13 Ağustos 2015 Perşembe

Ad hominem, safsata

Edebî Sanatlar 

 Ad hominem

Ad hominem (/æd ˈhɒmənəm -ˌnɛm, ɑd/) ya da argumentum ad hominem, kalıplaşmış bir Latince deyimdir. Bir reaksiyonun, belirli bir kişinin herhangi bir konudaki duruşu yerine şahsına yöneltilmesidir.[1] Örneğin bir argümana cevap verirken, argümanı eleştirmekten ziyade, argümanı ortaya atan kişinin alakasız bir özelliğini gündeme getirerek fikirlerini çürütmeye çalışmaktır. Önerme yerine, önerme yapan kişi tartışma konusu edilerek iddialara karşı çıkmak suretiyle yapılır. Ad hominem, mantıksal bir safsata kabul edilir.

Etimoloji
Ad hominem kavramı birebir çevrildiğinde "kişiye" anlamına gelir.[1]

Kaynakça
Alev Alatlı, Safsata Kılavuzu, Ocak 2001, Boyut Yayınları. (ISBN 975-508-076-7)
^ a b "ad hominem." Oxford Dictionary of English 2e, Oxford University Press, 2003.
Ayrıca bakınız
Safsata

*
Niteliksel Adam Karalama (Circumstantial Ad Hominem)

Tanım:  Bir kimsenin görüşlerinin yanlış olduğuna dair delil sunmak yerine, o kimsenin niteliklerine (kişiliğine, karakterine, niyetlerine, vasıflarına vs) saldırarak, reddetmek veya karşı iddiada bulunmak.

Örnek 1:     Başkan bu konuda haklı olamaz. Çünkü kanının son damlasına kadar liberal.

Tedric

Edebî Sanatlar 


Tedric (Dereceleme)


“Tedriç” sözcük anlamıyla “derecelendirme” demektir. Edebiyatta ise bir düşünceyi derece derece yükselten veya indiren bir düzen içinde sıralamaya tedriç denir.
Başka tanımlar:
Kavramları belli bir mantığa göre (büyükten küçüğe, küçükten büyüğe; yüksekten alçağa, alçaktan yükseğe vs.) sıralayarak söylemeye “tedriç” denir.
Söyleyişte, anlatımda büyüyen veya küçülen, çoğalan yahut azalan, yükselen ya da alçalan bir dereceleme yapmak. Recaizâde Mahmud Ekrem Ta‘lîm-i Edebiyat isimli kitabında bu sanatı şöyle açıklar: “Bu bir nevi mecazdır ki onunla müellif hayalden hayale, fikirden fikre derece derece çıkarak veya inerek istediği noktaya vasıl olur.”
(Prof.Dr.Turan Karataş / Edebiyat Terimleri Sözlüğü)

Tedriç iki türlüdür:

a) Yükselen Dereceleme:
Anlatımda, kavramların küçükten büyüğe, azdan çoğa doğru sıralanmasıdır.
« Geçsin günler, haftalar, aylar, mevsimler, yıllar Zaman sanki bir rüzgar ve bir su gibi aksın.”(Enis Behiç Koryürek)
Makber (mezar), makber değil bir türbe, türbe değil bir mabet, mabet değil bir küre, küre değil bir sonsuz uzay olmalıydı.”(Abdülhak Hamit Tarhan)

b) Alçalan Dereceleme:
Anlatımda kavramların büyükten küçüğe, çoktan aza doğru sıralanmasıdır.
İki asker mızrak mızrağa, kılıç, kılıca, hançer hançere vuruşmaya başladılar.”
(Namık Kemal)

Elinin dokunmuş olduğu şeyler
Ürperir, canlanır, güler
(Ahmet Necdet)













Test


1.     Geçsin günler, haftalar, aylar, yıllar.
Bu cümlede belirgin olan söz sanatı aşağıdaki­lerden hangisidir?
A) Terdid                                        
B) Tedriç
C) Teşbih                                       
D) Tezat
E) Tecahül arif

*
2.   Gözüm, canım efendim; sevdiğim, devletli
sultanım!
Yukarıdaki dizede anlatılmak istenen düşünce derece derece yükseltilmiştir.
Bu şekilde oluşan söz sanatı aşağıdakilerden hangisidir?

A) Teşbih                      
B) Nida                        
C) Akis
D) Tekrir                        
E) Tedriç

*

Cevap anahtarı: 1.B, 2. B,
========================
Kaynaklar:
http://www.kocar.org/yazilar/resulullahta-muhataba-gore-hareket-ve-tedric-prensipleri-2-prof-dr-ibrahim-canan/
http://www.samanyoluhaber.com/bilgi/soru/Edebiyatta-Tedric-Nedir_2515/
http://www.edebiyatogretmeni.info/tedric-sanati.htm
http://www.edebiyatfakultesi.com/edebi-sanatlar/tedric-dereceleme-sanati

