29 Eylül 2015 Salı

Poetik terimler ve açılımlar- Dil Bilimi terimleri- Dilbilgisi terimleri



TÜRKÇE (DİLBİLGİSİ) TERİMLER SÖZLÜĞÜ


Ad cümlesi: Yüklemi çekimli bir fiil değil ad veya ad soylu bir kelime olan ve cevher fiili eklerinin geniş zaman, şimdiki zaman ve geçmiş zaman çekimleri ile yargıya bağlanan cümle.
Ad çekimi:  Bir adın hâl (durum) ekleriyle girdiği çekim.
Ad durum ekleri: Adı başka sözcüklerle ilişkilendiren ekler.”-i”belirtme, “-e” yönelme, “-de”bulunma, “-den”çıkma durum ekidir.
Ad eylem: İsim fiil.
Ad kökü: Bir sözcüğün ad olan ve bölünemeyen anlamlı parçası.
Ad soylu sözcük: Eylem dışındaki mastar eki alamayan sözcükler.
Ad tamlaması: İki adın bir kavramı karşılamak için oluşturduğu öbek.
Ad: Canlı ve cansız varlıklara, çeşitli somut ve soyut kavramlara ad olan kelime türü.
Addan türemiş ad: Ad kökü veya gövdesine addan ad yapan ekler getirilerek yapılmış yeni ad.
Addan türemiş eylem: Ad kökü veya gövdesine addan eylem yapan ekler getirilerek yapılmış eylem.
Adıl:  Zamir.
Adlaşmış sıfat: Nitelediği ad düşmüş sıfat.
Ağız: Bir ülkede dilin, bölgelere ve sınıflara göre değişen söyleyiş özelliği.
Alfabe: Bir dildeki sesleri karşılayan işaretler sisteminin tamamı, harflerin toplamı.
Alıcı: Göndericinin iletisini alan kişi ya da kurum.
Alıcıyı harekete geçirme işlevi:  Dilin alıcıyı istenen davranışa yönlendirmesi.
Alışılmamış Bağdaştırma:  Sözcüklerin bir araya gelip daha önce kullanılmamış anlamların ortaya çıkması.
Alışılmış Bağdaştırma: Dilde yaygın olan ve kullanımında yadırganmayan bağdaştırma.
Ana dil:  Bugün ses yapısı, şekil yapısı ve anlam bakımından birbirinden az çok farklılaşmış bulunan dil veya lehçelerin, kök bakımından bilinmeyen bir tarihte birleştikleri ortak dil.
Ana dili: İnsanın doğup büyüdüğü aile ve soyca bağlı bulunduğu toplum çevresinden öğrendiği, bilinçaltına kadar inebilen ve kişilerle toplum arasındaki ilişkilerde en güçlü bağı oluşturan dil.
Ara cümle: Bir cümlede açıklama, istek vb. amaçlarla cümle yapısında herhangi bir değişiklik yapılmadan iki virgül veya iki çizgi arasına sokulan cümle.
Ara söz: Bir cümlede iki kısa çizgi ya da iki virgül arasında yazılan ve kendisinden önceki öge hakkında açıklama yapan söz.
Argo:  Kullanılan ortak dilden ayrı olarak belirli toplulukların, ses bilgisi, yapı bilgisi, söz dizimi ve anlam bakımından özellikler gösteren dili veya sözcük dağarcığı.
Asıl sayı sıfatı: Varlıkların sayısını kesin olarak bildiren sıfat. Sıfat “bir, iki, üç” gibi asıl sayılardan oluşur.
Asıünlem:  Her zaman ünlem özelliği gösteren ünlemler.
Aşınma:  Ünlüyle biten bir sözcüğün ve ünlüyle başlayan bir sözcüğün birleşmesi sırasında oluşan ses düşmesi.
Ayraç: Noktalama işareti. Parantez.

Bağ eylem: Zarf fiil.
Bağdaşıklık: Sözcüklerin bir araya gelip anlam ilişkisi kurması.
Bağımlı sıralı tümce: Anlam bakımından birbirine bağlı olan ve özneleri, tümleçleri veya yüklemleri ortak bulunan tümceler.
Bağımsız sıralı tümce: Anlam bakımından birbirine bağlı olduğu hâlde özneleri, tümleçleri, yüklemleri ayrı olan tümceler.
Bağlaç: İki sözcüğü, iki sözcük öbeğini, iki cümleyi birbirine bağlayan sözcük.
Bağlam:  İletişim öğelerinin oluşturduğu bütün.
Bağlaşıklık: Bir metinde cümleler arasındaki mantık ya da biçimsel bağlantı.
Basit cümle: Bir düşünceyi bir duyguyu veya bir oluş ve kılışı tek bir yargı hâlinde anlatan ve en az bir yüklemden oluşan cümle türü.
Basit kipli eylem: Tek kip eki almış eylem.
Batı Türkçesi:  Göktürkçeden sonra Oğuzca ile devam eden, Eski Anadolu Türkçesi ve Türkiye Türkçesi ile şu ana kadar gelen Türkçe.
Belgisiz sıfat: Belirli olmayan nitelik taşıyan sıfat.
Belgisiz: Belirsiz anlam içeren.
Belirli geçmiş zaman:  Di’li geçmiş zaman. Bilinen geçmiş zaman ya da görülen geçmiş zaman da denir. İşin anlatıştan önce gerçekleştiğini bildiren zaman, “-di” eki ile yapılır.
Belirsiz geçmiş zaman: Miş’li geçmiş zaman. Duyulan geçmiş zaman ya da öğrenilen geçmiş zaman da denir, işin anlatıştan önce yapıldığını bildiren zaman.”-miş”ekiyle yapılır. İş, başkasından duyulmuştur.
Belirteç: Zarf.
Belirtili ad tamlaması: Tamlayanı tamlayan eki, tamlananı tamlanan eki alan ad tamlaması.
Belirtili nesne: Geçişli eylemi tümleyen ve belirtme durumunda bulunan tümleç.
Belirtisiz ad tamlaması: Tamlayanı tamlayan eki (-in/ -nin) almayan ad tamlaması.
Belirtme sıfatı: Adları işaret, soru, sayı, belgisizlik bakımından belirten sıfat.
Biçim bilgisi:  Sözcükleri yapı yönünden inceleyen dil bilgisi kolu. Etimoloji, köken bilgisi, yapı bilgisi.
Bildirme cümlesi: Bir yargıyı, bir gerçeği bildirmek için yüklemi bildirme kiplerinden biriyle kurulan ad veya fiil cümlesi.
Bildirme kipleri:  Fiilin olumlu veya olumsuz nitelikteki yapılışını; geniş zaman, şimdiki zaman, görülen geçmiş zaman, duyulan geçmiş zaman ve gelecek zamanda olmak üzere belli bir zaman kavramı içinde veren kipler.
Bilinen geçmiş zaman: Görünen geçmiş zaman. Di’li geçmiş zaman.
Birinci çoğul kişi: Sözü söyleyen kişiler. Biz kişisi.
Birinci tekil kişi: Sözü söyleyen kişi. Ben kişisi. Konuşan kişi.
Birleşik cümle: İçinde esas yargının bulunduğu bir temel cümle ile, temel cümleyi anlam ve görev bakımından tamamlayan, yüklemi çekimli olan ve değişik yapıözelliklerine sahip bulunan bir veya daha fazla yardımcı cümleden oluşmuş cümle türü.
Birleşik eylem:  Bir sözcük ile biçim veya anlam bakımından kaynaşıp kalıplaşan eylem.
Birleşik sözcük: Ses düşmesi, ses türemesi, sözcük türü kayması veya anlam kayması bakımlarından aralarına ek giremeyecek kadar kalıplaşmış iki veya daha fazla yardımcı sözcükten meydana gelen sözcük.
Birleşik zaman: Yalın zamanlı ve çekimli bir eylemin -di (i-di), -miş (i-miş), -se (i-se) gibi ek eylem eklerinden birini alarak bildirdiği zaman.
Birleşik zamanlı eylem:  Birden çok zaman eki almış eylem.
Bitişken dil: Sözcük kökleri değişmeyen dil. Bükümlü dil.
Buyruk kipi:  Emir kipi. Eylemin yapılıp yapılmamasını kesin olarak buyuran kip.
Bükümlü dil:  Bitişken dil.
Büyüünlü uyumu:  Bir sözcükteki ünlülerin kalınlık – incelik uyumu.

Cins adı: Bir türün tamamını ya da bir tanesini belirten ad.
Cümle dışı öge: Cümlenin içinde yer alan ancak cümlenin ögesi olmayan sözcük ya da sözcük grubu.
Cümle vurgusu:  Bir sözcükte yüklemin durumuna veya bazı özel durumlara göre bir sözcük veya sözün baskılı söylenmesi.
Cümle: Bir fikri, bir duygu ve düşünceyi, bir oluş ve kılışı tam olarak bir yargı hâlinde anlatan kelime grubu.

Çatı ekleri: “-l”,”-n”edilgenlik ve dönüşlülük eki; “-ş” işteşlik eki; “-r”,”-t”,”-dir” ettirgenlik ve oldurganlık ekleri.
Çatı: Öznenin eylemi yapmasına, eylemin etkisinde kalmasına, eylemle ilgili olmasına ya da bir varlığı etkileyip etkilememesine göre eylemin bildirdiği durum.
Çekim eki: Ad veya fiil soylu kelimeler üzerine gelerek bağlı oldukları kelime gruplarına göre, kelimeler arasında durum, iyelik, çokluk, kip, zaman, şahıs, sayı vb. ilişkiler kuran ek.
Çekimlenme: Eylemin kip ve kişi eki alması.
Çekimli eylem:  Kip ve kişi eki alarak yüklem olmuş eylem.
Çıkma durum eki: Ad soylu sözcüklere eklenerek ayrılma, uzaklaşma anlamı veren ek.
Çoğul eki: Çokluk anlamı veren “-ler” eki.

