3 Ocak 2022 Pazartesi

“Yaratıcılıkla Saçmalamak Arasındaki İnce Çizgi”

 

Yayık

Saçmalama hakkımı yeterince kullanmayanlardanım ben. Yarınımız belli değil. Bu hakkım kalmasın, dedim. Ve 2022’ye saçmalamakla başlıyorum.

Önce saçmanın ne olduğuna bir bakıversek:

Uyy, saçmanın da ne kadar çok anlamı varmış:

1.               Bir tür balık ağı, serpme ağ.

2.               Yersiz, akla aykırı, tutarsız söz

3.               Saçmak işi.

4.               Avda kullanılan fişeklerin içine konulan, türlü boylardaki küçük ve yuvarlak kurşun tanesi

5.               Akla uygun olmayan, yersiz bulunan, pestenkerani, absürt.

6.               Böyle söz söyleyen veya iş yapan.

7.               Mantık kurallarını bozan, tersine çeviren. // Saçma bir düşünce, öğeleri birbirini tutmayan, birbiriyle bağdaşmayan düşüncedir. Saçma bir yargı kendi içinde tutarsız olan ya da tutarsızlığı içeren bir yargıdır. Saçmayı anlamsızdan ayırmak gerekir. Çünkü saçmanın bir anlamı vardır, ama bu anlam çelişiktir, yanlıştır. Oysa anlamsız olan ne doğru ne de yanlıştır.

8.               Av fişeği kovanına doldurulup kovan içindeki barutun yanmasından meydana gelen gazların basıncı ile hız kazanan küresel veya dönel biçimde metal tanecik.

Valla, yukarıda yazılanların hiç birini gözüm kesmiyor.

        Sessizim ne kadar üzsen de beni,

“Ağzımı açmaya gözüm kesmiyor.”

(Orhan Gencebay)

Açıkçası bu işi yapabilecek yeterliliğe ve güce sahip değilim. O halde felsefi anlamda saçmalamayı deneyelim mi?

Siyasetçilerin kolayca yaptığı saçmalama işlerini beceremeyen biri olarak sanmam ki felsefi anlamada saçmalamayı becerebileyim. Bu konuda okuduklarımdan gözüm korktu. Ama siz bir endişeye kapılmadan aşağıdaki alıntıları okuyun bir:

“İsteyerek ne kadar saçmalayabilir insan? Bir üniversitede sanırım bu yapılmıştı; hoca sınav sorusunda saçmalamalarını istemiş öğrencilerden. Fakat hiç bir öğrenci saçmalayamamış. Bizimle bu kadar özdeş bir kavram olmasına rağmen istediğimizde yapamadığımız bir şey.”

(https://www.felsefe.net/konu/sacmalamak.2752/)

Bu alıntıyı aldığım siteye girerseniz öğrencilerin saçmalamak konusundaki başarısızlığını okursunuz. Ben evelallah başarırım gibime geliyor. Çünkü az okumadım: Okuduklarımdan birkaç paragraf paylaşalım isterseniz:

Saçmalamak: “Anlamsız, yersiz, tutarsız, gereksiz, saçma sapan sözler söylemek ya da böyle davranışlarda bulunmak.” (Oxford Languages sağlayıcısından tanımlar)

Şimdi içinizden, muhtemelen diyorsunuz ki:

Ah be hocam. Ne yapmaya çalışıyorsunuz ki. Sen ki ömrü billah saçmalamayı beceremedin. Bunu biliyoruz; ama yine biliyoruz ki bizi bir yere yönlendiriyorsun. Başta söylesen olmaz mıydı? Hep bizleri yoruyorsunuz.

Yormuyorum. Sadece ısındırıyorum. Hani maç öncesi ısınma turu yapılır ya işte öyle. Bizimkisi de ısınma paragrafları. Isınma turu yapmayan sporcunun kaslarında kramp olur ya. Bu paragrafları okumayanlarda da beyin krampı, o da demekse oluşur.

Yazıları sonuna kadar okuyamama hastalığı ve alışkanlığı varmış. İyi ki var. Çünkü ısınmadan, isteksizce okumaya çalışanlarda, Allah göstermesin beyin felci oluşabilir.

Bırakın beyinleri dumura uğramışları. Biz sizi muhatap aldık zaten:

Bakın, belki de hiç okumadığınız bir sözlükte ne yazıyor:

“Yaratıcılıkla Saçmalamak Arasındaki İnce Çizgi”

“İçinde yaşadığınız toplumun genel yaratıcılık ve saçmalama sınırlarının arasındaki mesafeye göre yeri belirlenebilecek olan hayali çizgi. yaratıcılığı gökyüzü, saçmalamayı yeryüzü olarak betimlersek eğer, en optimal "ince çizgimizi, Amerikanın Arizona eyaletindeki Grand Kanyondan günesin doğuşunu izlediğinizde gözünüzün önünde canlandırabilirsiniz.” (https://eksisozluk.com/yaraticilikla-sacmalamak-arasindaki-ince-cizgi--708393?p=2)

Ne derler? “Anladımsa Arap olayım.” Ben de aynen...

