7 Nisan 2022 Perşembe

Hamsi Marşından Düşünce Esintileri

 

Bu adam nereye gidiyor?


 Kız Fadime duydun mu yine hamsi çikayi-  yine hamsi çikayi

Mübareğun kokisi yüreğumi yakayi- yüreğumi yakayi

Akşam olunca çarukları koy suya- çarukları koy suya

Yarun sabah erkenden gideceğum hamsiya-  gideceğum hamsiya

 

Hamsi Marşından bir kıta okudunuz. Rahat olun. Saygı duruşuna geçmenize gerek yok.  gülümseyebilirsiniz de. Hâttâ gülebilirsiniz de yeter ki bana gülmeyin de...

Gülme faslı bittiyse düşünelim şimdi. Düşünme zamanı:

Neden çarıkların suya konması isteniyor? 

Çarığın ne olduğunu bilemeyeceğiniz için soruyu ben cevaplandırayım. Efendim, eski günlerde, çok da eski değil üççeyrek asır önceleri çarık giyilirdi. Bizim evdekilerin çoğu çarık giyerdi. Ben çapula denen kaparalı ayakkabı giyerdim. Sonra lastik icat oldu çarık giyenler sevindi bense üzüldüm. Kaparalı ayakkabı giymek bir başka oluyordu. Anlatabildim mi?

Çarık kuruyunca giyilmez oluyor, giyilse de ayakları vuruyor. Onun için akşamdan suya konurdu analis etmesi için. Bu arada analizi de çağrıştırıyoruz, analisti de... Şimdi, diyeceksiniz ki ne alâka, hocamız neden durduk yerde böyle bir konuya girdi.

Durduk yerde değil. Sabahleyin oğlum Fuat'la telefonda görüşürken konu fiyatların ağu pahası olduğuna geldi. Bunun nedenleri üzerinde düşünelim, iz sürelim dedik. 20-30 sene öncesine kadar giderek ABD’nin tuzaklarına kadar dayandık. Anlaşılan Fuat çarıkları giymemişti. Daha ileri gidemedi. Ben de çapulalarımla 100-150 yıl kadar geriye giderek Allah rahmet etsin Erbakan Hocamız’ın anlattığı Siyonist planlarına kadar gittim. Ama ben eski ben değilim ayaklarım şişince çapulaları çıkardım. Sizin de kafanız şiştiyse sakın okumayı bırakmayın. Yalın ayak iz süremedim. Lütfen siz iz sürünüz.

Diyeceksiniz ki tarihçiler varken, analistler varken...? Maalesef onlar kendilerine otosansür uyguluyorlar onun için iş başa düştü.

Bak kardeşim, ben komple momple teorilerinden anlamam. Okuduklarımı ve duyduklarımı anlatmayacağım. Siz zahmet ederek araştırınız. Ben gördüklerimi anlatacağım:

Sene 1951 Trabzon’da silindir gibi büyük büyük silolar yapıldı. Amerikan buğdayı dolduruldu silolara. Artık yavaş yavaş buğday ekmeyi yemeğe başladık. Doğrusu çok güzel oluyordu. Mısır ekimi yavaş yavaş azalmaya başladı mı, sonra çay üretimi derken mısır bitti. Amerika’dan gelen mısır şurubunu ima ediyor değilim. Onu başka bir yazıda anlatırız inşallah. Mısır şurubu mahvediyor bedenimi; ama ismini yazmayayım eski bakanlardan birinin çocuklarının ithal ettiği şurup, bakanın sözleri vb beynimi daha çok mahvediyor. Neyse geçelim.

Bir ara Samsun’da bulundum. Bafra’da tütün ekimi olurdu. Samsun’un içinde evimizin karşısında Tekel vardı. Daha iç kısmında sigara fabrikası yüzlerce yüzlerce işçi çalışırdı. Sonra ne oldu?

