Bu adam nereye gidiyor? |
Mübareğun
kokisi yüreğumi yakayi- yüreğumi yakayi
Akşam
olunca çarukları koy suya- çarukları koy suya
Yarun
sabah erkenden gideceğum hamsiya- gideceğum
hamsiya
Hamsi
Marşından bir kıta okudunuz. Rahat olun. Saygı duruşuna geçmenize gerek yok. gülümseyebilirsiniz de. Hâttâ gülebilirsiniz
de yeter ki bana gülmeyin de...
Gülme
faslı bittiyse düşünelim şimdi. Düşünme zamanı:
Neden çarıkların suya konması isteniyor?
Çarığın ne olduğunu bilemeyeceğiniz için
soruyu ben cevaplandırayım. Efendim, eski günlerde, çok da eski değil üççeyrek
asır önceleri çarık giyilirdi. Bizim evdekilerin çoğu çarık giyerdi. Ben çapula
denen kaparalı ayakkabı giyerdim. Sonra lastik icat oldu çarık giyenler
sevindi bense üzüldüm. Kaparalı ayakkabı giymek bir başka oluyordu.
Anlatabildim mi?
Çarık
kuruyunca giyilmez oluyor, giyilse de ayakları vuruyor. Onun için akşamdan suya
konurdu analis etmesi için. Bu arada analizi de çağrıştırıyoruz, analisti de...
Şimdi, diyeceksiniz ki ne alâka, hocamız neden durduk yerde böyle bir konuya
girdi.
Durduk
yerde değil. Sabahleyin oğlum Fuat'la telefonda görüşürken konu fiyatların ağu
pahası olduğuna geldi. Bunun nedenleri üzerinde düşünelim, iz sürelim dedik.
20-30 sene öncesine kadar giderek ABD’nin tuzaklarına kadar dayandık. Anlaşılan
Fuat çarıkları giymemişti. Daha ileri gidemedi. Ben de çapulalarımla 100-150
yıl kadar geriye giderek Allah rahmet etsin Erbakan Hocamız’ın anlattığı Siyonist planlarına
kadar gittim. Ama ben eski ben değilim ayaklarım şişince çapulaları çıkardım.
Sizin de kafanız şiştiyse sakın okumayı bırakmayın. Yalın ayak iz süremedim.
Lütfen siz iz sürünüz.
Diyeceksiniz
ki tarihçiler varken, analistler varken...? Maalesef onlar kendilerine
otosansür uyguluyorlar onun için iş başa düştü.
Bak
kardeşim, ben komple momple teorilerinden anlamam. Okuduklarımı ve duyduklarımı
anlatmayacağım. Siz zahmet ederek araştırınız. Ben gördüklerimi anlatacağım:
Sene
1951 Trabzon’da silindir gibi büyük büyük silolar yapıldı. Amerikan buğdayı
dolduruldu silolara. Artık yavaş yavaş buğday ekmeyi yemeğe başladık. Doğrusu
çok güzel oluyordu. Mısır ekimi yavaş yavaş azalmaya başladı mı, sonra çay
üretimi derken mısır bitti. Amerika’dan gelen mısır şurubunu ima ediyor
değilim. Onu başka bir yazıda anlatırız inşallah. Mısır şurubu mahvediyor
bedenimi; ama ismini yazmayayım eski bakanlardan birinin çocuklarının ithal
ettiği şurup, bakanın sözleri vb beynimi daha çok mahvediyor. Neyse geçelim.
Bir
ara Samsun’da bulundum. Bafra’da tütün ekimi olurdu. Samsun’un içinde evimizin
karşısında Tekel vardı. Daha iç kısmında sigara fabrikası yüzlerce yüzlerce
işçi çalışırdı. Sonra ne oldu?
Samsun’da,
birçok ilde olduğu gibi Atatürk zamanından kalan örnek devlet çiftlikleri
vardı. Bu da ayrı konu. Yanında fabrika açmışlar bu çiftliği de anlarsınız ya.