Damak ünsüzü: On ya da art damakta oluşan “g, n,y” gibi ünsüzler.
Dar ünlü: Alt çenenin biraz açılmasıyla oluşan ünlüler. “ı, i, u, ü” ünlüleri.
Devrik cümle: Yüklemi sonda bulunmayan cümle.
Di’li geçmiş zaman:  İşin anlatıştan önce yapıldığını bildiren ve anlatıcının da tanık olduğu zaman. Görülen, bilinen geçmiş zaman.”-di”ekiyle yapılır.
Dil ailesi:  Aynı dille ilgili bilgilerin verildiği anlatımdaki dil işlevi.
Dilek kipleri: Eyleme eklenerek ona dilek anlamı katan ekler.
Dilin işlevleri:  Dilin gönderici tarafından amaçlanan görevleri.
Doğu Türkçesi:  Uygur Türkçesi sonra da Hakaniye Türkçesi olarak devam eden Türk dili süreci.
Dolaylı tümleç: Eylemin anlamını tümleyen ve yönelme, kalma, çıkma durumlarından birinde bulunan veya ilgeç alan tümleç.
Dönüşlü çatı: Eylemin “-I, -n” dönüşlülük eklerinden birini almasıyla oluşan ve öznenin kendi yaptığı işin kendine döndüğünü bildiren çatı.
Dudak ünsüzü: Dudakların arasından çıkan ünsüzler.”b, m, v”gibi ünsüzler.
Durak: Cümlede, dizede akıcılığı sağlamak amacıyla durulan yer.
Duygu ünlemi:  Duygu değeri taşıyan ünlem.
Duyulan geçmiş zaman: Öğrenilen geçmiş zaman. Rivayet zaman. İşin önce anlatışın da sonra olduğu ve anlatıcının doğrudan tanık olmadığı geçmiş zaman, “-miş” ekiyle yapılır.
Düz cümle: Yüklemi sonda olan cümle.
Düz tümleç: Belirtisiz ve belirtili nesnelere verilen isim.
Düünlü: Dudakların düzleşmesiyle oluşan ünlüler, “a, e, ı, i” ünlüleri.
Düzlük- yuvarlaklık uyumu:  Küçük ünlü uyumu. Bir sözcükteki ünlülerin ince ve yuvarlaklık özelliklerine görüşen oluşan ses uyumu.

Edat: Yalnız başına bir anlam taşımayan ancak, ad ve ad soylu kelimelerden sonra gelerek sonuna geldiği kelimeyle cümledeki başka kelimeler arasında anlam ilişkisi kuran, gramer görevli bağımsız kelime. BKZ edatlar
Edilgen eylem: Gerçek öznesi yerinde olmayan eylem. Türkçede bu eylem – (i) I- bazen de – (i) n- edilgen çatı ekleriyle kurulur.
Ek eylem: Sözcüklerin eylem görevinde kullanılmalarına yardım eden, -dir ekinden yararlanılarak çekimi tamamlanan ve olumsuzu “değil” sözcüğüyle kurulan yardımcı eylem.
Ek: Sözcük türetmek veya sözcüğün görevini belirtmek için kullanılan biçim verici ses ya da sesler.
Eklemeli dil: Sözcük sonuna veya başına ek alan dil.
Eksiltili cümle: Genellikle günlük konuşmalarda yer alan ve bazı öğeleri kesilerek söylenip dinleyenin anlayışına bırakılan veya fiili kullanılmadan yargı bildiren cümle.
Emir kipi:  Buyruk kipi. Eylemin yapılıp yapılmamasını kesin olarak buyuran kip.
Eski Türkçe: 8 ve 9. yüzyılları kapsayan Türkçe dönemi.
Eş sesli sözcük: Yazılışları aynı, anlamları farklı sözcük.
Etken çatılı eylem: Çatı eki almayan, gerçek özne bulunduran eylem.
Ettirgen eylem: Taşıdığı kavramı, bir nesneye aktarılabilen çatılı eylem.Türkçede bu eylem, geçişli veya geçişsiz eylem kök veya gövdelerine -ir-, -tir-, -t-eklerinden birinin veya ikisinin üst üste getirilmesiyle kurulur.
Eylem cümlesi: Yüklemi eylem olan cümle.
Eylem çekimi:  Eylem ya da ad kök veya gövdelerine zaman kavramıyla birlikte kişi kavramı bildiren eklerin getirilmesi.
Eylem gövdesi: Ad ya da eylemden türemiş eylem.
Eylem kökü: Ad olmayan, mastar eki alabilen kök.
Eylem: Olumlu veya olumsuz olarak zaman kavramı taşıyan veya zaman kavramı ile birlikte kişi kavramı veren sözcük.
Eylemden türemiş ad: Eylem kök veya gövdesine eylemden ad yapan eklerin getirilmesiyle yapılan ad.
Eylemden türemiş eylem:  Eylem kök veya gövdesine eylemden eylem yapan eklerin getirilmesiyle yapılan eylem.
 Eylemlik: Tümleç alan ve ad gibi kullanılan eylemsi.
Eylemsi: Eylem kök ya da gövdesinden eylemsi ekleriyle türetilen ve çekimlenemeyen sözcük.

Fiil cümlesi: Yüklemi çekimli fiil olan cümle.
Fiil: Olumlu veya olumsuz olarak zaman kavramı taşıyan veya zaman kavramı ile birlikte kişi kavramı veren sözcük.

Geçişli eylem: Nesne ile kullanılabilen eylem.
Geçişsiz eylem: Nesne ile kullanılamayan eylem.
Gelecek zaman: İşin anlatıştan sonra yapılacağını bildiren zaman.”-acak” ekiyle yapılır.
Geniş ünlü: Çenenin aşağıya inmesiyle oluşan ünlü. “a, e, ı, i” ünlüleri.
Geniş zaman: Eylemin her zamanda yapıldığını bildiren zaman, “-r, -maz” ekleriyle yapılır.
Gerçek özne: Fiilin gerçekten yapıcısı olan özne. (Bu yazıyı www.edebiyatögretmeni.net dışında bir sitede okuyorsanız bilin ki asıl kaynak okuduğunuz site değildir)
Gerçek soru cümlesi: Yanıt gerektiren soru cümlesi.
Gereklilik kipi: Eylemin belirttiği işin gerçekleşmesi gerektiğini gösteren kip.
Gerileyici ünsüz benzeşmesi: “b” ünsüzünün sözcük içlerinde kendisinden önce gelen “n” ünsüzünü “m”ye çevirmesi.
Gırtlak ünsüzü: Gırtlakta oluşan ünsüz.”h”ünsüzü gibi ünsüzler.
Girişik cümle: Fiilimsilerle kurulup yan yargı oluşturan ve temel cümlenin bir öğesi olan yan cümleciklerle kurulan birleşik cümle çeşidi.
Göçüşme: Bazı sözcüklerde, seslerin yer değiştirmesi. Türkçede daha çok “r” veya “I” ünsüzünün bulunduğu sözcüklerde, birinci hecenin sonundaki sesle ikinci hecenin başındaki sesin, birbirinin yerine geçmesi.
Gönderge: Bir nesnenin gerçek yaşamdaki kendi varlığı.
Göndergesel işlev: Dilin alıcıya bilgi verme işlevi.
Gönderici: İletiyi alıcıya ileten kişi ya da kurum.
Gösterge: Kendi dışında bir başka şeyi gösteren, düşündüren olgu.
Gövde: Köklere yapım eklerinin getirilmesiyle meydana gelen türev.
Gramer: Dil bilgisi.

Haber kipi:  Zaman ekleri. Bildirme kipi.
Harf: Bir dilin başlıca seslerini yazıda göstermeye yarayan işaret.
Hece düşmesi:  İki heceli kimi sözcüklerde alınan bazı eklerden dolayı oluşan ünlü düşmesi.
Hece:  Bir nefes hamlesi içinde çıkan, tek bir ses veya ses grubundan oluşan, yalnız başına kelime olabilen veya kelime oluşumunda görev alabilen ses birliği.
Heyecana bağlı işlev:  Dilin alıcıda bir heyecan yaratma amacıyla kullanılması.
Hikâye birleşik zaman: Zaman ekinin üzerine “-di” eki getirilerek oluşan zaman. Basit zamanlı eylemin bildirdiği yargının geçmişte kesin olarak yapıldığını bildiren birleşik zaman.
Hikaye: Birleşik zaman çekiminde “-di” eki.

İkinci çoğul kişi: Siz kişisini karşılayan birim.
İkinci tekil kişi: Sen kişisini karşılayan birim.
İkon:  Bir gerçeği doğrudan aktaran resim veya şekil.
Mesaj:  İleti.
İleti: İletişim araçlarıyla okur ya da izleyicilere aktarılan olay ya da yorum.
İletişim:  Bir düşüncenin, bir duygunun yüz anlatımı, el, kol ve baş hareketleri, konuşma yoluyla ya da yazı, telefon, radyo, televizyon gibi iletişim araç ve gereçlerinden yararlanarak bir kimseden başka bir kimseye iletimi.
İlgeç: Sözcükler arasında çeşitli anlam ilgileri kuran sözcüktür.
İlgeç: Edat.
İlgi eki:  Tamlayan ögesinin aldığı ek.
İlgi zamiri: Adın yerini tutan-ki eki.       
İmla: Yazım.
İnce ünlü: Ağız boşluğunun ön kısmında oluşan “e, i, ö, ü” ünlüleri.
İsim cümlesi: Ad cümlesi. Yüklemi çekimli eylem olmayan cümle.
İsim fiil: Ortaç. Eylemsi türü.
İşaret sıfatı: Adları işaret yoluyla belirten sıfat.
İşaret zamiri: Adın yerini işaret yoluyla tutan zamir.
İşteş eylem:  Bir eylemin birden fazla özne tarafından meydana getirildiğini belirten çatılı eylem.Türkçede bu eylem -iş- ekiyle kurulur.
İyelik eki: Adları veya ad görevinde kullanılan sözcükleri kişi kavramına bağlayan ek.

