Sabahattin Gencal etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Sabahattin Gencal etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

3 Şubat 2024 Cumartesi

Çarukları Suya Koyma Zamanı

 


Merhaba! Bu videoda, Sabahattin Gencal'ın "Çarukları Suya Koyma Zamanı" başlıklı Hamsi Marşı üzerine yazdığı etkileyici yorumu paylaşıyorum. Düşüncelerinizi canlandıracak ve hayal gücünüzü tetikleyecek bu marş, içimizi ısıtacak bir anlam taşıyor. Birlikte, düşünce kalıplarımızı yeniden şekillendirme ve kendi düşüncelerimizi keşfetme zamanı geldi. Keyifli seyirler! (Ahmet GENCAL)

***

 

ÇARUKLARI SUYA KOYMA ZAMANI

 

Rahat. Hazır ol! Dikkat!

Kız Fadime duydun mu, yine hamsi çıkayı, yine hamsi çıkayı1

Mübareğin kokusu yüreğimi yakayı, yüreğimi yakayı2

Akşam olmadan evvel çarukları koy suya, çarukları koy suya3

Yarın sabah erkenden çıkacağum hamsıya, çıkacağum hamsıya4

 

Teşekkürler…

 

Yukarıda okuduğumuz HAMSİ MARŞINDAN bir kıtadır.

Hamsi Marşı rahat durumda ve hazır olunca okunur. İçten, duyarak ve hazır olunca okunur. Çağrışım, hayal, tasarlama ve düşünme serbesttir.

Hamsi Marşından herkes nasibi olduğu kadar faydalanabilir. Marşı, herkes kendine göre açıklayabilir.

 

Âcizane olarak bu marş üzerine yazdığım meal ve açıklamayı, müsaadelerinizle sunuyorum:

 

Ey okuyucu duydun mu, yıllar yıllar sonra yine küçük küçük düşünceler çıkıyor. Nereden çıkıyor? Elbette dağlardan tepelerden değil; denizlerden çıkıyor. Ee, bizler denizlerdeki bu düşünceleri çıkaralım mı? Çok alıştık, hazır düşünceleri almaya. Bakın, kız Fadime’ye sesleniliyor. Kadın anadır, doğurandır. Burada Sokrat’tan söz edelim. Sokrat, annesinin ebe olduğunu söyleyerek kendisinin de fikir ebesi olduğunu ekliyor. Bu marşta da Dursun’la Fadime el ele vererek yeni yeni düşünceler üretecek.

 

Düşünce mübarektir. Çünkü insanı diğer varlıklardan ayıran düşüncesidir. İnsan düşünebildiği kadar insandır. Düşünce kavramı bile yüreğimize ısı verir. Bir taraftan yıllardır düşünce üretemediğimize vahlanırız, yanarız. Bir taraftan da düşünce üretebileceğiz diye sevinir ve coşarız. Düşünce, işte böyle bir mübarektir ki söylenmesi bile yüreğimizi yakar.

 

Lastik ayakkabı, kundura ve halen kullanılan ayakkabılar çıkmadan önce çarık giyerdik. Çarık birkaç gün giyilmediği zaman kurur ve çekerdi; dolayısıyla giyildiğinde ayağı sıkardı, vururdu. Bazen giyilmez duruma gelirdi. İşte onun için “analist” etmesi için yani sertliğin, çözülmesi ve yumuşaması için çarıklar bir gün önceden suya konurdu. Bakın, Dursun akşam olmadan evvel, çarıkların suya konmasını istiyor. Yani her şey zamanında…

 

“Bir iş zamanında yapılmazsa eğer

Azalır, taşımış olduğu değer.” (Goethe)

 

Burada çaruk düşünce kalıpları anlamındadır. Açıkçası uzun zamandır kullanılmadığı için çeken, kuruyan, bozulan düşünce kalıplarının düzeltilmesi istenmektedir. Yani sistematik bir düşünme ile düşünce üretilebilir. Düşünme kalıpları, formları öyle olmalı ki “yumurta ile sperm” birleşebilsin ve zaman içinde düşünceler doğsun. Bu düşünce kalıpları gereği gibi ve doğru dürüst olmalı. Burada benzetmelere, anılara başvuralım. Tabii, başımızı kırmadan, kaş göz oynatmadan dikkatle okuyalım:

 

Yedek subayda komutanımız yedek subay arkadaşlarımıza; “Siz demir gibi doğrusunuz; İp gibi doğru olun.” demiştir. Akla ziyan bir tavsiye. (Askeri yönden incelemedim.)

 

TODAİE’de hocalarımız; “Demir gibi olmamalı. Çelik gibi esnek ve hoşgörülü olmalı.” derlerdi. Bugün bazılarımız demir gibi oluyor ve taptıklarına göre bükülüyorlar. Demir bir yana büküldükten sonra doğrulabilir mi? İstediğin kadar söyle, istediğin kadar miting yap. “Oğlumun adı Reşit, sen söyle sen işit.” Tabii, ölene kadar böyle eğri kalacak değiller. Bir gün bir soğuk demirci ustası çıkar da düzeltir bunları. Ya da demirci ocağında ateşe tutulurlar da… Uzun lafın kısası düşünce kalıplarımız bozuk.

 

Söz aramızda benim de kafam çok bozuldu. Bir iddiada bulunayım. Bir künefesine… 100 psikoloji ve sosyoloji, ilahiyat, tarih, insaniyat vb. alanlarda uzmanlar bir ay bir inceleme yapsalar. Medyada boy gösteren aktörler dün ne demişti, bugün ne diyor? Dün ne yapmıştı; bugün ne yapıyor? Dünkü hesabı ne kadardı; bugün ne kadar? Yakınlarının dünü nasıldı? Bugünü nasıl? vb. incelemeler sonucunda bu 100 akıllıdan kaç kişi aklını muhafaza edebilirdi. Eğer %10 kişi aklını muhafaza edebilirse künefeler benden...

(...)

Sabahattin GENCAL

(Yazının hepsi buraya sığmadı, devamı için videoyu dinleyiniz lütfen.)


