Yayık |
Saçmalama
hakkımı yeterince kullanmayanlardanım ben. Yarınımız belli değil. Bu hakkım
kalmasın, dedim. Ve 2022’ye saçmalamakla başlıyorum.
Önce
saçmanın ne olduğuna bir bakıversek:
Uyy,
saçmanın da ne kadar çok anlamı varmış:
1.
Bir tür balık ağı, serpme ağ.
2.
Yersiz, akla aykırı, tutarsız söz
3.
Saçmak işi.
4.
Avda kullanılan fişeklerin içine konulan,
türlü boylardaki küçük ve yuvarlak kurşun tanesi
5.
Akla uygun olmayan, yersiz bulunan,
pestenkerani, absürt.
6.
Böyle söz söyleyen veya iş yapan.
7.
Mantık kurallarını bozan, tersine çeviren.
// Saçma bir düşünce, öğeleri birbirini tutmayan, birbiriyle bağdaşmayan
düşüncedir. Saçma bir yargı kendi içinde tutarsız olan ya da tutarsızlığı
içeren bir yargıdır. Saçmayı anlamsızdan ayırmak gerekir. Çünkü saçmanın bir
anlamı vardır, ama bu anlam çelişiktir, yanlıştır. Oysa anlamsız olan ne doğru
ne de yanlıştır.
8.
Av fişeği kovanına doldurulup kovan
içindeki barutun yanmasından meydana gelen gazların basıncı ile hız kazanan
küresel veya dönel biçimde metal tanecik.
Valla,
yukarıda yazılanların hiç birini gözüm kesmiyor.
“Sessizim
ne kadar üzsen de beni,
“Ağzımı açmaya gözüm kesmiyor.”
(Orhan
Gencebay)
Açıkçası bu işi yapabilecek yeterliliğe ve güce sahip değilim. O halde felsefi anlamda saçmalamayı deneyelim mi?
Siyasetçilerin
kolayca yaptığı saçmalama işlerini beceremeyen biri olarak sanmam ki felsefi
anlamada saçmalamayı becerebileyim. Bu konuda okuduklarımdan gözüm korktu. Ama
siz bir endişeye kapılmadan aşağıdaki alıntıları okuyun bir:
“İsteyerek
ne kadar saçmalayabilir insan? Bir üniversitede sanırım bu yapılmıştı; hoca sınav
sorusunda saçmalamalarını istemiş öğrencilerden. Fakat hiç bir öğrenci saçmalayamamış.
Bizimle bu kadar özdeş bir kavram olmasına rağmen istediğimizde yapamadığımız
bir şey.”
(https://www.felsefe.net/konu/sacmalamak.2752/)
Bu
alıntıyı aldığım siteye girerseniz öğrencilerin saçmalamak konusundaki
başarısızlığını okursunuz. Ben evelallah başarırım gibime geliyor. Çünkü az
okumadım: Okuduklarımdan birkaç paragraf paylaşalım isterseniz:
Saçmalamak:
“Anlamsız, yersiz, tutarsız, gereksiz, saçma sapan sözler söylemek ya da böyle
davranışlarda bulunmak.” (Oxford Languages sağlayıcısından tanımlar)
Şimdi
içinizden, muhtemelen diyorsunuz ki:
Ah
be hocam. Ne yapmaya çalışıyorsunuz ki. Sen ki ömrü billah saçmalamayı
beceremedin. Bunu biliyoruz; ama yine biliyoruz ki bizi bir yere
yönlendiriyorsun. Başta söylesen olmaz mıydı? Hep bizleri yoruyorsunuz.
Yormuyorum.
Sadece ısındırıyorum. Hani maç öncesi ısınma turu yapılır ya işte öyle.
Bizimkisi de ısınma paragrafları. Isınma turu yapmayan sporcunun kaslarında
kramp olur ya. Bu paragrafları okumayanlarda da beyin krampı, o da demekse
oluşur.
Yazıları
sonuna kadar okuyamama hastalığı ve alışkanlığı varmış. İyi ki var. Çünkü
ısınmadan, isteksizce okumaya çalışanlarda, Allah göstermesin beyin felci oluşabilir.
Bırakın
beyinleri dumura uğramışları. Biz sizi muhatap aldık zaten:
Bakın,
belki de hiç okumadığınız bir sözlükte ne yazıyor:
“Yaratıcılıkla
Saçmalamak Arasındaki İnce Çizgi”
“İçinde
yaşadığınız toplumun genel yaratıcılık ve saçmalama sınırlarının arasındaki
mesafeye göre yeri belirlenebilecek olan hayali çizgi. yaratıcılığı gökyüzü, saçmalamayı
yeryüzü olarak betimlersek eğer, en optimal "ince çizgimizi, Amerikanın Arizona
eyaletindeki Grand Kanyondan günesin doğuşunu izlediğinizde gözünüzün önünde
canlandırabilirsiniz.” (https://eksisozluk.com/yaraticilikla-sacmalamak-arasindaki-ince-cizgi--708393?p=2)
Ne
derler? “Anladımsa Arap olayım.” Ben de aynen...