Ek okuma


Resulullah’ta “Muhataba Göre Hareket’ ve “Tedriç Prensipleri (2)-
Prof. Dr. İbrahim Canan
UMUMÎ DAVET
Bir âyette “Şehirlerin anası (bulunan Mekke) ile bütün çevresindeki (insanlardan) azab ile korkutmak” maksadıyla indirildiği belirtildiğine göre (En’âm 92) Hz.Muhammed’in peygamberliği Araplara mahsus değildi. Ve Resulullâh, bi’setinin bidayetinden itibâren bütün insanlığın hidâyetiyle vazifeli olduğunu biliyordu. Ancak insanlığın geri kısmı demek olan komşu, diyarları İslam’a çağırma işini sistemli olarak ele almayı, Hudeybiye Sulhü’ne kadar te’hir edecekti. Yani. Hicret’in altıncı yılında Mekkelilerle sulh antlaşması yapıp siyâsî varlığını fiilen ve resmen kabul ettirdikten sonra Hudeybiye’den döner dönmez civar hükümdarlara elçiler göndererek onları İslam’a dâvet etti. Bir günde altı elçi yola çıkarmıştı. Biri Mısır’a, biri Gassân Şefine, biri Bizans Kayseri ne, biri İran Kisrası’na, biri Yemâme’ye, biri de Bahreyn’e idi . Elçilere verdiği mektuplarda İslam’a ve Sulh’e dâ’vet vardı.
TABYESİ (=TAKTİĞİ): Resulullâh, sulh ve hürriyetten ibaret olan hedefe gitmede, görünüşte birbirine zıt olan ve fakat aslında, “yaşanan zaman ve şartlara göre” eşit değerde olan üçlü bir taktik tâkibetti:
1-            SABIR:Bu, sayıca ve maddî güç itibariyle zayıf olunan dönemin taktiği idi.
2-            HİCRET: Bu, düşman tehdidinin, sabırla mukâvemet edilemeyecek kadar ezici bir hal aldığı, hiçbir insani ölçü tanımayan zulme dönüştüğü zamanın taktiği idi. Ya dönmek, ya da ölmek noktasında hicret makuldü.
3-            SAVAŞ: Bu, düşman tehdidine mukavemet edilebilecek maddî güce sahip olunduğu zamanın taktiği idi.
HEDEF ise “Sulh”dü, Sulh, İslam’ın kalb ve gönülleri fethettiği ortamdı. Sabr’ın, hicretin ve savaş’ın hedefi de buna ulaşmaktı.
Nitekim, Resulullâh aleyhissalatu vesselam vefat ettiği zaman, geride 1,5 milyon kilometre kareden fazla araziye sâhip bir devlet bırakmıştı. Bu büyük arazinin fethi on yıllık Medine hayatı içerisinde cereyan etmişti. Günde ortalama 274 milkarelik bu yayılma için öldürülen toplam düşman sayısı sâdece 150 kişi idi. Müslüman taraftan ölenlerin nisbeti de vasatı ayda bir kişi olmuştu.
MUHTEVADA TEDRİÇ    .
İslamın tebliğinde, muhteva tedrici de mühim bir yer tutar. Hz. Aişe, İslam’ın teşri ettiği meselelerin sırayla neler olduğunu belirten bir açıklamasının sonunda, bu tertibin ehemmiyetine de dikkat çeker: “İlk nâzil olan sure, mufassal surelerden biri idi ve içerisinde cennet ve cehennemin zikri geçiyordu. İnsanlar İslama dönünce haram ve helal hükümleri indi. Eğer ilk defa: “İçki içmeyin.” emri inseydi “Biz içkiyi asla bırakmayız” derlerdi Eğer “zina etmeyin” emri inseydi “Asla zinayı bırakmayız” derlerdi. Ben Mekke’de, oynayan bir çocuk iken Muhammed aleyhissalatu vesselama: “(Muhtevasında hiç bir ahkâm bulunmayan Kamer suresi İnmişti. Surede) ”Daha doğrusu onlara vadolunan asıl (azabın) vakti, kıyamet saatidir. O saat(in azabı) daha belalı daha acıdır” (116.âyet) buyrulmaktaydı .
Hülasa ilk nâzil olan âyetler, tevhîd’e dâvet, mü’minleri ve mutileri cennetle müjdeleme, kâfirlere ve âsilere cehennemi haber verme üzerine dayanıyordu, insanlar bu hususta ikna olunca, ahkâm inmeye başladı. Çünkü “İnsanlar alışkanlıklarına bağlılık üzerine yaratılmıştı, alışkanlığın terki birden olamazdı, bunu talep nefrete sebep olurdu.
İMANİ MUHTEVADA TEDRÎC:
Bazı rivâyetlerde, imanın tebliğ edildiği bu ilk safhada da bir tedrice yer verildiğini, mesela önce münhasıran İslam itikadı üzerinde durulup, müşrik inançların tenkidine girilmediğini görmekteyiz. Müşrikler de bu safhada müslümanlara karşı muhalefette şiddet göstermemişler, daha anlayışlı davranıp, en azından söylenenleri dinlemişlerdir. Kabul etmeyenler, muhalefette şiddete yer vermemiş, sâdece istihza ile yetinmiştir. İbnu Sa’d’da şöyle denir: ‘Taptıkları putlan ele alıp, onların bâtıl olduğunu ve küfür üzerine olan atalarının cehenneme gittiklerini söyleyinceye kadar, Kureyşliler istihzada kaldılar ve Hz. Peygamber aleyhissalatu vesselam’ı dinlediler. Gençlerden ve halkın zayıf takımlarından bir kısmı, bu suretle ikna olup müslüman oldu, gittikçe sayılan çoğaldı. Buna rağmen Kureyş kâfirleri Resulullâh’ın sözlerini inkâr etmediler. Sadece istihzâî bir tavır takındılar. Aleyhissalatu vesselam, yanlarına uğrayınca birbirlerine işâret edip: “İşte Abdulmuttalib oğullarının gökten haber getiren oğlu.” diyerek alay ediyorlardı  .
Ama bu hal böyle devam etmedi. Putların bâtıl olduğunu, put inancı üzere ölenlerin ebedî bir helake maruz kalacaklarını dile getiren vahiyler gelmekte gecikmedi. Ondan sonra tavır değiştiren müşrikler, maddî ve manevî her çeşit işkencelere baş vurdular. Bir kısmını öldürdüler, bir kısmım hicrete mecbur ettiler.
İtikadı meselelerdeki tedriçle ilgili olarak şunu da belirtmek isteriz, İtikadın merkezini teşkil eden Allah telakkisi ve bilhassa İlahî sıfatların teşriî, belli bir sıra ve tedriç takip etmiştir. Az ilerde besmele’nin gelişi ile ilgili vetirede bunu kısmen göreceğiz.
AHKAMDA TEDRİÇ :
Tedriç meselesinde dikkati çeken diğer bir husus, Medine’de, mü’min muhatablara inen ahkâmda dahi tedrice yer verilmiş olmasıdır. Bilhassa eski alışkanlıkların ta’dili veya tahrimi veya yeni tatbikat ve alışkanlıkların teşriine giren hemen hemen her hususta bir tedrice yer verilmiştir. Bu tedriç de çoğu durumda azdan çoğa, hafiften ağıra, çok vazıh ve anlaşılır olandan biraz daha kapalı, anlaşılması zor olana doğru cereyan etmiştir. Çoğu meselede bu böyle olmuştur.
Bu meselenin şumûlünü, bâzı rivayetlerde Resulullâh aleyhissalatu vesselam’a vahiy olarak İnen ilk şey olduğu söylenen besmele’den vereceğimiz örnekle göstermek isteriz. İbnu Sa’d’ın bir rivâyeti şöyle:”Resul ullâh, bidayette, tıpkı Kureyşliler gibi, besmele makamında “Bismikallâhûmme” formülünü yazıyordu. Bu tatbikat
