Bir
çocuk, daha doğrusu bir çocuk adam vardı. Daha 12 yaşlarındayken kafa yormaya
başlamıştı köyünü, köylüsünü aydınlatmak için. İcat edilmişi yeniden icat etme
düşünceleri, hayalleri vardı...
Doğru
mu yanlış mı bilmiyorum; evren sesleri kaydediyormuş:
“Uzayda seslerin kaybolmaması hakkında ben de bir araştırma yaptım ve bunun kısa zamanda kanıtlanması muhtemel olan bir gerçek olduğunu anladım. Evet, uzayda sesler kaybolmuyor.
Peki ya bir gün bu
seslerin elde edilebildiği sistemler bulunursa ya da daha doğrusu, bu şans
bütün insanlığın eline geçerse neler olur?”1
“Bugün bilim insanları,
Evrenin ortaya çıkmasını sağlayan Büyük Patlama’nın ‘ ses kaydını’ elde
ettiklerini okuyoruz. 13.7 milyar yıl öncesine uzanan kozmik dalgaların izlerini
süren bilim insanları, galaksileri oluşturan patlamanın çıkardığı sesin neye
benzeyebileceğine dair ilk bilimsel tahminlerini ortaya koydular.
“İnsan hiç bir söz
söylemez ki onun yanında (yaptıklarını) gözetleyen (ve kaydeden) hazır bir
melek bulunmaz.”(Kaf, 18).2
Anladığımız kadarıyla
ses ve söz üzerinde bir çalışma oluyormuş. İyi mi olur, kötü mü bilemeyiz. Şimdi
ne yapalım? Bilemediğimiz için ardına düşmeyelim mi?
“Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme! Çünkü kulak, göz ve gönül,
bunların hepsi ondan sorumludur.”3 (İsrâ Suresi – 36,)
Başta, ilâhiyatçı
olmadığımı bildirdikten sonra, düşüncemi arz edeceğim:
İsrâ Suresi – 36. ayetinin
tefsirini / tefsirlerini de okudum:
“Âyette insanın
bilmediği bir konuda söz söylemesi, hüküm vermesi, bilgisizce davranması,
bilmediği tanımadığı kişiler hakkında ileri-geri konuşması, daha özel olarak
yalancı şahitlik yapması, iftira atması, kısaca bilgi sahibi olmadan tahmine
göre herhangi biri için maddî veya mânevî zarara yol açacak şekilde konuşması
ve hareket etmesi yasaklanmaktadır." (Tefsir (Kur'an Yolu))
Kendi kendime,
toplumumuz, ümmetimiz bilmediğinin peşinden gitmedi ve de istisnalar dışında
icat yapmadı veya az yaptı. Ama Ayetin tefsirini okusalardı asıl anlaşılması
gereken zan üzerine hareket edilmemesi
olduğudur. Vb. konularında düşündüm. Bu günde aynı durumda değil miyiz?
Yalancılıkta üstümüze yok. İftira atma da ileri geri konuşma da... Bu konu ile
ilgili olarak çok daha üzücü olanı söyleyeyim mi?
İsra Suresi 36’da belirtilen yasakları örnek olması
gerekenler çiğnemektedir. İşin tuhaf tarafı bunların önümüzdeki seçimlere girme
düşüncesi de var. Biraz daha tuhafını söyleyeyim mi? Bunları destekleyenler de
var. Biraz daha şeyini siz söyleyin. Örneğin bazılarının Türkiye’yi Darül Harp olarak görüyorlar.4
Acaba ülkenin yağmalanması, talan edilmesi bu yüzden mi? Artık kuşkulanıyorum,
medyamız sabah akşam bu yolsuzluklardan bu talandan, geleceğimizi bile...
Ben 1950’lerdeki
çocukların hayallerinden yazmaya başladım. Bu güne geldik. Ne çabuk da geldik.
Evet, bugün yediden yetmişe herkesin
hayalleri iki seksen uzanmadı mı?
Kadın erkek, genç
yaşlı, okumuş okumamış, zengin fakir herkesin hayalleri iki seksen uzanmış
boylu boyunca yatarken biz yine girişte sözünü ettiğimiz genç adamın düşünce ve
hayallerinden söz edelim.
