19 Eylül 2024 Perşembe

"Yazmasak da Olur"

 

Sabahattin Gencal-Erdoğan Teke
Çekmeköy-19.09.2024


        “Yazmasak da Olur.” cümlesini ilk kez duyuyorum değerli arkadaşım Erdoğan Teke Beyden. Sekiz yıldır kısa aralıklarla hep bir araya gelmiş ve örnek teşkil edebilecek düzeydeki sohbetlerimizin, hiç değilse özetlerini yazmışızdır. Yazma isteği de çoğu kez Erdoğan Beyden gelirdi. Ne hikmettir bilinmez bu kez öyle olmadı.

Bugün yani 19 Eylül 2024 Perşembe günü saat 14.02’de pastanede bir araya geldik yine. Ne yalan söyleyelim bu kez biraz dedikodu yapmış olduk. Aslında devletimizin yöneticileri hakkında konuşmak dedikodu sayılmaz ama kendimize yakıştıramadığımız için dedikodu diyoruz.

Toplantı sonunda, Erdoğan Beye ; “Bugün ne yazalım?” diye sordum. O da, “Sizin sık sık söylediğinizi söyleyeyim: Yazara şunu yaz, denmez. O istediğini yazar.” dedi. Ben de, “Dikkat etmişseniz, ne yazayım, demedim; ne yazalım?” dedim. Yani ikimiz de yazabildiğimize göre... İlkin sağlığımızın iyi olduğunu yazalım. Biraz da fiyatların artık uçtuğundan söz edelim. Bu arada SAGEN Yazarlar Grubunun oluşturmaya çalıştığı İNSAN OLMA VE İNSAN OLARAK KALMA HAKKI adlı kitap çalışmalarının hangi düzeyde olduğundan söz edelim, dedi. Daha sonra da “Yazmasak da Olur.” demesin mi?

Hayırlara gitsin. “Yazmasak da Olur.” sözü doğrusu çok düşündürüyor beni. Halk artık eskisi gibi pek şikâyet etmiyor. Ekranlar haber saatlerinde bile nedense bazı olayları dizi film işlemekten öteye gitmiyor. Partiler de suskun gibi. Yoksa benim gözlerim mi görmüyor, kulaklarım mı işitmiyor? Yoksa, meşhur fıkradaki gibi halkın sokaklarda oynaması mı yaklaştı. Davullarla zurnalarla... Ben kemençe havalarını severim.

Oy Kemençe Kemençe

                                                         Eser sahibi bilinmiyor

 

Oy kemençe kemençe de

Nerde idin dün gece

Atar kırarım seni de

Eğlencesin eğlence


Ben kemençe çalamam

On parmaktan olamam

Bana Ordulu derler

Ordu'dan ayrılmam


Akşam oldu yanıyor da

Ordu'nun ışıkları

Yaktı yandırdı beni de

Kibar konuşukları


Kaynak: Anonim

(https://tr.wikisource.org/wiki/Oy_Kemen%C3%A7e_Kemen%C3%A7e)

*

Tabancamın Sapını Gülle Donatacağım

Zeki Müren'in şarkısı

https://www.google.com.tr/search?q=tabancam%C4%B1n+sap%C4%B1n%C4%B1+g%C3%BClle+do

*

Erkan Ocaklı - Tabancamın Sapını (Official Audio)

https://www.youtube.com/watch?v=sdNYiZ28GC4

*

(Kalemim) doli mermi

Seven boyle eder mi, seven boyle eder mi?

 

Bu kez de mermiler kalemde kalsın. Ammada benzettik haa. Kalemin peşinden gidince böyle oluyor. O bile otosansür uyguluyor bana, sana ve ona.

Neyse ki açıklanmayan düşüncede sansür yok. Ama açıklanmayan düşünce, düşünce sayılır mı?  Bunu da düşünce anlarsınız.

Hoşça kalın.

Sabahattin Gencal,

Çekmeköy-İstanbul, 19. 09. 2024


12 Eylül 2024 Perşembe

“Verdiğim Cıvataları Sıkmamışsın”

 

 

Erdoğan Teke - Sabahattin Gencal
Çekmeköy, 12. 09. 2024

Biz iki arkadaş ama arkadaş gibi arkadaş 12. 09. 2024’te yine buluştuk pastanede. Tabii yine 14.02’de. Adımızı söylemeye gerek yok. Hele yakışıklı fotoğraflarımızı gördükten sonra... Ama tanımayanlar için yazalım. İstanbul’un Çekmeköyü’nde ikamet eden iki arkadaş var: Sabahattin Gencal ve Erdoğan Teke. Nasıl derler? İhtiyar delikanlılar. Şeyy, Erdoğan arkadaşımız bu ihtiyar sözünden hiç hazmetmez, bunu bilesiniz. Maşallah gerçekten hâlâ genç ve dinç. İsviçre’de ve Türkiye’de 15 sene kadar futbol hakemliği yapmasının bir sonucu mu bu dinçlik. Onu doktorlar bilir. Bizim gözlediğimiz odur ki; Erdoğan Bey, hakem gibi hakem. Bu durum, hukukumuzun taban yaptığı bugünlerde daha çok anlaşılıyor.

