![]() |
Erdoğan Teke - Sabahattin Gencal Çekmeköy, 12. 09. 2024 |
Biz iki arkadaş ama arkadaş gibi
arkadaş 12. 09. 2024’te yine buluştuk pastanede. Tabii yine 14.02’de. Adımızı
söylemeye gerek yok. Hele yakışıklı fotoğraflarımızı gördükten sonra... Ama
tanımayanlar için yazalım. İstanbul’un Çekmeköyü’nde ikamet eden iki arkadaş
var: Sabahattin Gencal ve Erdoğan Teke. Nasıl derler? İhtiyar delikanlılar.
Şeyy, Erdoğan arkadaşımız bu ihtiyar sözünden hiç hazmetmez, bunu bilesiniz.
Maşallah gerçekten hâlâ genç ve dinç. İsviçre’de ve Türkiye’de 15 sene kadar
futbol hakemliği yapmasının bir sonucu mu bu dinçlik. Onu doktorlar bilir.
Bizim gözlediğimiz odur ki; Erdoğan Bey, hakem gibi hakem. Bu durum,
hukukumuzun taban yaptığı bugünlerde daha çok anlaşılıyor.
Bu yazdıklarımızı bir toplantı
tutanağı olarak kabul etmeyiniz. Çünkü sohbetimizin çeyreğini bile
aktaramıyoruz sayfalara. Öylesine sohbet ettik. Öylesine derinlere daldık.
Kendi sağlık sorunlarımızdan mı söz
ettik? Hayır. Nasıl vakit geçirdiğimizden mi? Yine hayır. Hayır hayır. Biz,
bizden değil toplumumuzdan söz ettik. Biz toplum iyi olursa biz de iyi oluruz,
diyenlerdeniz. “Gemisini kurtaran kaptandır.” diyenlerden olmadığımız gibi
“Bana değmeyen yılan bin yaşasın.” diyenlerden de değiliz...
Bizi bilen bilir. Bilenler,
bilmeyenlere anlatsın, demeyeceğiz. Bilmeyen okuyucularımız için yazacağız. Ama
ne var ki, okuyucu sayımız sizlerle sınırlı 25-30, bilemedin 50-60. Oda
paylaşım olursa. Peki, biz zaten sizlerin bizlerden çok daha fazla meselelere
vakıf olduğunuzu biliyoruz. O halde neden zamanınızı alıyoruz?
Sahi, yazdıklarımız sizin verdiğiniz
zamana değecek mi? Bakın burası çok çok önemli. Zamanı bozuk para gibi
harcayanlar anlayamaz bizleri. İlk satırlara baktınız mı? Ne yazdık?
14.02. Bir dakikanın lafı mı olur, der
bazıları. Bazıları da salisenin bilmem kaçıncı alt katlarını hesap eder.
Demek ki; madde: 00001. Zamanı çok ama çok dikkatli kullanacağız.
Bir de sıfırları neden yazdığımı
anlamış olanlara diyorum ki; siz de anlamamış gibi davranın, kimselere bir
şeyler söylemeyin ki toplumumuzun morali bozulmasın. Bir husus daha var:
Moralleri bozmaktan kodesi boylamak da olasıdır günümüzde.
Moral önemidir tabii. Gelin biz buna
umut diyelim. Evet, Goethe’i hatırladınız. Ne diyordu? “Paranızı kaybettiniz,
üzülmeyin yine bulursunuz. Şöhretinizi kaybettiniz, yine üzülmeyin onu da
bulursunuz. Umudunuzu mu kaybettiniz? Keşke doğmaz olaydınız.” İslam’da da
umutsuzluk veya yeis içinde olmak haram değil mi? Goethe’ye atfedilen “şerefini
mi kaybettin” sözünü şöhretini mi kaybettiniz çevirdim. Goethe arkadaşım değil
ama tanıdığım kadarıyla böyle demek istemiş olabilir.
Demek ki; madde: 00002. Umudu kaybetmeyeceğiz.
Pardon, okuyucunun nasihatlerden
hoşlanmadığını bir an için unutuverdik. Doğrusu biz de hazzetmeyiz öyle kuru
kuru nasihatlerden.
“Temim ed-Dârî’den rivayet edildiğine
göre Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Din nasihattır. Biz kime (yahut kim
için) diye sorduk o da Allah’a, Kitabına, Resulüne, müslümanların (meşrû)
idarecilerine ve bütün müslümanlara dedi.” (Müslim, İmân, I, 74.).
(https://www.mehmetgormez.com/usulveahlak/dinnasihattir-1)
Günümüzde okullarımız naihatçılarla
doldu. Ya meydanlarımız. Bir de büyük büyük salonlarımız?
