3 Mart 2023 Cuma

Türkiye Cumhuriyeti'nin Dünü ve Bugünü

 

Ahmet Meral, Hüseyin Yıldız,
Sabahattin Gencal, Erdoğan Teke
Çekmeköy-İstanbul
01. 03. 2023
****


Biz dört arkadaş 01. 03. 2023 Çarşamba günü fikir masamızda yerimizi aldık.

Sohbet konumuzu önce “Türkiye Cumhuriyeti’nin öncesi ve sonrası” olarak belirlemiştik. İki tarafı da açık uçlu bir konu değil mi? Türkiye Cumhuriyeti öncesine gidersek taa Mete Han’a (M.Ö. 234 - M.Ö. 174) kadar gideriz. Belki de Mete’nin babası Teoman Han’a kadar. Belki de daha da öncelere...

Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığının forsunda yazılı Osmanlı İmparatorluğu’dan (M.S. 1299-1922) Büyük Hun İmparatorluğu’ğuna (M.Ö. 204-M.S. 216) kadar sayılan 16 devleti de saymak zorunda kalırız. (Bkz. ) Bazılarımızın aklına sayısı 300’e yakın olduğu söylenen Tarihi Türk devletleri, konfederasyonları ve hanedanları (Bkz.  Tarihi Türk devletleri, konfederasyonları ve hanedanları ) gelebilir.


Aslında böylece tarihi bilgilerimizi tazelemiş ve Türk bilincini geliştirmiş olurduk; ama bütün bu müfredatı sohbetlerimizde işlemeye ömür yetmez. Onun için konuya bir sınırlama getirdik: Konumuz; Türkiye Cumhuriyeti’nin dünü ve bugünü. Yine aynı şeyi mi söyledik? Hayır. Bugün derken Cumhuriyetimizin 100. Yılını kastediyoruz, değil mi? Peki, 100 yıl geriden alalım. Yani 1823’den bugüne... Ondan öncesine önceki gün, daha öncesi gün deriz.

Türkiye Cumhuriyeti’nin dünü ve bugünü de açık uçlu. Bin bir alt başlığı olabilir. Siyasi, ekonomik, eğitim, kültür, hukuk alanlarında, şu alan bu alan derken hiçbir alanı doğru dürüst ele alacak vaktimiz kalmaz. Sadece ara başlıklarını sayarız. Gerçi bu da yararlı olabilir. En azından kulak dolgunluğu olur. Başka? İnsan birazcık da düşünebilir. Örneğin; Cumhuriyet kurulmadan önce devleti kim yönetiyordu. Ya kurulduktan sonraki yönetim şekli? Belki günümüzü de hatırlayıveririz. Konuyu çok sınırlamak da doğru olmasa gerek; öyle ya biz fikir masamızda ders vermiyoruz. Tebliğ sunmuyoruz. Sohbet ediyoruz. Ama faklı sohbetler... Tadı daima damağımızda yani beynimizde kalan sohbetler.


           *

Moderatörümüz çay ve yemek faslından sonra sohbeti başlattı. Böyle başlama vuruşları da önemli. Dikkat edersek bazı kuralları da dolaylı biçimde hatırlatıyor. Biz kuralları her zaman uyduk, uyarız da. Başka türlüsü aklımızın ucundan geçmez. Her zaman, her yerde, her durumda “toplum standartlarına” uymak şiarımız olmuştur.

Moderatörümüz Hüseyin Yıldız Bey, özetle şunları söyledi. Daha doğrusu bu konulara dikkat çekti:

Türkiye Cumhuriyeti’nin dünü ve bugünü konusunu işlemek elbette ki çok önemli. Ancak önemli olduğu kadar netameli bir konu. (netameli: 1. gizli bir tehlikesi olduğu sanılan, tekin olmayan. 2. başına sık sık kaza gelen.) Açık deyişle söylemezsek olmaz, söylesek olmaz. Tabii biz olmaz olmaz deyip susacak değiliz. Burada bir tespit için bunu söyledim. Bu durum başka türlü de belirtilebilirdi. Örneğin toplumumuzdaki tarih anlayışı, daha doğrusu anlayışsızlığı: Bazılarınca tarih bir övgüler kitabı oluyor, bazılarınca da sövgüler kitabı. Bazı sözde tarihçilerde de bu yanlış bulduğum anlayış içinde. Konuya girmeden önce bu konuda örnekler sunmakta fayda görüyorum:

“Çağ açıp çağ kapatan”, “Yedi cihana hükmeden” ve Osmanlı İmparatorluğunu zirveye taşıyan ve kendisi hakkında buna benzer övgüler dizeceğimiz Fatih Sultan Mehmet’in bir de Kanunnamesi var: Fatih Kanunnamesinde, Nizâm-ı Âlem için kardeş katli meselesi ile ilgili madde; ‘‘Ve her kimseye evlâtlarımdan saltanat müyesser ola, Nizâm-ı Âlem için karındaşların katl eylemek münasiptir. Ekser ûlema dahi tecviz etmiştir. Anunla âmil olalar.’’ Bu maddeye dayanarak öldürülenler, çok üzücü değil mi, bebekler bile... (...) Hangi ulema buna ne gerekçe açıklarsa açıklasın şahsen buna karşıyım. Dün, bugün veya yarınlarda hiç fark etmez haksız yere bir insanın ölümüne sebep olanlara karşıyım.

Tabii hatalar olabilir. İnsan beşerdir. Hatta ismet sıfatı olan Peygamberler bile eksiksiz değildir. Daha doğrusu beşer icabı eksikliği görülünce Allah (cc) tarafından uyarı alarak ismet sıfatına bir halel gelmemiş oluyor. (Hz. Peygamber Efendimize Yapılan İlahi İkazlarlar için bakınız )

Uzatmayalım, ben doğru bildiğim düşüncemi samimi olarak söylerim. Bundan önce söyledim. Bundan sonra da söyleyeceğim. Bu konuda birçokları bana küstü. Sonradan beni anladılar, şimdilerde çay kahve içmeye davet ediyorlar ama gitmiyorum. Çünkü ben aynı benim doğru bildiğimi samimi olarak söylerim. Sözü şuraya götürüyorum; Atatürk ve arkadaşlarının çok zor şartlar altında cepheden cepheye koşmaları, Kurtuluş Savaşı verip TBMM açmaları, Cumhuriyeti ilan etmeleri ve de milletin refahını sağlamak için bütün yaptıkları elbette takdire şayandır. Bu arada Cumhuriyetin İslam’a uygun bir idare biçimi olduğunu da söyleyelim.  Birçok hususu takdir ettiğimiz gibi elbette benimseyemeyeceğiz hususlar da olabilir. Örneğin;

İstiklâl Marşımızın şairi, I. Mecliste mebus seçilen, Vaaz ve şiirleriyle Kurtuluşa manevi destek sağlayan Mehmet Akif Ersoy’un II. Meclise girememesi, o bir şey değil maaş bile alamaması, çocuklarının nafakasını kazanmak için Mısır’a gitmek zorunda kalması tasvip edilemez. Bunlar bir yana bir zamanlar içinde bulunduğu istihbarat tarafından takip edilmesi vb. Ayrıntılı bilgi için (bakınız) 

Musa Anter, yine Kürtçe Yazısından dolayı kendisini yargılayan hakime: “Sayın hakim; Kürt olmayı ben seçmedim,  gücünüz yetiyorsa beni Kürt olarak yaratanı yargılayın,” cevabını vermesi düşündürücüdür. Böyle daha birçok örnek verilebilir. Niye bu örnekleri veriyoruz? Her türlü hadiselerde aklımızı kullanmak için. Akıl kavramı bağ kurmaktan gelir.