وَقَالَ ارْكَبُوا فِيهَا بِسْمِ اللهِ مَجْرَاهَا وَمُرْسَاهَا إِنَّ رَبِّي لَغَفُورٌ رَحِيمٌ
Âyeti” Nuh, (gemiye alınacaklara) “Gemiye binin!” dedi. “Onun akıp gitmesi de, durması da Allah’ın adıyladır (O’nun gücü, kuvveti ve izniyledir; onu Bismillâh der çalıştırır, Bismillâh der durdururuz.) Hiç şüphesiz Rabbim, (kullarının günahlarını ve hatalarını) çok bağışlayandır; (bilhassa mü’min kullarına karşı) hususî merhameti pek bol olandır.”(Hûd 41) gelinceye kadar devam etti.
Şu âyetten sonra “Bismillâh” diye yazmaya başladı. Bu tatbikat
قُلِ ادْعُوا اللهَ أَوِ ادْعُوا الرَّحْمَنَ أَيًّا مَا تَدْعُوا فَلَهُ الأَسْمَاءُ الْحُسْنَى وَلاَ تَجْهَرْ بِصَلاَتِكَ وَلاَ تُخَافِتْ بِهَا وَابْتَغِ بَيْنَ ذَلِكَ سَبِيلاً
“De ki : (Rasûlüm,) de ki: “O’na ister Allah diyerek dua edin, ister Rahmân diyerek dua edin. Hangi ismiyle dua ederseniz edin, en güzel isimler O’nundur ve O, her ismin nihayetsiz güzel mertebelerinde tecelli eder. Namazında ise sesini çok yükseltme ve bütün bütün de kısma; bu ikisi ortasında bir yol takip et. (İsra 11O) âyeti nâzil oluncaya kadar devam etti. Bundan sonra “bismillâhirrahman” diye yazmaya başladı. Bu tatbikât
إِنَّهُ مِنْ سُلَيْمَانَ وَإِنَّهُ بِسْمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
“Süleyman’dan geliyor ve Rahman, Rahîm Allah’ın Adı’yla diye başlıyor.”âyeti(Neml 30) nazil oluncaya kadar devam etti. Bu âyetten sonra“Bismillâhirrahmanirrahim” diye yazmaya başladı .
Bu tedrîc, muhatablarının Allâh’la ilgili olarak İslam’ın getirdiği sıfatları bilmemelerinden ileri geliyordu. Nitekim, Hudeybiye sulhü yazılırken, müşrikler. Besmele’yi, “Biz, Allah’ı tanıyoruz, ama er- Rahmân er-Rahim’i tanımıyoruz!‘ diyerek reddetmişler, Hz. Peygamber de “Bismikallâhûmme” yazılmasını kabul etmişti .
NAMAZ ÖRNEĞİ: İslâmda dinin direği kabul edilen en önemli farz olan namazın teşriinde de tedrîc görülmektedir. Zira, Resulullâh’a fetretü’l-vahy’den sonra müddessir suresinin nüzûlüyle sabah ve akşamda ikişer rek’at olmak üzere günde iki vakit namaz farz kılınmış, bilâhare Müzzemmil suresiyle gece namazı emredilmiş, bi’setin 11. yılı içerisinde Mi’râc’Ia birlikte, öncekiler neshedilerek beş vakit namaz farz kılınmıştır. Daha sonra da Cum’a ve Bayram namazları teşri edilecektir .
Burada, zikri gereken bir hâdiseyi, Nasr Ibnu Âsim anlatmaktadır. Buna göre, Aleyhissalatu vesselamca günde iki sefer namaz kılmak şart ıyla müslüman olmayı teklif eden bir kimsenin müslümanlığını kabul etmiştir. Rivâyetin bir başka tarîkinde adam bir vakit kılmayı teklif etmiş, yine de Resulullâh kabûl etmiştir.
Sakîflilerin müslüman olmak için koştukları şartlardan bir kısmını Resulullâh kabul etmiştir. Bunlar arasında “cihâda katılmamak”, “zekat vermemek” de vardı. Bunların kabul edilmesi karşısında hayrete düşenlere Aleyhissalatu vesselam : “(Hakîki mânada) müslüman oldukları vakit zekât da verecekler, cihâda da gidecekler” der ve dediği gibi olur.
İÇKİ YASAĞI ÖRNEĞİ: Tedriç meselesinde uzun ve hesaplı bir vetirenin içki yasağında takip edildiği görülür. Zira bu mesele, Mekke döneminde ele alınmış, Resulullâh’ın hayatının sonlarına doğru sonuçlandırılmıştır. Meseleyle ilgili olarak gelen ilk vahiyde, asma ve hurmadan elde edilen sarhoş edici rızık üzerinde düşünmeye sevk edilmiş (Nahl 67), daha sonra bunun fayda ve zararlarına dikkat çekilmiş, zararının faydasından çok olduğu belirtilmiş (Bakara 219), üçüncü kademede sarhoşken namaza yaklaşılmaması emredilmiş (Nisa 43), dördüncü ve son kademede ise kesin olarak ve şiddetle haram ilan edilmiştir (Mâide 90-91). Bu vahiy Hz. Peygamber’in hayatının sonlarına rastlar. Bu vetirenin sonunda, hiç bir mukavemete rastlanmadan, içki istihlaki önlenmiştir.
ORUÇ ÖRNEĞİ : Cessâs, oruçla ilgili gelen ihtilaflı hadîs   ve âyetleri değerlendirerek orucun üç mertebede farz kılındığını belirtir Önce ﴿
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا كُتِبَ عَلَيْكُمُ الصِّيَامُ               (Bakara 183)
âyetiyle, her ayda üç gün oruç farz kılınmıştır.
وَعَلَى الَّذِينَ يُطِيقُونَهُ فِدْيَةٌ طَعَامُ مِسْكِينٍ           (Bakara 184)
âyetiyle dileyenin fidye verip fakir doyuracağı teşri edilmiştir. Son olarak
شَهْرُ رَمَضَانَ الَّذِي أُنْزِلَ فِيهِ الْقُرْآنُ (Bakara 185)
âyeti İle de Ramazan orucu herkese farz kılınmıştır. Orucun gün içerisindeki başlama ve bitim anlarıyla ilgili gelişmeler de aynı hadislerde geçmektedir.
ZİNANIN YASAKLANMA ÖRNEĞİ: Zina suçuna verilecek ceza da kademeli gelmiştir. İlk önce zâniye eziyet yapmak takdir edilmiş (Nisa 16), sonra hapis cezası emredilmiş (Nisa 15), en son safhada da dayak (ve recrn) teşri edilmiştir. (Nur 2-10).
Hadîs âlimleri, emirlerde pek çok meselede muttarıd şekilde hafiften ağıra olan bu gelişmeyi tesbit ettikleri için, ihtilafla hadîslerin çözümünde şu kaideyi koymuşlardır;“Daha ,ağır bir hüküm, daha hafif olandan evladır. Zira, zann-ı gâlibe göre, ağır olan, hafif olana nisbetle müteahhirdir. Çünkü şeriat hafifle işe başlamış, sonra ahkâm, tedricî bir surette gelmiş ve ağırlaşmıştır” .
TAKVİM ÖRNEĞİ : Son bir enteresan örneğimiz takvimle ilgili tadilattır. Aleyhissalatu vesselam, veda hutbesine kadar, o zamanın Arap cemiyetinde câri bir takvime uyuyordu. “Nesi” denen ve hac mevsimini her yıl yaz aylarına rastlatmayı sağlayan bir oyun’u ihtiva eden bu sistemi Kur’ân-ı Kerîm yasakladığı zaman küfürden bir artış ilan etmiştir “Nesi (haram ayları geciktirmek) ancak küfürde bir artış (sebebidir. Onunla kâfirler şaşırtırlar. Onlar bunu bir yıl helal bir yıl haram sayarlar ki Allah’ın haram kıldığına sayıca uysunlar da (varsın) Allah’ın haram ettiğini helal kılmış olsunlar. Bu suretle de onların amellerinin kötülüğü kendilerine süslenip güzel gösterildi. Allah o kâfirler güruhunu hidayete erdirmez”(Tevbe 37).