8 Ocak 2024 Pazartesi

Doktorlara ve Sağlık Çalışanlarına Minnettarız

 


-I-

Yine gözlerim buğulandı. Duygularımızı ve düşüncelerimizi gönül tenceresine atarsak gözler buğulanır da, dolar da... Bazen de gözyaşları sel olur akar da... Gözlerimin muslukları, sevgili eşimin vefat ettiği 2016’da bozuldu. Gözyaşı kanallarım doldu ve tıkandı. Böylesi tıkanmalarda enfeksiyon oluşabilir ki benim gözlerimde de sık sık enfeksiyon oluşuyor.

Bu son 6 aydır, bacak varislerimde, yemek borusunda, biraz da akciğerlerimde enfeksiyon oluştu. Doktorlara gide gele bir hal oldum. Devlet hastanelerinden randevu alamadığımız günlerde özele gidiyoruz tabii. Gidiyoruz yerine gitmeye mecbur bırakılıyoruz demek daha uygun düşer.

Dün yani 05. 12. 2023 Salı günü, saat 13.00’te Sultan Abdülhamid Han Eğitim ve Araştırma Hastanesi Enfeksiyon polikliniğindeydim. Sağ olsunlar bütün doktorlar bana ilgi gösterir ve saygı duyarlar. Tabii ben de kendilerine... Bu kez öyle bir şey oldu ki buna sadece ilgi ve saygı diyemiyorum. Genç doktor hanım çoraplarımı çıkardı ve de giydirdi. Evde, zorda olsa çoraplarımı çıkarabiliyor ve giyebiliyorum. Ancak poliklinikte... Doktor hanım bunu anladı ve bana söz bırakmadan çoraplarımı çıkarıverdi. Kendisinden Allah razı olsun. O ayaklarıma bakarken benim ne düşündüğümü tahmin edemezsiniz:

Hani ilkokullarda bazı küçük öğrencilerin gözyaşlarını ve burunlarını öğretmen kendi mendiliyle siler ya... Demek ki dedim, kendi kendime bir öğretmen için öğrencileri neyse bir doktor için de hastaları odur. Bu durumda duygulanmaz mı insan.  Dua etmez mi insan... Duygulanmam, sadece doktor hanımın gösterdiği harekette değildi sadece. Kısaca anlatmaya çalışalım:

Doktor hanım, şikâyetiniz nedir, diye sorunca ondan hastalığın hikâyesini özetle anlatma müsaadesi istedim. Doğrusu da budur zaten. Bütün basılı formlarda bunu görmek mümkün. Sağ olsun müsaade etti. Müsaade etmekle kalmadı pür dikkat dinledi:

Her alanda, tabii tıpta da branşlaşmak çok önemli ve ileri bir aşamadır. Ama bu demek değildir ki yalnızca kendi alanıyla ilgilenmek, diğer alanları için yönlendirme yapmaktır. İnsan bir sistemdir. Bütün bir sistemdir. Sistemin bir öğesindeki bozukluk bütün sistemi etkiler. Diğer doktorlarımıza da bunu söyledim, ama haklı gerekçelerle bunun günümüz sağlık sistemi içinde mümkün olamayacağını söylemişlerdi. Neyse doktor hanıma son altı aydır çok antibiyotik kullandığımı bunların bağışıklık sistemini bozdukları gibi yemek borusunda mantarlara sebep olabileceğini söyledim. Nitekim endeskopi verileri de buna işaret ediyor... Maşallah, sözüm bitince mantar olup olmadığına bakmak için çoraplarımı çıkardı. İşte bu, dedim. Kelimeleri kaçırmadı. Barsak ve diğer organlardaki mantarla ilgi kurdu. Yeni mezun her halde, ya da tıpla ilgili yayınları takip ediyor. Böyle bilgili gencimiz takdir duygularımızı geliştirmez mi? Bu da ne demeyiniz, doktorlarımız birçok hastaya baktıklarından olacak ne hastanın şikâyetlerini tam anlayabiliyor, ne de çeşitli bağlantılar kurabiliyorlar. Tabii bunların hiç birini kınamıyorum; ama genç doktorumuzu takdir etmeden de yapamıyorum.

Ha, ayaklarımla ilgili teşhisin ne olduğunu da yazayım. Gençliğimde ayak tırnaklarımda mantar vardı doğrusu. Ama mantarlı yerler tam siyah olmasa bile, en azından lekeli gibi gözüküyor ve mantar, ben buradayım, diyordu. Şimdilerde ayaklarım, tırnaklarım bembeyaz. Aklımın ucundan geçmezdi burada mantar oluşacağı. Sözün burasında aklıma ne geldi bilemezsiniz. Derler ya siyah taş pirincin içinde kolayca bulunur, sen ondan korkma. Ama pirincin içindeki beyaz taşlardan kork. Toplumumuzda bazıları bukalemun gibi renklerini değiştirerek grupların bir bireyi haline gelebiliyorlar. Bu tehlikeli tabii. Acaba diyorum, mantarlar da bu bukalemunlar gibi renk değiştirmeye mi başladı.

Oğlum Fuat, der ki, yazılarınızda illa, az da olsa iğneleyici birkaç cümle oluyor.  Haz etmiyor böyle yazmamdan. Doğrusu ben de istemem iğnelemeyi, dolaylı da olsa zerrece incitmeyi.  Ama zarar vermek için değil sadece ve sadece uyarı için iğnelemeden de olmuyor... Küçük de olsa basit de olsa bugünün uyarıları yarınlarda sıkıntılarla, engellerle karşılaşmamak için işe yarayabilir. Tabii bu da anlayanlar için...

Eve gelince, okuldan gelen oğlum Ahmet’e, doktorun çorabımı çıkardığını ve giydirdiğini söyledim. Tabii söylerken de buğulandı gözlerim. Titredi ses tellerim. Ahmet, beni az çok tanıyor. O da benim gibi aşırı hassastır. Bunu yazarsın, dedi. Evet, yazmayı düşünüyorum. Bir doktora ve onun şahsında tüm doktorlara açık teşekkür yazısı yazsam nasıl olur? Ooo ne anladım ondan, deyiverdi. Adını da yaz. Hatta Üst makamlara yaz ve ödüllendirilmesi öner, dedi bana.