Bu yazdıklarımızı bir toplantı tutanağı olarak kabul etmeyiniz. Çünkü sohbetimizin çeyreğini bile aktaramıyoruz sayfalara. Öylesine sohbet ettik. Öylesine derinlere daldık.

Kendi sağlık sorunlarımızdan mı söz ettik? Hayır. Nasıl vakit geçirdiğimizden mi? Yine hayır. Hayır hayır. Biz, bizden değil toplumumuzdan söz ettik. Biz toplum iyi olursa biz de iyi oluruz, diyenlerdeniz. “Gemisini kurtaran kaptandır.” diyenlerden olmadığımız gibi “Bana değmeyen yılan bin yaşasın.” diyenlerden de değiliz...

Bizi bilen bilir. Bilenler, bilmeyenlere anlatsın, demeyeceğiz. Bilmeyen okuyucularımız için yazacağız. Ama ne var ki, okuyucu sayımız sizlerle sınırlı 25-30, bilemedin 50-60. Oda paylaşım olursa. Peki, biz zaten sizlerin bizlerden çok daha fazla meselelere vakıf olduğunuzu biliyoruz. O halde neden zamanınızı alıyoruz?

Sahi, yazdıklarımız sizin verdiğiniz zamana değecek mi? Bakın burası çok çok önemli. Zamanı bozuk para gibi harcayanlar anlayamaz bizleri. İlk satırlara baktınız mı? Ne yazdık? 14.02.  Bir dakikanın lafı mı olur, der bazıları. Bazıları da salisenin bilmem kaçıncı alt katlarını hesap eder.

Demek ki; madde: 00001. Zamanı çok ama çok dikkatli kullanacağız.

Bir de sıfırları neden yazdığımı anlamış olanlara diyorum ki; siz de anlamamış gibi davranın, kimselere bir şeyler söylemeyin ki toplumumuzun morali bozulmasın. Bir husus daha var: Moralleri bozmaktan kodesi boylamak da olasıdır günümüzde.

Moral önemidir tabii. Gelin biz buna umut diyelim. Evet, Goethe’i hatırladınız. Ne diyordu? “Paranızı kaybettiniz, üzülmeyin yine bulursunuz. Şöhretinizi kaybettiniz, yine üzülmeyin onu da bulursunuz. Umudunuzu mu kaybettiniz? Keşke doğmaz olaydınız.” İslam’da da umutsuzluk veya yeis içinde olmak haram değil mi? Goethe’ye atfedilen “şerefini mi kaybettin” sözünü şöhretini mi kaybettiniz çevirdim. Goethe arkadaşım değil ama tanıdığım kadarıyla böyle demek istemiş olabilir. 

Demek ki; madde: 00002. Umudu kaybetmeyeceğiz.

Pardon, okuyucunun nasihatlerden hoşlanmadığını bir an için unutuverdik. Doğrusu biz de hazzetmeyiz öyle kuru kuru nasihatlerden.

“Temim ed-Dârî’den rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Din nasihattır. Biz kime (yahut kim için) diye sorduk o da Allah’a, Kitabına, Resulüne, müslümanların (meşrû) idarecilerine ve bütün müslümanlara dedi.” (Müslim, İmân, I, 74.).

(https://www.mehmetgormez.com/usulveahlak/dinnasihattir-1)

Günümüzde okullarımız naihatçılarla doldu. Ya meydanlarımız. Bir de büyük büyük salonlarımız?

 

Bışıklıg tilese bışırga sözüg

Bütünlük tilese bütürgü özüg

Kutadgu Bilig, s.645

 

(Olgun olmasını istersen sözü pişirmelisin, doğruluk dilersen kendin doğru yoldan ayrılmamalısın.)

*

İşini meskenet kıl olma güm-râh

Tekebbürlenme kim ulu bir Allah

Pend-nâme-i Güvâhî

 

(İşini sağlam kıl, yolunu şaşırma, kibirlenme ki ulu olan Allah‘tır.)