SONUÇ
Resulullâh aleyhissalatu vesselam’ın her bir sünneti, insanlık için, “her yerde ve her devirde” uyulması gereken en güzel davranış örneğini teşkil eder. Onlar rıza-yı ilâhinin nerede olduğunu gösteren işaretler ve saadet-i dâreynin şaşmaz rehberleridir.
Resulullâh’ın sünneti, sadece ibâdet hayatımıza, komşuluk veya âile içi münâsebetlerimize, yahut da ticârî ve örfî muâmelelerimize müteallik değildir. Dinin neşri, insanlara İslam inancının götürülmesi müslümanların siyâsî mahkumiyetten kurtarılıp, hürriyetlerine kavuşturulması ve hatta hâkim duruma getirilmesi gibi başka meselelere de şâmildir.
Dünyanın her tarafında müslümanların esaretten kurtulma mücâdelesi verdiği içinde yaşadığımız şu asırda, daha temkinli, daha müessir adımlar atabilmek için Resulullâh’ın bu paralelde sunduğu örneklerin bilinmesi ve onlara uyulması her zamankinden daha çok ehemmiyet kazanmıştır.
Zamanımızda, İslam’a hizmet heyecanına kapılan genç nesiller, Aleyhissalatu vesselam’m vazettiği İslami hizmet metodlarını bilmedikleri için, Batı menşeli ve insan fıtratının bir kısım zaaflarını istismara dayanan “Hitler tipi’ veya “Komünist tipi”propagandanın cazibesine kapılmaktadırlar. Halbuki İslama hizmet İslamî metodla mümkündür. İslam dışı metodlar, ne kadar mutantan, ne kadar cafcaflı, ne kadar göz kamaştırıcı olursa olsun, saman alevi misali, neticesi akimdir. İşte faşistlerin âklbeti ve nihâyet komünistlerin âkibeti. İslam âleminde de islamî olmayan prensiplerle atılan adımlar akim kalmış, heyecanlar çabuk boğulmuştur. Mısır’da, Suriye’de ve en son Tunus ve Cezayir’de islamî hareketlerin yedikleri darbeler, büyük ölçüde, hizmet vetiresinde yer verilen gayr-i islamî unsurlardan ileri gelmiştir. Resulullah hiç bir zaman akşamdan sabaha hâkimiyet peşinde koşmamış, sokağa dökülmemiş, zemin teşekkül etmeden tepeden inmeciliğe yer vermemiştir. O’nun metodunda gelişmeye tâbi olmak, muhatabın ve çevrenin ahvâline göre adım atmak esastır. İcabında üç yıl boyu gizli kalmak, beş yıl boyu gece gündüz çalışmaya karşı kazanılan kırk kişiyi az görmemek, onüç yıl boyu her çeşit istihza, işkence, eziyet, hakaret ve hayatî tehditlere karşı sabretmek esastır.
Muhammedi tebliğde sunulan muhteva, muhataba göre esnektir. Zamana zemine göre farklıdır. Aynı meseleye temas eden aynı sorulara cevap olarak gelen teferruat, pek çok durumda, en azından zahirde değişiktir. Tıpkı aksiyonda görülen sabır, hicret, cihad farklılıkları gibi.
Zımnında asırlara ve nesillere çare olma kapasite ve zenginliği meknuz, bu rahmani vetireyi bilmeyenler veya anlamayanlar hadîslerde tenakuz iddia edebilir ve hatta, vürûd şartlarına bakmadan işine gelen birini rastgele seçme dalaletine düşebilir. Bu davranışlar samimi de olsa, İslamî zaferi geciktirmeden başka bir fonksiyon icra edemez.
Öyle ki bizler, hem ferdî kurtuluşumuz, hem de çevremizin ve insanlığın kurtuluşu için Resulullâh aleyhissalatu vesselam’ın sünnetini anlamaya her zamankinden daha muhtacız. Zira Ezelî Kelâm bize “Allah’ın Resulünde sizier için (her hususta) en güzel örnek vardır.” diye seslenmektedir.
17.08.1991 M.Ü. İlahiyat Dergisi

