13 Mayıs 2022 Cuma

Rekor Kırdık

 

Erdoğan Teke- Sabahattin Gencal

Bilindiği üzere rekor bir spor terimidir. Sporun herhangi bir dalında erişilmiş derecelerin en üstünü anlamında kullanılmaktadır. Bu terim bazen mecaz anlamında da kullanılmaktadır. Herhangi bir işte elde edilmiş olan sonucu aşan, bir öncekinin üstüne çıkan yeni sonuç ki çoğu kez bu rekor kırmak deyimiyle ifade ediliyor.

Deylemi’nin  Hz. Ali’den merfu olarak -zayıf bir senetle- rivayet ettiği bir hadis vardır: “İki günü eşit olan aldanmıştır, zarardadır.” Meslek hayatımda ilke edindiğim, çalışmayı, daha ileri gitmeyi teşvik eden, tavsiye eden bu hadisi, inşallah bundan sonraki hayatımızda da ilke edineceğiz.

Bugün Cuma. Cuma deyince dostlarımızın aklına Erdoğan Teke Bey’le 14.02’de başlayan sohbetlerimiz gelmektedir. Kolay değil tam dört yıldır, istisnalar dışında aralıksız hem de tam saatinde başlayan sohbetlerimiz oldu Erdoğan Bey’le. Bu bile başlı başına bir rekordur; ama sözünü edeceğimiz rekor süre rekorudur. Mevsimlere ve havanın durumuna göre iki saatten az olmayan sohbetlerimizin süresi gündüzlerin uzamasıyla uzuyordu. Bugün ise rekor tazeledik. Evet, tam dört saat sürdü sohbetimiz.

Bu sohbetlerimizde bir sır var; ama şimdilik çözemiyorum. “Cenab-ı Hak şükredenlere nimetlerini artıracağı hususunda şöyle buyurmaktadır: “Hani Rabbiniz şöyle duyurmuştu: And olsun, eğer şükrederseniz elbette size nimetimi artırırım. Eğer nankörlük ederseniz, hiç şüphesiz azabım çok şiddetlidir.” (İbrahim, 14/7) Şükür nimetin artmasına, bereketlenmesine vesile olur.” Tekrar tekrar şükrediyorum ki nimetlerin arttığını yaşayarak görüyoruz. Maddi nimetlerden söz etmiyoruz. Bir kere sabrımız artıyor. Birbirimizi pür dikkat dinliyoruz. Ayrıca sağlık nimetine de kavuşuyoruz. Kendimden örnek vereyim, bu son senelerimde hiçbir zaman dört saat oturamadım. Bir iki saat olmadan ayaklarım şişmeye başlar, vücudumda bir sıkıntı hissederim Ama sohbette vücudum da hafifliyor. Arkadaşıma, benim kahrımı çekiyorsunuz, derim bazen onlar da samimi olarak sohbetlerden memnun olduklarını söylüyorlar. Erdoğan Bey’den söz ediyordum, farkında olmaksızın onlar kelimesini kullandım. Benim bir de Çarşamba günlerinde sohbet ettiğim bir arkadaşım var. Ondan da söz etmiştim: Hüseyin Yıldız. Ona da Erdoğan Bey’e dediğim gibi, benim kahrımı çekiyorsunuz, diyorum. Sağ olsunlar. Erdoğan Bey Cumayı iple çekiyorum, diyor. Hüseyin Bey, sizinle görüşünce ufkum açılıyor, diyor. İlk yıllarımızda böyle demiyordum; çünkü sağlıklıydım. Bir hafta bir kafede, öteki hafta başka bir kafede ya da lokantadaydık. Ümraniye’ye hamsi yemeğe bile gidiyorduk. Şimdi ise bana en yakın bir kafeyiz; ama inşallah iyi olursam Erdoğan Bey’le planlarımızı gerçekleştireceğiz. Boğaziçi turlarıyla başlayacağız, ada turlarıyla turlayacağız. Parklarda, bahçelerde; sahillerde kütüphanelerde derken günlerimizi değerlendireceğiz.