Moderatör Hüseyin Yıldız Bey sözü Erdoğan Teke Bey’e verdi. E. Teke Bey, çalışmasını her zamanki gibi yazılı metinden sundu:

Osmanlı İmparatorluğu kronolojisinden (1299-1924), başka deyişle Kuruluştan yani 1299 - Söğüt'te Osmanlı'nın Osman Gazi tarafından kurulmasından 1924 - Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin kararıyla Osmanlı Hanedanı elindeki İslam hilâfetinin kaldırılması ve hanedanın Türkiye'den sürgün edilmesine hükmedilmesi (3 Mart) tarihine kadar ki zaman sürecinden söz etmeyeceğiz. Bunu sadece hatırlatmış oluyoruz. (Ayrıntılı bilgi için bakınız:)

Erdoğan Bey, Cumhuriyetin ilanından biraz öncesinde Saltanat’ın kaldırılması konusunda yol arkadaşlarının tavırları üzerinde kısaca durdu ve Rauf Orbay’ın sözlerine dikkati çekti:

“Mustafa Kemal Paşa, Nutuk’ta Rauf Bey’in isteği ile gerçekleşen, Ali Fuat ve Refet Paşaların da katıldığı bir görüşmeden bahsetmektedir. Başkomutanlık Kanunu’nun bir kez daha uzatılacağı 20 Temmuz 1922 tarihinin bir gün öncesinde, Refet Paşa’nın Keçiören’deki evinde gerçekleşen ve sabaha kadar süren bu görüşme sırasında Mustafa Kemal Paşa, Rauf Bey ile Refet Paşa’nın hilafet ve saltanata taraftar oldukları yönündeki düşüncelerini kendisine açıkça ifade ettiklerini söylemektedir. Rauf Bey, Mustafa Kemal Paşa’ya saltanat ve hilafete bağlı olduğunu, babası padişahın ekmeği ile yetiştiğinden kanında bu nimetin zerrelerinin olduğunu, nankör olmadığını ve olamayacağını, ayrıca padişaha sadakat borcu olduğunu söylemişti. Halifeye bağlılığının ise terbiyesi gereği olduğunu söyleyen Rauf Bey, genel durumun ancak hilafet ve saltanat makamı tarafından tutulabileceğini, bu makamın kaldırılarak yerine yeni bir makam getirilmesinin felakete yol açacağını ifade etmişti. Mustafa Kemal Paşa bu noktada Refet Paşa’nın fikrini de öğrenmek istemiş, kendisinden Rauf Bey’in düşüncelerine katıldığı, saltanat ve hilafet dışında bir yönetim şeklinin söz konusu olamayacağı cevabını almıştı. Bir diğer yol arkadaşı Ali Fuat Paşa ise Moskova’dan henüz dönmüş olduğunu, bununla beraber genel durum ve düşünceleri inceleme noktasında yeterli vakit bulamadığını belirterek net bir cevap vermemişti (Atatürk, 1997:454-455)” (Bkz.)

Erdoğan Bey Cumhuriyetin ilanı ve sonrasındaki gelişmelere kısaca değindi. (Bakınız: )

Cumhuriyete giden yolu kısaca açıklayan Erdoğan Bey, Cumhuriyetten sonra yapılanlar üzerinde durdu.  Osmanlı’dan sadece 4 fabrika alan Türkiye Cumhuriyeti, milli bir anlayışla yürüttüğü ekonomik kalkınma çalışmaları sonucunda 46 fabrika kurduğunu belirtti. (Ayrıntılı bilgi için (bakınız)  

Bu arada  İlk Türk Uçağı: “Nud 36”’dan da söz etti. (Bkz.)

Birçok fabrikada ve kuruluşta Atatürk’ün “Her fabrika bir kaledir.” Sözünün yazılı olduğunu belirttikten sonra Fabrika satılırsa vatan satılır, diyerek hatırlatmalarda bulundu. Bu arada, bütün bunları yapmak için parayı nereden bulduklarını merak ettiğini de ekledi.

Yine ilk cumhurbaşkanından son cumhurbaşkanına kadar cumhurbaşkanlarının adlarını ve ne kadar cumhurbaşkanlığı yaptıklarını söyledi. (Bakınız )

Erdoğan Bey, insanlarımızdan övgüyle söz ederek, sade insanlar idarecilerden daha akıllı, diyerek sözünü bitirdi.

*

Moderatör Hüseyin Yıldız Bey, Osmanlı’nın miadının dolmuş olduğunu, Cumhuriyetin en iyi idare şekli olduğunu belirterek Sabahattin Bey’e söz verdi.

