, onları dinlemeyin! Deme cüretinde
de bulunuyorlarmış.
Böyle
–miş, -mişli yazılar da en az o yakındığımız kişilerin yazıları kadar
tehlikeli. Neden derseniz?
Bu
soruyu niçin sordum? Arkadaşım Erdoğan Bey, yine nezaketen böyle deyişlerimden
hoşlandığını söyledi de onun için yazdım. Günümüzde bir moda var. Biliyorsunuzdur;
ama anlatıvereyim: Adam, yazar da diyebiliriz. Bir ruh hastası. Bayram haftası
derken soba tahtasına geçiyor. Sonra, ne derler dam üstünde saksağan vur beline
kazmayı... Böylelerini kınardık. Bundan böyle kınamayacağız. Niye? Metinler
arasılık var ya. Atıflar olmalı, çağrışımlar olmalı ki edebiyat olsun.
Yakında
ben de bu bahaneye sığınacağım. Başka bir alternatif bırakmadılar bana. Böyle
dobra dobra yazıyorum ya, samimi bir biçimde. Bir bir blog arkadaşımız sözde
övüyor, “edebiyatsız edebiyat” diyor yazılarımıza. Tabii o değerli arkadaşımız
ünlü birinin sözünü dile getiriyormuş. Aslında edebe önem vermeyen, söz sanatlarına
tutunanların yazıları ede-iyatsız.
Derler
ya, kafası kızanın yanında durmayın. Diyanete çatan, ilâhiyatçılara çatan,
edebiyatçılara çatan adam bir de bakmışsınız size de çatar. Tabii dolaylı
biçimde; Eyy tarihçiler neredesiniz? Sosyal medyada Cumhuriyeti kuranlara
saldıranları görmüyor musunuz? Bir siyasetçiyi destekleyeceğiz diye türlü
çeşitli slogan üretenleri... Eyy okuyucular.
Şaka
şaka. Öfke bizden uzak olsun. Tak tak... şeytan bizden uzak olsun.
Bakınız,
yazdığımız bu metinler var ya. Yayınlanır yayınlanmaz bizim kontrolümüzden
çıkıyormuş. Okuyuculara yaltaklanıyormuş. Onlara göre anlam değiştiriyormuş.
Yazık, bukalemun gibi bir şey. Boşuna, rahmetli okur temsilcim, senin
yazılarının anlaşılması için okurun yanına gitmen gerekir demezmiş. Her metnin
böyle okura göre anlam kazanma huyu varmış. Bu metin de öyle olursa gücenirim; onun
için, metni okurken beni de okuyun, en azından hayal edin. Hayal ediniz lütfen.
İnsan
hayal ettiği müddetçe yaşarmış. Güzel insanlar, kaynaşmış bir toplum, özlenen
insanlık ve de mutlu yarınlar...
Sabahattin
GENCAL,
Çekmeköy-İstanbul,
12.04.2022