Ahmet Meral, Hüseyin Yıldız, Sabahattin Gencal, Erdoğan Teke Çekmeköy-İstanbul 01. 03. 2023 **** |
Biz dört arkadaş 01. 03. 2023
Çarşamba günü fikir masamızda yerimizi aldık.
Sohbet konumuzu önce “Türkiye Cumhuriyeti’nin öncesi ve sonrası” olarak belirlemiştik. İki tarafı da açık uçlu bir konu değil mi? Türkiye Cumhuriyeti öncesine gidersek taa Mete Han’a (M.Ö. 234 - M.Ö. 174) kadar gideriz. Belki de Mete’nin babası Teoman Han’a kadar. Belki de daha da öncelere...
Türkiye Cumhuriyeti
Cumhurbaşkanlığının forsunda yazılı Osmanlı İmparatorluğu’dan (M.S. 1299-1922)
Büyük Hun İmparatorluğu’ğuna (M.Ö. 204-M.S. 216) kadar sayılan 16 devleti de
saymak zorunda kalırız. (Bkz. ) Bazılarımızın aklına sayısı 300’e yakın
olduğu söylenen Tarihi Türk devletleri, konfederasyonları ve hanedanları
(Bkz. Tarihi Türk devletleri,
konfederasyonları ve hanedanları ) gelebilir.
Aslında böylece tarihi bilgilerimizi
tazelemiş ve Türk bilincini geliştirmiş olurduk; ama bütün bu müfredatı
sohbetlerimizde işlemeye ömür yetmez. Onun için konuya bir sınırlama getirdik:
Konumuz; Türkiye Cumhuriyeti’nin dünü ve bugünü. Yine aynı şeyi mi söyledik?
Hayır. Bugün derken Cumhuriyetimizin 100. Yılını kastediyoruz, değil mi? Peki,
100 yıl geriden alalım. Yani 1823’den bugüne... Ondan öncesine önceki gün, daha
öncesi gün deriz.
Türkiye Cumhuriyeti’nin dünü ve
bugünü de açık uçlu. Bin bir alt başlığı olabilir. Siyasi, ekonomik, eğitim,
kültür, hukuk alanlarında, şu alan bu alan derken hiçbir alanı doğru dürüst ele
alacak vaktimiz kalmaz. Sadece ara başlıklarını sayarız. Gerçi bu da yararlı
olabilir. En azından kulak dolgunluğu olur. Başka? İnsan birazcık da
düşünebilir. Örneğin; Cumhuriyet kurulmadan önce devleti kim yönetiyordu. Ya kurulduktan
sonraki yönetim şekli? Belki günümüzü de hatırlayıveririz. Konuyu çok
sınırlamak da doğru olmasa gerek; öyle ya biz fikir masamızda ders vermiyoruz.
Tebliğ sunmuyoruz. Sohbet ediyoruz. Ama faklı sohbetler... Tadı daima
damağımızda yani beynimizde kalan sohbetler.
Moderatörümüz çay ve yemek faslından
sonra sohbeti başlattı. Böyle başlama vuruşları da önemli. Dikkat edersek bazı
kuralları da dolaylı biçimde hatırlatıyor. Biz kuralları her zaman uyduk,
uyarız da. Başka türlüsü aklımızın ucundan geçmez. Her zaman, her yerde, her
durumda “toplum standartlarına” uymak şiarımız olmuştur.