Unutkan
oldum, sıra ile yazamıyorum. Trabzon’dan söz ederken tarlanın mısır ekmediğimiz
dip yerlerinde kendir ekerdik. Boyları mısırı geçerdi. Kendir ve keneviri de
bilemezsiniz şimdi. Liflerini soyardık. O lifler birçok işlemlerden sonra iplik
haline getirilirdi. Daha sonra ev tezgâhlarında dokunurdu. Forotiko derdik.
Şimdiki şile bezi, Rize bezi gibi. Bütün iç çamaşırlarımız forotikodandı. Gelinlerin
çeyizinde de bulunurdu. Ama çok sağlıklı. Böyle kolay anlattığıma bakmayın, işlemleri çok zordu. Soyulan lifleri dinke götürürdük. Büyük bir kütük dan dan
döverek yün gibi olmalarını sağlardı. Çocuktum; ama dan dan sesleri hoşuma
giderdi. Taa uzaktan bu seslere uyarak şiir yazmaya çalışırdım. Dan dan .... sevdandan, dan dan ... sevdandan. Neyse
geç bunları daha anlatacaklarım çok. Ne öğrendik? Her evde dokuma tezgâhı
vardı. Öyleki evler yapılırken bu tezgâhın kurulacağı yerde özel ekler
yapılırdı. Sonra Amelikan (Amerikan) bezi çıktı. Daha sonra, ismini unuttum
daha beyaz bir bez. Önce biz tezgâhı bıraktık, sonra komşular. Yabancı parmağı,
komplo var demiyorum. Olup biteni anlatıyorum.
Bir
zamanlar, Erzurum Yavuzselim İlköğretmen
Okulu’nda yatılı öğrenciyken yani 1950-1960 arasında Amerikan et, süt, peynir
yardımları başladı. Daha ilkokuldayken Marşal yardımları diye kitapçıklar
gelirdi. Daha o zamanlar İstanbul çevresindeki mandıralar birer birer kapandı.
Üstelik tereyağı kolesrol yapar dediler mi? Ya, bunların ilim adamları da
satılmış mı ne? Vita yağı, margarin... Bunların baş üreticileri de Birleşik
krallık mı?
Erzurum
Şeker Fabrikası’ndan ayrıca ve özellikle bahsetmem gerek. Açılışında rahmeti
Celâl Bayar, rahmetli Adnan Menderes ve rahmetli Namık Gedik birer konuşma
yapmışlardı. Fabrika açılışları da göğüs kabartıyordu. Pancar ekimi desen? Şunu
da ekleyeyim fabrika kültür hizmeti de veriyordu. Sahnesi de vardı. Spor
çalışmaları da...
Bir
ara, bir ara demeyeyim uzun yıllar Kocaeli İzmit’te çalıştım. Seka Kâğıt Fabrikası vardı ki çoklarının geçim kaynağı. Sahi o ne oldu? İzmit’te Afyonlu bir
arkadaşımız vardı, hâlâ, sağ olsun hatırımı sorar. O Afyon’u ekmek. (İsmini
yine unuttum.) getirmişti bize. Afyon da ne mübarek bitkiymiş. İlâç sanayii
için bulunmaz nimet. Peki, afyon üretimi ne oldu.
Muştan,
Van’dan hiç söz etmedim. Van’ın Özalp’ında Karadeniz’den gelenler koopretatif
kurdular. Ürünlerini İstanbul’da pazarlamaya başladılar. Çevreye örnek oldular.
Dünyada Van ahirette iman derler ki doğrudur. Çok güzel günlerim geçti orada.
İnsanları mert, sevgi ve saygı dolu, merhametli de üstelik. Sonra duyduk ki
Karadenizlilerin çiftlikleri, samanları sık sık yakılıyor diye. Benim tanıdığım
halk bir kibrit bile yakmaz güzel eserlere. Belli ki PKK’lıları
görevlendirdiler. Peki, PKK'nın hamisi hangi devlet? 1974’lerden söz ediyorum.