 Jargon: Belli ve dar kesim arasında kullanılan yapay dil.
Jest: İletişimdeki el kol hareketleri.

Kalın ünlü: Ağız boşluğunun arka kısmında oluşan” a, ı, o, u”ünlüleri.
Kalınlık-incelik uyumu: Büyük ünlü uyumu. Bir sözcükteki ünlülerin incelik ve kalınlıklarına göre oluşan ses uyumu.
Kanal: İletiyi göndericiden alıcıya ileten aktarıcı.
Kanalı kontrol işlevi: İletişimde kullanılan kanalın durumunu kontrol etme ve iletinin alıcı tarafından alınıp alınmadığını kontrol etme.
Kaynaştırma harfleri: Kaynaştırma harfleri “y, ş, s, n” ünsüzleri.
Kelime grubu: Söz öbeği. En az iki sözcük tarafından oluşturulan grup.
Kelime: Sözcük.
Kesir sayı sıfatı: Varlıkların bölümlerini belirten sayı sıfatı.
Kesme işareti: (‘) biçimindeki noktalama işareti.
Kip kayması: Yüklemin aldığı kiple cümlenin anlam kipinin farklı olması.
Kip: Fiillerdede belirli bir zamanla birlikte konuşanın, dinleyenin ve hakkında konuşulanın tekil ya da çoğul olarak belirtilmiş biçimi: Bildirme kipleri, isteme kipleri vb.
Kişi eki:  Eyleme eklenerek o eylemi kimin yaptığını belirten ek.
Kişi zamiri: İnsan adlarının yerine kullanılan zamir.
Konuşma dili: Günlük yaşamda kullanılan dil.
Kök: Sözcüğün anlamlı ve kendisiyle ilgili en küçük birimi.
Kökteş: Aynı kökten gelen çeşitli yapı ve görevdeki sözcükler.
Kurallı cümle: Yardımcı ögeden ana ögeye doğru yol alan ve yüklemi sonda bulunan cümle.
Küçüünlü uyumu:  ünlülerin düzlük-yuvarlaklık uyumlarına göre oluşan ses uyumu.
Küçültme eki: Anlama azlık, küçüklük katan “-cik, -cek, -cağız” gibi ekler.
Küçültme sıfatı: Anlamsal yönden küçüklük içeren sıfat.
Kültür dili: Dilin kurallarının işletildiği, kültür aktarıcılığı yapan yazı dili.

Lehçe: Bir ana dilin, ses, yapı ve söz dizimi bakımlarından büyük ayrılık gösteren kolu.

Mesaj: İleti. Göndericinin alıcaya vermek istedikleri.
Mimik:İletişimde yüz hareketleri.

N- b çatışması: Gerileyici ünsüz benzeşmesi, “b” ünsüzünün kendisinden önce gelen “n” ünsüzünü “m”ye dönüştürmesi.
Nesne: Öznenin yaptığı işten etkilenen varlık.
Nicelik zarfı: Azlık – çokluk anlamı veren zarf.
Niteleme sıfatı: Ada sorulan “nasıl?” sorusuna yanıt olan sıfat.
Niteleme zarfı: Eyleme sorulan “nasıl?” sorusuna yanıt olan zarf.

Oldurgan eylem:  Geçişsiz eylemin” -r, -t, -tır” ekleriyle geçişli olması.
Olumlu cümle: Yüklemde bildirilen işin gerçekleştiği anlamını veren cümle.
Olumsuz cümle: Yüklemde bildirilen işin gerçekleşmediğini bildiren cümle.
Olumsuzluk edatı: Ad soylu sözcükleri ve eylemleri olumsuz yapmaya yarayan edat.
Olumsuzluk ekleri: “-ma, -maz” ekleri.
Ortaç: Sıfat fiil. Tümleç alabilen, ad ve sıfat gibi kullanılan eylemsi.
Ortak dil:  Bir ülkede konuşulan lehçe ve ağızlar içinde yaygınlaşarak hâkim duruma geçen, ortak yazı ve edebiyat dili olarak kullanılan dil.
Ortak öge: Sıralı cümlelerde cümlelerin tümüne ait öge.

Öğrenilen geçmiş zaman: Duyulan geçmiş zaman. Rivayet, “-miş” ekiyle yapılır.
Ön ek:  Bazı dillerde sözcüklerin önüne gelen ek.
Özel ad: Tek varlığı bildiren ad.
Özne: Eylemin bildirdiği işi yapan ya da eylemin bildirdiği durumda olan varlık.

Parantez: () biçimindeki noktalama işareti. Ayraç.
Pekiştirilmiş sıfat: Pekiştirme yöntemleriyle anlamı güçlendirilmiş sıfat.
Pekiştirme: Çeşitli yöntemlerle bir sözcüğün anlamının güçlendirilmesi.
Poetik işlev: Dilin şiirsel metinlerdeki kulanım şekli.
Resmi dil:  Resmi nitelik taşıyan işlemlerde kullanılması zorunlu dil.
Rivayet: Başkasından duyulma.

Sayı sıfatı: Sayı kavramı içeren sıfat.
Sert ünsüz: “f, s, t, k, ç, ş, h, p” ünsüzleri.
Sertleşme: Sert ünsüzden sonra gelen “c, d, g” ünsüzlerinin “ç, t, k” olması. Benzeşme.
Ses bilgisi:  Dilin seslerini inceleyen dal.
Ses daralması: Ünlü daralması. Yanlarında geniş ünlüleri daraltma etkisi yapan bazı ünsüzlerin etkisi altında geniş ünlülerin “a >ı, o > u, e > i, ö>ü” biçimindeki daralma olayı.
Ses düşmesi:  Ünlü ya da ünsüz düşmesi.
Ses türemesi:  Çeşitli biçimde bir ünlü ya da ünsüzün oluşması.
Ses:  Kulağın algıladığı titreşim.
Seslenme ünlemi:  Birisine seslenme özelliği gösteren ünlem.
Sıfat tamlaması: Sıfatla adın oluşturduğu söz öbeği.
Sıfat: Somut ve soyut ad ve kavramları niteleme, belirtme, yer gösterme, sayı gösterme, sorma gibi çeşitli yönlerden vasıflandıran, sınırlayan kelime türü.
Sıra sayı sıfatı: Varlıkların sırasını belirten sıfat.
Sıralı cümle:  Birden çok cümlenin virgül, noktalı virgül ya da bağlaçla birbirine bağlanmasıyla oluşan cümle.
Somut ad:  Duyuların algılama alanına giren nesne ya da varlıklara verilen ad.
Soru adılı: Adın yerini soru yoluyla tutan zamir.
Soru cümlesi: Soru anlamı taşıyan cümle.
Soru edatı: Soru sormaya yarayan “mi” eki.
Soru imi: Soru işareti.
Soru sıfatı: Soru sormaya yarayan sıfat.
Soru zamiri: Adın yerini tutan ve soru sormaya yarayan zamir.
Soru zarfı: Eylemi soru yoluyla belirten zarf.
Soyut ad: Düşünsel düzleme ilişkin kavramları bildiren ad.
Söyleyiş: Konuşma ve okumada sözcükleri doğru söyleme. Telaffuz.
Söz öbeği: Kelime grubu. En az iki sözcükle oluşan grup.
Sözcük türü: Sözcüklerin cümledeki görevlerine göre ayrıldığı sekiz türden herhangi biri. (ad, sıfat, zamir, zarf, edat, bağlaç, ünlem, eylem)
Sözcük vurgusu: Sözcükte bir hecenin bazı kurallara göre daha baskılı söylenmesi.
Sözcük: Anlamlı dil birimi. Kelime.
Sözde özne:  Edilgen eylemin özne görevini yüklenmiş nesnesi.
Sözde soru cümlesi: Yanıt gerektirmeyen soru cümlesi.
Sürekli ünsüz: Ses değeri kesilen, sürekli olmayan “p, ç, t, k” gibi ünsüzler.
Süreksiz ünsüz: Ses değeri sürekli olan”b, c, d, g” gibi ünsüzler.
Sürerlilik eylemi:  Eylemin devam ettiğini bildiren “ekalmak, egelmek” kalıbındaki birleşik eylem.

Şahıs eki: Yüklemde kip ekinden sonra gelip kişi anlamı veren ek.
Şahıs: Kişi.
Şart cümlesi:  Bir yargının gerçekleşmesinin başka bir yargıya bağlı olduğu cümle.
Şifre (kod): İletiyi dışa vurmada kullanılan araç.
Şiirsel işlev: Şiirsel metinlerde kullanılan dil. Sanatsal işlev.
Şimdiki zaman: İş ve anlatışın aynı anda yapıldığını bildiren zaman. “-yor” eki ile yapılır.
Şive: Bir dilin bilinen tarihsel süreci içinde ortaya çıkan, ses ve biçimsel farklılıklar gösteren kollarından her biri.