http://www.kocar.org/yazilar/resulullahta-muhataba-gore-hareket-ve-tedric-prensipleri-2-prof-dr-ibrahim-canan/


Bilmece

Edebî Sanatlar 
Harf ve Yazıya Bağlı Hünerler
Bilmece

Bilmece her hangi bir şeyin  üstü kapalı söyleyerek  ne olduğunun  bulunmasını sorulan kişiden bekleyen söz oyunlarına denir.  Manzum düzenekte sorulan  bu muammalar anonim halk edebiyatı ürünlerindendir.  
Bilmecenin sözlükteki anlamı: Bir şeyin adını anmadan niteliklerini üstü kapalı söyleyerek o şeyin ne olduğunu bulmayı dinleyene veya okuyana bırakan oyun şeklindedir.

Bilmece bilinmeyen bir nesnenin dolaylı olarak sunulmasıdır. Şiirsel bir klişe içinde karşılık bekleyen bir küçük sorudur. Çok defa nesneyi veya ilkeyi tek bir kelime ile ifade eder. Metinde verilen ipuçları ile bu nesnenin bulunması söz konusudur.
Herhangi  bir  eşya, insan, hayvan, bitki, doğa ve inanışla ilgili olarak bazı ip uçları verilerek sorulan şeyin bulunması, bilinmesi amaçlı bir oyundur.
Anadolu’da asal, elçim, hekat atlı hekat, matul mecal, metel , metal, tapmaca, bulmaca, hikaye, söz, bilmeli, tanımaca, fıcık, dele, gazelleme gibi adlarla da anılır.  Bazı bilmecelere matal, metel, matel gibi tabirlerle de başlar.

Türkiye dışındaki Türklerde ise başvatkıç, bilmece, jumbak, tabışka, tabışmak, tabuşturmak, tapkış, tapmaca, , yomak gibi adlarla ifade edildiği tespit edilmiştir.

Bilmeceler şiirsel özellik taşıyan kalıplaşmış sözler şeklindedir.  İnsanı düşündüren, kelime dağarcığı geliştiren özellikleri vardır.

Bilmece Grupları

Bilmeceler söyleyiş şekillerine göre gruplandırılır

a) Başlangıçları kalıp sözlerden oluşanlar: Matal, metel, mata bilmece, bildirmece, tapmaca, kaydırmaca, kaymaca

b)  Benim bir oğlum veya kızım var diye başlayanlar
c)   Bir acaip nesne gördüm diye başlayanlar
d)   Karşıdan baktım... dam üstünde , yer altında yer sütünde vb ile başlayanlar

İki mısralı bilmeceler

Üstü gül
Altı gül

Üç mısralı bilmeceler

Et fit içinde
Dünya dümeni
 onun içinde"


Dört Mısralı Bilmeceler

"Şıpıl şıpıl sudan geçtim
Şıpırtısını duymadım
Yeşil çimen üstünde kumaş biçtim
Kırpıntısını bulmadım"                    
(rüya)

Mısra sayısı dörtten fazla olanlar:

Sakalı var sözü geçmez
Pek uzağı gözü seçmez,
Kara nohur –t eker gider
Taştan taşa seker gider
Akça suyn içerler
Şeytan deyip geçeler                
(keçi)

Bilmeceler 3, 4, 5, 6 heceli dizelerden oluştukları gibi en çok da 7 ve 8 heceliktir.  Çok dizeli bilmeceler mesnevi kafiye şemasındadır.  aa, bb, cc , dd  gibi

Bilmeceler sordukları sorunun cevaplarına göre somut veya soyut konulun bilmeceler oalrak da sınıflandırılabilir. 
Halk edebiyatı türü değeri taşıyan bilmeceler biçim bakımından nesir ve nazım olarak ikiye ayrılabilir . Ama genellikle  manzum yapıda kurulmuşlardır.  Nesir bilmeceler   nazım bilmecelerden bozulmuşlardır. 

Bilmeceli oyun çeşitleri  ise:
Bilmeli Matal, Eşlenbeş-Lebbeş  adlı oyunlarda oynanır.  Bu oyunlarda iki grup oyuncunun bir grubu diğerine   bilmece sorar. Bilirlerse bilmece sorma sırası o gruba geçer, bilemezlerse, bilemeyen grup bilmeceyi sonar grubu belli uzaklığa kadar sırtında taşır.

...