(https://www.academia.edu/78211319/T%C3%BCrk%C3%A7e_manzum_nasihat_n%C3%A2melerin_e%C4%9Fitim_de%C4%9Feri_%C3%BCzerine_bir_inceleme)

Düşünelim bir; nasihatçılarımız sözü pişirebiliyorlar mı? Aaa, ne pişirmesi ayol. Hem çiğ hem de küfürlü müfürlü... Daha vahimi etikenlendirici, siz damgalayıcı da diyebilirsiniz.

Yöneticilerimiz zaman zaman; “Biz milletimizin hizmetçisiyiz.” demişlerdir ki takdir edilecek bir söz ama uygulama nasıl oluyor?

Demek ki; madde: 00003. Sözüne dikkat edeceksin.

('Önce söz vardı' Yuhanna İncili'nin ilk cümlesidir.)

“(Söz namustur) şeklinde söylenen bir deyim vardır. Verilen sözün tutulması, dini açıdan da önemlidir. Verilen sözün tutulması o kadar önemlidir ki, Yüce Kitabımız Kur'an-ı Kerim'de bu hususa defalarca vurgu yapılmıştır. Söz vermek bir ahittir.”

Madde: 00004. Dosdoğru yoldan çıkılmamalı.

Açık deyişle Ankara’ya kadar doğru yoldan gidiyorsan Ankara’dan sonra da... “Ne yolu be, demeyesiniz. Birilerinin uçaklarına binilir hiç demeyesiniz...

Ya! Biz Anayasa yazmak için pastaneye gitmedik. Erdoğan Bey’in deyişiyle iki lafın belini kırmak için gittik. Hem simit de yedik, çay da içtik. Bugünlerde simit ve çay kelimelerine yasak gelmez herhalde...

Bu yazıyı Erdoğan Bey kardeşimiz de okuyacak. Ya! Biz böyle mi konuştuk, diyecek muhtemelen. Haklıdır. Evet, konuşmalarımızı kelime kelime yazmadım. Ama biliyorsunuz ki ben tedbirli biriyim. Tedbir bizden takdir Allah’tan (cc), değil mi. Dünya hali bu ne olur ne olmaz...

Şunu özellikle belirteyim ki bu konuşmamızda Erdoğan Bey’in şahane fikirleri ve gözlemleri var. Bunları laga lugası fazla olan bu yazıda harcamak istemedim. Ne derler arkası...

Okumaya biraz daha devam edebilir misiniz? Böyle bir soruyu hakaret gibi telakki etmeyiniz. Malumunuz çoklarımızın okumaya tahammülü yok. Bunu bildiğim için Erdoğan Bey’in İsviçre yıllarından bir anısını aklımda kaldığı kadarıyla anlatacağım.

Erdoğan Bey, memleket hasretiyle bir bankta oturuyor. Yanından gelip geçenleri görmüyor bile. Ama karşıdan gelen biri var ki görmemek imkânsız. Ceketini sırtına atmış. Bir omuzu aşağı düşürüyor. Elinde özel tespih. Dilinde Ben Adanalıyım, diyen şive. Tamam, tanıdık biri bu. Erdoğan Bey’e yaklaşıyor ve “Naber Babuş?” diyor. Konuşuyorlar. Sonra Erdoğan Bey’in pansiyonunda kalan Refik Bey’i soruyor ve selamımı söyle ve şunları bunları da demeyi unutma, diyerek ve bir omuzu aşağı yukarı, tespihleri de... geçip gidiyor. Bir zaman sonra yine karşılaşıyorlar. Bu arada bizimki Refik’i görmüş ve sözlerinin iletilmediğini öğrenmiştir. Bu arada Erdoğan Bey de Refik’e selamı söylemeyi unuttuğunu hatırlıyor ve bizim külhanbeyin nasıl tepki vereceğini düşünürken Erdoğan Bey’e yaklaşıyor ve “Sana verdiğim cıvataları sıkmamışsın.” deyiveriyor. Tabii beden dilini konuşturarak geçip gidiyor...

Ne alâka. Alâka şu ki: Ben de Erdoğan Beyin verdiği cıvataları sıkmayıverdim. Tabii uygun bir gerekçe de uydurdum. Bizzat Erdoğan beyden okuyacaksınız, diye... Arkası...

Anlayana sivrisinek...

Saygı ve sevgiler ve de devamlı güzel günler dileğiyle.

Sabahattin Gencal,

Çekmeköy-İstanbul, 12. 09. 2024.

 

Paylaşmak güzeldir.