12 Ağustos 2015 Çarşamba

Muamma

Edebî Sanatlar 

Harf ve Yazıya Bağlı Hünerler
Muamma

Muamma belli kurallara göre yazılan ve cevaplanan (Çözülen) konusu Allahın sıfatlarından biri yada insan olan manzum bilmecelerdir şeklinde tarif edilir. Bilindiği üzere konusu (Teması) nesne olanlara da LUGAZ denilmektedir .
Gerek Divan edebiyatında gerekse halk edebiyatında MUAMMA ustalarınca çok iyi kullanılmıştır.
Başka bir tanım:
Muamma Divan şiirinde, başta Esma ül Hüsna (Allah’ın doksan dokuz güzel ismi) olmak üzere konusu insan ismi olan manzum bilmeceler. Kelime "gizli, örtülü, anlaşılması güç veya işaret remiz yoluyla söylenmiş söz" anlamlarına gelir.
Muammalar lügazlardan farklıdır. Muammalar Allah’ın isimlerinden biri veya insan ismi için düzenlenirken lügazlar her şey hakkında düzenlenirler. Yalnız muammaların bazen lügaz, hatta âşık edebiyatında bir çeşit bilmece (âşkı -muamma) karşılığı olarak da kullanıldığı görülür.
Muamma alanında en çok eser veren şairimiz Emri (Edirneli Emrullah Çelebi) olmuştur.
 Muammanın düzenlenmesinde ebced hesabı kullanılır. Burada sorulan bir isimdir.
Muamma söyleyenlere muamma-guy, muammayı çözene ise muamma-küşa denir.
Genellikkle çözüm ikinci mısradadır. Arap edebiyatından İran edebiyatına onlardan da Türk edebiyatına geçmiştir.Türk edebiyatında Ahmedi ilk muamma yazan kişidir. Muamma söyleyen diğer şahsiyetler: MU'in, Emri, Sürur

Esasinda lugaz da bir muamma cinsi olup muamma insanlar için, lugaz ise nesneler için sorulan muamma tipleridir. Keza divan edebiyatinda muammalar genellikle aruz vezniyle yazilan beyit halinde, halk edebiyatinda ise genellikle o nedür kim... seklinde baslayan ve hece vezniyle yazilan dörtlüklere sorulmustur.

Divan edebiyatından örnekler :

Dedemin beline sokduk bir düdük
Ana bir velinün adidur didük
Dede kelimesinin Arapçasi cedd Cim ve Dal harfleriyle yazilmaktadir. Bel, miyan yani orta olup Cim ve Dal harflerinin arasidir. Düdük kelimesinin Farsçasi ney olup Nün ve ye harfleri ile yazilmaktadir.Nün ve Ye harflerini Cim ve Dal harflerinin arasina koyup okudugumuzda Cüneyd kelimesini buluruz ki bu da Cüneyd-i Bagdâdi’nin kisaltilmis seklidir.

Bu’da NABİ’den bir örnek

Bende yok sabr u sükun bende vefâdan zerre
İki yoktan na çıkar fikr edelim bir kere

Burada cevap NABİ’ dir. Ben de yok derken adından bahsediyor şair."Nâ" ve "bî" kelimeleri arapça ve farsçada ’yok’ anlamına gelmektedir. İki yoktan “na” çıkar yani “yok” çıkar düşünelim bir defa. Burada Nabi Mahlasını anlatmaktadır amma, muamma’ya da güzel bir örnektir.
*
Muamma ne demek?


muamma(1. anlamı)
Ar.
a. (muamma:) 1. Bilmece: “Eski kadınlar, çocukların zihinlerini bilmek için muammalara başvururlardı.” -A. Rasim.
2. ed. Âşıklık geleneğinde manzum bilmece.
3.mec. Anlaşılmayan, bilinmeyen şey: “Ruhu uykuda farz ettiğim kadın bana pek yaman bir muamma gibi geldi.” -H. E. Adıvar.
4. sf. Anlaşılmayan, bilinmeyen: “Bırak muamma konuşmayı / Çıkar ağzından baklayı / Bahtımız aydınlanıversin” -C. S. Tarancı.
Güncel Türkçe Sözlük

muamma(2. anlamı)
(Divan edebiyatı terimi) Çözülünce, meydana birinin adı çıkan bilmece.
BSTS / Edebiyat ve Söz Sanatı Terimleri Sözlüğü1948

muamma(3. anlamı)

Bir adı, bir sözcüğü, bir kavramı buldurmak için kimi nitelikleri bir koşukla yanıltmalı biçimde söylenen söz oyunu, bilmece. (Divan yazınından geçmedir.) bk. muamma asmak. /
Bir acayip nesne gördüm ey püser /
İki ata bir kişi binmiş gider /
Bunların hiç kimse çekmez başını /
Geri kalan at çeker yoldaşını (nalın, pabuç)
BSTS / Yazın Terimleri Sözlüğü1974
*
Muamma, lügaz
Muamma, lügaz ve bilmece aynı anlamdadır. Edebiyat terimi olarak anlamları ise manzum bilmece demektir. Edebiyatımızda bilmece başlı başına bir nazım şekli olarak görülür. Soru şeklinde bilmecelerde, cevabın bulunabilmesi için bazı ip uçları verilir. Cevap çoğu kimse tarafından bilinir ve tartışılmasız kabul edilir. Divân edebiyatında bilmece, muamma ve lügaz diye ikiye ayrılır. Muamma, kişi adlarının bulunması için yapılan bilmecedir. Lügaz ise diğer varlıkları konu edinen bilmecelere verilen addır. 