Samsun’da, birçok ilde olduğu gibi Atatürk zamanından kalan örnek devlet çiftlikleri vardı.  Bu da ayrı konu. Yanında fabrika açmışlar bu çiftliği de anlarsınız ya.

Unutkan oldum, sıra ile yazamıyorum. Trabzon’dan söz ederken tarlanın mısır ekmediğimiz dip yerlerinde kendir ekerdik. Boyları mısırı geçerdi. Kendir ve keneviri de bilemezsiniz şimdi. Liflerini soyardık. O lifler birçok işlemlerden sonra iplik haline getirilirdi. Daha sonra ev tezgâhlarında dokunurdu. Forotiko derdik. Şimdiki şile bezi, Rize bezi gibi. Bütün iç çamaşırlarımız forotikodandı. Gelinlerin çeyizinde de bulunurdu. Ama çok sağlıklı. Böyle kolay anlattığıma bakmayın, işlemleri çok zordu. Soyulan lifleri dinke götürürdük. Büyük bir kütük dan dan döverek yün gibi olmalarını sağlardı. Çocuktum; ama dan dan sesleri hoşuma giderdi. Taa uzaktan bu seslere uyarak şiir yazmaya çalışırdım. Dan dan  .... sevdandan, dan dan ... sevdandan. Neyse geç bunları daha anlatacaklarım çok. Ne öğrendik? Her evde dokuma tezgâhı vardı. Öyleki evler yapılırken bu tezgâhın kurulacağı yerde özel ekler yapılırdı. Sonra Amelikan (Amerikan) bezi çıktı. Daha sonra, ismini unuttum daha beyaz bir bez. Önce biz tezgâhı bıraktık, sonra komşular. Yabancı parmağı, komplo var demiyorum. Olup biteni anlatıyorum.

Bir zamanlar,  Erzurum Yavuzselim İlköğretmen Okulu’nda yatılı öğrenciyken yani 1950-1960 arasında Amerikan et, süt, peynir yardımları başladı. Daha ilkokuldayken Marşal yardımları diye kitapçıklar gelirdi. Daha o zamanlar İstanbul çevresindeki mandıralar birer birer kapandı. Üstelik tereyağı kolesrol yapar dediler mi? Ya, bunların ilim adamları da satılmış mı ne? Vita yağı, margarin... Bunların baş üreticileri de Birleşik krallık mı?  

Erzurum Şeker Fabrikası’ndan ayrıca ve özellikle bahsetmem gerek. Açılışında rahmeti Celâl Bayar, rahmetli Adnan Menderes ve rahmetli Namık Gedik birer konuşma yapmışlardı. Fabrika açılışları da göğüs kabartıyordu. Pancar ekimi desen? Şunu da ekleyeyim fabrika kültür hizmeti de veriyordu. Sahnesi de vardı. Spor çalışmaları da...

Bir ara, bir ara demeyeyim uzun yıllar Kocaeli İzmit’te çalıştım. Seka Kâğıt Fabrikası vardı ki çoklarının geçim kaynağı. Sahi o ne oldu? İzmit’te Afyonlu bir arkadaşımız vardı, hâlâ, sağ olsun hatırımı sorar. O Afyon’u ekmek. (İsmini yine unuttum.) getirmişti bize. Afyon da ne mübarek bitkiymiş. İlâç sanayii için bulunmaz nimet. Peki, afyon üretimi ne oldu.