Bu an gece yarısı, saat 03.22 öğretmenlere benzettiğim doktorlara açıkça nasıl teşekkür edeceğimi düşünüyorum. Yarın, inşallah kan tahlilinin sonucunu almak için Oğlum Fuat, tekrar götürecek beni Sultan Abdülhamid Han Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne. Bir fırsat bulursam, ya da yaratabilirsem sözünü ettiğim doktor hanıma uğramayı düşünüyorum. Açık teşekkür yazısı yazmayı düşündüğümü de açık açık söyleyerek ismini yazmak için kendisinden müsaade isteyeceğim. Bana kalsa meçhul bir doktora ve şahsında tüm doktorlara deyip... Ama Ahmet’in düşüncesini de yabana atamayız.

Sabahattin GENCAL,

Çekmeköy-İstanbul, 29. 12. 2023

 

-II-

05. 12. 2023 Salı günü Sultan Abdülhamid Han Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde DUYGULU ANLAR yaşadıktan ve de yorulduktan sonra eve geldik. Yorulmaya da değdi; çünkü hem tahlil için kan verdik. Hem göz, hem de cildiye polikliniklerinde muayene oldum. Tabii enfeksiyon polikliniğindeki, öğretmene benzettiğim genç doktor hanımefendi sayesinde. O bir pusulayla görüş istemeseydi muayene olmamız imkânsızdı.

Geceyi ağrılı geçirdim. Saat üçte yazı yazmaya başladım. Başka ne yapabilirdim ki, tek oyuncağım bilgisayar. Tek oyunum da içimi boşaltmaya vesile olduğu için yazı yazmak Derler ya yazı terapidir.

Ertesi gün kan tahlil sonucunu almaya gidecektik. Genç doktor hanımefendinin ismini öğrenmeye niyet etmiştim. Ama “Evdeki pazar çarşıya uymaz.” derler ya bizim hesap da şaştı.

Göz polikliniğine uğradım ilkin. Doktor, gözümdeki enfeksiyonun çoğaldığını görünce fotoğraf çekip hocasına yolladı. Hocası da “Hemen göz servisine gelsin!” dedi. Ne oluyor, demeden hemen yatırdılar beni. Yatış işlemlerini torunum yaptı. Sağ olsun Hoca hanım hemen göğüs ve enfeksiyon servisleriyle irtibata geçti. Yeniden kan almalar, ölçmeler. Tabii serumlar... Birkaç doktor geldi. Hoca hanımın asistanları mı, yoksa enfeksiyondan gelen mi bilemiyorum. Çok geçmedi verdikleri ilaçları değiştirdiler. Ayrıca, kalıcı olduğum anlaşılınca yeni bir odaya aldılar beni.

Şimdi bunları yazmak rahat; birkaç saniyede yazıveriyor insan. Ama yaşadığımız saniyeler o anda saat oluyor. Zaman işte böyle göreli bir kavram.

Unutmadan bir şeyi yazayım. Hani, enfeksiyon polikliğindeki doktorun yanına gidecektim ya, gidemedim. Dedim ya apar topar yatırdılar beni. Bu esnada enfeksiyon bölümü hocalarıyla da irtibat kurdular. Bu durumda genç doktorun fikrini sormak olmuyor doğrusu. Çünkü hocalarının görüşleri alınıyor. Belki hocalarından da iyi biliyordur; ama yine de yakışık almıyor. Adın nedir, açık teşekkür yazacağım vb. demek için de odasına giremezdim. Ben ona ve onun gibilerine çok dua ettim. Allah (cc) böylelerinin sayılarını artırır inşallah.

Serviste yattığım bir haftada yaptığım gözlemleri şimdilik yazmayacağım. Yalnız birkaç hususu yazarak geçiştireceğim:

Beni tek kişilik bir odaya getirdiler, dedim ya. İşte orada yatağımın baş tarafındaki duvarda bir yazı vardı. Her ne kadar gözden rahatsızsam da okumaya çalıştım. “Görüşme riski yüksek hasta” Vay anasını, demek ki enfeksiyon saçıyoruz. Tersi de olabilir. Gelenlerden nem kapabiliriz. Ertesi gün yazıyı bir defa daha okuduğumda anladım ki şeşi beş görmüşüm. Hani derler ya “sağır duymaz uydurur.” Meğer yazı, “Düşme riski yüksek hasta” imiş. Düşmeyi görüşme diye görmüşüz, daha doğrusu uydurmuşuz. O anda aklıma ne geldi bilemezsiniz: Yazacağım yazıların genel başlığı: OKUNMA RİSKİ YÜKSEK YAZILAR olsun. Sağlık olursa ve Allah (cc) izin ederse bu konuyu bir kere daha düşüneceğim.

Taburcu olurken hoca hanıma ve şahsında tüm ekibine teşekkür ettim. Sağ olsun, o da bana teşekkür etti ve dedi ki EN UYUMLU HASTAMIZDIN. Ben farkında değildim. Düşündüm, neden uyumlu sıfatını kazanmış olabilirim?

Aklıma şu geldi: İki hemşire geldi; damarıma girmek için.  Uğraştılar da uğraştılar. Her seferinde “Çok ağırdı mı?” diye sorduklarında, “Hayır.” diyorum. Bir öğretmen olarak ağrıya katlanmasam bu gençler nasıl öğrenecekler? Hep dişimi sıktım. Nihayet bırakıp gittiler. Biraz sonra bir başkası geldi ve serumu takabildi. Daha önceleri de böyle sorunlar oluyordu. Benim cildim de damarım da çok ince ve hassas. Anlayacağınız benim damarıma basmak kolay değil. Bir defasında, refakatçi olan oğlum bir hemşireye az da olsa kızmıştı. Tam zamanında gelmesini söylemişti. O hemşirenin de teşekkür ederek, bir iki laf ederek gönlünü almıştım. Belki diyorum, bunlar hoca hanıma bunları söylemişlerdir. Yoksa hoca hanım nereden bilsin. Evet, oflayıp puflamadan. Bağırmadan, nara atmadan yatıverdik. Çünkü biz acıları içimize gömenlerdeniz.

Allah (cc) bütün hastalara şifa versin. Allah tüm doktorlara ve sağlık çalışanlarına sabırlar versin, güç versin. Allah onlardan razı olsun.

Sağlıklı günler dileğiyle...