ÖRNEK 1:                   O nedir ki yere düşer ıslanmaz (ışık)
                                        O nedir ki yer altında paslanmaz (altın)
                                        O nedir ki başın kessen seslenmez (bulut)
                                        Bunların aşkına doldur ayranı.

ÖRNEK 2:                  Tren gelir IS diye
                                       Makinist vurur TAN diye,
                                       Kömürcü anahtarı kaybetmiş,
                                       Kondüktör bağırır BUL diye.           

        ( Dörtlükteki heceleri birleştirdiğimizde cevap ortaya çıkar. Cevap: “İS + TAN + BUL” )


 http://www.edebiyatname.com/index.php/edebi-sanatlar/135-muamma-luegaz/129-muamma-luegaz
*
Osmanlı Türkçesinde Muamma Şiirleri Üzerine

15-16.yüzyıllarda Horasan’ın Hirat şehrinin şairleri arasında yaygın olan bir şiir türüdür. Daha sonra Timurluların eli altında bulunan Maveraünnehir ve İran’da da geniş bir çapta yayılmaya başlamıştır. Özellikle bu dönemde Hirat şairlerinin muamma türünde eserler verdikleri, muamma risalelerini yazdıkları, şairlerin yazdıkları muammalara göre Divan  tertibini belirledikleri ve muamma yazan şairlerin şiirlerinin toplanarak bayazlar hazırladıkları görülür. Şairlerin kendi aralarındaki ilişkileri, kitap ticareti, Timurlular devletinin sona ermesiyle sanatçıların rahat icat ortamı bulmak amacıyla Osmanlı Devleti ve Hindistan’a gitmesi sonucunda orada da bu geleneklerin şekillenmesine sebep oldu.

Şimdiye kadar gerçekleştirdiğimiz araştırmalara göre, 16.yüzyıla kadar Osmanlı Türk devletinde muamma türünde şiir yazan veya muamma türü hakkında risale yazan yazar yoktur. Örneğin, Ali Nihat Tarlan’ın “Divan Edebiyatında Muamma” risalesinde Türk edebiyatında muamma türünün 16.yüzyılın ikinci yarısından itibaren yazılmaya başladığı kaydedilmiştir. Ali Nihat Tarlan’a göre, Türkçede en çok muamma yazan şair olarak Edirneli Emri Çelebî (vefatı 982 hicrî/ 1577 miladî) oğlu Hasan Çelebi’nin tezkiresinde kaydedilmiştir. Emri Çelebi’den sonra bu türde şiir yazan ve muamma şiirlerinin gelişmesi ve halk arasında yayılmasında büyük katkı sağlayan bir sanatçı olarak Kınalızade Ali Çelebi dile getirilmiştir.

Ayrıca, Ali Nihat Tarlan, bu iki şairin Hüseyin Nişapurî’nin “Muamma Risalesi”ni iyice araştırdıklarını ve Sururî Mustafa Efendi (vefatı 969 hicrî/ 1562 miladî) Hüseyni ve Abdurahman Camî risalelerine şerh yazdıklarını kaydeder (Camî muamma türüne ait dört risale yazmış olup, burada onun hangi risalesine şerh yazıldığı kaydedilmemiştir). Tekrar Ali Nihat Tarlan’ın kaydettiğine göre, aynı dönemden itibaren padişahlar, amirler ve âlimler için isimlerinin gizlendiği muammaların yazılması bir gelenek halini almıştır . Araştırmacı yukarıda geçen bilgileri kaydetmekle beraber muamma türünün kuralları üzerinde de durmuştur. Örnek alınan muammalar Türkçe olmasına rağmen onların kime ait oldukları kaydedilmemiştir. Ayrıca, yukarıda adı geçen sanatçıların muammaları tahlil edilmemiş ve başka sanatçılar hakkında herhangi bir bilgi sunulmamıştır.

Biz muamma türüne ait el yazı eserlerini araştırırken İstanbul’un Süleymaniye Kütüphanesi Çelebi Abdullah fonunda korunmakta olan Osmanlı Türkçesinde yazılmış muamma şiirlerine rastladık. Bu el yazı eseri 328 sayısıyla korunmaktadır. Metin yedi renk bir kağıda normal büyüklükteki nesta’lık yazısıyla yazılmıştır. Şairlerin adları ve muammada gizlenen isimler kırmızı renkte yazılmıştır. Bu eserde Emri Ahmet Çelebî, Hannaluzade Ali Efendi, Haşimi Bursavî, Ubeydî, Furugî Efendi gibi şairlerin muamma türünde yazdıkları şiirlerle birlikte Şehabiddin Muammaî’nin de iki muamma risalesi toplanmıştır .

Emiri Ahmet Çelebî’nin muammaları iki kısma ayrılarak sunulmuştur. Birinci kısım “Ez an şarih muammayati Emri Ahmet Çelebî al-Muammaî” başlığıyla başlanmış, “Sunubari dilaver cenkeder bir ejderle” mısrası ile başlayan 14 beyitli bir mesnevi ile sonuçlanmıştır. (toplam 126 muamma. Mesnevi şeklinde kafiyelenmiştir. 80a-88a sayfalar) Bu kısıma şairin Türkçe muammaları alınmış, alfabe tertibine uyulmamıştır.