Muştan, Van’dan hiç söz etmedim. Van’ın Özalp’ında Karadeniz’den gelenler koopretatif kurdular. Ürünlerini İstanbul’da pazarlamaya başladılar. Çevreye örnek oldular. Dünyada Van ahirette iman derler ki doğrudur. Çok güzel günlerim geçti orada. İnsanları mert, sevgi ve saygı dolu, merhametli de üstelik. Sonra duyduk ki Karadenizlilerin çiftlikleri, samanları sık sık yakılıyor diye. Benim tanıdığım halk bir kibrit bile yakmaz güzel eserlere. Belli ki PKK’lıları görevlendirdiler. Peki, PKK'nın hamisi hangi devlet? 1974’lerden söz ediyorum. Duyardık ki İngilizler İran sınırından Kürtçe sözlükler, Kürtçe kitaplar ve kışkırtıcı reklamlar gönderirmiş ülkemize. Şunu da ekleyeyim, Allah rahmet etsin veteriner arkadaşımız “Çaldıran Ovası'nda hayvancılık geliştirilse İstanbul’un et ihtiyacı karşılanırdı.” derdi.

Kusura bakmayın kronolojik sıra ile anlatamadım. Çağdaş sistem yaklaşımını bileceksiniz, özellikle dersini gördük. Bir yerde bir hareket olsa zaman içinde... Kelebek etkisi, domino etkisi falan filan da.

Bak kardeşim, bu gözlerin sadece gördükleri bile üzüntü verici ya bu gözlerin okudukları, ya...

Başta ne dedik iz sürmek gerek tedbirli olmak gerek. Oğlum Fuat, Vidodan izlediğini söyledi. Soğanları, patatesleri mağaralarda depolarda çürütüyorlar, bazen de alıp döküyorlar ki fiyatlar artsın. Ee millet isyan etsin. Yani kabahat o ahlaksızlarda... Be yavrum yöneticiler bu durumları öngörecek. Öngörüsü olmayan, günü kurtarmaya çalışana yönetici demem ben. Yanlış anlaşılmasın kamu yönetimi uzmanı olduğum için bu sözleri söylediğim sanılmasın. Bunun için uzman olmak gerekmez.

Tüh be, 1958’den beri Bursalı olmama rağmen Bursa zeytinliklerinden, şeftalı bahçelerinden, hayvancılığından söz etmeyi unuttum. Ova bitti. Bu söylediklerim de yandı bitti kül oldu.

Baylar, akşam olunca çarukları suya koyun, yarın sabah erkenden tarih sayfalarında geriye doğru geziye çıkın bir. Darbeleri sorgulayın, Büyük Ortadoğu Projesini sorgulayın. Amerika, İsrail ve İngiltere üçlüsünün kimleri gebe bıraktığını sorgulayın. İngiltere dedim de onların Hindistan’da, Pakistan’da kurduğu tarikatlar var mı yok mu öğrenin. Atatürk aleyhindeki çalışmaları kimlerin organize ettiklerini sorun öğrenin.

Gezin görün, sorun soruşturun; ama yasal çerçeve dışına çıkmayın. Haa bir de provakatörler var; onların tuzaklarına düşmeyin. Bakıyorum, pırlanta gibi kardeşlerimiz var. Nerede hazırlandığı belli olmayan fotoğrafları, bilgileri sosyal medyada paylaşıveriyor. Sen fikrini söyle, ne söylersen söyle; ama başkalarının tuzağına düşme. Bu tuzak sadece fitne getirmez paylaşımcılar başta olmak üzere çoğunluğun beyinlerini dumura uğratır.

Bugün oğlum Fuat’tan çok söz ettim. Allah (cc) hayırlı uzun ömürler versin. Biliyorsunuz ki o büyük bir romancıdır. Ama yazmayı sevmiyor. Zaman zaman der ki; biri olsa da, ben söylesem o da düzelterek yazsa. Şimdi ben de aynı şeyi söylüyorum: Keşke biri olsa da bu söylediklerimize bir çeki düzen verse. O zaman siz de yorulmazdınız. Ben de, sizlere rahatsızlık verdiğimiz için üzülmezdim.

Hamsi Marşı’nın sadece “çarukları” çağrışımından değil her kelimesinden nice sayfalar doldurulur. Boşuna Marş dememişler.

Marş marş ileri...

Sabahattin GENCAL,

Çekmeköy- İstanbul, 07. 04. 2022

Paylaşmak güzeldir.