Moderatörümüz Hüseyin Yıldız Bey,
özetle şunları söyledi. Daha doğrusu bu konulara dikkat çekti:
Türkiye Cumhuriyeti’nin dünü ve
bugünü konusunu işlemek elbette ki çok önemli. Ancak önemli olduğu kadar
netameli bir konu. (netameli: 1. gizli bir tehlikesi olduğu sanılan, tekin
olmayan. 2. başına sık sık kaza gelen.) Açık deyişle söylemezsek olmaz,
söylesek olmaz. Tabii biz olmaz olmaz deyip susacak değiliz. Burada bir tespit
için bunu söyledim. Bu durum başka türlü de belirtilebilirdi. Örneğin
toplumumuzdaki tarih anlayışı, daha doğrusu anlayışsızlığı: Bazılarınca tarih
bir övgüler kitabı oluyor, bazılarınca da sövgüler kitabı. Bazı sözde
tarihçilerde de bu yanlış bulduğum anlayış içinde. Konuya girmeden önce bu
konuda örnekler sunmakta fayda görüyorum:
“Çağ açıp çağ kapatan”, “Yedi cihana
hükmeden” ve Osmanlı İmparatorluğunu zirveye taşıyan ve kendisi hakkında buna
benzer övgüler dizeceğimiz Fatih Sultan Mehmet’in bir de Kanunnamesi var: Fatih
Kanunnamesinde, Nizâm-ı Âlem için kardeş katli meselesi ile ilgili madde; ‘‘Ve
her kimseye evlâtlarımdan saltanat müyesser ola, Nizâm-ı Âlem için
karındaşların katl eylemek münasiptir. Ekser ûlema dahi tecviz etmiştir. Anunla
âmil olalar.’’ Bu maddeye dayanarak öldürülenler, çok üzücü değil mi, bebekler
bile... (...) Hangi ulema buna ne gerekçe açıklarsa açıklasın şahsen buna
karşıyım. Dün, bugün veya yarınlarda hiç fark etmez haksız yere bir insanın
ölümüne sebep olanlara karşıyım.
Tabii hatalar olabilir. İnsan
beşerdir. Hatta ismet sıfatı olan Peygamberler bile eksiksiz değildir. Daha
doğrusu beşer icabı eksikliği görülünce Allah (cc) tarafından uyarı alarak
ismet sıfatına bir halel gelmemiş oluyor. (Hz. Peygamber Efendimize Yapılan
İlahi İkazlarlar için bakınız )
Uzatmayalım, ben doğru bildiğim
düşüncemi samimi olarak söylerim. Bundan önce söyledim. Bundan sonra da
söyleyeceğim. Bu konuda birçokları bana küstü. Sonradan beni anladılar,
şimdilerde çay kahve içmeye davet ediyorlar ama gitmiyorum. Çünkü ben aynı
benim doğru bildiğimi samimi olarak söylerim. Sözü şuraya götürüyorum; Atatürk
ve arkadaşlarının çok zor şartlar altında cepheden cepheye koşmaları, Kurtuluş
Savaşı verip TBMM açmaları, Cumhuriyeti ilan etmeleri ve de milletin refahını
sağlamak için bütün yaptıkları elbette takdire şayandır. Bu arada Cumhuriyetin İslam’a
uygun bir idare biçimi olduğunu da söyleyelim.
Birçok hususu takdir ettiğimiz gibi elbette benimseyemeyeceğiz hususlar
da olabilir. Örneğin;
İstiklâl Marşımızın şairi, I.
Mecliste mebus seçilen, Vaaz ve şiirleriyle Kurtuluşa manevi destek sağlayan
Mehmet Akif Ersoy’un II. Meclise girememesi, o bir şey değil maaş bile
alamaması, çocuklarının nafakasını kazanmak için Mısır’a gitmek zorunda kalması
tasvip edilemez. Bunlar bir yana bir zamanlar içinde bulunduğu istihbarat
tarafından takip edilmesi vb. Ayrıntılı bilgi için (bakınız)
Musa Anter, yine Kürtçe Yazısından
dolayı kendisini yargılayan hakime: “Sayın hakim; Kürt olmayı ben
seçmedim, gücünüz yetiyorsa beni Kürt
olarak yaratanı yargılayın,” cevabını vermesi düşündürücüdür. Böyle daha birçok
örnek verilebilir. Niye bu örnekleri veriyoruz? Her türlü hadiselerde aklımızı
kullanmak için. Akıl kavramı bağ kurmaktan gelir.