Takı: Ek.
Takısız ad tamlaması: Bir varlığın kaynağını, ham maddesini bildiren, tamlayanı ve tamlananı ek almayan tamlama.
Tamlama: Varlığı karşılayan söz öbekleri.
Tamlanan: Tamlamadaki ikinci ve asıl öge.
Tamlayan: Tamlamadaki birinci öge.
Tek heceli dil: Sözcükleri tek heceden oluşan dil.
Tezlik eylemi: Çabukluk anlamı içeren ve “ivermek” biçimiyle oluşan birleşik eylem.
Tırnak: (” “) biçimindeki noktalama işareti.
Tonlama:  Konuşmada anlatıma duygu ve seslenme katmak amacıyla yapılan ses değişimleri.
Topluluk adı: Bir topluluğu karşılayan tekil ad.
Tümce: Anlam açısından eksiksiz sayılan, kesintiye uğramayan söz.
Tümleç: Yüklemin anlamını çeşitli açılardan tamamlayan sözcük ya da sözcük öbeği, (dolaylı tümleç, zarf tümleci, düz tümleci)
Türemiş sözcük: Yapım ekiyle kurulmuş sözcük.
Türetme:  Kök ya da gövdeye eklenerek yeni sözcük oluşturma.

Ulaç: Zarf fiil. Belirteç olarak kullanılan eylemsi.
Ulama:  Konuşmada art arda gelen sözcüklerden birincisinin sonundaki ünsüzün, ikincisinin başındaki ünlüye ses bakımından bağlanarak söylenmesi.
Unvan sıfatı: Varlıkların sanlarını bildiren sıfat.
Uzun hece: İçinde “â, î”gibi uzun ünlü bulunan hece.
Uzun ünlü: Uzatılarak söylenen “â, î, û” gibi ünlüler.

Üçüncü çoğul kişi: O şahsını karşılayan dil birimi.
Üçüncü tekil kişi:  Kendisinden sözü edilen kişi. “o” kişisi.
Ünlem cümlesi: Seslenme ve duygu anlamı içeren cümle.
Ünlem: Konuşanın korku, sevinç, acıma, şaşkınlık gibi her türlü duygu ve heyecanını etkili ve kısa bir biçimde anlatmaya, seslenmeye, çağırmaya yarayan ve kısmen bağımlı kelimeler sınıfına giren kelime veya kelimeler.
Ünlü daralması: Yanlarında geniş ünlüleri daraltma etkisi yapan bazı ünsüzlerin etkisi altında geniş ünlülerin “a >ı, o > u, e > i, ö>ü ” biçimindeki daralma olayı.
Ünlü değişimi:  “ben” ve “sen” zamirlerinin “bana” ve “sana” biçimine dönüşmesi.
Ünlü düşmesi: Ünlü ile biten bir sözcük, ünlü ile başlayan başka sözcükle birleşik sözcük kurarken veya ünlü ile başlayan bir ek alınca, karşılaşan iki ünlüden birinin düşmesi.
Ünlü türemesi: Ses özelliklerine veya birbirleri ile birleşme şartlarına bağlı bazı nedenlerle kelimenin ön, iç ve sonuna ünlü getirilmesi olayı.
Ünlü uyumu: Ünlülerin kalınlık-incelik ya da düzlük- yuvarlaklık durumlarına göre bir sözcükte beliren uyum.
Ünlü: Ciğerlerden gelen havanın ağız kanalında herhangi bir engele uğramadan yalnız ses yolundaki daralma veya genişleme ile çeşitlenen, dil ve dudakların oluşturduğu ses (a, e, ı, i, o, ö, u, ü)
Ünsüz değişimi: Ünsüz yumuşaması.
Ünsüz düşmesi: Kelime içinde (bir ünsüzden önce), kelime sonunda veya kaynaşma olayı ile iç seste r, n, I, f gibi akıcı ve sızıcı ünsüzler ile y, g, ğ, k, h gibi ünlüleşme ve sızıcılaşarak erime özelliği taşıyan ünsüzlerin kaybolması olayı.
Ünsüz türemesi: Kelime ön, iç ve son seslerinde, kelimenin aslında olmayan bir ünsüzün türemesi olayı.
Ünsüz: Ağız kanalında ve diğer ses organlarında bir engelleme, daralma veya kapanmayla ve bir ünlü yardımıyla çıkarılan ses (p,b, m; t, d; k, g; ç, c; f, v; y; h; s, z; j; ğ, I, r.)

Vurgu:  Bir sözcükteki bir heceyi diğerlerinden daha baskılı söyleme.

Yaklaşma eylemi:  Eylemin “neredeyse, az kalsın” anlamını kazandığı “eyazmak” biçimindeki kalıbı.
Yalın hâl:  Bir adın ad durum eklerini almamış biçimi. Yalın ad.
Yan cümle: Temel bir cümleye bağlı olan, dil bilgisel bağımsızlığı olmayan, temel cümlenin ögesi olan cümle.
Yan cümlecik: Temel cümlenin bir ögesi olan, eylemsiyle kurulan ve kesin bir yargı bildirmeyerek temel cümleyi destekleyen cümle.
Yanıt zarfı: Bir soruya yanıt olan ve eylemi olumlu ya da olumsuz biçimde niteleyen zarf.
Yansıma sözcük: Doğadaki sesi yansıtan sözcük.
Yapım eki:  Sözcük kök veya gövdesine getirilerek sözcüğün yeni bir kavram kazanmasını sağlayan ek.
Yapma dil:  Doğal yollardan oluşmayan, geçmişi olmayan, kültür dili, ana dil ve ana dili özelliği göstermeyen dil.
Yardımcı eylem:  Ad soylu sözcüklerin veya bazı eylemsilerin eylem gibi kullanılmalarını sağlayan imek, etmek, eylemek, olmak, kılmak eylemleri.
Yardımcı ünlü: İki ünsüzün bir araya gelmesini sağlayan” ı, i, u, ü” ünlüleri.
Yardımcı ünsüz: İki ünlünün bir araya gelmesini sağlayan çoğunlukla “y, n” ünsüzleri.
Yazı dili:  Kültür aktarıcılığı yapan, yazı yoluyla iletişim sağlayan dil.
Yazım: İmla.
Yer belirteci:  Eylem ve eylemsilerin anlamını yer yönünden belirten zarf türü.
Yeterlilik eylemi: Gücü yetme anlamı veren “ebilmek” biçimindeki birleşik eylem kalıbı.
Yumuşak ünsüz: “f, s, t, k, ç, ş, h, h, p” dışında kalan ünsüzler.
Yumuşama:  Ünsüz değişimi. Sert ünsüzle biten bazı sözcüklerin ünlüyle başlayan bir ek almalarıyla oluşan ses olayı.
Yuvarlak ünlü: Dudakların yuvarlak bir biçim oluşturmasıyla ortaya çıkan “o ö,u ü”ünlüleri.
Yüklem: Cümlenin temelini oluşturan, hiçbir ögeye bağlı olmayan, tek başına cümle oluşturabilen öge.

Zaman zarfı: Eylemin yapıldığı zamanı bildiren zarf.
Zamir: Önce geçen veya sonradan gelecek olan bir ismin yerine kullanılan ve onun anlattığı şeyi bildiren, kelime veya takı.
Zarf fiil:  Ulaç veya bağ fiil de denen eylemsi türü.
Zarf tümleci: Cümlede yüklemin anlamını zaman, tarz, ölçü, yer, yön vb. bakımlardan daha belirgin duruma getiren, sınırlayan kelime veya kelime gruplarından oluşan tümleç.
Zarf: Fiillerin, sıfatların, sıfat-fiillerin ve görev bakımından zarf niteliğindeki kelimelerin anlamlarını zaman, ölçü, niteleme, yer, yön vasıta, miktar, şart gibi çeşitli bakımlardan etkileyerek daha belirgin duruma getiren veya sınırlayan kelime türü.
Zincirleme ad tamlaması: Tamlayanı ya da tamlananı bir ad tamlamasından oluşan tamlama.
http://www.xn--edebiyatgretmeni-twb.net/turkce-dilbilgisi-terimler-sozlugu.htm
***

                ANLAM BİLİMİ: TEMEL KAVRAMLAR

                                    Rıza Filizok

Anlam Bilimi  ve Pragmatik (edimbilim*):

Anlam bilimi, kelimelerin, cümlelerin, metinlerin anlamıyla ilgilenir. Asıl amacı, işaret ile işaretlenen şey arasındaki ilişkileri incelemektir. Kabaca söyleyecek olursak kelimenin anlamı ile ifade edilen nesne arasındaki ilişkileri inceler. 

Buna karşılık pragmatik, konuşan özne ile işaretler arasındaki ilişkileri inceler. 

Bu iki bilim, birbirinin tamamlayıcısıdır: Sözler, anlamlıdır, ancak asıl ve kesin anlamlarını kullanımda bulurlar. “O çok içiyor.” cümlesi anlamlıdır ama, nerede, ne için ve ne zaman söylendiğini bilmediğimiz sürece anlamı açık, sarih değildir. Bu  söz, söylendiği şartlar, kişiler, zaman ve olgular bilindiğinde asıl kesin anlamına kavuşur. Kimin içtiğini, neyi çok içtiğini ancak o zaman kavrarız. İşte pragmatik, sözün asıl  anlamının bu şartlara bağlı olduğunu göz önünde tutar ve sözü  bu dil dışı şartlara göre yorumlar.

Bu yeni kurulan bilim dalı, anlam bilime yeni katkılar sağlamıştır. Pragmatik, yeni bir bilim dalıdır ama atalarımız belagat ve fıkıh gibi bilim dallarında bu yöntemi bin yıldan fazla başarıyla kullanmışlardır.