Gerçi bugün de şükür olsun değerlendirdik günümüzü. Dört saat konuştuk. Dile kolay dört saat. Bu sadece kendi rekorumuz mu onu bilemem artık.

Bu dört saati videoya alsak güzel olurdu; ama ne kadar güzel olursa olsun dört saati bize ayıran olmazdı; zaten biz de bu kadar zaman almak istemeyiz hiçbir zaman. Çünkü biliyoruz dört dakika bile tahammülü olmuyor, özellikle gençlerin. Tabii, onların da bir mazeretleri vardır elbette.

Şimdi mazereti olmayanlara görüşmemiz dört dakikada okunabilecek uzunlukta anlatacağız. Saat tuttunuz mu? Evet, başlıyoruz:

Merhaba ve hal hatır sorma faslından sonra sohbet atmosferine girdik. Bu atmosfer kelimesini unutuverin. Çünkü Feto elebaşının Sohbet Atmosferi diye bir kitabı varmış. Nerden mi öğrendim? Çünkü atmosfer kelimesini şöyle kıyak, albenili, içinde bulunduğumuz durumu aksettirecek bir deyiş diye yazdım. Sonra Google baktım. İyi ki bakmışım. Google söyledi F. Gülen’in böyle bir kitabı olduğunu. Diyecektim ki öyle bir atmosfer oldu ki kafeye gelip gidenleri görmediğimiz gibi sesleri de duymuyorduk. Kafede aynı zamanda ekmek de satıldığını düşünürseniz nasıl bir havaya girdiğimizi tahmin edebilirsiniz.

Bakın, ne güzel su gibi akıp giderken Feto çıktı karşımıza. Doğrusu bugün siyasi konulara da giriş yaptık. İlk defa oluyor bu. Önceleri dolaylı bir biçimde siyasete girince sağ olsun Erdoğan Bey, özür dilerim, diyerek konuyu değiştirirdi.  Allah Allah, bugün ne oldu da biz bile siyasete bulaştık? Buradan bile ne halde olduğumuz anlaşılabilir. Nerden söz ediyorduk?

Bu Feto meselesinin neden çözülemediği konusunda fikrimi sordu Erdoğan Bey. Ben de medyadan öğrendiklerimi anlattım. Özetle Feto hareketinin ABD ve CİA hareketi olduğunu söyledim. Analistliğim yok elbette; ama genel kanaat öyle.

Yine başa dönelim. Bu merhabalaşma çok önemli. Bileceksiniz, “... Aranızda selâmı yayınız.” İle ilgili bir hadis var.

Ali Erbaş, “Aranızda Selâmı Yayınız” başlıklı bir köşe yazısında;  “Başlık esasında bir hadis-i şerifin son kısmının mealidir. Akıllarda daha iyi kalsın diye yazıya başlık yaptık. Zira İslam'ın en büyük alâmet-i fârikalarından birisi olan “selâm”a toplumumuzda hak ettiği değerin verilmediği kanaatindeyiz. “selam” da “barış”, “kurtuluş”, “esenlik” gibi anlamlara gelir. Yani iki Müslüman selam alıp verdiği zaman “barış, huzur, kurtuluş, esenlik” üzerine olsun diye birbirlerine dua etmiş olmaktadırlar.” demektedir. Yazısının sonlarında da; “Selam Arapça diye “merhaba” demeyi tercih edenlere, merhabanın da Arapça olduğunu, ancak selamın yerini tutmayacağını, selamlaştıktan sonra merhaba demenin daha uygun olacağını bu vesileyle hatırlatmış olalım.” demektedir. (Yeni Şafak, 03 Tem 2015)

Ali Erbaş bu andaki Diyanet İşleri Başkanımızdır. Ondan da sırası geldi söz ettik. Arada bir iyi yazıları da oluyor. Arada bir ifadesi için, lütfen kınamayınız beni. Elimde değil. Gönlüm toplumu kutuplaştırmadan aydınlatabilecek bir başkan arzu ediyor da ondan söyledim.