Sabahattin GENCAL,

Çekmekö-İstanbul, 08. 01. 2024

 

 

 

12 Mayıs 2023 Cuma

Silikon Vadisinden Esen Yeni Özgürlük Meltemi

 

Ahmet Meral
Çekmeköy-İstanbul
10.05.2023
*

Silikon Vadisinden Esen Yeni Özgürlük Meltemi

Ne efsunkâr imişsin ah ey didar-ı hürriyet

Esiri aşkın olduk gerçi kurtulduk esaretten

(Namık Kemal)

Özgürlük çağlar boyu kitleleri harekete geçiren sihirli ve etkili bir sözcük olmuştur. Başta kölelik olmak üzere fikri, dini ve sosyal baskılara, siyasi ve ekonomik dayatmalara başkaldırı arayışı ve haykırışı daima hürriyet ya da özgürlük terimleriyle seslendirilmiştir. Perikles’in ifadesiyle, “Mutluluğun sırrı özgürlük, özgürlüğün sırrı ise yüreklilik” olmuştur.

Özgürlük yolunda insanoğlu büyük bedeller ödemiş ve ödemeye devam etmektedir. Kibrin ve güç zehirlenmesinin sembolü Nemrut’a karşı, put kıran İbrahim’in, ateşlere atılma pahasına sürdürdüğü direnişi, zihni ve bedeni köleliğe karşı öğretici bir duruştan başka bir şey değildi. İsrail oğullarını köleleştiren, soykırıma uğratan ve yurtlarından süren Firavun’a karşı Hz. Musa’nın ilahi mücadelesi, özgün bir özgürleşme mücadelesiydi. Haklı… Meşru… Onurlu, bencillikten uzak bir duruş ve asil bir dikiliş…

1789’da Fransa’da yaşayan dört milyon yeleksiz toprağa bağlı köle adına Paris’te sürdürülen arayış, 1848 işçi devrimleri temel haklar konusunda insanileşme süreçlerinin önemli kilometre taşlarını oluşturdu.

1783’de ABD İnsan Hakları Bildirgesi, Hz. Peygamberin Veda Hutbesi'ni anımsatan geniş kitlelere verilen temel hakların, nefis ve kusursuz bir metni olarak kaleme alındı. Jefferson bu bildirgenin kahramanlarındandı ve mücadelenin zorluğunu şu cümlelerle ortaya koyuyordu;

Korkak insan özgürlüğün fırtınalı denizi yerine despotluğu tercih eder.”

1917 Ekim devriminde ve 1979 İran İslam devriminde de kitleleri motive eden tılsımlı slogan özgürlükten başkası değildi.

İnsanca tavır isteği, işsizlik ve yoksulluğun faillerini cezalandırma, halka küstahça bakan despot kişi ve kurumları ortadan kaldırma gibi hedefler etrafında işçiler, kadınlar ve mazlum ve mağdur milyonlar kenetlenmişti. Bu bir özgürlük arayışıydı, emeğe saygıya davet, demokrasi, eşit temsil ve şeffaf yönetimi hedefliyordu. Oysa günümüzde ABD’deki Silikon vadisinin dijital merkezlerinden pompalanan yeni özgürlüğün başat hedefi; popüler kültürün rahatça yaşanması ve her türlü cinsel serbestinin olması.

Özgürlük kavramının içi boşaltılmak isteniyor. İster istemez şunları sormadan edemiyorum;

·       Egemen güçlerin siyasi, askeri ve ekonomik sömürüleri ortadan mı kalktı?

·       Yoksulların, mazlumların, Zencilerin, Hispaniklerin, bırakın insanca yaşamayı, hayata tutunacak kadar bile güçleri tükenmiş biçarelerin sorunları çözüm yoluna mı girdi?

Batı başkentlerinde yükselen ve bizi de etkileyen aktivist gençler keşke, Elon Musk’un, Bezos’un, Zuckerberg’in içinde yer aldığı bir avuç mütrefin (refahta şişmiş asalak) silikonist düzenine adam gibi bir tepkiyi yükseltebilse…

Özgürlüğün sadece cinsel alana sıkıştırılamayacak kadar ulvi bir kavram olduğunu, dıjital devrimlerin ardından yaşanan cinsel devrimlerin ve teşhirciliğin, egemenlerin yeni afyonu olabileceğini hesaba katabilse… Holywood’un, Silikon vadisinin dıjital baronlarına karşı esaslı bir karşı duruş sergileyebilse…

Ne yazık ki aydınlarımız, gençlerin önüne bir muhalefet etiği çıkaramamakta, hatta sanılanın aksine silikon kültür dalgasının çok yönlü savruluşunu yaşamaktadır. Bu durumun kökleri Türk aydınlanmasının zayıf yönüne ve Kemalizm’in din ve ahlakı en azından hafife alan tavrına, kuruluşun zayıf kalan manevi boşluğuna kadar uzanır.

Oysa Kemalist yapılanma, yüz yılların ihmallerini aşmada gösterdiği çabalarını, din ve ahlakla barışık bir çerçeveye oturtabilirdi. Millet lehine yapılan devrimler son derece düzeyli bir çizgide sürdürüldü. Ancak, geleneğin kahredici hurafelerine ve geriliğine karşı çıkayım derken sınırlar aşılmış, mücadele talihsiz ve gereksiz bir biçimde dinin özüne uzanmıştı. Bu durum, ilerleyen süreçte devlet politikalarını etkiledi ve de dine soğuk kuşakların yetişmesine yol açtı. Bu soğukluk ruhsuz frapan batılaşmanın, kuru ve millet değerlerinden soyutlanmış milliyetçiliğin, Batı’nın sosyal yaşamına entegre olmuş bir gençliğin oluşumuna hizmet etmiştir.

Öte yandan, Türk sağı, hamaset ve tarihe saplanma illetinden bir türlü kurtulamadı. Milliyetçi ve Muhafazakâr iktidarlar, kitabi referanslardan beslenen bir kültür hamlesi gerçekleştiremedi. Güçlü toplumun iyi yetişmiş insan unsurundan ve birleştirici bir dil sahibi olmaktan geçtiğinin önemi yeterince idrak edilemedi. Bu gün, emeğe ve kadın haklarına saygı, çevreye ve küresel iklim değişikliklerine duyarlı olma, yerinde ve güzel bir yaklaşım olduğu kadar küresel bir bilinç olarak görülmektedir.