Eğer, evren sesleri
kaydettiği gibi hayalleri, düşünceleri de kayıt ediyorsa bu hayaller ileri de
çok ileride, belki de bir milyar yıl sonra okunacaktır. Ama bizim o kadar
vaktimiz yok. Onun için kısaca değineyim:
Doğu Karadeniz’in bir
orman içi köyünde ilkokul dördüncü sınıfa giden bu çocuk büyük bir ailede
oturmaktayken babasının amcasından ayrılarak yeni bir eve taşınmasını milat olarak kabul eder. Sene, Miladı
1953. Milat olma sebebi evin yeniliği
değil. Yeni evde 5 numaralı şişeli gaz lambasının kullanılmaya başlaması.
Önce kandille
aydınlanırlardı, yalnız misafir odalarında şişeli lâmba bulunurdu. Şimdi oturma
odalarında da şişeli lâmba var. Bu lamba ışığında ders çalışmak ne güzel. Ama
gaz yağı bitecek diye endişe de taşıyor içinde. Onun için derslerini daha çok
gündüzleri yapıyor. Sadece onlar değil, artık komşular da astı şişeli
lâmbaları. Oo, çok geçmedi lüks de alan komşuları oldu.
İlkokul öğretmenleri,
bir gece okulu açtı. Bu çocuğu da çağırdı bazı okuma yazma bilmeyenlere
yardımcı olması için. Bir de lüksleri olan birini çağırdı lüksünü okula
getirmesi için.
Hayalleri tavan yapmış
bu çocuk mesire evlerinde ocakta yanan ateş ışığını, dedesinin evindeki
kandili, kendi evlerindeki şişeli lambayı, komşunun lüksünü karşılaştırmakla
zihnini yorardı.
Bir gün mahallesindeki
bir arkadaşı, doktora muayene için Trabzon’a giden annesine refakat etti. Bu
arkadaş Trabzon’u anlata anlata bitiremiyor. Hayallerini tasarlamaya uğraşan
çocuğun dikkatini aydınlanma çekti. Arkadaşı yukarıda yuvarlak bir şeyler var,
ay gibi her yeri aydınlatıyorlar gibi bir şeyler söyledi. Elektrikmiş bu.
Meraklı çocuğun
babasının amcasının oğlu Zonguldak Çatalağzı Elektrik Santralında çalıyordu.
İzine geldiğinde, onun ağzından duymuştu bulundukları vadideki şelâleler
elektrik üretimi için kullanılabilir.
Köyün Sandık Gölü
meşhurdur. Çocuk gölün kenarlarında yüzebiliyordu ancak. Bir taraftan da
yüksekten akan suya bakıyordu. Tasarlamalarında epeyce mesafe kaydedildi.
Bir komşusu Alman mühendisinden
duyduğuna göre bir Alman mühendis: “Sular
akar, Türkler bakar.” Bu da çocuğun gücüne gidiyordu. Yakında bu iş
tamamdı; ama bir sorun vardı o ay gibi olan yuvarlakları köyün ortasında havada
nasıl durduracak, nasıl tutturacaktı. Arkadaşı ona elektrik direklerinden söz
etmedi ki. Ay gibi yukarıdaki ışıklardan söz etmemişti sadece. Çocuk bu sorunu
çözememişti. Az yüksekte uydu yerleştiren oldu mu ki?
Türkler bakmaya devam
ederken sözünü ettiğimiz çocuk artık Erzurum Yavuzselim İlköğretmen Okulu
öğrencisi oldu. Okulda elektrik santralı vardı. Tabii laboratuvarlar da.
Gencimiz hayallerinin çocukça olduğunu anladı. Bu konudaki ilerlemelerden
memnun oldu. Ama bu kez bir başka biçimde aydınlatmayı taktı kafasına.
Bir bilim, kültür ve
sanat dergisi çıkaracaktı ileride. Ve köyünü de toplumunu da aydınlatacaktı.
1957’de kendi kendine “Bir dergi çıkarabilirsem adını Şişeli Lâmba koyacağım.” derdi.
Annesinin ocak başına astığı beş numara, arkası aynalı şişeli lambâdan çok söz
etti. Bu çalışkan çocuk.
Bursa Eğitim Enstitüsü’ne
giden bu dinamik çocuk daha mesleğe
adım atmadan, Atatürk Yolu yolunu anlattı, cahil cesareti ile bütün ulusta
kültürel birlik ve beraberlik için, bir yerel gazetede Çağrı başlıklı yazısını yayınladı.
Yurdun dört yanında
öğretmenlik yapan bu eğitimci çocuk
yaratıcı düşünceyi körelten, araştırma ve incelemeyi öteleyen ezberci sistemi kıramadı.
Bu çağdaş çocuk, çağdaş sistem yaklaşımını öğrenmek ve öğretmek üzere
Komu Yönetimi alanında master yaptı. Ama yaptığı ile kaldı. Torpilin çıbanbaşı olduğunu bile anlatamadı.