Aslında
yaratıcı, orijinal, yalnız bana mahsus, güçlü, acayip, kucaklayıcı vb.
düşüncelerime kılıf hazırlamak için yazdım yukarıdaki bütün paragrafları.
Yazmasaydım olmaz mıydı? Olmazdı. Dedik ya kramp meselesi. Peki, yukarıdaki
kılıf fazla büyük olmadı mı? Evet, işte burada haklısınız. Öyle kılıf
hazırladım ki benim düşünceler içinde kaybolacak. Benim beceriksizliğim mi
desem, şansızlığım mı desen hep böyle oluyor.
Şimdi
sıkı durun, kılıf büyük geldi; dağ fare doğurdu falan filan demeden dikkatle
okuyun:
Düşünce
süte benzer. (Sabahattin Gencal)
Doğru
söyleyin, Sabahattin Gencal yerine Avrupalı herhangi birinin ismi olsa ne
derdiniz: O demişse bunda bir hikmet vardır. Ama Sabahattin demişse saçmadır...
Ya,
be kardeşim deminden beri demiyor muyuz Sabahattin saçmalamak istese bile
saçmalayamıyor. Onun için... Bakın burada da, “Ego mevzubahis oluyor.” Yok be
kardeşim. Kendini bilmek ego değil. Ego başkasını aşağı görmektir. Biz
başkasını aşağı görüyor muyuz? Yeminle, siyasetçiler dahil hiç kimseyi aşağı
görmüyoruz. Hatta aşağıdan aşağıdan yukarılara sesleniyoruz.
Biliyorum
seslenmemizi kimsecikler duymayacak, en iyisi siz okumaya devam ediniz:
Bir
insanın beyninden günde ortalama 60 bin veya 70 bin duygu ve düşünce geçermiş.
Bu konu ayrı bir konudur diyerek üzerinde durmayalım. Şimdi aklınızdan ne
geçiyor? Şeytani duyguları bir tarafa bırakın düşünceleri bir tencerede,
fazlaysa kazanda biriktirelim. Tencereyi ocağa atıp güzel bir kaynatalım. Karıştırmayı
ihmal etmiyorsunuz. Taşar maşar... Tencereyi ateşten indiriyorsunuz. Tamam mı? Soğutmaya, daha doğrusu ılımaya
bırakın. Ilıyınca yoğurt mayasıyla mayalayıverin. Sonra kapatın. Tencerenin
etrafını bebek sarar gibi sarıp sarmalayın.
Taş
gibi yoğurt oldu değil mi? Bir kâseye koyup tadına bakabilirsiniz. Muhtemelen
ömrünüzde böyle yoğurt yememişsinizdir. Şimdi ne yapacağız? Ne yapacağız olur
mu? Ortada asılı olan yayığa boşaltacağız. Yayığın kapağını kapatıp yayık
vurmaya başlayacağız. Bir ucunda sen, diğer ucunda ben “Müsademeyi efkârdan barikayı hakikat doğarsa” yayık vurmaktan da
tereyağı oluşur. Hem de mis gibi. Hilesiz hurdasız. Geriye kalan ayran da ayran
ha. Ama içmeye çok gelir. Onu da tencereye koyup ateşin üzerine atalım... Ve
işte yağsız çökelek oluşuyor. Bunları alıp bir torba koyalım. Torbayı da taşın
altına. Torba iyice süzülünce... Tabii anlarsınız. Bu arada suları boşa
akıtmayacağız. Çiçen dediğimiz bu suyu hayvanlarımız çok sever...
İşte
gördünüz süt ve süt mamullerini. Ve de bu mamullerden yaptığımız yemekler var
ya. Sizi bilemem, ama benim yöremden olanların sadece ağzının suyu akmıyor; o
güzelim yayla günlerini de hatırlıyorlardır. “Hatırla sevgilim...”
Bak
kardeşim, küçük büyük demeden, fakir zengin; okumuş okumamış vb. demeden
herkesin düşüncesini alsak. Yeni deyişle sütünü sağsak ve bu sütten gerekli
ölçüde yararlanabilsek olmaz mı?
İnanın,
böyle benim saçmalarımla vakit geçirmen siyasetçilerin ve yardakçılarının
sözlerini dinlemekten daha verimlidir. Burada yanlış anlama meydan vermemek
için bir not düşeyim. Siyasetçilere çattığım falan yok. Ben sözde siyasetçilerin
artık çekilmelerini dolaylı biçimde söylüyorum. Yoksa memleket hizmetinde olan
siyasetçiler başım gözüm üstüne...
Ohh
be. Saçmalayabilmişsek ne mutlu bize.
Not:
Oğlum Fuat, epey seneler önce “Saçmaladığın yazıları takma isimle yaz.” demişti
bana. Ne hikmetse takma isim hiç kullanmadım, kullanmaya niyetim yok.
Yanlışıyla doğrusuyla; eksiği ile gediği
ile ben böyleyim işte...
Sabahattin Gencal,
Çekmeköy-İstanbul, 03. 01. 2022