Aslında yaratıcı, orijinal, yalnız bana mahsus, güçlü, acayip, kucaklayıcı vb. düşüncelerime kılıf hazırlamak için yazdım yukarıdaki bütün paragrafları. Yazmasaydım olmaz mıydı? Olmazdı. Dedik ya kramp meselesi. Peki, yukarıdaki kılıf fazla büyük olmadı mı? Evet, işte burada haklısınız. Öyle kılıf hazırladım ki benim düşünceler içinde kaybolacak. Benim beceriksizliğim mi desem, şansızlığım mı desen hep böyle oluyor.

Şimdi sıkı durun, kılıf büyük geldi; dağ fare doğurdu falan filan demeden dikkatle okuyun:

Düşünce süte benzer. (Sabahattin Gencal)

Doğru söyleyin, Sabahattin Gencal yerine Avrupalı herhangi birinin ismi olsa ne derdiniz: O demişse bunda bir hikmet vardır. Ama Sabahattin demişse saçmadır...

Ya, be kardeşim deminden beri demiyor muyuz Sabahattin saçmalamak istese bile saçmalayamıyor. Onun için... Bakın burada da, “Ego mevzubahis oluyor.” Yok be kardeşim. Kendini bilmek ego değil. Ego başkasını aşağı görmektir. Biz başkasını aşağı görüyor muyuz? Yeminle, siyasetçiler dahil hiç kimseyi aşağı görmüyoruz. Hatta aşağıdan aşağıdan yukarılara sesleniyoruz.

Biliyorum seslenmemizi kimsecikler duymayacak, en iyisi siz okumaya devam ediniz:

Bir insanın beyninden günde ortalama 60 bin veya 70 bin duygu ve düşünce geçermiş. Bu konu ayrı bir konudur diyerek üzerinde durmayalım. Şimdi aklınızdan ne geçiyor? Şeytani duyguları bir tarafa bırakın düşünceleri bir tencerede, fazlaysa kazanda biriktirelim. Tencereyi ocağa atıp güzel bir kaynatalım. Karıştırmayı ihmal etmiyorsunuz. Taşar maşar... Tencereyi ateşten indiriyorsunuz.     Tamam mı? Soğutmaya, daha doğrusu ılımaya bırakın. Ilıyınca yoğurt mayasıyla mayalayıverin. Sonra kapatın. Tencerenin etrafını bebek sarar gibi sarıp sarmalayın.



Taş gibi yoğurt oldu değil mi? Bir kâseye koyup tadına bakabilirsiniz. Muhtemelen ömrünüzde böyle yoğurt yememişsinizdir. Şimdi ne yapacağız? Ne yapacağız olur mu? Ortada asılı olan yayığa boşaltacağız. Yayığın kapağını kapatıp yayık vurmaya başlayacağız. Bir ucunda sen, diğer ucunda ben “Müsademeyi efkârdan barikayı hakikat doğarsa” yayık vurmaktan da tereyağı oluşur. Hem de mis gibi. Hilesiz hurdasız. Geriye kalan ayran da ayran ha. Ama içmeye çok gelir. Onu da tencereye koyup ateşin üzerine atalım... Ve işte yağsız çökelek oluşuyor. Bunları alıp bir torba koyalım. Torbayı da taşın altına. Torba iyice süzülünce... Tabii anlarsınız. Bu arada suları boşa akıtmayacağız. Çiçen dediğimiz bu suyu hayvanlarımız çok sever...



İşte gördünüz süt ve süt mamullerini. Ve de bu mamullerden yaptığımız yemekler var ya. Sizi bilemem, ama benim yöremden olanların sadece ağzının suyu akmıyor; o güzelim yayla günlerini de hatırlıyorlardır. “Hatırla sevgilim...”

Bak kardeşim, küçük büyük demeden, fakir zengin; okumuş okumamış vb. demeden herkesin düşüncesini alsak. Yeni deyişle sütünü sağsak ve bu sütten gerekli ölçüde yararlanabilsek olmaz mı?

İnanın, böyle benim saçmalarımla vakit geçirmen siyasetçilerin ve yardakçılarının sözlerini dinlemekten daha verimlidir. Burada yanlış anlama meydan vermemek için bir not düşeyim. Siyasetçilere çattığım falan yok. Ben sözde siyasetçilerin artık çekilmelerini dolaylı biçimde söylüyorum. Yoksa memleket hizmetinde olan siyasetçiler başım gözüm üstüne...

Ohh be. Saçmalayabilmişsek ne mutlu bize.

Not: Oğlum Fuat, epey seneler önce “Saçmaladığın yazıları takma isimle yaz.” demişti bana. Ne hikmetse takma isim hiç kullanmadım, kullanmaya niyetim yok. Yanlışıyla doğrusuyla;  eksiği ile gediği ile ben böyleyim işte...

Sabahattin Gencal, 

Çekmeköy-İstanbul, 03. 01. 2022


Paylaşmak güzeldir.