İkinci kısım da yukarıda geçen başlık altında sunulmuştur (Toplam 71 muammadır. Mesnevi şeklinde kafiyelenmiştir. 88b-92a sayfalar) Bu kısımda şairin sadece Farsça muammaları yer almıştır. “Vav” harfine kadar alfabe tertibine uyulmuştur. Ama her harf için muamma yazılmamıştır. “Vav” harfinden sonra muammalar tekrar diğer harflerle başlayan isimler sunulmuştur. Bundan sonra da “Haric ez risale” başlığı altında “Hasanşah”, “Abulgazi Sultan Hüseyin Bahadırhan meddalahi zilale saltana ve ma’dalat ilel alemin”, “Şah Ebulfeth Badiazzaman” adları dışında 13 isim için muamma yazılmıştır. Ama bu muammaların bu şaire ait olup olmadığı belli değildir .

Hannaluzade Ali Efendi muammaları “Muammayati Hannaluzade Ali Efendi nurallahi markada” başlığı altında sunulmuştur (95b-100b sayfalar. 97 muamma. Mesnevi şeklinde kafiyelenmiştir). Burada da önceki toplamlarda olduğu gibi bir harf için muamma olmadığında direk bir sonraki harfe geçilmiştir.

Haşimî Bursavî muammaları “Muammayati Bursavî” başlığı altında sunulmuştur (101a-102b sayfalar). 27 Türkçe muammadan ibarettir. Muammaların tertibi alfabeye uymamıştır. Ubeydî muammaları “Muammayati Ubeydî rahmetüllahi teala” başlığı altında sunulmuştur. 123 Türkçe muammadan ibarettir. (103a-110b sayfalar). Furugî Efendi muammaları “Muammayati Furugî Efendi” olarak sunulmuştur. Şairin 16 Türkçe muamması vardır. Alfabe tertibine uymamıştır (110b-111b sayfalar).

El yazı eserine muamma türünde şiirleri alınan şairlerden Emri Ahmed Çelebî, Hannaluzade Ali  Efendi hakkında Ali Nihat Tarlan eserinde yukarıda geçen kısaca bilgi sunulmuş ise, Furugî Efendi hakkında “Kamus el-a’lam”da şu bilgilere rastlarız: Ezcümle,  “Kamus el-a’lam”da Furugî mahlaslı iki şairin olduğu kaydedilerek birincisi hakkında şunlar yazılmıştır: “Furugî: onuncu karn hicrî Osmanlı şairlerinden iki kişinin mahlasıdır. Birincisi (Ahmet) Bursalı olup, tariki ilmiye-i salik idi.

Tirine siynemi tutar sipar,
Yüreki olsa demirdin eger.

İkincisi: (Habbatullah) İptidai Şam müftisi imiş. Ba’da Bağdad’a azimetle Mevlana Ataullah Efendiden mülazım olup, tariki kaza-i salik olmuştu. Muammada mahareti vardı. Şu beyit onundur:

             Nihali kadi dilcuying sening şahi güli terdür,
             Dahaning taze gonca ruhluk gülbergi gabardür.”
gibi bilgilerle yetinilmiştir.

Furugî hakkında muamma şiirlerinin bulunduğu el yazı eserinde onun Furugî Efendi olduğundan başka bilgilere rastlanmaz. “Kamus el-a’lam”da Furugî mahlaslı şairler için kaydedilen bilgiler de tam değildir. Buna rağmen biz “Kamus el-a’lam”da adı geçen ikinci Furugî’nin bizim araştırmakta olduğumuz el yazı eserine girmiş muammaların muellifi olduğu ihtimalinin daha yüksek olduğu fikrindeyiz. Buna dayanarak da onun adının Habbatullah olduğunu ve Şamlı olduğunu söyleyebiliriz. Eğer “Kamus el-a’lam”daki bilgilerle bizim kararımız birbirini kanıtlarsa Furugî’nin sadece muamma değil, gazel de yazdığı anlaşılır .

Maalesef, şimdilik diğer şairler hakkında herhangi bir bilgi sağlayamadık. Ama el yazı eserine alınan muammalara ait ortak ve özel özellikler üzerindeki görüşlerimizi ifade edebiliriz. Yukarıda kaydedildiği gibi bütün muammalar beyitlerden ibarettir ve mesnevi şeklindedir. Ayrıca ima ve işaret kelimeleri Maveraünnehir ve Horasan şairlerinin sanatında olduğu gibi âşığın yârinden çektiği acılar ve rakiplerinin daha çok şefkat gördüğü motifler fonunda sunulmuştur. Şairler tek beyitle hem âşığın hem yârin ruh dünyasını ifade edebilmişlerdir. Aynı zamanda muamma türüne ait olan ima ve işaretler satırlara sindirilmiştir. Şekil ve anlam birbirine uygundur. Örneğin, Emri Çelebî’nin “Ömer” ismi için yazdığı muammasını ele alalım:

        Oldu çün serdarı huban ol senem,
        Lazım oldu maha bihad elem.

Bu muammada da kendine özgü poetik ifade vardır. Mısralara göre, bir güzelin hüsnü diğer güzellerin hüsnünden ziyade olduğunu gören diğer bir güzel (mah) onu kıskanır. Şiir bir muamma olduğuna göre, ikinci mısrada لازم اولدی اول مهه بیحد علم “Lazım oldu maha bihad elem” denilmektedir. Buna göre isme şekil bakımından daha yakın olan “mah” kelimesinin teradifi, yani eşanlamlısı قمر “kamer” kelimesini alırız. Daha sonra, ima edildiğine göre onu “bihad” ederek birinci harf “kaf”ı ıskat ederiz ve مر “mer” kısmı kalır. İsmin kalan harflerini de aynı şekilde bulmaya çalışırız. Yani  لازم اولدی اول مهه بیحد علم “Lazım oldu maha bihad elem” mısrasındaki علم “elem” kelimesini “bihad” ederek oradan “ayn” harfini alırız ve önceki kısmı ekleriz. Sonuçta عمر “Ömer” ismi ortaya çıkar.

