Değişim
isteyenlere de istemeyenlere de hatırlatırız:
“ÜSLÛB-Û
BEYAN AYNIYLA İNSAN”
Geçmişi hatırlamak bazen iyi
olabilir. Tabii ders ve ibret almasını, çıkarım yapmasını bilirsek. Ders
almaktan söz ederken söylenenleri ezberlemekten söz etmiyoruz.
1953 ya da 1954 yıllarıydı.
Siyasetçiler seçim nutuklarına başlamışlardı.
Nahiyemizde (Şimdiki Dernekpazarı
ilçesinde) de Pazar kurulduğu gün yani Cumartesi günleri çarşıya inerdik. Dükkânların arkasındaki çayırda kürsü
kurulurdu. Partililere belli bir konuşma suresi verilirdi. Bir partinin
nutukları bitince diğer partilerin nutukları başlardı.
Keşke şimdilerde de böyle olsa aynı
topluluk belirli aralarla her partiliyi dinlerdi, izlerdi. Ben de birkaç kez
izledim bu konuşmaları.
10 yaşlarında olmama rağmen yurt ve
ulus sorunlarına ilgisiz kalmazdım. Çok defa yazdım. İlk izlediğim
siyasetçilerden rahmetli Osman Bölükbaşı’nı takdir etmiştim. Bir taşla iki kuş vuruyordu. Demokrat Partiyi
eleştirirken 1950 öncesine de atıflar yaparak Halk Partisine de dokunmadan geri
kalmıyordu. Söylediklerini unuttum tabii. Aklımda tek şu söz kaldı: “Eski tas eski hamam.” deyişi. “Eski
hamam eski tas: "Hiçbir şeyi değişmemiş, eski durumunda kalmış"
anlamında kullanılan bir söz.)
Sadece meşhurları değil, yerel
politikacıları da dinlerdim. Tanımadığım kelli felli biri, yapılması
gerekenleri anlatıyordu. Bunları unuttum. Ama verdiği misalleri unutmadım:
Bir Alman mühendis Trabzon’a gelmiş.
Yaptığı gözlemlerden sonra; “Karadeniz’de sular akar, Türkler de
bakar...”demiş. Ne demek istemiş?
Birçok Müslüman ülkeyi
sömürgeleştiren İngilizler bizim aleyhimizde de öteden beri uğraşıp durmuşlar.
Bu arada Türklerin zekâsıyla da alay etmişlerdir: “Türkler çok zekidirler (?)
Kahvelerde hükümet kurarlar, hükümet düşürürler.”
Gerçekten kahvelerin hali hal
değildi. Bir ara kahveler de ayrılmıştı. Kahveleri bırakın camiler bile
ayrılmıştı.
Radyolardan her gün; şu kadar kişi
Vatan Cephesine üye olmuş haberleri çıkardı. Öyle ki mezardakileri de
sayarlarmış. Cepheleşme köylerde de oluyordu.
Anılarımdan birini anlatmam gerek:
Herhalde 1954 yılı, hangi ay olduğunu
hatırlamıyorum; günlerden Cumartesi. Birkaç arkadaş, telaş gösteriyor ama
farklı bir telaş. Bak bak, diyorlar, korkuyorlar gibi. Bana da bulaştı korku.
Caddeden bir adam geçiyor. Etrafında da epeyce kalabalık var. O, kalabalığın
ortasında görülüyor. Uzun boylu, pehlivan yapılı, başında hiç saç yok. Keller gördüm ama o başka biçim. Kabak gibi
de diyemiyorum. Parıl parıl parlıyor da...
Adamın ismini hatırlayamıyorum Soyadı Cansız. Vatan Partisi başkanı.
Komünistmiş. Korkumuz ondan; komünist öcü gibi gelirdi bize. Bütün komünistleri
de öyle sanırdık. Ayrı bir tür gibi. Demek ki öyle doldurmuşlar kafamızı.
Günler ne çabuk geçiyor. Bu
anlattıklarımın üzerinden yetmiş yıl geçti. Kaç kuşak değişti, yönetimimiz fiilen değişti, iklimler bile
değişti ama siyaset yapma biçimi pek değişmedi. Daha da geriledi diyebiliriz.