Moderatör Hüseyin Yıldız Bey sözü Erdoğan Teke Bey’e verdi. E. Teke Bey, çalışmasını her zamanki gibi yazılı metinden sundu:
Osmanlı İmparatorluğu kronolojisinden
(1299-1924), başka deyişle Kuruluştan yani 1299 - Söğüt'te Osmanlı'nın Osman
Gazi tarafından kurulmasından 1924 - Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin kararıyla
Osmanlı Hanedanı elindeki İslam hilâfetinin kaldırılması ve hanedanın
Türkiye'den sürgün edilmesine hükmedilmesi (3 Mart) tarihine kadar ki zaman
sürecinden söz etmeyeceğiz. Bunu sadece hatırlatmış oluyoruz. (Ayrıntılı bilgi için bakınız:)
Erdoğan Bey, Cumhuriyetin ilanından biraz öncesinde Saltanat’ın kaldırılması konusunda yol arkadaşlarının tavırları üzerinde kısaca durdu ve Rauf Orbay’ın sözlerine dikkati çekti:
“Mustafa Kemal Paşa, Nutuk’ta Rauf
Bey’in isteği ile gerçekleşen, Ali Fuat ve Refet Paşaların da katıldığı bir
görüşmeden bahsetmektedir. Başkomutanlık Kanunu’nun bir kez daha uzatılacağı 20
Temmuz 1922 tarihinin bir gün öncesinde, Refet Paşa’nın Keçiören’deki evinde
gerçekleşen ve sabaha kadar süren bu görüşme sırasında Mustafa Kemal Paşa, Rauf
Bey ile Refet Paşa’nın hilafet ve saltanata taraftar oldukları yönündeki
düşüncelerini kendisine açıkça ifade ettiklerini söylemektedir. Rauf Bey,
Mustafa Kemal Paşa’ya saltanat ve hilafete bağlı olduğunu, babası padişahın
ekmeği ile yetiştiğinden kanında bu nimetin zerrelerinin olduğunu, nankör
olmadığını ve olamayacağını, ayrıca padişaha sadakat borcu olduğunu söylemişti.
Halifeye bağlılığının ise terbiyesi gereği olduğunu söyleyen Rauf Bey, genel
durumun ancak hilafet ve saltanat makamı tarafından tutulabileceğini, bu
makamın kaldırılarak yerine yeni bir makam getirilmesinin felakete yol
açacağını ifade etmişti. Mustafa Kemal Paşa bu noktada Refet Paşa’nın fikrini
de öğrenmek istemiş, kendisinden Rauf Bey’in düşüncelerine katıldığı, saltanat
ve hilafet dışında bir yönetim şeklinin söz konusu olamayacağı cevabını
almıştı. Bir diğer yol arkadaşı Ali Fuat Paşa ise Moskova’dan henüz dönmüş
olduğunu, bununla beraber genel durum ve düşünceleri inceleme noktasında
yeterli vakit bulamadığını belirterek net bir cevap vermemişti (Atatürk,
1997:454-455)” (Bkz.)
Erdoğan Bey Cumhuriyetin ilanı ve
sonrasındaki gelişmelere kısaca değindi. (Bakınız: )
Cumhuriyete giden yolu kısaca
açıklayan Erdoğan Bey, Cumhuriyetten sonra yapılanlar üzerinde durdu. Osmanlı’dan sadece 4 fabrika alan Türkiye
Cumhuriyeti, milli bir anlayışla yürüttüğü ekonomik kalkınma çalışmaları
sonucunda 46 fabrika kurduğunu belirtti. (Ayrıntılı bilgi için (bakınız)
Bu arada İlk Türk Uçağı: “Nud 36”’dan da söz etti. (Bkz.)
Birçok fabrikada ve kuruluşta
Atatürk’ün “Her fabrika bir kaledir.” Sözünün yazılı olduğunu belirttikten
sonra Fabrika satılırsa vatan satılır, diyerek hatırlatmalarda bulundu. Bu
arada, bütün bunları yapmak için parayı nereden bulduklarını merak ettiğini de
ekledi.
Yine ilk cumhurbaşkanından son
cumhurbaşkanına kadar cumhurbaşkanlarının adlarını ve ne kadar cumhurbaşkanlığı
yaptıklarını söyledi. (Bakınız )
Erdoğan Bey, insanlarımızdan övgüyle
söz ederek, sade insanlar idarecilerden daha akıllı, diyerek sözünü bitirdi.
*
Moderatör Hüseyin Yıldız Bey, Osmanlı’nın
miadının dolmuş olduğunu, Cumhuriyetin en iyi idare şekli olduğunu belirterek
Sabahattin Bey’e söz verdi.