Bilmece / Muamma / Lugaz

Bilmece, lugaz, muamma genellikle aynı veya benzer türler kabul edilerek ele
alınmıştır. Ancak Türk edebiyatı içinde divan ve halk edebiyatı sahalarında ilgili terimler birbirinden ayrı tutulmuştur.
Buna göre, “bilmeceler, tabiat unsurları ile bu unsurlara bağlı hadiseleri; insan, hayvan ve bitki gibi canlıları; eşyayı, akıl, zekâ ve güzellik nev’inden mücerred kavramlarla dinî konu ve motifleri vb. kapalı bir şekilde yakın-uzak münasebetler ve çağrışımlarla düşünce, muhakeme ve dikkatimize aksettirerek bulmayı hedef tutan kalıplaşmışsözler” (Elçin, 1993: 607’den aktaran Aça vd. 2011: 559) biçiminde tanımlanmıştır.
Muamma, âşık edebiyatı geleneğinde âşıkların sorduğu, bütünüyle manzum bilmeceleri karşılayan bir terim olarak kabul edilirken lugaz ise daha çok divan şairlerinin yazdıkları manzum bilmece metinlerini adlandırmak için kullanılmıştır. Ancak bu türleri bütünüyle divan veya âşık edebiyatına mal etmek mümkün değildir (Aça vd. 2011: 559).

Sözlük anlamı gizlenen ve karışık gösterilen şey anlamına gelen muamma, remiz ve ima yoluyla yani doğrudan değil, dolaylı olarak, işaret ile bir isme delalet eden sözdür. Şairin birismi şiirinde gizlemesi ta’miye; bu gizlenen isim muamma olarak adlandırılır.
Lugaz, insan isminin dışında bir şeyin özelliklerinin söylendiği ve dinleyiciden bunun ne olduğunun sorulduğu, genellikle aruzun fâilâtün fâilâtün fâilün kalıbıyla yazılan şiir, bir tür manzum bilmece veya hünerdir.
 Lugazı bilmecelerden ayıran en önemli özellik, lugazın yazarının imzasını taşımasıdır. (Saraç, 2007: 292; Olgun, 1936: 72; Elçin, 2014: 619-620; Pala, 2005: 291).
Muamma, şiirsel bir oyun veya bir tür bilmecedir. Dolayısıyla muamma yazmak şairlik işinden çok, bir zekâ ve yetenek işidir. Muammaya benzer bir tür de lugazdır. Ancak lugazda herhangi bir şey konu edilirken muamma yalnız insan adları için yazılır (Bilkan, 2000: 12).
Ayrıca lugazın muammadan ayrılan özelliklerinden biri de çözüme yarayacak açıklamayı kendisinde bulundurmasıdır (Elçin, 2014: 620).
...
Bahadır Güneş
http://www.tekedergisi.com/Makaleler/111137714_3G%C3%BCne%C5%9F.pdf
===========================
Kaynaklar:
http://www.tekedergisi.com/Makaleler/111137714_3G%C3%BCne%C5%9F.pdf
http://www.edebiyadvesanatakademisi.com/yazi/2038-bilmece_nedir__turleri__yapilari_%C3%B6rnekleri.html



Lügaz

Edebî Sanatlar 

Harf ve Yazıya Bağlı Hünerler
Lügaz

Lugaz (Lügaz), herhangi bir nesnenin ya da varlığın özellikleri anlatılarak yazılan manzum bilmecelere denir. Daha çok divan edebiyatında kullanılmıştır.

Muamma ile birlikte çok kullanılan bir söz oyunudur. Muamma’dan farkı konusunun daha geniş olmasıdır.

Çoğunlukla soru biçiminde düzenlenir. En önemli özelliği içinde çözüme ilişkin ipuçlarının bulunmasıdır. Divanların son bölümlerine konur.

Eğlendirici ve öğretici olanların yanı sıra öğretici ve dinsel lugazlar da vardır.

Lugazlar yazarlarının imzasını taşıdığından halk edebiyatındaki bilmeceden ayrılır.

Bütün lugazlar, "Bir acayip nesne gördüm", "Ol nedir kimdir" ya da "Nedir ol kim" gibi kalıplaşmış sözlerle başlar.

Nedir kim ol iki yüzlü münâfık
Nümâyan çihresinde levn-i âşık

Gezer dünyayı hem bî-dest ü pâdır
Mukim-i hâne-i ehl-i gınâdır

Teâl-Allah nedir anda bu kudret
Yemez içmez virir dünyaya nî’met

Gehi Müslim kıyâfetle be-didâr
Gehi şekl-i firengide nümûdâr

Kırılsa pâre pâre olsa amma
Zarar gelmez ana bir türlü kat’â

Yatar zir-i zemînde hâke yek-sân
Semâda adıdır mihr-i dirahşân

Eğer kim olmasaydı kalbi fasîd
Cihânda olmaz idi kadri kâsid

Yeter vasf eyledin ol bî-vefâyı
Yanından gitmese virmez safâyı

Sünbülzade Vehbî

(Şair bu lügazda "altın"ı anlatıyor)
*
MUAMMA-LÜGAZ

         Muamma, lügaz ve bilmece aynı anlamdadır. Edebiyat terimi olarak anlamları ise manzum bilmece demektir. Edebi-yatımızda bilmece başlı başına bir nazım şekli olarak görülür. Soru şeklinde bilmecelerde, cevabın bulunabilmesi için bazı ip uçları verilir. Cevap çoğu kimse tarafından bilinir ve tartışılmasız kabul edilir. Divân edebiyatında bilmece, muamma ve lügaz diye ikiye ayrılır. Muamma, kişi adlarının bulunması için yapılan bilmecedir. Lügaz ise diğer varlıkları konu edinen bilmecelere verilen addır. 

ÖRNEK 1:                   O nedir ki yere düşer ıslanmaz (ışık)
                                        O nedir ki yer altında paslanmaz (altın)
                                        O nedir ki başın kessen seslenmez (bulut)
                                        Bunların aşkına doldur ayranı.

ÖRNEK 2:                  Tren gelir IS diye
                                       Makinist vurur TAN diye,
                                       Kömürcü anahtarı kaybetmiş,
                                       Kondüktör bağırır BUL diye.           

        ( Dörtlükteki heceleri birleştirdiğimizde cevap ortaya çıkar. Cevap: “İS + TAN + BUL” )

ÖRNEK 3:               Bende yok sabr ü sükûn, sende vefadan zerre;
                                     “İki yoktan ne çıkar” fikr edelim bir keren                                                                

        ( Olumsuzluk ekleri: “Nâ” ve “bî”  olduğuna göre Cevap: “N + BΔ dir. Bu beyit muammaya güzel bir örnektir.)