Hannaluzade Ali Efendinin Ahmed ismi için yazdığı muamması şöyledir:

Şevki visalingle ey dürri nayab,
Huni dil oldu damani ahbab.

Göründüğü gibi, lirik kahraman güzele yönelerek ona kavuşabilmek için nice yakın insanlarının kâlbi kana dönüştüğü, bu kanlarla da eteklerinin kanla boyaldığı mübalağalı bir şekilde ifade edilmiştir. Aynı zamanda bu mübalağa ve abartılar muamma türünün ima kelimeleri vazifesini yapmaktadır. İkinci mısrada خون دل “huni dil” ifadesine göre, خون   “hun” kelimesinin teradifi, yani eşanlamlısı دم “dem” kelimesi alınır ve kâlp ameline göre harfler değiştirildiğinde مد  “med” şekli ortaya çıkar. İsmin kalan kısmı da دامن احباب  “damani ahbab” ifadesinde gelen imaya göre, احباب “ahbab” kelimesinin “damani” yani ismi ortaya çıkarmak için gerekli olan kısmı اح “ah” alınır ve önceki kısımla birleştirilir. Sonuçta da احمد “Ahmed” kelimesi bulunmuş olur.
Ekmel” kelimesi için muamma:

Helakime hevesi olmasa ol zülfi nigün,
Darundin eyleydi gayet cefai birun.

Bu muammada da âşık yârin cefasının sınırı aştığından şikayet etmektedir. Şiir muamma olduğuna göre, önce sme yakın olan kelimeyi bulmamız lazım. Muammada isme daha yakın kelime olarak هلاکمه “helakime” sözcüğü kullanılmıştır. İma ise “darundin” “birun” dur. Yani هلاکمه “helakime” kelimesinin iki tarafında bulunan “hayi hevvez” harfleri ıskat ameline göre düşer ve لاکم “lakim” kalır. Kalan harfleri kâlp amelinin kâlbi küll kuralına göre doğru yerleştirdiğimizde اکمل “Ekmel” ismi ortaya çıkar.

Haşimî Bursavî’nin “Ali” ismine yazdığı muamma:

Mesti ışk olsa ecebmi, dili zar,
Körünür çeşme her dem lebi yâr.

Bu muammada aşktan sarhoş olan âşığın duyguları ifade edilmiştir. Yani aşktan sarhoş olan âşığın gözlerine her an yârin dudakları görünür. Şiir bir muammadır. İkinci mısrada کورینور چشمه “körünür çeşme” denmiştir. Buna göre “çeşmi” kelimesinin eşanlamlısı olan عین “ayn” kelimesini alırız. Ayn kelimesi bize “ayn” harfini verir. İsmin kalan harfleri de کورینور چشمه هر دم لب یار  “Körünür çeşme her dem lebi yâr” imasına göre “leb” ve “yâr” kelimelerinin ilk harflerinin alınmasıyla ve önceki harfle birleştirilmesiyle “Ali” ismi ortaya çıkar.

Ubeydî’nin “Receb” ismi için yazdığı muamma:
    
Tiġu tiri hisari bedene var neçe
Burci dilde öldürer her biri mıktarınca.

Muammada yukarıda geçen beyitlerde olduğu gibi yâr ve âşığın ilişkisi ele alınmıştır. Mısralara göre âşık yârin cebir ve sitemlerinden acı çekmiştir. Recep ismi şiirin ikinci mısrasındaki imalarla ortaya çıkarılır. Mısrada isme yakın olan kelime برج “burc” kelimesi olup, ismin bu sözcük vasıtasıyla ortaya çıkarılacağı برج دلده اولدرر هر بری مقدارنچه  “Burci dilde öldürer her biri mıktarınca” imasıyla bildirilmiştir. Buna göre, برج “burc” kelimesini oluşturan harfleri kâlp amelinin kâlbi küll kuralına göre yerleştirdiğimizde رجب “Recep” kelimesini elde ederiz.

Kısacası, sanat ortamında vuku bulan ilişkiler sonucunda Osmanlı Türkçesinde yazan sanatçılar arasından tıpkı Maveraünnehir ve Hurasan’da olduğu gibi sadece muamma şiirlerini yazan sanatçılar ortaya çıkmıştır. Onların iki dilde sanatlarını sürdürdüklerine şahit oluruz. Aynı zamanda muamma yazan şairlerin bu şiirlerinin toplanarak Divan haline getirilmiş olması dikkat çekicidir.
…………………………………………………………………
Celaleddin CURAYEV* Özbekistan Cumhuriyeti Bilimler Akademisi
                    Alişir Nevaî Devlet Edebiyat Müzesi Araştırmacısı