Zannetmeyiniz ki şimdiki iktidarı
eleştiriyorum. Hayır. Kendimi eleştiriyorum. Bizim kuşağı eleştiriyorum.
Nasıl da aldattılar bizi. Memur
siyaset yapamaz, öğretmen siyaset yapamaz, asker de yapamaz. Şu yapamaz bu
yapamaz. Tabii görevden belirli bir süre önce ayrılanlar bir şeyler yapmaya
çalışıyorlardı. Bu saydıklarım hep okumuş olanlar. Yegâne okumuş olanlar da
diyebiliriz. Anlıyorsunuz değil mi kimler kimleri yönetmiş. Böyle olunca
elbette çağdaş uygarlık düzeyine çıkmamız mümkün olmadı; olamazdı da...
Durup dururken yazmadım bu satırları.
Televizyondaki haberler canımı yaktı da. Yine kısır döngüye mi gireceğiz. Yine
tahterevalli mi oynayacağız? Geç kalmayalım. Bir kere şu kutuplaştırma
siyasetine zerre kadar pirim vermeyelim. Bir olalım, kardeş olalım, diri
olalım, biz olalım...
Böyle, olalım dilekleriyle olmuyor.
Tutum ve davranışlarımıza, mimiklerimize varıncaya kadar dikkat edelim.
Sözlerimize ve hareketlerimize dikkat edelim.
Birileri din istismarcılığına devam
ediyor. Sözde onları kınarken bilerek veya bilmeyerek dindarları incitmeyelim.
İncitmek bir yana İslam dinine leke sürenler var. Bunlar, herhalde İslamla
Müslüman geçinenleri karıştırıyordur.
Bir de laikliği istismar edenler var.
Sanki dinsizlik gibi... Efendim, laikliğin ne olduğunu tam öğrenmeden seküler
kavramı bizde dolaşıma girdi. Bakıyorsun koskoca Proflar sekülerizmi dinsizlik
gibi anlatıyor. Belki bazı ülkelerde dedikleri gibidir ama bize ne onlardan.
Bizde laiklik herkesin dinini yaşamasına izin verir. Ayrıca bunu garanti altına
alır. Yapmayın etmeyin din istismarcılarının ekmeğine yağ sürmeyin.
Bilmiyorsanız susun. Bir çuval inciri berbat etmeyin.
Atatürk düşmanlığı ve Atatürk’ün
şahsında Türkiye Cumhuriyeti düşmanlığı, ta Birinci Cihan Savaşında hatta
öncesinde, yukarıda değindiğimiz gibi İngilizlerin ektiği zehirli tohumların
etkisidir. Suudiler ve diğer Arap prenslerinin de aleyhte çabaları oluyor. Çok
üzücü olanı da içimizdekilerin bu konuda takındıkları tavırdır. Birkaç
tarihçimiz elinden geldiği kadar Atatürk’ü ve Atatürkçülüğü anlatıyor ama hiç
kimse kaale almıyor, belki de dinlemiyor. Tıpkı Gencal’ın ve Gencal gibilerin
yazıları ve sözlerinin dikkate alınmaması ve önemsememesi gibi...
Korkuyorum, çok korkuyorum. “İnceldiği
yerden kopsun.” demek durumunda değiliz. Eleştiri yapalım ama eleştirinin
hakaret olmadığını, onura dokunmak olmadığını bilerek yapalım. Kuşkulanıyorum. Sanki
bizleri kaosa sürükleme planları var gibime geliyor. Ne olur, sesimizi
yükseltmeden, değerlerimizi çiğnemeden; iyi niyetimizi göstererek uyarılarımızı
yapmamız elbette görevimizdir.
Evet,
"Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır. " sözünün
gereğini yapacağız yapmasına ama şeytanın bazen insan şeklinde göründüğünü de
unutmayacağız. Şeytana uymayacağız.
Bak kardeşim, umutların büsbütün
kaybolmaması için değişim şarttır. Gelin inat etmeyelim ve değişimi mümkün
olduğu kadar çabuk ve yine mümkün olduğu kadar barış ve kardeşlik içinde
gerçekleştirelim.
Hayırlı günler dileğiyle.
Sabahattin Gencal,
Çekmeköy- İstanbul, 21. 09. 2024