Sözce (Enoncé) ve Cümle (phrase) :
Sözce terimi, İngilizce’deki (statement) ve Fransızca’daki (énoncé) terimlerinin karşılığıdır. Günümüzde cümle ve sözce terimleri farklı şeyleri ifade etmektedir. Cümle, biçimlerin (forme) birleşme düzeyidir, sözce, bildirişim düzeyinin terimidir. Konuşma anında söz dizimi kurallarına uyulurak söylenen sözler vardır, söz dizimi kurallarına uymadan söylenen, ama anlamlı olan sözler vardır. Sözce birincileri de  ikincileri de içine alır.
Cümle, sözün söylendiği an göz önünde bulundurulmadan tamamen dil içi bağlantılara göre (Özne, nesne, yüklem) tanımlanmış bir birimdir. Cümle, biçim bilimi ve sözdizim kurallarına göre yapılanır. Cümlenin anlamı, kelimelerin hakiki anlamlarına bağlıdır. Buna karşılık bir sözcenin anlamını zaman, yer ve kişiler belirler. Dil bilim ile pragmatiğin sözü farklı açılardan ele almaları cümle ile sözce farkının doğmasına sebep olmuştur.  Dil bilimi, eksiltili, yarım cümleleri de cümle imiş gibi açıklamaya çalışır. Pragmatik bilimi ise sadece dil dışı bağlamla (contexte) ilgilenir.
Sözceleme ve sözce ayırımı
    Sözce ile sözceleme arasında da fark vardır: Sözceleme (énonciation), sözün yaratıldığı süreçtir. Belli bir özne, belli bir anda, belli bir yerde, belli bir dinleyiciye (alıcı) karşı belli bir sözce üretir. Sözce ise bir söz söyleme işi sonunda ortaya çıkan dil ürünüdür. Buna karşılık sözceleme, söyleme işiyle birlikte eş zamanlı olan dil ürünüdür, tekrarlanması mümkün değildir.
Konuşanın ürettiği sözlü ve yazılı her mesaj sözce adını alır. Sözceleme ise sözcenin yaratıldığı bağlamdır.



Cümlelerin anlambilimsel nitelikleri:

Analitik Cümle (Phrases analytiques): Kelime ve kelimelerin anlamı, cümlenin zorunlu olarak doğru olmasını gerektiriyorsa, bu cümle analitiktir:

Bekar, evlenmemiş kişidir.
Cisimler uzayda yer kaplar.
Bütün insanlar ölümlüdür.
Bu tip cümleler, “A, A’dır” tarzında ifade edilen cümlelerdir. Analitik cümlelerin doğru yahut yanlış olduğunu kelimelerin yine dil vasıtasıyla yapılmış tanımlarına uygun olup olmayışından anlarız. “Üçgenin dört köşesi vardır.” Cümlesi analitik bir cümledir, fakat anlamca yanlış bir cümledir. Çünkü, verilen bilgi, “üçgen”in tanımına uygun değildir. Görüldüğü gibi, analitik cümleler, dil ve tanımlarının dünyasını anlatırlar, dış dünyaya kapalıdırlar. Buna karşılık sentetik cümleler, olguları anlatırlar, olgu doğruysa doğru, yanlışsa yanlıştırlar.

Sentetik Cümle (Phrases synthétiques): Cümlenin doğruluğu ve yanlışlığı ifade edilen şeye bağlı olan cümlelerdir. Olgusal bir içerikleri vardır: ”Süleyman Demirel, Cumhurbaşkanı’dır.” Cümlesinin doğruluk ve yanlışlığı, ifade edilmek istenen olguya bağlıdır. Bu cümle, geçmiş zaman için doğru, bugün için yanlıştır. Bu tip cümleler, “A, B’dir” şeklinde ifade edilebilir. Burada A, bir nesneyi, B, A’nın bir niteleğini ifade eder. Sentetik cümlelerin doğru yahut yanlış olduğunu gözlem ve deneyle anlarız.
Çelişik Cümle (Phrases contradictoires): Cümledeki kelime yahut kelimelerle cümlenin anlamının uyuşmamasıdır: “Bu adam ölümsüzdür.” (İnsan ve ölümsüz karşıt anlamlıdır. “antonymie”). Birbiri ile çelişen iki cümleye  de çelişik cümleler denir: “Bu sinek canlıdır” ile “Bu sinek ölüdür” cümleleri çelişiktir.
- Itnab (Paraphrases): Aynı önermeyi, aynı savı (proposition) ifade eden ve aynı şartlarda doğru yahut yanlış olabilen iki cümleden uzun olanına ıtnab cümlesi denir. Bu durumda İki cümlenin aslında içeriği aynıdır.

- Zorunlu sonuç cümleleri (Phrases impliquées):Bazen bir cümle ikinci cümlenin anlamını içerir. Bu durumda ikinci cümle onu içeren birinci cümlenin zorunlu sonucudur ve gereksizdir: “Ahmet Hasan’ı öldürdü. Hasan öldü.”
 

Gerçeklerle ilişkili olmayan cümle: Soru ve emir cümlelerinin gerçeklik değeri yoktur, dolayısıyla analitik yahut sentetik cümle değildir.

-Sav (Proposition): Dilin aynı cümleyi yahut aynı fikri anlatmak için birden çok imkânı ve kalıbı vardır: Mesela “Ali, Veli’yi dövdü.” ve  “Veli, Ali tarafından dövüldü.” cümleleri aynı olguyu ifade eder. Bu cümleler gramer yönünden farklıdır ama, ortaya koydukları iddia aynıdır, anlamları aynıdır. İşte cümlenin yapısına bağlı olmadan var olan ve aynı kalan bu düşünce, sav adını alır. Sav, bir cümlenin,  dilinin ve sözdiziminin yapısından bağımsız olarak anlamıdır. Anlamdaş cümlelerin her birinde aynı kalan unsurdur.




Dil Bilimi Terimleri

 Yard. Doç. Dr. Safiye AKDENİZ
Adnan Menderes Üniversitesi,
Fen-Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi

Alegori (Allégorie - Allegory - Allegorie): Üslup biliminde bu kelime iki farklı manada kullanılır: 
1) Olumlu yahut olumsuz bir niteliğin soyut bir biçimde kişileştirilmesi anlamına gelir. Meselâ ölüm, çoğunlukla elinde bir tırpan bulunan iskelet suretinde gösterilir. Alegoriyi sembolden ayırmak gerekir: Sembol, soyut bir kavramın yerine geçen somut bir nesnedir, Alegoride ise canlandırılan bizzat soyutlamadır. 
2) Bir yazı içinde devam eden istiareler, alegori (buradaki anlamı temsilî istiare) adını alır.

Ek alıntılar:
(Alegori; bir görüntü, bir yaşantı veya bir davranışın daha iyi kavranmasını sağlamak için göz önünde canlandırıp dile getirme sanatıdır. Soyut bir düşünceyi heykel ya da resim ile göstermek, örneğin adalet düşüncesinin gözü bağlı ve elinde terazi bulunan bir kadınla (Themis) anlatılması gibi.
Kutadgu Bilig, (Yusuf Has Hacib) Türk yazınındaki alegorik yapıtlardandır. Kutadgu Bilig'de "Adalet", "Saadet", "Devlet" ve "Akıl" iyi bir devletin nasıl olması gerektiğini tartışır. Bu soyut kavramların insan niteliği ile verilmesi "Alegori"dir. Daha çok fabl'larda görülür.
TDK'nın tanımına göre sembollerle anlatılan metinlere alegorik denir. Alegori, "yaygın açık eğretileme (metafor)" özelliği de gösterir.https://tr.wikipedia.org/wiki/Alegori)






(Alegori


Alegori Nedir? Alegori Örnekleri

Alegori: Bir fikrin, davranışın eylemin, duygunun, bir kavramın ya da bir nesnenin simgelerle, sembollerle ifade edilmesi. Os. İstiare-i Temsiliyye. Bu tarzdaki eserlere de “alegorik” denir.
Örneğin, güzel sanatlarda (resim, heykel vb.) adaleti, gözü bağlı ve bir elinde kılıç ötekinde terazi ile sembolize etmek; ölümü bir elinde tırpan bulunan iskelet olarak göstermek, bereket’i başak ile göstermek gibi.
Sözlü ve yazılı anlatımda alegorinin temelini istiareteşhis (kişileştirme), mecaz sanatları oluşturur. Bir eserin bir kısmı alegorik olabileceği gibi tamamı da alegorik olabilir. Dante’nin “İlahi Komedya”sı bunun en ünlü örneğidir. Eski Türk edebiyatında ise Şeyhi’nin “Harname”si, Şeyh Galip’in “Hüsn ü Aşk”ı, örnek gösterilebilir. Yeni Türk edebiyatında Yahya Kemal’in “Sessiz Gemi”,Tevfik Fikret’in “Devenin Başı”, Ahmet Haşim’in “Merdiven” adlı şiirleri alegorinin kullanıldığı yapıtlar arasındadır.
http://www.turkedebiyati.org/alegori/)
(Mecaz (değişmece), teşhis (benzetme) ve istiare (eğretileme) sanatları alegorinin temelini oluşturur. 
Alegoride anlatılanlardan çıkarılan ilk ve açık anlamın dışında okuyucunun sezgi yoluyla yorumlayarak bulabileceği gizli anlamlar vardır. Alegorik anlatımların olduğu metinlerde genellikle kişiler ya kusurları ya da erdemleri temsil eder. http://kelimelerkavramlar.blogspot.com.tr/2013/07/alegori-nedir.html)