  1 Böyle divanları şartlı olarak iki guruba ayırabiliriz. İlk gurup Allah’ın 99 ismi ve Peygamberin isimleri için yazılan muammalar, ikinci gurup da “elif” harfinde “ya” harfine kadar farklı isimler için yazılan muammalardır. İkinci guruba alınan muammaların diğer bir özelliği de onların geleneksel divan tertibine göre önce hemd (Allah’a), sonra na’t (Peygambere), sonra mankabat (dört halifeye) ve muslibat (sahabelere ve velilere), daha sonra da başka isimlere yazılan muammalar sırayla yerlerini alırlar. Muammalar divanda gazellerde olduğu gibi redifine göre değil, gizli olarak gelen ismin ilk harfine göre yerleştirilmiştir. Kaydettiğimiz muamma toplamlarında alfabe tertibine uyulmamıştır.  
  2 Ali Nihat Tarlan. Divan Edebiyatında Muamma. – İstanbul: Burhaniddin matbaasi, 1936. s.4-5.
  3 Maveraünnehir’de ve Hurasan’da yazılan muammalar genellikle muamma risaleleriyle birlikte kitaplaştırılmıştır. Bu iş muamma türünün hayranlarının muammayı çözümlemede zorluk çektiklerinde muamma risalesine başvurabilmelerini sağlamak için yapılmıştır.
  4 Bu muamma Hurasanlı bir şairin kalemine de ait olabilir.
  5 “Hannaluzade Ali”  ismi Ali Nihat Tarlan tarafından çağdaş Türk imlasına göre Kınalızade olarak değiştirilmiştir.
  6 Samî. “Kamus el-a’lam”. 5.cilt. –İstanbul: Mihran matbaası.1314h. s. 3398.

Celaleddin CURAYEV
====================
Kaynaklar:
http://www.ayvakti.net/ayvakti-oyku/item/osmanl-tuerkcesinde-muamma-iirleri-uezerine
http://www.edebiyatturkiye.com/forum/index.php?topic=4034.0
http://www.edebiyatname.com/index.php/edebi-sanatlar/135-muamma-luegaz/129-muamma-luegaz
https://tr.wikipedia.org/wiki/Muamma
http://www.edebiyatdefteri.com/siir/635325/---mu



Arkaizm

Edebî Sanatlar 


Arkaizm

Arkaizm dilin, artık kullanılmaz olmuş eski sözcükleri, deyimleri ya da eski söz dizimine özgü biçimlerini anlatımda kullanma sanatıdır. (bkz. Aşnılık. Eskilik. Çağaşım)

Arkaizm, edebiyatın dışında belli bir jargon kullanılan alanlarda da (hukuk gibi) tercih edilir.

Başka tanımlar:

Bir dilin eskimiş sözcüklerini ya da cümle kuruluşlarını kullanarak edebi eser yaratma. Bu eserlere arkaik denir.

Arkaizm bir anlatıda dilden kaybolmuş ya da geçerliliğini yitirmiş sözcüklere ya da sözdizimlerine yer verme sanatı.

Arkaizm: Fransızca archaïsme kelimesinden dilimize girmiştir. Bir dilin, artık kullanılmayan  eski sözcüklerini  deyimlerini ya da eski söz dizimine özgü biçimleri kullanma sanatıdır. TDK Sözlüğünde  “Kullanıldığı çağdan daha eski bir çağa ait biçimin, yapının özelliği” olarak  tarif edilmiştir. “Konuşulan ve yazılan dilde, kullanımdan düşmüş olan eski söz ve deyim”.

Eski çağlara ait olan artık kullanımdan düşümüş  kelime, deyim ve söz gruplarını bir yazıda kullanmak olarak da tarif edilebilir. Bu tip yazıların kullanıldığı yazılara arkaik eser, bu tip kelimelere de arkakik kelime denir.

Tüm sanat dalları için geçerli olan arkaizm sözcüğü, sanatta varılan olgunluk aşamasından sonra, o sanat dalının erken dönemlerine bir dönüş çabasında bulunmak anlamına gelir.

Arkaizm Sanatına Örnekler:

şimdi yerine imdi
bilgisayar yerine kompütür
pantolon yerine pantol
yabancı başkaları yerine  yâd
cehennem yerin  tamu
asker yerine çeri 
düşman yerine yağı
hayat yerine beng demek gibi

================
Kaynaklar:
http://sanatsozlugum.blogspot.com.tr/2011/08/arkaizm.html
http://www.edebiyadvesanatakademisi.com/yazi/1963-arkaizm
http://www.dersimiz.com/terimler-sozlugu/Arkaizm-Nedir-1368.html#.VcD4nPPtmko
https://tr.wikipedia.org/wiki/Arkaizm_(edebiyat)


Sehl-i mümteni

Edebî Sanatlar 


Sehl-i mümteni

Sehl-i mümteni kolay görünen, ancak benzeri söylenmeye kalkılınca zor olduğu anlaşılan, özlü söz söyleme sanatı. Bu tür sözler, derin anlamlıdır.
Türk halk edebiyatında, Yunus Emre bu sanatı ustalıkla kullanmıştır:

Beni bende demen bende değilim
Bir ben vardır bende benden içeri

Ete kemiğe büründüm
Yunus diye göründüm

Gâh çıkarım gökyüzüne seyrederim âlemi
Gâh inerim yeryüzüne seyreder âlem beni


Sehl-i mümteni " kolay zor", "imkansız kolay" anlamına gelır. Sehl-i mümteni yi anlamak cok kolay ancak ifade etmek zordur; ancak birkaç büyük edebiyatcı (orn: Fuzulı) sehl-i mümteni ye örnek verebilmiştir. Pek bilinmeyen bir edebi sanat olsa da sehl-i mümteni söyleyen sanatını ıspatlamıs olur. Bir örnek:

"Bende mecnun'dan füzun aşıklık istidadı var,
aşık-ı sadık benim, mecnun'un ancak adı var..."