Yusuf  ALTINSOY / Türk Dili ve Edb. Öğrt.                       www.edebiyatname.com

======================
Kaynaklar:
http://www.edebiyatname.com/index.php/edebi-sanatlar/135-muamma-luegaz/129-muamma-luegaz
http://www.tdvislamansiklopedisi.org/dia/pdf/c27/c270159.pdf
https://tr.wikipedia.org/wiki/Lugaz




Ek okuma



LU GAZ

Lafız veya mahiyet özellikleri belirtilerek bir nesnenin adının bulunması istenen, Arap, Fars ve Türk edebiyatlarında bir belagat terimi, genellikle manzum bir söz sanatı.
L ~  Sözlükte "çöl faresi nin, saklandığı yerin bulunmaması için yuvasını labirent gibi eğri büğrü kazması; saptırmak. sözün maksadını gizlemek. şaşırtmalı söz söylemek" anlamlarına gelen lağz kökünden türeyen lugaz 1 luğz 1 lağz "çöl faresinin yuvası, gidilmesi zor olan eğri büğrü yol; derin sır. bilmece, zeka oyunu" demektir.
Arap edebiyatında daha çokluğz (çoğul u elgaz) ve ülgüze terimleri kullanılır. Eski Arap belagat ve edebiyat alimleri lugazla eş veya yakın anlamlı "muhacat. uhcüvve / uhciyye. ehacl. huceyya. ta'miye / muamma, mugalata / uğlüta. lahn / melahin, muayat" gibi terimler de kullanmışlardır. Edebiyatta ve özellikle şiirde bir sözü / kavramı açık bir dille aniatma yerine onu ima eden ifadeler kullanarak şiiri / sözü bir bilmece. hatta bazan bir muamma şekline sokmaya il gaz, böyle şiire / söze lugaz / iuğz denir. Ancak bunun edebi zevki okşayacak tarzda icra edilmesi şarttır.
Müteahhir dönem alimleri önceleri lugaz kapsamında yer alan muammayı isim bilmecelerine hasretmişlerdir. Lugazların çoğu manzumdur. Genellikle "rubbe. rubbe vavı" veya soru edat ve cümleleriyle başlayan bu manzumelerde kitap. kalem gibi somut varlıkların nitelikleri zikredilerek kendilerinin bilinmesi istenir.
Lugaz, bir düşünceyi mecazdan daha kapalı biçimde dile getiren bir anla ım tarzı olmasıyla beyan ilmi kapsamında bir disiplin sayıldığı gibi akıl ve zihni geliştirmesiyle de felsefe. mantık gibi akli ilimlerden kabul edilir.
Lugazlarda ipucu verilmekle birlikte bazılarının çözülmesi güçtür. Bunlara "işarl lugaz" denir.
Lu gaz lafız ve ma na lugazları olarak iki temel kategoriye ayrılır.
Lafız lugazlarının birden çok manaya sahip kelimenin uzak veya ka rşıt anlamını kastetmek (tevriye,- lahn, melahin, mugalata ma'neviyye). kelimeyi anlamlı sözcüklere bölüp verilen müteradifleriyle bilinmesini istemek, iki kelimeyi bitişik yazmak. bir kelimeyi parçalayıp yazmak. hemzeliyi yumuşatmak (teshll). nokta değişikliği yapmak (tashlf), tersinden okumak(kalb) ve başka bir dile nakletmek gibi birçok çeşidi vardır. Tevriye yoluna örnekolan "~lo, C;L: ~iJ lo .ı.ıı;· cümlesinin kastedilmeyen ve ilk akla gelen (yakın) anlamı. "V allahi Ali'yi ne gördüm ne de onunla onuştum" şeklinde iken, "Vallahi Ali'nin ne ciğerine (rie) vurdum, ne de onu yaraladım (kelm)" şeklindeki uzak anlamı kastedilmiştir. Mana Iugazla rı nda bir şeyin anılan vasıflarıyla kendisinin bilinmesi istenir. Diş hakkındaki şu dizelerde olduğu gibi: " ... 1 ~ .fb..VI Joi Y ..,.-t.:.; (Öyle bir dost ki ömür boyu dostluğundan bıkmamışım. Benim için mutsuz olmuş, benim için didinmiş. Ne var ki bir kişiyi [doktor[ görmekle birlikte ebed iyen ayrı ldık) .
Mana lugazlarının uzun kasideler halindeki örnekleri de vardır. Bizzat lugaz olarak tasarlanmayan, ancak i'rab. tefsir, lafız ve mana güçlüğü sebebiyle rastlantı olarak Iugaz konumunda bulunan, "ebyatü'l-meani" ve "ebyatü'I -müşkileti'l-i'rab " adı verilen beyitler de bu türe dahil edilir. Railibil'in. "lo_r.a ~~.,;ıl;;.: 0!ıı,_ı..s" (Halife Affa no lu 'nu [Osman ı[ suçsuzyere öldürLU GAZ düler) mısraında "muhrim" kelimesi "suç- suz yere" demek olduğu gibi "ihramlı iken, haram aylarında iken" anlamına da gelir.