Gencal, gündem dışı bir konuşma
yapmak için izin istedi. Herkes kabul ettikten sonra söze başladı:
Değerli Arkadaşlarım,
İnanıyorum ki her birimiz bu sohbet
grubumuzu önemsiyoruz. Ama inanın ki ben daha çok önemsiyorum. Çünkü bu anda
siz kıymetli arkadaşlarımdan başka kimseyle sohbet yapma imkânım yok.
Sohbet grubumuzu önemsediğim için her
toplantıya, şahit olduğunuz gibi ön hazırlıklı olarak geldim. Karınca kadarınca
fikirlerimizi paylaştık. Bu toplantıya da hazırlıklı geldim sayılır. Ama
fikirlerimi paylaşamayacağım için üzgünüm. Bunun nedenini de kısaca
açıklayayım:
Önce hazırlığımdan söz edeyim, malum
konumuz “Türkiye Cumhuriyeti’nin öncesi ve sonrası”dır. Tabii bu açık uçlu,
genel, sınırlanmamış bir konu. Sınırlarsak bin bir madde çıkabilir. “Bin bir”
birçok anlamı veren bir ifadedir. Yani bu on da olabilir, yüz de. Bin de
olabilir yüz bin de...
Ben, Google ‘u taradım. Vikipedi, özgür ansiklopedi ’den Türkiye'de
Cumhuriyeti’nin İlanı başlıklı yazıyı seçtim. Çünkü başka yazılara atıf
linkleri çok fazlaydı. Bunlarla da yetinmedim Atatürk ve Devrimleri ağırlıklı
yazıların linklerine yer verdim. (Bakınız)
Yaptığımız sadece gösterme. Bu
yazıların tümünü beğendiğim söylenemez. Beğenme işi ayrı bir konu.
Bu konudaki düşüncelerimi özgür bir
yurttaş olarak serbestçe belirtmemde elbette bir sakınca yoktur. İnanıyorum ki
her birimiz katılmazsak da fikirlerin söylenmesinde yarar görürüz. Yine
inanıyorum ki her birimiz hoşgörülüyüz. Ama benim durumum biraz farklı. Bunu
da, bilmenize rağmen açıklayayım:
Ben doktorlar tarafından Anksiyete
(Kaygı bozukluğu) teşhisi konulmuş bir hastayım. Buna bilmem vesvese diyebilir
miyiz? Çocuklarıma bazen, yanlış bir şey söylemişsem “yok say”ın derim. Siz
değerli arkadaşlarıma da aynı şekilde, yanlış söylemişsem yok sayın, derdim,
ama zaman kaybolur. Zaman her şeyden kıymetli. Sözü daha fazla dolaştırmayayım.
Konumuzla ilgili bilgileri
tazeledikten sonra dönüp günümüze baktım. Vah, ne gördüm biliyor musunuz? Bugün
özellikle iktidar çevrelerinin sözleriyle hareketleri birbirine uymuyor. Ayrıca
Atatürk’ün ilke ve inkılapları yozlaştırılmaktadır. Önce, böyle yuvarlak
konuşmak olmaz örneklendireyim diye düşündüm.
Karşılaştırma yaptım da... Durumu hiç de iyi görmeyince dedim ki kendi
kendime, Evladım, Sabahattinciğim, Kusura bakma, anksiyeteli olduğunu da unutma.
Bu konularda konuşma. Zaten okunmuyorsun, yazı da yazma. Yazılı ve sözlü
medyayı da takip etme. Bilgisayar senin neyine.
Hem bir tarih bir laz atasözünü tekrarlamıyor muydun: “Paktun olmayi
pakmayacaksun.”
Tam böyle düşünürken ne oldu biliyor musunuz?
Facebook hesabım, kesin olarak kapatıldı.
Kapatılmasından çok gerekçesi koyuyor insana “Toplum standartlarına uymadığım
için.” Ta küçüklükten beri ahlak ve erdemle donanmaya çalışmış, milli ve manevi
değerlere göre davranmayı bir ilke gibi benimsemiş bir kişi olarak üzüldüm
doğrusu...