11 Ağustos 2015 Salı

Şiir Dilinde Sapmalar

Edebî Sanatlar 


 Şiir Dilinde Sapmalar
...
Sözcükleri ses, biçim ya da yazımları bakımından değiştirme; dilde bulunmayan yeni sözcükler türetme; sözdizimini bozma; sözcükleri anlam açısından yeni ve farklı bağdaştırmalarla kullanma gibi, ölçünlü (standart) dilin dışına çıkan kullanım biçimlerini “sapma” olarak değerlendirebiliriz.
Farlılık arzusunun ya da farklı olana ilgi duymanın insan doğasıyla doğrudan bir ilgisinin bulunduğu söylenebilir. Dil kullanımına da yansıyan bu özellik, gündelik yaşam içindeki pek çok eğilim, yönelim, tercih, karar, düşünüş vs.de de kendini gösterir.
Özcan Başkan bu bağlamdaki saptamalarını dile getirirken, kimi yiyecek ve içeceklerin gerek malzemelerinde gerekse hazırlanışlarında yapılan ufak tefek değişikliklerden sonra farklı adlarla anılan çeşitli yiyecek ve içeceklere dönüştürülmeleri sonucu daha fazla rağbetgörmelerini, bunların “alışılmışın dışına” çıkmalarıyla açıklamaktadır(Başkan, 1988:383-384). İnsan doğasının gündelik yaşamdaki bu dışavurumu, sanat yapıtlarında kendini çok daha incelikli, gelişkin veçeşitlenmiş biçimlerde gösterir. Sapmalar, bir bakıma böylesi birfarklılığın/farklılık arayışının göstergeleri olarak dadeğerlendirilebilir.
Sapmalar, öbür edebiyat türlerine göre şiirde daha fazla karşımıza çıkar. Sanatçılar bu yolla “dile yeni bir güç kazandırmayı, göstergeleri ses ve anlam açısından daha etkili kılmayı, okuyan/dinleyenin zihninde yeni değişik tasarımlar ve duygu değerlerioluşturmayı amaçlar”lar (Aksan, 1995:166).
Kimi sapma türlerinde dilsel yanlışlık gibi görünen ögeler, şairler tarafından “özellikle” estetik nedenlere bağlı olarak gerçekleştirilmekte ve belirli bir tercihi imlemektedir (Yalçın, 1991:106).
Doğrusu, şiir dilini büyük ölçüde geliştiren, zenginleştiren, ayrıksılaştıran, kendine özgüleştiren de bu “sapmalar”dır. Çünkü şiir dili, ölçünlü dilin “kodlarıyla oynama, o kodlama içinde yeni, özel bir kod oluşturma işlemine dayanır.” (Uğur, 2007:39).


Sapmalar genel olarak beş grupta ele alınabilir:

• Sözcüksel sapmalar,
• Yazımsal sapmalar,
• Biçimbilimsel sapmalar,
• Sözdizimsel sapmalar,
• Anlamsal sapmalar / alışılmamış bağdaştırmalar.

Türk şiirinde sapma örneklerine çeşitli dönemlerde rastlanmakla birlikte, bunların yoğunluklu biçimde görüldüğü, hatta bir bakıma temel poetik/dilsel özelliklerden biri olarak ön plana çıktığı İkinci Yeni hareketi içindeki şairler, neredeyse tüm sapma türlerine karşılık düşebilecek çok sayıda örneği barındıran şiirlere imza atmışlardır.
Hareketin öncü ve en güçlü temsilcileri olarak sayabileceğimiz İlhan Berk, Turgut Uyar, Cemal Süreya, Edip Cansever, Sezai Karakoç ve Ece Ayhan gibi şairlerin sapmaları önemli ölçüde önceledikleri görülür.
...
Erdoğan Kul, Şiir Dilinde Sapmalar ve Bir Uygulama

Şiir Dilinde Sapmalar

Şiir dilinde “sapma; gerek sözcüklerin ses ve biçim özelliklerinde, gerekse dilin sözdizimi açısından niteliklerinde bilinçli olarak değişikliklere gitmeyi, dilde bulunmayan yeni sözcük ve anlatım biçimlerini kullanma eğilimini içerir. Sanatçı bu eğilimle dile yeni bir güç kazandırmayı, göstergeleri ses ve anlam açısından daha etkili kılmayı, okuyanın / dinleyenin zihninde yeni tasarımlar ve duygu değerleri oluşturmayı amaçlar (Aksan, 1993: 166).
...
Yeni şiir akımının öncülerinden ve en önemli temsilcilerinden biri olan Ece Ayhan, doğal dili neredeyse alt üst ederek oluşturdukları İkinci Yeni şiirini, “yorulan bir şiirin ayak değiştirmesi” olarak nitelendirir:
“Yorulan bir şiirin ayak değiştirmesi
Ala ala hey! Artık şarkı olacak Şiirin döndermesine genç hallaçlar ve Kuşbakışlı çocuklar karşılık veriyorlar Salarak gürlüklerine göğün uçurtmalar, hurra!”

Yukarıdaki dizeler, İkinci Yeni hareketinin şiir dili özelliğine işaret etmektedir. Bu şiirin dili dönüştürmesine genç şairler (hallaclar nasıl pamuğu atıyorsa, dili öyle alt üst ederek) ve kuşbakışlı (mecaz; acemi, çırak, tecrübesiz) çocuklar karşılık vermektedirler.

