"An" ı farkına vararak yaşamak gerekir. (Sabahattin Gencal) |
Sabah
sabah, Ayfer Feriha Nujen’in, kendi ifadesiyle Şiir yazan bir ruh hekimi, Prof.
Dr. Kemal Sayar ile şiir ve edebiyat halesi içinde insan, dünya ve düzen ile
ilgili söyleşisini okudum T24’te. Kemal Sayar’ın veciz sözlerinden bir demet
topladım. Ama bunları yazmayacağım ki merak edenler söyleşinin tümünü okusun.
Hem
okuyor, hem düşünüyordum. Toplumumuzda, özellikle bu son yıllarda görülen
kırıcı, argo, yakışıksız dilden yakınıp duruyoruz. Bu dilin binbir zararı var
belki; ama bir yararı da var: Siz söylemeden ben söyleyeyim: Edebi metinler
okurken bambaşka oluyorsunuz. Çiçek bahçesine girmiş gibi hissediyorsunuz
kendinizi.
Sayar
ünlü ve başarılı bir terapist olduğu için mi yoksa etiketimizde edebiyat
yazdığından mı bilemem sanki... Hiç terapotik seanslarına katılmadığım için cümleyi
tamamlayamadım; sanki... deyip kaldım. Rahatlama duydum, diyelim.
Ayrıca nefis muhasebesi de yaptım. Sabah sabah nefis muhasebesi olur muymuş? Oluyor demek ki:
Söylediklerimde,
yazdıklarımda kendimden ne var? Bu soruyla birlikte yarım asır geriye gittim.
Bu gidiş gelişler adedimdir, fazla kınamayınız.
Biz
ilköğretmen okulunda “bahçıvan” olmak için yetiştirildik. Ancak mevcut koşullar
bizi manav yaptı. Arada bahçıvanlık da yapmadık değil; ancak çoğu kez bir
mahalle manavı olarak kaldık. Yani, anlayalım işte halden aldığımızı
öğrencilerimize vermeye başladık. Artık halde ne bulmuşsak.
Alışkanlığım
depreşti yine. Yine bir ara paragraf yazacağım: Hal sözcüğünü sebze, meyve,
bakliyat vb. nin satıldığı pazar yeri, anlamında kullanmıştım ilkin. Sonra da hâl,
hal’ aklıma geldi: durum. Vaziyet; davranış, tutum, tavır... Benim diğer bazı
arkadaşlardan farkım hep halden almıyordum öğrencilerime verdiklerimi bazen de
hâl’den alıyordum...
Yarım
asır öncesinin bahçıvanı, dünün manavına bugün ne oldu dersiniz? Ne olacak
bugün toptancı olduk. Sadece meyve ve sebze satar olsaydık kabzımal terimini
kullanırdık; ama kafamızı/dükkânımızı bin bir çeşide çevireli beri, işleri pek de iyi
olmayan bir toptancıyız artık.
Durumdan
hiç de memnun değilim. Kafamı rahatlatmak için ne var ne yoksa iyi kötü, güzel
çirkin demeden iki kapak arasına alarak sözde kitap diye otuz küsur tanesini
yayınladım. Biliyor musunuz yine de rahat değil kafam; üstelik bunca şeyi
unutmama rağmen.
Şair
ve ruh hekimi Sayar’ı okurum zaman zaman; tabii ünlü yazarları da. Ancak
bugünü, bu “an”ı yaşayamıyorum. 5-6 yıl öncesinden örnek vereyim: Bahçemize
inerdim, çok güzel çiçekler vardı; ama
inanır mısınız onların değil çocukluğumdaki çiçeklerin kokusunu çekerdim içime.
Aynı biçimde bir kelebek görsem, oturmaktayken peşlerine düşerdim sanki... Aşağı
yukarı şimdi de aynı. “An”ı yaşayamıyorum...
Ben
bu yazıyı niye yazıyorum:
Bir,
ilk fırsatta yukarıda sözünü ettiğim söyleşiyi okuyunuz diye. İşte adresi1.
İki,
okusanız da okumasanız da “An” nedir, ne değildir?” deyin kendi kendinize.
Bu
söylediklerimizi kulak ardı edenlerden olmazsınız inşallah.
Sabahattin Gencal,
Çekmeköy-İstanbul, 17. 01. 2022
___________