Alfabe (Alphabet - Alphabet - Alphabet): Dilin çizgiler aracılığıyla gösterilmesi esasından doğmuştur. Tarih boyunca dilin çizgilerle kaydedilmesi, iki temel esasa göre yapılmıştır: 
1) Fikir-çizim*  (idéographie) yoluyla : Bir fikir, bir tasavvur bütün halinde olmak şartıyla çizgi ile, basit bir resimle anlatılır. Bu durumda dilin birinci boğumlama birimleri, kelimeler, morfemler çizgi işaretleri ile gösterilir. 
2) Ses-çizim* (phonographie) yoluyla: Bir dilde bulunan sesler ayrı ayrı çizgilerle, harflerle gösterilir. Bu durumda dilin ikinci boğumlama birimleri, ses birimleri, anlamsız ses birimi kümeleri çizgi işaretleriyle gösterilir. Ses-çizimin iki şekli görülür: a) Hece-çizim*: Bazı yazı sistemlerinde hece çizim işaretleri, bir heceyi gösterir. Bunlar sınırlı sayıdadır, yüz kadar hece-çizim figürü bulunur. b) Alfabe: Alfabeler de sadece ünsüz harfleri gösteren alfabeler, hem ünlü hem ünsüz harfleri gösteren alfabeler olmak üzere ikiye ayrılır. Sık sık alfabelerin çizgiyle kaydetme sistemlerinin yetersizliklerinden bahsedilir. İdeal bir sistemde, aynı sesin (fonem) hep aynı işaretle gösterilmesi gerekir. Pratikte ise bu mümkün olamamaktadır: Kelimelerin zaman içinde telâffuzunun değişmesi, buna karşılık çizgilerin aynı kalışı bu uygunluğu bozmaktadır. Uzun bir müddet alfabe değiştirmeyen milletlerin alfabelerinde bunun sonucu olarak iki hal ortaya çıkmaktadır: a)Bir ses birimi farklı çizgilerle gösterilebilmektedir, meselâ: [o]= eau, ot, aud, vb. b). Bir fonem, degişik sesleri göstebilmektedir: s= [ s] yahut [z], eu= [ø] yahut [œ]. Türk alfabesinin kabulünün üzerinden yarım yüzyıldan fazla bir zaman geçtiğinden Türkçe için de benzer durumlar ortaya çıkmaktadır.

Almaşma (Alternance - Graduation - Abwechseln) : Dar anlamıyla  bir kelime kökünü ifade eden bir ses birimin yahut bir ses birim kümesinin değişiminden doğan unsurlardır. Bu değişiklik beraberinde bir anlam değişikliği de getirir. Meselâ İngilizcede: man / men. Bu kelime geniş anlamında,   ses birimin uğradığı   bütün değişmeleri ifade eder. Değişme kökte de, son eklerde de olabilir. Ancak bu değişmelerin mutlaka şekil bilgisine ait bir değeri olması gerekir.
Ek alıntılar.
(ALMAŞMA, a. Dilbil. Bir sesbirim ya da sesbirim öbeğinin belirli bir biçimbilimsel sistemde uğradığı değişiklik. (Bk. ansikl. böl.)
-Süslem. sant. Farklı iki motifin sırayla yinelenmesi.

-ANSİKL. Dilbil. Almaşma, ünlülerde de olabilir, ünsüzlerde de. Ünlü almaşması (almancada buna ablaut deniyor) ya ni-tel'dir, ya nicel. Nitel almaşma'da, ünlünün tınısında meydana gelen bir değişiklik söz-konusudur (örn., latincede, decetidoceo, almancada nehmeninimminahm). Nicel almaşma'da ise sözkonusu olan süre değişiklikleridir, (örn. latincede, sedeoise-deo); ünlünün çeşitli durumlarına derece adı verilir: sürenin normalliğine, kısalığına ya da uzunluğuna göre ünsüz dolu, kısık ya da uzun olur. Tını almaşmasında bükünlü derece'den, ünlünün yitiminde ise sıfır derece'den söz edilir (örn., latincede, esseisum, mastaribildirme kipi).

Ünsüz almaşması'nın (fince ve lapon-ca gibi dillerde görülür) en belirgin örneği dilbilgisel almaşma 'dır. Almanca'daki değişimlerin bir türü olan bu almaşmada, bir ünsüz, kendinden hemen önceki ünlüde eski hint-avrupa vurgusunun bulunup bulunmadığına göre iki ayrı ünsüze dönüşür (örn., almanca schneiden, kesmek ve geschnitten, kesik örneklerinde [d] i [t] almaşması).

Tema almaşması diye, aynı paradigma içinde değişik temaların oluşmasına neden olan almaşmaya denir. Bu olgu, gerek fiil çekiminde (latince esse'nin çekiminde s ve es temaları), gerek ad çekiminde (latince pafer'in ad çekiminde patr-ve pater-temaları) güçsüz biçimler ve güçlü birimler ayrımına yol açar.http://www.nuveforum.net/1183-terimler-sozlugu-a/224319-almasma/)

(TÜRKÇEDE ÜNLÜ ALMAŞMASI 
Semra BATURAY
 ÖZET 
Bu çalışma Türkçe yansıma ikilemelerdeki ses değişimlerini araştırmakta ve bağlamdan bağımsız ses değişimlerini ifade etmek için kullanılan almaşma temelli bir çözümleme önermektedir. Çalışma Türkçe yansıma ikilemelerinin barındırdıkları ses değişmeleri açısından bir eğilim sergileyip sergilemediklerini sorgulamaktadır. Çalışmada, bağlamdan bağımsız olarak var olan ses değişimlerinin aslında bir tür ses almaşması olduğu ve Guerssel & Lovenstamm (1996)’da önerilen Almaşık örgü’yü takip ettiği savunulmaktadır. Buna göre 

Türkçe yansıma ikilemelerdeki [a]-[u] ve [e]-[ü] ünlü değişimleri Almaşık örgü’deki A→U değişimine tabi olarak açıklanabilmektedir.

http://turkishstudies.net/Makaleler/1878876395_8Baturay_Semra.pdf)



Antitez  (nakîz-i müddea, karşısav)    (Antithesis - Antithese):   Aynı cümlede biribirinin zıddı olan iki kelime yahut iki ifadeyi biribirinin mukabili olarak kullanma. "Biri kalbime kuvvet veriyor, diğeri kolarımın kuvvetini kesiyor. Corneille" Daha dar manada antitez, terimlerin sadece karşılıklılık halinde olduğuna işaret eder, bu durumda bir karşılıklılık vardır ama terimler gerçekten biribirinin zıddıdır denilemiyecek haldedir: "Tehlikesiz galibiyet, şöhretsiz zafer kazandırır."

Argo (Argot - Slang, jargon - Gaunersprache, Slang, Fachsprache): "Jargon"  ve "argot"  terimleri bazen biribirine karıştırılmaktadır. 

"Jargon" kelimesi bir mesleğe, belirli bir sosyal gruba ait söz dağarcığını ifade eder: öğrenciler, balıkçılar vb. 

"Argot" "Jargon"un özel bir halidir: " "Jargon", grubun dışında bulunanların anlamaması için değişikliğe uğratıldığı ölçüde  argo olur. "Argot" toplum dışı bir yan anlamlandırmadır.  Ayak takımı denilen kişilerin faaliyetlerini, kavramlarını ifade eden teknik bir lügattir. Bu lügat bir kültür biçimini, bir duyarlılık tarzını, bir zihniyeti, özel bir hayat kavrayışını yansıtır. Zararlı faaliyetlerde bulunmanın sonucunda doğmuş olan ve orijinal sözler yaratma imkânlarına sahip gizli bir lügattir. 

Morfolojik yönden bakıldığında kelimelerin biçiminin genellikle değiştirildiği görülür. En sık karşılaşılan biçim değiştirmeler, "apocope" ve "aphérèse"dir. Çok zaman uydurulmuş son ekler ilâvesiyle yahut son eklerin yerlerinin değiştirilmesiyle kelimeler yapılır.  Morfolojik dönüşüm bazen gerçek bir kod haline gelebilir. Kelime başındaki sesler kural halinde yerini belirli bir sese bırakabilir. Bazan parazit bir hece kullanılarak farklılık sağlanır. „Buvunuvu bavanava söveylevedivi“ gibi. Semantik yönden en fazla istiarelerden ve mana ikamelerinden yararlanılır.  

Ek alıntılar
(Argo
Argo, bir dilin parçası olmakla birlikte, toplumun belli bir çevresi tarafından kullanılan, kendine özgü sözcük, deyim ve deyişlerden oluşan özel bir dildir. Argo küfür değildir fakat küfürlü argo terimler de vardır.

Anadili içinde ayrı bir dil olan argo, anadille birlikte kullanıldığı gibi, belirli gruplara özgü bir dil olabilir: Suç argosu, okul argosu. Argoda kelimelerin anlamı örtüktür. Eski anlamlar yeni anlama kavuşturulur. Uydurmadır. Anadildeki kelimeyi bozma, Yabancı kelimelerle yerliyi birleştirme yaygındır. En çok mizah ve küfürlü söyleyişlerdedir. Eskiden külhanbeyi ağzı denirdi. Ayaktakımı ağzı da denir.

Argo kavramı
1. Aynı uğraş alanındaki insanların, kullanılan genel dilden ayrı olarak, benimseyip kullandıkları, herkesçe anlaşılamayan, kendilerine özgü sözcük ve deyimlerin yer aldığı özel dil.

2. Ortak dilden olmakla birlikte her yerde ve her zaman kullanılmayan ya da kullanılması hoş karşılanmayan; külhanbeylerinin, serserilerin ya da eğitimsiz kimselerin kullandıkları sözcük, deyim ya da söz. Bir anadilin, genel kültür dilinin, ortak dilin içinde yer alan özel bir dil olan argo, Fransızca argo'dan dilimize yerleşmiştir. İngilizcede slang denir. Argo, kaba ve küfürlü bir dil olarak anlaşılır, bozuk dil olarak anlaşılır, ancak küfürlü dilden veya bozuk dilden (jargon) ayrıdır. Bu dile külhanbeyi dili, kayış dili, pirpirilerin, hazelelerin (saçmalayan) ve erazillerin (reziller) dili olarak bakılmaktadır.