Bu adil çocuk hukuk fakültesini dışarıdan zor da olsa bitirdi; ama “Adaletin dinin/devletin temeli olduğunu
kavratamadı.
Emekli olana kadar
hayal ettiği dergiyi çıkartamayan bu çocuk emekliliğinde de bir şey
çıkartamadı. Ancak internet dünyasından yararlanarak Şişeli Lâmba (ŞİLÂM) adlı bir blog çıkardı. Çok
sürmedi blog kapandı lâmba da söndü.
Birçok blog açan dünyadan
habersiz bu çocuk bloglarını kendi elleriyle bir bir kapatmak zorunda
kaldı. Sebebini hâlâ anlayamadığı bir engelle karşılaştı. Bloglarında belirli
bir zaman sonra hoş karşılanmayacak fotoğraflarla karşılaştı. Bunlara da virüs
diyorlardı...
Çocuk adam, hayalleri
olan genç çocuk, tasarımları olan çocuk, eğitimci çocuk, dinamik çocuk, çağdaş
çocuk, adil çocuk, dünyayı anlayamayan çocuk ve ihtiyar çocuk vb. diye
vasıflandırdığımız bu kişinin Sabahattin Gencal olduğunu yani ben olduğumu anlamışsınızdır.
Hayalleri tükenen,
tasarlama ve planlama yeteneği kalmamış, öğrendiklerini emekli olduğu andan
itibaren yavaş yavaş unutan; ama hâlâ çağrışımları olan biri olarak bu Kadir
Gecesi Kandilinin arifesinde bir şiirle, nasıl olduğumu anlamadığım bir biçimde
karşılaştım:
Son devir Bektaşî şairi
olan Edib Harâbî’nin şu dörtlüğüyle sözlerimizi bitirelim:
“Kandil geceleri kandil oluruz.
Kandil içinde fitil oluruz.
Hakkı göstermeye delil oluruz,
Fakat kör olanlar görmez bu hali5”
BU GECE KADİR GECESİ.
CAMİLERİMİZDE, EVLERİMİZDE
BU GECEYİ DEĞERLENDİRMEYE ÇALIŞIRKEN KANDİL OLMAYI, (ŞİLÂM) OLMAYI UNUTMAYIZ İNŞALLAH.
KURAN-I KERİM KADİR
GECESİNDE İNDİ. BU GECEDEN İTİBAREN AYETLERİN
BİZE İNDİĞİNİ HATIRLAYARAK ANLAMLARINI ÖĞRENMEYE ÇALIŞALIM. ÖRNEĞİN;
ALLAH’IN ADIYLA OKUMANIN NE DEMEK OLDUĞUNU,
YALNIZ ALLAH KULLUK ETMENİN NE DEMEK OLDUĞUNU,
İTAATIN VE SABRIN NE OLUP OLMADIĞINI ÖĞRENELİM.
EN ÖNEMLİSİ DE AKLIMIZI ÇALIŞTIRMAZSAK NELER
OLABİLECEĞİMİZİ DÜŞÜNELİM.
OKUMAK DA, DÜŞÜNMEK DE, NAMAZ KILMAK DA ZİKİR DE Vb. KULLUK GÖREVLERİMİZDENDİR.
NİÇİN BU
DÜNYAYA GÖNDERİLDİĞİMİZİ DE DÜŞÜNMEKTEN VE GEREĞİNİ YAPMAKTAN GERİ
KALMAYALIM.
KADİR GECEMİZ MÜBAREK OLSUN
Sabahattin Gencal,
Çekmeköy-İstanbul, 27. 04. 2022
_____________
1.Yağız Güzel, Evren
seslerimizi kaydediyor!, https://www.milliyet.com.tr/molatik/diger/evren-seslerimizi-kaydediyor-71295,
2. Mehmet Kaçar, GELECEKTE
PEYGAMBER SESLERİNİ DUYABİLECEK MİYİZ? -
https://www.hakimiyet.com/gelecekte-peygamber-seslerini-duyabilecek-miyiz-13045yy.htm
3. İsrâ Suresi –
36, https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/%C4%B0sr%C3%A2-suresi/2065/36-ayet-tefsiri
4.Yalçın
Bayer, https://www.hurriyet.com.tr/kriz-olmaz-ama-8081029
5.
Doç. Dr. Muhammet ARSLAN
https://www.yenisafak.com/dusunce-gunlugu/islam-sanatinda-kandil-sembolizmi-kandil-geceleri-kandil-oluruz-3807157