Her çağda zincirler ve bunları parçalayan kahramanlar vardır. Ancak günümüzde kölelik soyut bir şekle bürünmüştür. Algı yöneticileri tarafından oluşturulan gönüllü zihni kölelikle karşı karşıyayız. Bu kölelik nefsin dijital yollarla teslimiyeti ve bağımlılığına, kişinin hayatın öznesi olması yerine nesnesi olmasına yol açmaktadır.

Büyük mütefekkir Nurettin Topçu; “Nelerin esiri olduğunu bilen, hürriyetin eşiğinde demektir.” diyor. Kısacası, esaret zincirini kırmak yaşamın öznesi olma bilinciyle başlayan bir süreç olacaktır.

Ahmet MERAL, (Eğitimci, Tarihçi, Yazar) 


11 Mayıs 2023 Perşembe

“Bir de Baktım ki, Demokrasiyle İlgili Yazdıklarım Siliniverdi...”

 

Hüseyin Yıldız
Çekmeköy-İstanbul
10.05.2023
*



Biz dört arkadaş, 10. 05. 2023 Çarşamba günü “fikir masası” etrafında toplandık. Hal hatır sormanın ötesinde derin mevzulardan söz ettik. Bu arada önceki oturumlarda tamamlayamadığımız demokrasi konusunu tatlıya bağlamaya çalıştık. Demokrasi konusunda sohbet biter mi? Bitmez tabi.

Bu toplantımızda hangimiz ne dedik? Sabahleyin yayınladığım blogta neye değindiğimizi az çok yazdık. (Lütfen tıklayınız) Bu arada moderatörümüz Hüseyin Yıldız Bey’in, bazı düşünür ve yazarların demokrasi ile ilgili olarak ne dediklerini defterden okuduğunu ve bu düşünceleri şöyle böyle de olsa değerlendirdiğimizi yazmıştık. Yine Hüseyin Bey’in bu sözleri daktilo edip yayınlamak üzere bana göndereceğini de yazmıştık.

Biraz önce ne oldu biliyor musunuz?

Hüseyin Yıldız Bey telefon etti bana. Demokrasi hakkında yazarların ne dediğini bir saat uğraşıdan sonra yazabildi. Sonra telefon geldi, karşı tarafla konuştu. Sonra baktı ki yazdıklarından yani demokrasiden eser yok. Evet, bir de baktım ki, demokrasiyle ilgili yazdıklarım siliniverdi...

 Bu durumda ne yapabileceğini bana sordu. Yeniden yaz, demem olmazdı tabii, biz demokrasinin fotokopisine de razıyız, dedik. Sağ olsun o da fotokopi gönderdi.

Yıldız’ın gönderdiği fotokopiden yararlanarak birkaç söz yazalım:

·       Demokratik gücün ne önünde ne arkasında herhangi bir şey yoktur.

·       Hiçbir hakikat düşüncesi, hiçbir iyi veya kötü ifadesi halk iradesini aşamaz. Bu ifade bütün değerler ifadelerinin üzerinde olduğu için sorgulanamaz. (Tage Leonard Lindbom)

·       (Demokrasi) Batılı hür dünya demokrasilerinin dayanışması ve emperyalist sistem içerisinde büyüklerin küçükleri sömürmesinden, aldatmasından başka bir şey değildir, koca bir yalandır. (Atilla İlhan)

Birkaç söz de internetten derleyelim:



·       Devlet yönetimine halkın katılımı demokrasinin temelidir. (Lyndon B. Johnson)

·       Demokrasi, bir kültür birikiminin sonucudur. (Samuel Smiles)

Demokrasi demokrasi demekle demokrasi olmaz. Ama yine de demokrasiyle ilgi sözler okumak istiyorsanız tıklayıverin. https://www.neoldu.com/demokrasi-sozleri-42956h.htm

 Ve işte fotokopilerin ikisi:



            Arkadaşımızın yazısını okuyamıyor muyuz? Biraz zorlayalım kendimizi. Göreceğimiz gibi arkadaşımız konuyu eleştirel olarak ele alıyor. Eleştirel düşünce çok gerekli. Bu suretle doğrular bulunabilir.

       Toplumumuz demokrasiyle yönetilmeye layıktır.
       Demokrasi kültürünü yaşattığımız müddetçe demokrasimizi güçlendirebiliriz.
       Hayırlı günler dileğiyle saygılar ve sevgiler...
        Sabahattin Gencal, Çekmeköy-İstanbul, 10.05. 2023

Dört Arkadaş Ne Yapıyor Dersiniz?

 

Sabahattin Gencal- Ahmet Meral-
Erdoğan Teke- Hüseyin Yıldız
Çekmeköy-İstanbul
10.05.2023
****


Çoklarının da bildiği gibi biz dört arkadaşız: Moderatörümüz Hüseyin Yıldız Bey, Ahmet Meral Bey, Erdoğan Teke Bey ve bendeniz Sabahattin Gencal...

Biz on beş günde bir, genellikle Çarşamba günleri saat 14.00’te gündemli olarak toplanırız. Gündemimizi yani sohbet konumuzu, her birimizin görüşlerini de alarak moderatörümüz belirler. Gündemi bilerek ve bunun üzerinde az çok da hazırlık yaparak toplantı mekânına geliriz.

Toplantı mekânımız her oturumda değişmekteydi. Üsküdar, Ümraniye ve Çekmeköy’deki uygun mekânlarda toplanırdık. Niyetimiz diğer ilçelere de, hatta Orhangazi’ye de gitmekti. Ancak Sabahattin Gencal’ın yani benim rahatsızlığım  yüzünden 4 oturum üst üste Çekmeköy’de yapıldı. Hepsinden Allah (cc) razı olsun. İnşallah sağlık bulursak yeni yeni mekânlarda da toplanırız.

Bir masa etrafında toplanıyoruz. Onun için bu masaya dörtlü masa diyenlerimiz de oluyor. Bendeniz de “fikir masası” diyorum; tabii fikir alışverişi yaptığımız için. Bu fikir alışverişleri açık oturumlara, panellere, münazaralara, klâsik sohbetlere, konferanslara vb. benzemiyor. Tabii kahve sohbetlerine de hiç benzemiyor. Gerçekten oturumlarımız kendine özgü bir sohbet havasında devam ediyor.