Aslında Erdoğan Bey’le ne yazacağımızı, nasıl yazacağımızı kararlaştırmıştık. Birinci bölümde toplumun nasıl mizah yapmaktan alıkonulduğunun üzerinde duracaktık. Bu arada Allah rahmet etsin önceki liderlerimizin bu konulardaki hoş görüsünden söz ettik. Hoş görü, sevgi ve saygı olmayan toplumdan ne beklenir. Bu arada ünlü profesörlerimizin mizahı vitamin kadar yararlı ve önemli gördüklerini, Mizaha M vitamini dediklerini vb. benzeri sözleri üzerinde durduk. Mizahın kültür ölçütü olduğu konusunu, daha önce de konuşmamıza rağmen konuştuk. Bu arada Erdoğan Bey’in mizah yeteneğinin çok üstün olduğunu da ekleyelim.

Bir ara Sokrat vari, yani soru cevap biçiminde devam ettik sohbete. 23 yıl İsviçre’de kalan Erdoğan Bey, bu süre zarfında bütün Avrupa’yı gezdi. Bu tecrübelerine dayanarak bizim toplumumuzda liyakatin olmadığını hâlâ hemşericilik, mezhepçilik, particilik gibi ayrışmaların olduğunu söyledi. Hepimiz söylüyoruz; ama Erdoğan Bey örneklerle anlatıyor. Hollanda, Fransa, Almanya, Belçika, İsviçre vb. ülkelerde parlamentoda olan, bakan olan Türkleri tek tek saydı. Bizde, yok, efendim o şeymiş, şeylerde oy alamaz. Şu şeymiş...

Bu “şey” kelimesini kasıtlı olarak kullandım. Erdoğan Bey bir fıkra anlattı da:

Türkiye Cumhuriyeti’nin yedinci başbakanı meşhur Hasan Saka başbakanlık koridorundan geçip bir yere giderken bir kapının yarı açık olduğunu gördü. İster istemez baktı İçerde iki kişi çalışıyor. Erkek memurun masasındaki dosyalar o kadar çok ki adam zor görünüyor. Amir olan Bayan da masanın açık çekmecesine bir kitap koymuş onu okuyor. Elinde de elişi.  İşte zihniyetin resmi. Canı sıkıldı Saka’nın. İçeri girdi. Tabii hemen ayağa kalktılar. Ne yaptıklarını sordu. Cevapları aldıktan sonra Başbakan amire dönerek hiç düzeltmediği veya düzeltemediği Karadeniz şivesiyle bayana; Seni şey yaptum, onu da şey yaptum, dedi. Sonra erkek memura seni şey yaptum, onu da şey yaptum. Siz de şeyi şey yapun...

Amir hanım ve memur bey hiçbir şey anlamamışlar. Memuriyetten çıkarılacağı korkusuna kapılmışlar. Yan taraftaki memurlara sormuşlar, onlar da anlamamışlar. Bir Trabzonlu ’ya sormaya karar vermişler. Trabzonlu amirin yanına gitmişler. Ona başbakan bizi basmış, demişler. Trabzonlu da şey mi yapayudunuz, demiş. Yok demişler, sizin anladığınız gibi değil, diyerek durumu anlatmışlar. O da amir hanımefendiye seni memur, memur beyi de amir yaptığını söylemiş. Memura da aynı şeyi söylemiş. Siz de şeyi şey yapın ifadesini bu değişikliği hemen yapın, olarak açıklamış. Keşke bunu Erdoğan Bey yazsaydı da benim gibi siz de gülebilseydiniz. Valla bu toplum gülmeyi unuttu. Gerçi bu şey meselesi bugün de var. Kaç sene önce olduğunu hatırlamıyorum, meclis başkanlığı ve başbakan yardımcılığı yapmış bir bey efendi de; “Şeyini şey yaptığımın şeyi...” sözünü kullanmıştı. Bizde böyle bir cümle duyulmaya görsün herkes kullanmaya başladı. Gördünüz mü yine siyasete bir kapı açıldı. Erdoğan Bey’e, toplum içinde gezdiğini durumu nasıl gördüğünü sordum. Dedi ki millet üç ana gruba ayrıldı. Kimileri şimdiki yöneticiler katiyen tasvip etmediğini söylüyor. Kimileri de tasvip ettiklerini beyan ediyor; ama seçilecek kimse yok. Şeylerini ancak kendileri temizler diyor. Bir grup da var ki kâh öyle kâh böyle... Bu arada bazı bakanların devletin kurucularını suçlamalarının hiç de iyi olmadığı üzerinde durduk Yine dinci geçinenler ile dindar üzerinde durduk. Tabii hukukumuzun yerlerde süründüğü konusunda şey yaptuk.