Bir gruba has bozulmuş dile jargon, genel olarak kaba halk diline, özel bir terminolojisi olan gizli dile argo denilmektedir. Jargondan argoya, argodan genel dile geçişler olabilmektedir. Ayrıca jargon, nörolinguistikte bir aphasia terimidir. Argo, teklifsiz konuşma, hakaret dili, şakacı dili ile karışmıştır. Argo, anadilin üst düzeyindeki yazı dilinden ayrı, anadilin alt düzeyindeki konuşma diline özgüdür.

Tarihi
Yunanistan'ın Argos kentinden, argu=kavga kelimesinden, gergo=hırsız'dan, argotier=dilenci'den, hargoter=azarlamak'tan, harigoter=yarmak'tan, arigote=kaba saba'dan geldiği üzerinde tartışmalar vardır. Türkçe lügatlarda gizli dil, bir mesleğe has dil, külhanbeyi (gulhan=hamam sıcaklığı), erazil dili, kaba ve aşağılık dil, hilekar ve dolandırıcı dili, tulumbacı dili, ayaktakımı ağzı diye tanımlar yapılmıştır.

Kaşgarlı Mahmud, Süruri, Sabit, A.Fikri, Enderunlu Fazıl, Şinasi, Ahmed Vefik Paşa'dan Şair Eşref, Ahmed Rasim, Neyzen Tevfik'e birçok yazar argo kullanmıştır. Günümüzde reklamcılıktan (aganigi vb) müziğe kadar her alanda argo kullanılmaktadır. Ortaoyunu, geleneksel tiyatro, Karagöz ve Yeşilçam sinemasında argo yaygındır....

Özellikleri
Argoda kelimeler örtük, şekilleri bozuk ve yerleri değiştirilmiş olabilir. Anadildeki ilk anlamı dışında kaydırmalara uğratılan kelimeler, yabancı kelimelerle ve azınlıkların kelimeleriyle karışık olarak ortaya çıkar. Konular genel olarak içki, kadın, kumar, hapishane, denizcilik, günlük hayatla ilgilidir. Teşbih, istiare, mecaz, hüsni talil ve mübalağaya açık bir dildir. Suç dünyasında, kapalı topluluklarda, göçmenlerde, cinsellikle ilgili alanlarda, eğlence ve futbol dünyasında,internette bu özel dile has kelimeler kullanılmaktadır.

Argonun bir özelliği gizliliğidir. Bunun sebebi suçlar ve sırlar, müstehcenlik ve kapalılıktır. Grup kimliğinde oluşan argo, özenti ve aykırı görünme, samimi konuşmaya çalışma dilidir. Sokağın, çarşı pazarın dili argo ile doludur. Döviz piyasasında paraların özel adları vardır. Beyoğlu, Galata, Tophane gibi semtlerde ve Çingene Romanlarda argo yoğundur. Bu dilin bir özelliği de çokça benzetmeye yer vermesi, tabuları ve ritüelleri oyunlaştırması, bitki ve hayvan isimlerini insanileştirmesidir. (Naskali-Sağol 2002)

Argo örnekleri
araklamak «çalmak»,
atmasyon «asılsız anlamsız,uydurma,yalan söz veya haber»,
tırnakçı «hırsız, yankesici»,
uyutmak «aldatmak, kandırmak»,
papel «para»,
uyuzlanmak «huylanmak, şüphelenmek»,
volta «bir aşağı, bir yukarı dolaşma»,
yaylanmak «çekip gitmek»,
zoka «tuzak, hile, dalavere, oyun»
Kaynaklar
Türk Kültüründe Argo, ed. Emine Gürsoy-Naskali, Gülden Sağol, Sota Yay., 2002.
Dış bağlantılar[değiştir | kaynağı değiştir]
www.anadilim.org/Makale-Argo-26
argosözlük.com
argoca.com
Argo Sözlük
Kategoriler: Dilbilim taslaklarıArgo

Vikipedi, özgür ansiklopedi

Argo sözlüğühttp://www.turkedebiyati.org/argo-sozlugu.html
Jargon
Jargon, fikri, mesleki vb. ortaklık gösteren kişilerin kullandığı ortak ağız olarak tanımlanır.[1] Genel olarak bu terim belli bir uğraş veya ilgiyi paylaşan kişilerin kullandığı dile karşılık gelir (Gençler, cerrahlar, Vikipedi yazarları, vb.). Bir jargonu oluşturan sözcükler o gruba ait olmayan bir kişi için anlaşılmaz gelebilir, veya yaygın sözcükler olmalarına rağmen tamamen farklı bir anlamda kullanılabilir. Bazı sözlüklerin verdiği tanımlar ise jargon sözcüğüne aşağılayıcı bir anlam yükler: "anlaşılması güç, bozuk dil"[1] ve "argo"[2] gibi.
Jargon, belli bir etkinlik, meslek veya grupla ilişkili olarak tanımlanmış bir terminolojidir. Argoda olduğu gibi, o topluluk içinde sıkça konuşulan fikirlerin kısaca ifade edilebilmesi için gelişmiştir. Çoğu zaman standart bir terim o sahadaki kişiler tarafından daha kesinleşmiş veya tekil bir kullanıma sahip olabilir. Çoğu zaman bu, iletişime bir engel yaratır çünkü grup dışındakiler söyleneni anlayamazlar.
Bazı durumlarda jargon, bir grubun üyelerini o gruba ait olmayanlardan ayırt etmek için kullanılır. Konuya aşina olmayanlar jargonu yanlış kullanmaları ile kendilerini ele verirler.
Kaynakça
  1. ^ a b Şablon:TDD Sözlüğü
  2. ^ "Jargon." Güncel Türkçe Sözlük, Türk Dil Kurumu. Erişim: 8 Ocak 2009.
Dilbilim ile ilgili bu madde bir taslaktır. Madde içeriğini geliştirerek Vikipedi'ye katkıda bulunabilirsiniz.
Vikipedi, özgür ansiklopedi

*

Arkaizm (Archaïsme - Archaism - Archaismus): Neolojizmin aksine, arkaizm daha eski bir devre ait olan ve dilde artık sık olarak karşılaşılmayan kullanım dışı kalmış bir kelime, yahut bir gramer yapısına verilen addır. Arkaizm daha çok kelime sahasında görülür: Meselâ: ayna yerine "gözgü", kelimesinin kullanılması. Arkaizm, sentaksla (zamanların çekimi, kelime düzeni, vb.) ilgili olabilir: "Gelir" yerine "gelür" şeklinin kullanılması gibi. Unutmamak gerekir ki her devirde arkaizm vardır.

Bağlaçsızlık (Asyndete) : İki önerme arasındaki ilgi kelimesinin kaldırılmasından ibarettir: "Yağmur yağıyor, bundan dolayı çıkmayacağım" cümlesinin "Yağmur yağıyor, çıkmayacağım." tarzında ifade edilmesidir. Asyndete,  örnekte görüldüğü gibi cümlenin iki unsuru arasındaki sebep-sonuç ilişkisine dayanan mantıki münasebet üzerine kurulur. Yahut bu münasebet ters bir şekilde sonuç-sebep ilişkisi üzerine kurulmuş olabilir: "İyi açıklayamadınız, bundan dolayı anlayamadım" yerine "Anlamadım, iyi açıklayamadınız." denildiğinde böyle bir münasebet  ortaya çıkar. Önermeler arasındaki ilişkinin dışında İsimler, fiiller ve sıfatlar arasındaki bağlaçların kaldırılması da bu adla anılır.

Ek alıntı
(bağlaçsızlık   Fr. asyndète 
Aralarında sıkı ilgi bulunduğu halde iki kelime veya kelime öbeğinin bağlaçsız olmaları hali. ister istemez, Kan koça, Ağzına vur lokmasını al gibi.
 BSTS / Dilbilim Terimleri Sözlüğü 1949

bağlaçsızlık   Fr. Disjonction ou Asyndéton 
(Söz sanatı terimi) Cümlenin akışına hız vermek üzere bağlaç kullanmayış. Genç, ihtiyar, kadın erkek hepsi koşuştular. Çocuk koşuyor, zıplıyor, bağırıyor, oynuyordu, gibi.
 BSTS / Edebiyat ve Söz Sanatı Terimleri Sözlüğü 1948

bağlaçsızlık   Fr. disjonction ou asyndeton 
Tümcenin akışını hızlandırmak için bağlaçları atma sanatı, ör. "Onun geleceği duyulunca kadın, erkek, genç, ihtiyar yollara düştüler; yollarına çiçekler serptiler, candan alkışladılar..."
 BSTS / Yazın Terimleri Sözlüğü 1974)

Bağlam (Contexte): Bir konuşma belli bir yerde, belli bir zamanda ve kendine özgü şartlar altında gerçekleşir. Söylenen sözler, şartlara göre anlam kazanır. Bu şartlara bağlam adı verilir. Günümüz dilbiliminde iki tür bağlamdan söz edilmektedir. 
Birincisi dil bilimi bağlamıdır (contexte  linguistique), 
ikincisi dil bilimi dışı bağlamdır (extra-linguistique). Konuşanlara, konuşma (discours) anının yerine ve zamanına bağlı olarak ortaya çıkan bağlama, dil bilimi dışı bağlam adı verilir. Bu iki tür bağlamı birbirinden ayırmak için günümüzde dil bilimi bağlamına dil bilimi bağlamı “cotexte”, dil bilimi dışı bağlama “contexte” denilmektedir.

Ek alıntılar
(Bağlam (dilbilgisi)
Bağlam veya kontekst;[1] sözcük ve cümle gibi anlatım unsurlarının, kullanıldıkları yere ve zamana göre, kendinden önce ve sonra gelen unsurlar nedeniyle kazandığı farklı anlam ve değerler bütünü.