İkinci Yeni şiirinde öne çıkan sapmaları; alışılmamış sözdizimi, alışılmamış sözcük seçimi (alışılmamış bağdaştırmalar), sözcükle ilgili sapmalar ve yazımla ilgili sapmalar başlıkları altında inceleyeceğiz:

1. Alışılmamış Sözdizimi

Türkçe’nin Göktürk Kitabeleri’nden beri gelen sağlam bir nesir dili bulunmaktadır. Bir duyguyu, düşünceyi, olayı ya da isteği en açık bir şekilde anlatmayı hedefleyen nesir dilinde kelimeler, dilbilgisi kurallarına uygun olarak sıralanır. Nazım dilinde ise, ahenk temin edebilmek maksadıyla vezin ve kafiye gereği bu yapı bozulmakta, dilbilgisi kurallarına tam anlamıyla bağlılık aranmamaktadır.
Şiir dilinde sözdiziminin bozulması her dönemde görülen bir özelliktir. Ancak, İkinci Yeni şiirindeki değiştirmeler, kendilerinden önceki şiirde olduğu gibi kelimelerin seslerinden yararlanmak için vezin ya da kafiye gereği değil; şiirde kendine amaç bir dilbilgisi oluşturma gayretlerinin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Dil, Garip’te olduğu gibi bir anlatım aracı olarak görülmemiş; kendisi şiirin bir konusu haline gelmiştir. Kasıtlı sözdizimi deformasyonları, anlamı örtmenin, gizlemenin bir aracı olarak da kullanılmıştır.

İkinci Yeni sanatçılarının “Şiir geldi kelimeye dayandı”, “Şiir kelimelerle kurulur” ya da “Şiir salt kelimeciliktir” sözleri, bu şiir hareketiyle dadaizm, sürrealizm ya da letrizm arasında benzerlikler kurulmasına yol açmıştır1. Bu yakıştırmaların arkasından da, anlamsız şiir suçlamaları gelmeye başlamıştır. Bu sözlerle ifade edilmek istenen temel düşünce, şiirin bir şeyler anlatmak için değil; kendisini kurmak için yazıldığıdır.
Garipçiler şiir dilini, her türlü sanattan arındırarak, tıpkı nesirdeki gibi, tek anlama dayalı olarak kullanıyorlardı. Böyle bir dil kullanımı, kelimelerin anlam (gösterilen) yanını öne çıkararak gösteren tarafını (İkinci Yenicilere göre kelimeyi) göz ardı ediyordu.

Ece Ayhan, İkinci Yeni şiirinin de belirgin özelliklerinden birisi olduğu üzere, şiir sanatında dilbilgisi kurallarının geçerli olmadığına inanmaktadır. Bunda, şiir anlayışlarına bir tepki olarak ortaya çıktıkları Garip şiirinin de etkisi olmuştur. Garipçiler, şiir dilinde deformasyona gitmeye ya da olağan sözdiziminin düzenini bozmaya karşıydılar. Teşbih, istiare, mecaz gibi sanatlara yer vermeden, dili herkesin anlayabileceği bir şekilde kullanmak temel ilkelerinden birisiydi. Birinci Yeni’nin bu tek anlamlı dil kullanımına bir tepki hareketi olan İkinci Yeni, anlamı mümkün olduğu kadar örtmeye, gizlemeye, hatta şiir sanatında o kadar da önemli olmadığını ileri sürerek rastlantıya bırakmaya çalıştı.
Ece Ayhan’ın “yerleşik sözdizimi ile yazılamayacak her şeyi yeni sözdiziminden yararlanarak dile getirmek” (1993: 187) düşüncesi, İkinci Yeni’nin zor anlaşılır şiir dilinin hareket noktasını da ortaya koymaktadır.
“Ah karpuzun içindeki kesmece delikanlım IstanbuF (Ah İstanbul! Kesmece karpuzun içindeki delikanlım)
“Konuşuluyordu mahallelerde iç ve dış
(İç ve dış mahallelerde konuşuluyordu)
“Giriyor bir kumru içeri camdan çatlak.”
(Bir kumru çatlak camdan içeri giriyor)
İkinci Yeni şiirindeki sözdizimi deformasyonlarını, anlamı kapalı ya da anlaşılmaz kılma düşüncesinin bir parçası olarak görmek; kelime oyunculuğu olarak değerlendirmek ya da kendine amaç bir dilbilgisi sapması durumuna indirgemek doğru bir yaklaşım olmayacaktır. Şiirimizin İkinci Yeni’den sonraki gelişimi düşünüldüğünde, bu arayışlar, yeni bir şiir diline / söyleyişe bir adım olarak değerlendirilmelidir. Zira, Garipçilerin gündelik hayatı içinde anlattığı sokaktaki adam ya da Toplumcu Gerçekçilerin sınıf mücadelesi içinde ideolojik bir varlık olarak gördüğü insan, artık kentli birey olarak bütün iç dünyasıyla şiirin konusu haline gelmiştir. Böylesine kompleks bir konu, yeni bir biçimi ve şiir dilini de beraberinde getirmiştir.