Yanlış anlaşılmaması için çokları gibi yazılı ve görsel basından öğrendiklerimizi papağan gibi tekrarladığımız sanılmasın. Bu arada ikimizin tıpatıp aynı düşüncede olduğumuz da sanılmasın. İnsan aynı tornadan çıkan bir nesne değildir. Elbette farklılıklarımız olacaktır. Her insan biriciktir. Sözün burasında Emperyalistlerin ve yerli işbirlikçilerin insanımızda mizah yapma yeteneği bırakmadı gibi sanatın da damarlarını kurutmaya çalıştıklarını gözlüyoruz. Aklıma robotlar geldi. Biliyorsunuz robot işçiler kullanılıyor. Hatta robot yargıçlar da varmış. Ama robotun duygularını olmadığını biliyorduk. Geçende bir yerde okudum, ne derece doğru olduğunu bilemiyorum. Duyguları olan robotlar da yapıyorlarmış veya yapacaklarmış. İşe bak robotlar insanlaşırken eşrefi mahlûk, en güzel biçimde yaratılan insanlarımız robotlaşıyor. Bu eğitimsizlikten kaynaklanıyor tabii.

İşin püf noktasını bulmuş olduk. Türkiye’nin bu acınası duruma düşmesinin en önemli sebebi robotlaşmadır. Düşünün bakalım. Mecliste el kaldır, el indir. Ya mahkemelerde? Kukla nedir bilir misiniz?

Erdoğan Bey olsa hiç uzatmazdı. Tecrübeyle biliyorum. Bir şey soruyorum ona, cevaben bir fıkra anlatıyor bana:

Meyhaneci şarap alacak. Ona üç beş çeşit örnek getirmişler. Tabii en kalitesini almak gerekir. Dışarıdan geçmekte olan bir bektaşıyı çağırmışlar. Bu iki bardak şaraptan hangisinin daha iyi olduğunu söyle demişler. Bektaşı bir bardağı ağzına getirmesiyle şarabı püskürtmesi bir olmuş. Öteki bardağı içmemiş. Daha diğerine bakmadınız, demişler. Bakmama gerek yok, bundan daha kötüsü olamaz demiş.

Evdeki hesap çarşıya uymaz. Kafede plan yapmıştık. Başta mizah olmak üzere kültür ve sanat diye bir şey kalmadığını anlatacaktık. Sonra siyasetin artık vatana ve millete hizmet yarışı olmaktan çıktığı üzerinde duracak ve insan onuruna en elverişle tam demokrasiye nasıl geçileceğin anlatacaktık. Erdoğan Bey’e elimde bir inceleme dosyası var. Onu bitirdikten sonra rahat rahat yazarım, dedim. Sonra daha iyi yazacağız diye yazdıklarımızı da büsbütün unutmadan korktum ve rekor bir sürede işte bu satırları yazdım. Gerçi şeyin üzerinde, korkudan duramadık. Şeyleri de inceleyemedik. Ama olsun gene de şeylerin yazılarından daha şey olmuştur umarım.

 

Sabahattin Gencal, 

Çekmeköy-İstanbul, 13. 05. 2022

 

 

 

Paylaşmak güzeldir.