Bu fikir masasının her birimize göre ayrı ayrı bir değeri var kuşkusuz. Benim için bulunmaz bir nimet. Çünkü ben arkadaşlarım arasında çok rahat konuşabiliyorum. Önceleri de belirttiğim gibi leb demeden leblebi diyeceğimi anlayabilen kültürlü arkadaşlarım var karşımda. Örneğin, Kur’an-ı Kerim’den bir ayeti kaynak gösterecek oluyorken elimi Hüseyin Bey’e doğru kaldırıyorum. Hüseyin Bey Sure ve ayet numarasını söylüyor, Ahmet Bey’e bakıyor ve görüyorum ki o da ayeti sessizce okuyor. Bir başka sefer söylediklerime sos döküyor Erdoğan Bey. Yani engin mizah gücü ve fıkralarla hem sözlerimi tatlılaştırıyor, hem masayı havalandırıyor. Hepimiz oksijen alarak güçleniyoruz.

Fikir alışverişlerimizin özetini, siz buna tutanak da diyebilirsiniz ben yazıyorum. Daha sonra paylaşıyoruz. İnşallah bu suretle okuyucularımıza da dolaylı da olsa bir yararımız oluyor.

Şunu da ekleyelim: Ne birbirimize, ne tutanağı paylaştığımız okuyuculara ders vermeye kalkıyoruz. Çünkü hepimiz biliyoruz ki ders verilmez, ders alınır. Hepimiz bu fikir masasından bir şeyler alıyoruz: Erdoğan Bey arkadaşımız, zaman zaman söyler: Bu toplantı gününü iple çekiyorum. Ahmet Meral Bey birkaç vasıtayla geliyor, bu arada yürümesi de fazladan. Hüseyin Yıldız Bey, bir vasıtayla geliyor. Bazen de, spor olsun diye yaya geliyor. Bu arada ayak bileklerine birer kiloluk kum torbası bağlıyor, tıpkı genç sporcular gibi. Aslında o da genç, 67 yaşında. İstemeden yaş konusuna girmişken tamamlayalım. Ahmet Meral Bey de 67 yaşında. Erdoğan Bey de 79 yaşını bitirdi. Bendenizde 79’u bitirdim; onun için 80 yaşımdayım, diyorum. Erdoğan Bey niye 80 dediğimi sorgular hep. Tabii onun böyle sorgulaması normal; çünkü o, maşallah delikanlı gibi. Dökülmeyen ak saçları daima taralıdır. Kazaen bir günlük sakalla gelse hemen özür diler. Eee ne de olsa İsviçre’de kaldığı 23 yılda tüm Avrupa’yı dolaşmıştır. Burada Avrupa’yı dolaylı da olsa övmüş gibi oldum değil mi? Konuşmalarımızda ise Avrupa’nın içyüzünü defalarca ortaya döktük. Bizdeki Avrupa hayranlığının, üzülerek söyleyeceğim aşağılık hissi duymamızın nelere sebep olduğunu bir bir açıkladık... İçimden,  galiba bir şey atladım, diyordum, acaba neyi atladım, derken aklıma geldi. Arkadaşlarımızın sporcu olduklarını söylerken kendimden söz etmedim. Ben, ikametgâhımın çok yakınında olan toplantı mekânımıza bastondan da kuvvet alarak yavaş yavaş gidiyorum. Oldukça da kiloluyum. Pantemi sonrası böyle oldum. Yoksa ben haftanın birkaç günü, uzak olmasına rağmen Üsküdar’a iner, sahilde gezerdim. Dualarınız sayesinde yine gezeriz inşallah.

Önceki toplantılarımızın akşamı veya en geç ertesi günü tutanağımı yayınlamış olurdum. Çünkü toplantıda konuşulanları ana hatlarıyla not ederdim. Bu son günler gözlerimin bozukluğu da arttığı için not alamaz oldum. Arkadaşlara, yaptığınız konuşmaları yazılı olarak gönderin ki onları harmanlayarak ve de bazı paragraflarını alıntılayarak yazayım, dedim.

Erdoğan Bey, demokrasinin olmazsa olmazı, geçen oturumlarda da tespit ettiğimiz gibi ahlaktır, dedi ve Diyanet İşleri Başkanlığının hazırladığı İş Ahlakıyla ilgili bir hutbeyi okudu. Akşam da yazılı metni bana gönderdi. Ben de onu not defterinde yayınladım.

Ahmet Meral Bey de demokrasinin olmazsa olmazları arasında olan özgürlükten söz etti. Önceden yazdığı bir yazısını okudu. O yazıyı bana atacak. İnşallah onu da not defterinde yayınlarım.

Hüseyin Yıldız Bey de konuşmalarını yazıp gönderecek; ama onun işi biraz zor olacak. Çünkü birçok düşünür ve yazarın demokrasi hakkında sözlerini okumuştu. Biz de bu sözleri kendimizce değerlendirmiştik...

Toplantıda ben ne konuşmuştum? Ahmet Taner Kışlalı’nın Cumhuriyet’in 75.yıldönümü sırasında demokrasinin olması için ne gibi şartların olması gerektiği üzerinde bir yazısı vardı. O yazıdan hareketle Türkiye’mizin ekonomisi, herkesin çalışabilmesi, gelir dağılımının adaletli olması, eğitim ve kültür düzeyi vb. konular üzerinde serbestçe konuştuk. Ayrıca yanılmıyorsam Prof. Dr. Teziç’in şöyle bir sözü var: “Kavramlar hiç kimsenin tekelinde değildir.” Ayrı bir oturumda ele alınması gereken bir söz.

Türkiye’mizdeki durumu gözden geçirelim mi? Kimileri, muhtemelen anlam ve içeriğini bilmeden şeriatçılığı tekeline alır. Kimileri muhafazakârlığı. Kimileri ülkücüyüm, der. Kimileri asıl milliyetçi biziz der. Kimileri Kemalizm/Atatürkçülük der, laiklik vb.