Eğitim ve öğretim amaçlı. zeka geliştirici lugazlar da mana lugazı sayılır. Başta nahiv olmak üzere lugat. fıkıh, feraiz, hesap vb. konularda çok sayıda lu gaz manzumesi tertip edilmiştir. Hariri'nin elMal.H1mdt'ının 32. bölümünde bazı kelimelerin uzak anlamları kastedilerek dü- zenlenmiş 100 fıkıh lugazı cevaplarıyla birlikte yazılmıştır.
Lugaz ve muammaların zor anlamları çözme alışkanlığı kazanmak, boş zamanları değerlendirmek ve eğlenmek gibi amaçlarla eski filozoflardan biri tarafından icat edildiği ileri sürülmektedir. revrat'ta lugaz, m uarnma ve remiz terimleriyle Hz. Süleyman. Sebe Melikesi Belkıs. Sur Kralı Hlram ve Şimşon'a (Şemşon) nisbet edilen çeşitli lugaz örnekleri geçmektedir (Sayılar, 12/8: Hakimler. 14/14: ı. Krallar. 10/1 ; Süleyman'ın Meselleri, 1/6; Hezeki el, 17/2).
Kur'an'da maksatlı olarak tertip edilmiş lugazlar yoktur. Ancak i'rab veya yorum ve anlam güçlüğü sebebiyle bir nevi lugaz hükmünde olan ya da tevriye ve kinayeye benzer edebi türler halinde bir tür lu gaz sayılan unsurlar bulunabilir. Ayrıca insanlar tarafından Kur- 'an'da geçen bazı şeylerle ilgili olarak dü zenlenmiş lugaz çalışmaları mevcuttur. İbn Hişam en-Nahvl'nin lfallü elgaz ve mesa,il i'rabiyye ti'I-ayati'I-Kur,aniyye ve'l-eJ:ıadişi'n-nebeviyye'siyle (nşr. Muhammed İbrah im Salim, Kahire 1409/ 1989) Alaeddin b. Nasırüddin et-Trab- ıusi'nin el-Elgazü '1-'Ald,iyye ii elfa- ?-i'l-Kur,an'ı (Brockelmann, GAL Suppl., ll. 4 52) bu konuda yazılmış eserler arasında sayılabilir.
Bir hadiste (Buhar!. •«iJim", 5, 50; Müslim, "M ünafi~In" , 63, 64) Hz. Peygamber'in. çevresindeki sahabeye ağaçlar içinde yapraklarını dökmeyen ve müslümana benzeyen ağacın hangisi olduğunu sorması ve kimsenin bilemernesi üzerine onun hurma ağacı olduğunu söylemesi dikkat çekme, zeka ve kavrayış düzeyini sınama gibi yararları sebebiyle lugaz üs!Gbunun Resül-i Ekrem tarafından kullanıldığı. islam ulemasının buna dayanarak çeşitli ilim dallarında lugaz üslubu ile öğretmeyi amaçlayan çeşitli eserler kaleme aldığı ifade edilir. Ayrıca Hz. Peygamber'in bu hadiste, gövdesinin odunlaşmaması sebebiyle ot cinsinden olduğu halde hurmaya mecaz (istiare) yoluyla ağaç demesi şaşırtma ve yanıltma işlevi gördüğünden bilinçli bir lugaz üs!Gbunun kullanıldığını gösterir.

İslam'dan önceki dönemde Mü- telemmis'in (ö. 569) çağdaşı Hind bint Huss'un ilk kelimesi verilen ifadeyi hikmet cümleleri halinde tamamlama şeklinde yaptığı yarışmalar, İmruülkays b. Hucr'ün Abi d b. Ebras ile yaptığı sorucevap şeklindeki manzum atışmala r, Abdülmeslh b. Amr el-Gassanl'nin Halid b. Velid'in sorula rına verdiği hikmetli cevaplar Arap edebiyatında lugaza benzer ilk örneklerdir. Lu gaz, Abbasller'in ilk zamanlarından itibaren entelektüel hayatın ve şehir yaşamının gelişmesine . refah ın artmasına paralel biçimde şiirlerde müstakil konu şeklinde işlenıneye başlamıştır. Bunun ilk örneği olarak Hammad er-Raviye (ö. ı 55/772), bir dost meclisinde çekirge ve mızrak dipçik demiri hakkında lugaz beyitleri söylemiştir (İbn Kuteybe, s. 52 ı).

Daha sonra lugaz manwmeleri nazmedenlerin çoğu şair er arasından değil fakih, gramerci, tabip gibi başka meslek sahipleri arasından ve özellikle entelektüel kesimden çıkmıştır. Edip Abdurrahman b. Muhammed enNazzam. nahivci İbnü'I-Haşşab, nahivci Ali b. Isa ei-Fihrl, Muvahhid emirlerinden İbn Abdülmü'min diye tanınan Süleyman b. Abdullah, tabip imadüddin ed-Düneysirl, tabip Hibetullah İbnü t-Tilmlz . tabip Yahya İbnü't-Tilmlz, fakih Ahmed el-Vadlaşl. edip ve fakih İbnü'I-Ceyyab bunlar arasında sayılabilir (İbn EbG Usaybia, ll, 268,271-272, 278; İbnü I-Hatlb, IV. 144- 145; Makkarl, ll , 654; V, 451-454).
Şairler arasında , lugaz ve muamma beyitleri divanlarında ayrı bir bölüm oluşturacak şekilde fazla olan İbn Uneyn ile İbn Şeref el-Kayrevani ve Mihyar ed-Deyleml'nin adları zikredilebilir. Lugaz ve ilgaz tabirlerini ilk defa kullananlardan olan Halil b. Ahmed'in (ö. I 75/ 791 ) lugaz ve muammaya dair ilk eseri de (Kitabü 'l-Mu'amma) yazdığı kaydedilir. Cahiz, lugaz kabilinden bazı mensur ifadelere ve anekdotlara yer vermekle birlikte (el-Beyan ve't-tebyfn, ır , 147) Asınal ve Eb Cı Osman ei-Mazinl gibi onun da lugazın faydasına inanmadığı kaydedilir. Bu alimleri cehalet ve zevksizlikle suçlayan Dellalülkütüb lugazı akıl ve zekayı geliştirici akll ilimlerden sayar ( el-i'caz, vr. 9). İb n Dü- reyd, Kitabü'l-Mela]Jin'inde uzak anlamlarının kastedildiği 185 yemin lugazını düzenleyip açıklamış ve bir zalimin yemine zorladığı kişinin bunlarla şer'l cezadan kurtulabileceğini söylemiştir.
...
http://www.tdvislamansiklopedisi.org/dia/pdf/c27/c270159.pdf





Paylaşmak güzeldir.