Gencal, gündem dışı bir konuşma yapmak için izin istedi. Herkes kabul ettikten sonra söze başladı:

Değerli Arkadaşlarım,

İnanıyorum ki her birimiz bu sohbet grubumuzu önemsiyoruz. Ama inanın ki ben daha çok önemsiyorum. Çünkü bu anda siz kıymetli arkadaşlarımdan başka kimseyle sohbet yapma imkânım yok.

Sohbet grubumuzu önemsediğim için her toplantıya, şahit olduğunuz gibi ön hazırlıklı olarak geldim. Karınca kadarınca fikirlerimizi paylaştık. Bu toplantıya da hazırlıklı geldim sayılır. Ama fikirlerimi paylaşamayacağım için üzgünüm. Bunun nedenini de kısaca açıklayayım:

Önce hazırlığımdan söz edeyim, malum konumuz “Türkiye Cumhuriyeti’nin öncesi ve sonrası”dır. Tabii bu açık uçlu, genel, sınırlanmamış bir konu. Sınırlarsak bin bir madde çıkabilir. “Bin bir” birçok anlamı veren bir ifadedir. Yani bu on da olabilir, yüz de. Bin de olabilir yüz bin de...

Ben, Google ‘u taradım.  Vikipedi, özgür ansiklopedi ’den Türkiye'de Cumhuriyeti’nin İlanı başlıklı yazıyı seçtim. Çünkü başka yazılara atıf linkleri çok fazlaydı. Bunlarla da yetinmedim Atatürk ve Devrimleri ağırlıklı yazıların linklerine yer verdim. (Bakınız)

Yaptığımız sadece gösterme. Bu yazıların tümünü beğendiğim söylenemez. Beğenme işi ayrı bir konu.

Bu konudaki düşüncelerimi özgür bir yurttaş olarak serbestçe belirtmemde elbette bir sakınca yoktur. İnanıyorum ki her birimiz katılmazsak da fikirlerin söylenmesinde yarar görürüz. Yine inanıyorum ki her birimiz hoşgörülüyüz. Ama benim durumum biraz farklı. Bunu da, bilmenize rağmen açıklayayım:

Ben doktorlar tarafından Anksiyete (Kaygı bozukluğu) teşhisi konulmuş bir hastayım. Buna bilmem vesvese diyebilir miyiz? Çocuklarıma bazen, yanlış bir şey söylemişsem “yok say”ın derim. Siz değerli arkadaşlarıma da aynı şekilde, yanlış söylemişsem yok sayın, derdim, ama zaman kaybolur. Zaman her şeyden kıymetli. Sözü daha fazla dolaştırmayayım.

Konumuzla ilgili bilgileri tazeledikten sonra dönüp günümüze baktım. Vah, ne gördüm biliyor musunuz? Bugün özellikle iktidar çevrelerinin sözleriyle hareketleri birbirine uymuyor. Ayrıca Atatürk’ün ilke ve inkılapları yozlaştırılmaktadır. Önce, böyle yuvarlak konuşmak olmaz örneklendireyim diye düşündüm.  Karşılaştırma yaptım da... Durumu hiç de iyi görmeyince dedim ki kendi kendime, Evladım, Sabahattinciğim, Kusura bakma, anksiyeteli olduğunu da unutma. Bu konularda konuşma. Zaten okunmuyorsun, yazı da yazma. Yazılı ve sözlü medyayı da takip etme. Bilgisayar senin neyine.  Hem bir tarih bir laz atasözünü tekrarlamıyor muydun: “Paktun olmayi pakmayacaksun.”

Tam böyle düşünürken ne oldu biliyor musunuz?

Facebook hesabım, kesin olarak kapatıldı. Kapatılmasından çok gerekçesi koyuyor insana “Toplum standartlarına uymadığım için.” Ta küçüklükten beri ahlak ve erdemle donanmaya çalışmış, milli ve manevi değerlere göre davranmayı bir ilke gibi benimsemiş bir kişi olarak üzüldüm doğrusu...