Toplantıda anlattım kısaca bu yazımızda da belirtelim: Bendeniz elhamdülillah Müslümanım, milliyetçiyim, Atatürkçüyüm, devletin laik olmasından yanayım, demokrasiden, hukukun üstünlüğünden, sosyal adaletten yanayım. Yani bazılarının tekelleştirdiği bu güzel kavramlarla haşir neşir olmuş biriyim. Arkadaşlara söyledim, sizlere de söyleyeyim. Artık epeyce yaş aldığım ve de bir beklentim olmadığı için söylemekte bir mahzur görmüyorum. Ben Milli Eğitimin Merkez Örgütünde üst görevlerde bulunmayı hak etmiş biri olmama rağmen tayinim olmamıştır. Bazı dönemlerde, Sabahattin iyi bir arkadaştır, ama Atatürkçüdür, dediler. Dönem değişti, bu kez diğer bazı arkadaşlarım Sabahattin iyi bir arkadaştır, ama... Hulasa arada kaldım. Hatırlarsınız rahmetli Demirel başbakanlığı sırsında, arada kalan ezilir demişti. Yine son zamanlarda bir yetkili, bitaraf olan bertaraf olur, demişti. Allah’a şükür ben ne ezildim, ne bertaraf oldum. Asıl olan öğretmenliktir, dedim ve inanıyorum ki vicdan rahatlığı içinde emekli olarak köşeme çekildim.

Söz sözü açıyor, İslam'da köşeye çekilmek yoktur. Son nefesimize kadar insanlığa karınca kaderince yararlı olmak için çalışmak gerekir.

Eh işte sözde biz de kalemimizi çalıştırıyoruz. Yürekten kaleme gelenleri yazmaya çalışacağız. Bu konuda başta fikir masasındaki arkadaşlarım, çocuklarım, öğrencilerim ve tanıdıklarım beni teşvik ediyorlar, destekliyorlar. Tabii moral da veriyorlar. Pilimin henüz bitmediğini de söylüyorlar. Eskiden şarj edilebilir pil kullandığım olmuştur. Acaba kendimi de şarj edebilir miyim? Başka türlü soralım: Acaba nasıl şarj olabilirim. Allah’ın hikmeti, geçken deşarj olamıyorduk, şimdi de şarj olamıyoruz. Bu konuyu da ayrıca düşünelim emi...

İnsan kendinden söz etmemeli, kendinden söz edeni kimse sevmez, hatta okumaz bile. Ama ah bu nefsim, bakıyor ki kimse söz etmiyor, onun için beni böyle yazmak için kandırıyor. Allah (cc) affeder inşallah. Sizlerden de af diliyorum.

Bu yazıyı yazarken bir taraftan da Whatsapp’a bakıyorum ki Ahmet Beyden ve Hüseyin Bey’den gelen bir yazı var mı, diye. Ne hikmetse tez canlıyım. Neyse geldiği zaman söz sizlerle de paylaşacağım.

Emin olun, deminden beri yazıyı sonlandırmak istiyorum; ama bir türlü sonuç paragrafını veya cümlesini kuramıyorum.

Hayırlı günler dileğiyle selâm ve sevgiler. Hoşçakalın.

Sabahattin Gencal,

Çekmeköy-İstanbul, 11.05. 2023

          ______________
        Beklenmekte olanlar geldi ve tarafımdan yayınlandı:

8 Mayıs 2023 Pazartesi

Seçim Vakti Yaklaştı

 

Sabahattin Gencal


Artık seçim vakti yaklaştı. Allah (cc) izin ederse 14 Mayıs 2023’te 13. Cumhurbaşkanını ve TBMM’NİN yeni milletvekillerini seçeceğiz. Yurdumuz, milletimiz ve insanlık için hayırlı olan seçimi yaparız inşallah.

Allah bilir; ama benim son seçimim olabilir. (Aslında herkesin de son seçimi olabilir.) İlk de olsa, son da olsa çok büyük bir vebal bizleri bekliyor. Bu vebalin altında kalmamak için, açık deyişle çok büyük manevi sorumluluğumu bihakkın yerine getirebilmek için çok düşündüm. İnşallah mühür basma anına kadar da düşüneceğim.

Bu arada beni İçinizde “hayra çağıran1”, iyiliği emredip kötülükten men eden kimseler bulunursa memnuniyetle onları dinlerim. Söylenenleri de objektif olarak düşünürüm, analiz ederim. Örneğin;

Oyunuzu adil, liyakatli, emanetlere hıyanet etmeyen, istişareden yana olan, doğru dürüst olan, yalan söylemeyen, devlet malına göz dikmeyen, barış içinde, huzurlu ve kardeşçe yaşamayı sağlayabilecek olan, savunmamızı güçlendirerek Atatürk’ün dediği gibi “yurtta sulh, cihanda sulh” sağlayabilecek, kalkınma ve refah düzeyini, adil gelir dağılımını sağlayabilecek olan, demokrasiden, laiklikten ve sosyal hukuk devletinden yana olan, hukukun üstünlüğünü sağlayabilecek ve insan onurunu koruyabilecek olan vb. meziyetleri olanlara verin, denirse memnun olurum; ancak son kararı ben veririm. Başka deyişle bana, bu kişiye, şu partiye, o ittifaka mühür bas demeyiniz. Böyle bir emir olmaz; ama olursa bu cüz-i irademe2 karışmak demektir ki bunu kimse tasvip etmez. Öyle ya, Allah (cc) bile cüz-i irademe karışmazken... Tabii herkes haddini bilir.

Bu arada ne olduğunu ve nasıl olduğunu bilemediğin algı operasyonları olabilir. Bundan daha vahimi bilincimi ele geçirebilirler. Teknolojinin ilerlediği bu dönemde olmaz, olmaz. Benzetmelerle açıklamaya çalışalım:

Dimağımda bir fidan yeşeriyor ki büyüyünce ağaç olacak ve düşünce meyveleri verebilecek. Birileri bu fidanı dozer gibi eziyor ve yerine çok büyük saksılar içinde meyve vermeye durmuş ağaç yerleştiriyor. Aaa, ben onun bunun düşüncelerini kendi düşüncem gibi ileri sürüyormuşum. (Bir bu benzetme bana aittir. İki benzetmede/teşbihte hata olmaz. Üç, geçenlerde bir yerlerde okumuştum. ABD’de bazı siyahilerin şuurları beyaz gibi çalıştırılıyormuş.) Ya ya, bu kölelikten beter bir zihni kölelik. Onun için; aman ezberci olmayın, aman aşağılık hissi duyup taklitçi olmayın, aman kültürünüzü koruyun, aman eleştirel akla3 önem verin, aman kendiniz olun falan filan denmiyor mu?