Bundan böyle bu son çeyrek asır
hakkında olumlu veya olumsuz bir kanaatta bulunmayacağım...
.
Gencal’ın bu sözleri çok değişik hava
yarattı. Gencal’ı samimi olarak övdüler ve hesabına giriş yapılarak paylaşım
yapılacağı ihtimali üzerinde durdular. Başka hiçbir şekilde hesabın
kapatılamayacağı üzerinde durdular. Bu arada bulanıklaşan havayı dağıtmak için
Erdoğan Teke Bey mizah kültürünü ortaya koydu:
VURDİ, VURDİ, VURULDİ
Trakyalı bir asker
arkadaşı, Temel’i memleketinde ziyarete gider. Birkaç gün yerler içerler,
gezerler dolaşırlar, askerlik günlerini yad ederler. Bir gün de, Temel’in
ölmüşlerini ziyaret için köy kabristanına giderler. Bazı –erkek- mezar
taşlarındaki kabartma tabanca bıçak resimleri misafirin dikkatini çeker;
kiminde bir tabanca bir bıçak, kiminde iki tabanca bir bıçak, kiminde de daha
fazla sayıda tabanca ve –hemen hepsinde- bir bıçak… Merak edip sorduğunda,
Temel izah eder;
“-Tabança vurduği
adam sayusunin işaretidur, biçak da ‘vurilarak öldürulduğuna’ işarettur… Yani,
senun anlayacağun, şu bir tabança bir biçak; ‘vurdi sonra vuruldi’, iki tabança
bir biçak; ‘vurdi vurdi vuruldi’ demektur…” der. O arada yakınlarındaki bir
mezar taşında, meftanın sadece adının soyadının yazılı olduğunu gören misafir;
“- Bunda da hiç resim yok?” deyince Temel;
“-Ha o mi? O ne vurdi ne vuruldi, poki pokina yatayı...” der.
.
Herkes kıssadan hisse çıkardı; ama yine de
Erdoğan Bey açıklama yaptı: Bütün yazılarınızı okuyorum Yirmi defa özür
dileyerek yazıyorsun. Hiç kimseyi vurmuyorsun...”
Bu bakımdan toplum
standartlarına aykırısın demeye getirdi. Moderatör Hüseyin Yıldız da başta,
“İroni yapmasınlar” demişti. Ne ironisi
kesinlikle hesap kapatıldı. Ahmet Bey de, daha önce söylediklerini tekrarladı.
Yazdıklarınızdan dolayı bu asla olamaz. Mutlaka birilerinin, sizin
göremeyeceğiniz bir yazı yazması veya paylaşım yapması sonucu olmuştur, dedi ve
hemen yeni bir hesap açılmasını tavsiye etti. Erdoğan Bey de yeni hesabın
gecikmeden açılmasını istedi.
Gündem dışı dedik; ama bu
hadise gündemin püf noktası gibi...
Hava duruldu, sis
dağıldı; ama Ahmet Meral Bey’e, konuşmak için fazla zaman kalmadı. Meral Bey,
İstanbul Kültürünü Koruma Derneği’nde sunacağı bildiriyi sunacaktı. İnşallah
bir sonraki toplantıda burada da konuşuruz diyerek sadece konu başlığı ve yan
başlığını hatırlattı:
Türkiye’nin Modern Devlet Anlayışları (1822’den 1839’a kadar Avrupa’ya moderleşme arayışları için 40
heyet gidiyor)
Modernleşmenin Sacayakları
(Rönesans, Sanayi İnkılabı, Fransız Devriminin etkileri, Tanzimat’ın
getirdikleri vb.
...
Meral, hiçbir konuda
kötümser olmamak gerektiği üzerinde durdu. Yazılımcı genç bir gurubun yazdıkları
bir oyunu bir milyon dolara sattıklarından bahisle her şeyin iyi olacağından
söz etti.
Ahmet Bey’in verdiği
morali ciğerimize çekerken Hüseyin Yıldız Bey toplantıyı iyi dileklerle
kapattı.
Sabahattin Gencal,
Çekmeköy- İstanbul, 02.
03. 2023