Bundan böyle bu son çeyrek asır hakkında olumlu veya olumsuz bir kanaatta bulunmayacağım...

.

Gencal’ın bu sözleri çok değişik hava yarattı. Gencal’ı samimi olarak övdüler ve hesabına giriş yapılarak paylaşım yapılacağı ihtimali üzerinde durdular. Başka hiçbir şekilde hesabın kapatılamayacağı üzerinde durdular. Bu arada bulanıklaşan havayı dağıtmak için Erdoğan Teke Bey mizah kültürünü ortaya koydu:

VURDİ, VURDİ, VURULDİ

Trakyalı bir asker arkadaşı, Temel’i memleketinde ziyarete gider. Birkaç gün yerler içerler, gezerler  dolaşırlar, askerlik günlerini yad ederler. Bir gün de, Temel’in ölmüşlerini ziyaret için köy kabristanına giderler. Bazı –erkek- mezar taşlarındaki kabartma tabanca bıçak resimleri misafirin dikkatini çeker; kiminde bir tabanca bir bıçak, kiminde iki tabanca bir bıçak, kiminde de daha fazla sayıda tabanca ve –hemen hepsinde- bir bıçak… Merak edip sorduğunda, Temel izah eder;

 “-Tabança vurduği adam sayusunin işaretidur, biçak da ‘vurilarak öldürulduğuna’ işarettur… Yani, senun anlayacağun, şu bir tabança bir biçak; ‘vurdi sonra vuruldi’, iki tabança bir biçak; ‘vurdi vurdi vuruldi’ demektur…” der. O arada yakınlarındaki bir mezar taşında, meftanın sadece adının soyadının yazılı olduğunu gören misafir;

         “- Bunda da hiç resim yok?” deyince Temel;

         “-Ha o mi? O ne vurdi ne vuruldi, poki pokina yatayı...” der.

.

 Herkes kıssadan hisse çıkardı; ama yine de Erdoğan Bey açıklama yaptı: Bütün yazılarınızı okuyorum Yirmi defa özür dileyerek yazıyorsun. Hiç kimseyi vurmuyorsun...”

Bu bakımdan toplum standartlarına aykırısın demeye getirdi. Moderatör Hüseyin Yıldız da başta, “İroni yapmasınlar”  demişti. Ne ironisi kesinlikle hesap kapatıldı. Ahmet Bey de, daha önce söylediklerini tekrarladı. Yazdıklarınızdan dolayı bu asla olamaz. Mutlaka birilerinin, sizin göremeyeceğiniz bir yazı yazması veya paylaşım yapması sonucu olmuştur, dedi ve hemen yeni bir hesap açılmasını tavsiye etti. Erdoğan Bey de yeni hesabın gecikmeden açılmasını istedi.

Gündem dışı dedik; ama bu hadise gündemin püf noktası gibi...


Hava duruldu, sis dağıldı; ama Ahmet Meral Bey’e, konuşmak için fazla zaman kalmadı. Meral Bey, İstanbul Kültürünü Koruma Derneği’nde sunacağı bildiriyi sunacaktı. İnşallah bir sonraki toplantıda burada da konuşuruz diyerek sadece konu başlığı ve yan başlığını hatırlattı:

Türkiye’nin Modern Devlet Anlayışları (1822’den 1839’a kadar Avrupa’ya moderleşme arayışları için 40 heyet gidiyor)

Modernleşmenin Sacayakları (Rönesans, Sanayi İnkılabı, Fransız Devriminin etkileri, Tanzimat’ın getirdikleri vb.

...

Meral, hiçbir konuda kötümser olmamak gerektiği üzerinde durdu. Yazılımcı genç bir gurubun yazdıkları bir oyunu bir milyon dolara sattıklarından bahisle her şeyin iyi olacağından söz etti.

Ahmet Bey’in verdiği morali ciğerimize çekerken Hüseyin Yıldız Bey toplantıyı iyi dileklerle kapattı.

Sabahattin Gencal,

Çekmeköy- İstanbul, 02. 03. 2023

 

 


Paylaşmak güzeldir.