2. Alışılmamış Sözcük Seçimi (Alışılmamış Bağdaştırmalar)

İkinci Yeni şiirinin en belirgin özelliklerinden birisi de, alışılmamış bağdaştırmalara çok sık yer vermesidir. Bu şiir hareketi üzerine yapılan tartışmalarda “anlamsız” şiir suçlamasının bir dayanağını da, birbirinden uzak çağrışımlı kelimelerin bağdaştırılması oluşturmuştur. Ece Ayhan da, okuyucuya yeni tasarımların sunulmasında önemli roller yüklediği imge, sembol ve benzetmelerin yanında, daha başka tasarımların da aktarılmasını sağlayan alışılmamış bağdaştırmalara çok sık başvurmaktadır.
“ay Türkçe rakı çıkmıştır kapalı ”
“bir bach konsertosunun dudakları gibi çilek korkunç hû”
“bütün ellerinin sokakları aşktır senin A. Petro”
“sessizce bitiyor ilk güneşte icra-iflas duası ”
Aksan (1998: 202) “bağdaştırma”yı, “ister bir tamlama, isterse bir cümle içinde olsun birden çok birimin bir araya gelmesi” olarak tanımlamaktadır: “Asma köprü, “çatlak tabak”, “kavun dilimi”, “duvarın boyası”;“Havalar ısınıyor”, “Elektrikçi ütüyü onardı” örneklerinde olduğu gibi. Dildeki göstergelerle, tamlamalar ya da cümleler oluştururken, “alışılmış” ve “alışılmamış” olmak üzere iki türlü bağdaştırma oluşturulmaktadır.
...
Şiirde alışılmamış bağdaştırmalar yoluyla, “geniş bir düşünce-tasarım-duygu-görüntü yumağı” oluşturulması ve “göstergelerin ustaca, özgün bir biçimde” bağdaştırılması amaçlanmaktadır. Böylece şiir, yaratılan değişik tasarımlarla birlikte okuyana / dinleyene bir duygu ve düşünce zenginliği yaşatmakta ve güçlü bir anlatıma erişmektedir.
İkinci Yeni üzerine yapılan tartışmalarda sürekli olarak ön plâna çıkan “anlamsız şiir” kavramının sebeplerinden biri de (bir diğeri sözdizimi deformasyonudur), alışılmamış bağdaştırmaların yol açtığı mantık dışı söyleyişlerdir. Bu akımın önde gelen temsilcilerinin yeni tasarımların sunulmasında alışılmamış bağdaştırmalardan ne şekilde yararlandıklarını gösteren birkaç örnek verelim:
“Sizi görmüyor muyum dikkat! trenlere çikolata yediriyorum”
“En akıllı tarafımdır balıkla deniz tutmak”
“Çocuğu çocukluyor bir düdüğün kırmızısı ”
“Güneş bir pazartesi olarak mı duruyor burnunuzda”
“Bu kaç kapılı konyak”
(Edip Cansever)
“Ay sessiz sedasız bir çingenedir”
“Adam yıldızlara basa basa yürüdü”
“Dengesini uzun bıyıklarına borçlu yürürken”
“Başladı Afrikası uzun bir gece”
“Güvercin kuşkusu cırlak güneş”
(Cemal Süreya)
“Denizin pencereleri sürgülüydü”
“Atımı istedim evin göğü gerindi”
“Yalnızlığın dükkânlarında hasır koltuklarda oturduk”
“Bu denizler ne güzel böyle değil mi f”
“Birf’diniz Önasyalarda o şey evlerde”
 (Ece Ayhan)

3. Sözcükle İlgili Sapmalar

Şiir dilinde şairler tarafından yeni türetilen sözcüklerin kullanılması, sözcüksel sapmaların en belirgin örneklerini verir. Olağan dilbilgisi ve sözcükbilgisi dışında sözcüklerin şairler tarafından yeni biçimlerde oluşturulması bu tür sapmalara örnektir. Kök ve ekler, yeni kök ve eklerle birleştirilerek olağan dilde olmayan yepyeni sözcükler oluşturmada kullanılır (Özünlü, 1997: 136).
...
Düzyazıda iletilmek istenen mesaj önemli olduğundan, kelimelerin anlam (gösterilen) yanı öne çıkmakta, gösteren yanı göz ardı edilmektedir. Şiir dilinde ise, çoğunlukla öne çıkan kelimelerin kendisidir. “Kelimelerle kurulan” yeni şiirde, amaç “hikâye etmek” değil; kelimeler arasında “şiirsel yük” kurmaktır. Bu şiirde anlam, şiir kurulduktan sonra rasgele ortaya çıkmaktadır. Cümleden değil de, kelimeden hareketle kurulan şiir dili, İkinci Yenicilerin “kelime oyunculuğu”yla ya da “anlamsızlığa saplanmak”la suçlanmalarının temel sebeplerinden birisini oluşturmuştur.
İkinci Yeni şairleri2, Pazar Postası’nın başlattığı “İkinci Yeni İçin Ozanlar Ne Diyor? ” konulu soruşturmaya verdikleri cevapta yeni şiirde kelimenin daha özel bir konuma gelmesini, edebî türler içinde anlatımı daha yoğun bir tür olan şiirde kelimeye yüklenen rolün diğer türlere nispeten daha ağırlık kazanmasına bağlamaktadırlar. Ancak, kelimenin cümle dışında, anlama etkimeyen, anlamı kurmayan bir varlık olarak da düşünülemeyeceğini belirtmişlerdir.
...
İkinci Yeni şiirindeki kelime deformasyonlarından örnekler: “Düzlüğü Azize Sofya
“bir bach konsertosunun dudakları gibi çilek korkunç hû” “kellesi alınmak üzere Mermer Denizi’nden çağrılmış ” “Dirim kısa ölüm uzundur cehennette herhal abiler” “Kendini doğuruyordu bir cinaedi. Dimdoğru.”“Topağacından aparthanlarda odası bulunamaz”
“Ve bir melankolya çiçeği, saksıda”
“Boğazlar üzerine bir ankabakışı Çamlıca’dan”
(Ece Ayhan)
“Üvercinka”
“Gözleri göz değil gözistan
“Geceler yukarda telcek-bulutcak’ “Ilım günleri gelirdi taraçalar Uzatırdı mevsimölçerlerini
(Cemal Süreya)

Paylaşmak güzeldir.