Duyardık ki İngilizler İran sınırından Kürtçe sözlükler, Kürtçe kitaplar ve
kışkırtıcı reklamlar gönderirmiş ülkemize. Şunu da ekleyeyim, Allah rahmet
etsin veteriner arkadaşımız “Çaldıran Ovası'nda hayvancılık geliştirilse İstanbul’un
et ihtiyacı karşılanırdı.” derdi.
Kusura
bakmayın kronolojik sıra ile anlatamadım. Çağdaş sistem yaklaşımını
bileceksiniz, özellikle dersini gördük. Bir yerde bir hareket olsa zaman
içinde... Kelebek etkisi, domino etkisi falan filan da.
Bak
kardeşim, bu gözlerin sadece gördükleri bile üzüntü verici ya bu gözlerin
okudukları, ya...
Başta
ne dedik iz sürmek gerek tedbirli olmak gerek. Oğlum Fuat, Vidodan izlediğini
söyledi. Soğanları, patatesleri mağaralarda depolarda çürütüyorlar, bazen de
alıp döküyorlar ki fiyatlar artsın. Ee millet isyan etsin. Yani kabahat o
ahlaksızlarda... Be yavrum yöneticiler bu durumları öngörecek. Öngörüsü
olmayan, günü kurtarmaya çalışana yönetici demem ben. Yanlış anlaşılmasın kamu
yönetimi uzmanı olduğum için bu sözleri söylediğim sanılmasın. Bunun için uzman
olmak gerekmez.
Tüh
be, 1958’den beri Bursalı olmama rağmen Bursa zeytinliklerinden, şeftalı
bahçelerinden, hayvancılığından söz etmeyi unuttum. Ova bitti. Bu söylediklerim
de yandı bitti kül oldu.
Baylar, akşam olunca çarukları suya koyun, yarın sabah erkenden tarih sayfalarında
geriye doğru geziye çıkın bir. Darbeleri sorgulayın, Büyük Ortadoğu Projesini
sorgulayın. Amerika, İsrail ve İngiltere üçlüsünün kimleri gebe bıraktığını
sorgulayın. İngiltere dedim de onların Hindistan’da, Pakistan’da kurduğu
tarikatlar var mı yok mu öğrenin. Atatürk aleyhindeki çalışmaları kimlerin
organize ettiklerini sorun öğrenin.
Gezin
görün, sorun soruşturun; ama yasal çerçeve dışına çıkmayın. Haa bir de
provakatörler var; onların tuzaklarına düşmeyin. Bakıyorum, pırlanta gibi
kardeşlerimiz var. Nerede hazırlandığı belli olmayan fotoğrafları, bilgileri
sosyal medyada paylaşıveriyor. Sen fikrini söyle, ne söylersen söyle; ama
başkalarının tuzağına düşme. Bu tuzak sadece fitne getirmez paylaşımcılar başta
olmak üzere çoğunluğun beyinlerini dumura uğratır.
Bugün
oğlum Fuat’tan çok söz ettim. Allah (cc) hayırlı uzun ömürler versin.
Biliyorsunuz ki o büyük bir romancıdır. Ama yazmayı sevmiyor. Zaman zaman der
ki; biri olsa da, ben söylesem o da düzelterek yazsa. Şimdi ben de aynı şeyi
söylüyorum: Keşke biri olsa da bu söylediklerimize bir çeki düzen verse. O
zaman siz de yorulmazdınız. Ben de, sizlere rahatsızlık verdiğimiz için
üzülmezdim.
Hamsi
Marşı’nın sadece “çarukları” çağrışımından değil her kelimesinden nice sayfalar
doldurulur. Boşuna Marş dememişler.
Marş
marş ileri...
Sabahattin
GENCAL,
Çekmeköy- İstanbul, 07. 04. 2022