Bışıklıg tilese
bışırga sözüg
Bütünlük tilese
bütürgü özüg
Kutadgu Bilig, s.645
(Olgun olmasını istersen sözü pişirmelisin,
doğruluk dilersen kendin doğru yoldan ayrılmamalısın.)
*
İşini
meskenet kıl olma güm-râh
Tekebbürlenme
kim ulu bir Allah
Pend-nâme-i Güvâhî
(İşini sağlam kıl, yolunu şaşırma, kibirlenme ki ulu
olan Allah‘tır.)
Düşünelim bir; nasihatçılarımız sözü
pişirebiliyorlar mı? Aaa, ne pişirmesi ayol. Hem çiğ hem de küfürlü müfürlü...
Daha vahimi etikenlendirici, siz damgalayıcı da diyebilirsiniz.
Yöneticilerimiz zaman zaman; “Biz milletimizin hizmetçisiyiz.” demişlerdir
ki takdir edilecek bir söz ama uygulama nasıl oluyor?
Demek ki; madde: 00003. Sözüne dikkat edeceksin.
('Önce söz vardı' Yuhanna İncili'nin
ilk cümlesidir.)
“(Söz namustur) şeklinde söylenen bir
deyim vardır. Verilen sözün tutulması, dini açıdan da önemlidir. Verilen sözün
tutulması o kadar önemlidir ki, Yüce Kitabımız Kur'an-ı Kerim'de bu hususa
defalarca vurgu yapılmıştır. Söz vermek bir ahittir.”
Madde:
00004. Dosdoğru yoldan çıkılmamalı.
Açık deyişle Ankara’ya kadar doğru
yoldan gidiyorsan Ankara’dan sonra da... “Ne yolu be, demeyesiniz. Birilerinin
uçaklarına binilir hiç demeyesiniz...
Ya! Biz Anayasa yazmak için pastaneye
gitmedik. Erdoğan Bey’in deyişiyle iki lafın belini kırmak için gittik. Hem
simit de yedik, çay da içtik. Bugünlerde simit ve çay kelimelerine yasak gelmez
herhalde...
Bu yazıyı Erdoğan Bey kardeşimiz de
okuyacak. Ya! Biz böyle mi konuştuk, diyecek muhtemelen. Haklıdır. Evet,
konuşmalarımızı kelime kelime yazmadım. Ama biliyorsunuz ki ben tedbirli
biriyim. Tedbir bizden takdir Allah’tan (cc), değil mi. Dünya hali bu ne olur
ne olmaz...
Şunu özellikle belirteyim ki bu
konuşmamızda Erdoğan Bey’in şahane fikirleri ve gözlemleri var. Bunları laga
lugası fazla olan bu yazıda harcamak istemedim. Ne derler arkası...
Okumaya biraz daha devam edebilir
misiniz? Böyle bir soruyu hakaret gibi telakki etmeyiniz. Malumunuz
çoklarımızın okumaya tahammülü yok. Bunu bildiğim için Erdoğan Bey’in İsviçre
yıllarından bir anısını aklımda kaldığı kadarıyla anlatacağım.
Erdoğan Bey, memleket hasretiyle bir
bankta oturuyor. Yanından gelip geçenleri görmüyor bile. Ama karşıdan gelen
biri var ki görmemek imkânsız. Ceketini sırtına atmış. Bir omuzu aşağı
düşürüyor. Elinde özel tespih. Dilinde Ben Adanalıyım, diyen şive. Tamam,
tanıdık biri bu. Erdoğan Bey’e yaklaşıyor ve “Naber Babuş?” diyor.
Konuşuyorlar. Sonra Erdoğan Bey’in pansiyonunda kalan Refik Bey’i soruyor ve
selamımı söyle ve şunları bunları da demeyi unutma, diyerek ve bir omuzu aşağı
yukarı, tespihleri de... geçip gidiyor. Bir zaman sonra yine karşılaşıyorlar.
Bu arada bizimki Refik’i görmüş ve sözlerinin iletilmediğini öğrenmiştir. Bu
arada Erdoğan Bey de Refik’e selamı söylemeyi unuttuğunu hatırlıyor ve bizim
külhanbeyin nasıl tepki vereceğini düşünürken Erdoğan Bey’e yaklaşıyor ve “Sana
verdiğim cıvataları sıkmamışsın.” deyiveriyor. Tabii beden dilini konuşturarak
geçip gidiyor...
Ne alâka. Alâka şu ki: Ben de Erdoğan
Beyin verdiği cıvataları sıkmayıverdim. Tabii uygun bir gerekçe de uydurdum.
Bizzat Erdoğan beyden okuyacaksınız, diye... Arkası...
Anlayana sivrisinek...
Saygı ve sevgiler ve de devamlı güzel
günler dileğiyle.
Sabahattin Gencal,
Çekmeköy-İstanbul, 12. 09. 2024.