Uzatmayalım seçimlerde kendim olarak oy kullanmaya çalışacağım.

Bu arada şunu da ekleyelim: İnsan en güzel biçimde4 ve halife5 olma potansiyeliyle yaratılmıştır ki inşallah bizler de öyleyizdir. Kendimizi gerçekleştirerek ve bu imtihan dünyasından görevlerini yerine getirmenin huzuru ile Ahirete intikal ederiz inşallah.

Son söz olarak insanlarımızın her birini kendilerini gerçekleştirebilecek insanca bir düzen kurabilme düşüncesine ve yeteneğine bağlı olanlara oy vermeyi düşünüyorum. Bunlar kim olabilir? Yukarıda belirttiğim gibi oyu atma gününe kadar düşüneceğim. Ama oy gizli olduğu için kimseye söylemeyeceğim.

Oy vereceğim kişiyi, partiyi veya ittifakı söylersen bu yazımın okunurluğu 15 Mayıs’ta biter; Ama bu haliyle uzun seneler devam eder. Şayet bu yazımızı o zamanlarda da yani gelecek seçimlerde de okuyan olursa, rahmetli böyle düşünüyordu, der. Hepimiz duaya muhtacız. Hayırlı günler dileğiyle...

Sabahattin Gencal,

Çekmeköy-İstanbul, 08.05.2023

____________________________

1. Kur’an-ı Kerim’in Âl-i İmran suresinin 104’üncü ayeti mealen şöyle:

“İçinizde hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten men eden bir “ümmet” bulunsun; işte kurtuluşa erenler onlardır!”

2. İhtiyari kader, bizim kendi irademizi ve tercihimizi kullanarak seçtiklerimiz ile ilgili olan kaderdir ki, burada sorumluluğumuz başlar. İşte insanda olan bu seçme ve tercih etme kabiliyetine İslami ıstılahta cüz’i ihtiyar denilmiştir. Cüz’i ihtiyar, Allah tarafından insana verilen, dilediğini seçme yeteneği ve serbestliğidir. İnsanın serbest tercih yapabilen iradesine de cüz’i irade ismi verilmiştir. Cüz’i denmesinin nedeni, Allah’ın iradesinin “külli irade“ olmasıdır. Kul tercih eder ama yaratamaz. Allah, kulun kendi cüz’i olan tercihi ile seçtiğini, külli iradesi ile yaratır. 

https://www.zaferdergisi.com/makale/10333-tercih-etmek-ve-yaratmak.

3. (...) Biz ise hâlâ eleştiriyi ‘kötüleme’, hatta küfür sanıyoruz. Halbuki evrenin, tarihin ve hayatın karmaşık olgularını zihnimizin içindeki şablonlara uydurmaya çalışan iskolastik akıl geçmişte kaldı. Evrenin, tarihin ve hayatın karmaşık olgularını anlamak için bunlara objektif bakan, irdeleyen “eleştirel akıl” dört yüz yıldır gelişmenin, güçlenmenin, refahın ve hürriyetin anahtarıdır.

Taha Akyol, 07.05.2023 tarihli Karar Gazetesi köşe yazısından

4. '' Şüphesiz biz insanı en güzel biçimde yaratmışızdır.” (Tin, 95/4.)

5. Hani rabbin meleklere, “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım” demişti. Onlar, “Biz seni övgü ile tesbih ederken ve senin kutsallığını dile getirip dururken orada fesat çıkaracak ve kan dökecek birini mi yaratacaksın?” dediler. Allah “Şüphe yok ki, ben sizin bilmediklerinizi bilirim” buyurdu. (Bakara, 2/30)


5 Mayıs 2023 Cuma

(Neredeeen Nereye...

 

Prof. Dr. Zeki ARIKAN
(1944-2021)
Tarihçi
*

(Türkiye’de Herkes 

Kendi Mevkii ve İstikbalinin Banisi (Kurucusu) Mudur?)

(...)

Kul sisteminin en ayrıntılı ve kusursuz bir övgüsünü İmparator Ferdinand’ın Kanuni Sultan Süleyman nezdindeki elçisi Busbecq yapmaktadır:

Bu koca mecliste hiçbir adam yoktur ki, haiz olduğu mevkii ve rütbeyi kendi şahsi liyakat ve cesaretine borçlu bulunmasın.

Hiç kimse sırf filanın neslinden gelmiş olmak dolayısıyla diğerlerinden mümtaz bir mevkie çıkamaz.

Her adama uhdesindeki vazife ve memuriyete göre hürmet edilir. Bundan dolayı burada merasimde tefevvuk kavgası yoktur.

Herkesin ifa ettiği vazifeye göre tayin edilmiş bir mevkii vardır.

Herkese bizzat sultan vazife ve memuriyetlerini tevcih eder. Bunu yaparken

·                  ne zenginliğe ehemmiyet verir,

·                  ne hoş rica ve dâvalara.

·                  Bir namzedin haiz olabileceği nüfuz ve şöhreti hiç düşünmez.

·                  Yalnız liyakata bakar,

·                  seciye arar,

·                  fıtri kabiliyet ve istidadı düşünür.

İşte bu suretle her adam istihkakına göre mükâfat görüyor.

Memuriyetlerin başında o vazifeleri görmeye hâdim kimseler bulunuyor.

Türkiye’de herkes kendi mevkii ve istikbalinin banisidir. Sultanın hükmü altında en yüksek mevkilere çıkmış olanlar çok kere çobanlıktan yetişmişlerdir. Bunlar böyle, küçük mevkiden doğmuş olmaktan utanmak şöyle dursun, bilakis bunu bir iftihar neticesi telakki ederler1

Prof. Dr. Zeki ARIKAN, 

Ege Üniversitesi Tarih Bölümü Başkanı

(Milli Egemenlik ve Demokrasi Kurultayı, TBMM 75.Yılı, TBMM Kültür, Sanat ve Yayın Kurulu Yayınları No: 77, TBMM – Ankara, 20 -21 Nisan 1995)

______________

1. Busbecq, Türk Mektupları (Çev. Hüseyin Cahit Yalçın), İstanbul, 1939, 82

Not: Genel başlık ve parantez içindeki başlık S. Gencal tarafından konmuştur.


 

Paylaşmak güzeldir.