Aşağıdaki örneklerde kalın yazılan sözcükler farklı bağlamlarda kullanılmıştır:[2]

İçten tavırları sayesinde herkesçe kısa sürede sevilmişti.
İçten yanmalı motorların icadı ile bugünkü arabalar üretilmeye başlandı.

Dilbilimin alt disiplinlerinden olan edimbilim (pragmatics), bağlam kavramı üzerine kuruludur.[3] Bir ifade bağlamsal açıdan değerlendirilirken, sözcüklerin yanı sıra cümlelerin de bağlamı ele alınır. İletişimin tam ve doğru olarak gerçekleşebilmesi için bir cümlenin diğer cümlelerle ve hatta yer ve zamanla ilişkisinin de değerlendirilmesi gerekir.

Kaynakça
^ "bağlam." TDK. Erişim: 31 Ekim 2014
^ Anlatımın Oluşumu Milliedebiyat.com
^ What is context: Linguistic Approaches and Challenges Rita Finkbeiner, Jörg Meibauer. sf 9. 2011.
Vikipedi, özgür ansiklopedi

Belirsizlik (Ambiguïté - Ambiguity - Doppelsinn): Dilsel bir ifade, iki veya daha çok yoruma açıksa  belirsizdir. İki çeşit belirsizlikten söz edilebilir: Kelimeden doğan belirsizlik, söz diziminden doğan belirsizlik. Birincisi eş adlılık hadisesinin sonucudur. meselâ: "Karadan hoşlanmam" cümlesinde kara kelimesi böyle bir belirsizlik taşır. Bu kelime hem bir rengin, hem deniz kelimesinin mukabili olarak kullanılabilir. Söz diziminden doğan belirsizlik " Arkadaşı annesine seslendi." şeklindeki cümlelerde görülen belirsizliktir.

Benzeşme (Assimilation -Assimilation - Angleichung):  Söz  zinciri içinde yer alan bir fonem, hemen yanındaki yahut biraz ötesindeki bir fonemin yandan yaptığı basınca maruz kalır. Bu basınç altında bir fonem belirleyici özelliklerinin tamamını veya bir kısmını kaybederek değişikliğe uğrar, yani bu fonemin boğumlanma noktası önce yahut sonra gelen bir fonemin boğumlanma noktasına yaklaşır, bazen bu yaklaşma  diğerinin boğumlanma noktasıyla aynileşmeye kadar varır. Bir fonemin diğeri üzerine yaptığı bu tesire benzeşme denir. Söz zincirinin her noktasında gerçekleşen müşterek boğumlanmaların sonunda ortaya çıkar; komşu fonemler arasında daima benzeşme vardır, fakat her benzeşme kulak tarafından hissedilemez./ Temaslı benzeşme: Bir fonem dizisini soyut bir şekilde ABCD ile gösterelim. Bunları okuyanın B fonemini telaffuz ettiği anda seslendirici organlar henüz A fonemini boğumlandırma pozisyonundadır, bundan dolayı A fonemi, B fonemini etkiler; buna ilerleyici asimilasyon denir: "Dinlemek"  kelimesinde /l/, [n]  nin tesiriyle /n/ olarak telaffuz edilebiliyor. Tersine B'nin telaffuzu anında seslendirici organlar C'nin boğumlanma pozisyonuyla meşgulse gerileyici asimilasyon gerçekleşir, C, B'yi etkiler: perşenbe> perşembe. Her iki durumda da temaslı benzeşme söz konusudur. Mesafeli benzeşme: Bu uzak fonemlerin birbirini etkilemesidir. Örnek: şemsiye>şemşiye.

Beşerî dil (Le langage humaine): İnsanlar tarafından yaratılan tabiî dillere beşerî dil denirBeşerî dillerin yanında, hayvanların dilinden, jestlerin dilinden, çiçeklerin dilinden söz edilir. 

Beşerî dillerin dışındaki anlatımlara niçin dil denildiğini anlamak zor değildir: Çünkü bu anlatımlarda bir “signal” ve bir “mesaj” vardır. Köpeğin dişlerini göstermesi bir sinyaldir ve bunun belli bir anlamı “mesaj” vardır.  Diğer bütün diller bu yönleriyle  beşerî dile benzerler. Fakat 
beşerî dilleri diğer dillerden ayıran temel üç fark vardır: 
1) Beşerî olmayan diller, içinde bulunulan anı dile getirir. Buna karşılık beşeri diller geçmişteki yahut gelecekteki şeyleri, farazî hatta imkâsız şeyleri de dile getirme gücüne sahiptir. Bu, dilin yer değiştirme (capacité de déplacement) kapasitesidir. 
2) Beşerî diller, kendi kendisini açıklama gücüne sahiptir. Bir kelimeyi anlamadığımızda karşımızdakine o kelimenin anlamını sorabiliriz. Daha önemli olarak bütün diğer dil sistemleriyle ifade edilmiş bir şeyi kendi dil sistemimizle anlatabiliriz. Meselâ  kırmızı yanan trafik lambasını “dur diyor” diye dilimize çevirebiliriz. Bu, dilin  üst dil (metalinguistique) kapasitesidir. 
3) Beşerî dillerde sonlu sayıda olan kelimelerle sonsuz sayıda cümle kurabiliriz. Dilin bu özelliğine birinci boğumlanma adı verilir. Diğer taraftan alfabeyi oluşturan çok sınırlı ses yahut harflerle yüz binlerce kelime yaratılabilmektedir. Beşerî dilin bu özelliğine de ikinci boğumlanma adı verilir. Bu iki özelliğe dilin çift boğumlanma özelliği (double articulation ) adı verilir.

Biçim (Morphe) : Amerikan terminolojisinde bir cevher, bir töz kazanmış biçim birimine “morphème”e  verilen ad. Biçim birimi kullanımda, ya sessel ya da (yazıda olduğu gibi) çizgisel bir cevhere bürünür. Biçim biriminin kullanımda ses ve çizgi yahut harf tözüne kavuşmuş haline “morf” denir. Biçim  ve biçim birimi ayırımı, “phone”  ve “phonème” ayırımına paralel olarak yapılmış bir ayırımdır. 

Biçim bilimi (Morphologie): Biçim bilimi,  bir dilin en küçük biçim (forme) ve anlam (sens) birimleri olan  biçim birimlerini  (morphèmes) inceleyen bir bilim dalıdır. Belirli bir zaman dilimi  içinde bir dilin sonlu sayıda biçim birimi bulunur. Bu biçim birimler, cümlenin yapı taşlarını oluşturur, yani cümleler biçim birimlerden  yararlanılarak kurulur. Biçim birimler, hem bir şekil hem bir anlam birimi olduklarına göre onları iki yönden incelemek zorunludur: Önce biçimlerine ve fonksiyonlarına göre biçim birimlerin nasıl sınıflandırıldığını incelemek gerekir. Sonra da bir dilin biçim birimlerinin  gerçeği, olguları ifade etmek için nasıl yapılandığını incelemek gerekmektedir.  Biçim birimler, karşıt oluşlarıyla (opposition) olağanüstü zihnî bir mimarî kurabilen ve böylece gerçekliği ifade etmemizi sağlayan çok soyut unsurlardır, kendiliklerdir (entités). Ancak biz onları bu karmaşıklığını hissetmeden kullanırız. Geleneksel dilbilgisinde kelime türleri (parties du discours) anlama göre (isim, sıfat, fiil... şeklinde )  sınıflandırılır. Morfoloji biliminde morfemler, anlam (sens), biçim (forme) ve dağılım (distribution) ölçütlerine göre değerlendirilir.

Biçim ve öz  (Form ve Substance): Saussure’e göre dil, bir öz (substance) değil bir biçimdir (form).

Biçimdeş (Allomorphe):   Eş anlamlı, ama değişik biçimli biçim birimler (Bayrav, Y.D. Sözlük) . Türkçede “-cı, -ci, -cu, -cü, -çı, -çi, -çu, -çü” ekleri eş anlamlıdır fakat, biçimleri değişiktir. Bu eklerin her biri aynı biçim biriminin biçimdeşidir “allomorphe”. Bu biçim birim diğerlerinden ayırmak için –Cİ olarak gösterilebilir. Aynı şekilde “Demek” fiili çekim sırasında “dedi” ve “diyor” gibi iki farklı biçim almaktadır. Bu varyantların her birine biçim “morphe” adı verilir. Aynı birimin işaretleyenlerinin (signifiant) varyantlarının bütününe “allomorphe” denir. “-cı, -ci, -cu, -cü, -çı, -çi, -çu, -çü” biçimleri,  –Cİ biçim biriminin biçimdeşidir . Yani bir varyantlar kümesinin her somut  elemanı biçim“morphe” adını alır, kümenin adı olan daha soyut eleman biçim birim “morphème” adını alır, elemanlar kümesine ait birimler bir birinin biçimdeşleridir  “allomorphe”.

Boğumlanma (çift) (Articulation (double) - Double articulation - Doppel artikulation, zweifache Artikulation): André Martinet bu kavramı yeniden tanımlamıştır. Bir cümlede iki tip boğumlanmadan söz edilebilir: 
Birinci tip boğumlama: "Kedi duvardan atladı" gibi bir cümle iki defa boğumlanmakta ve bunun sonucunda üç "birlik"e ayrılmaktadır. Bu birlikler "monèmes" adını alırlar ve her biri bir söz  (yahut ifade) formuna ve bir muhtevaya (yahut mana) sahiptir. 
İkinci tip boğumlanma: Bu üç söz formunun herbiri ayrı ayrı, daha küçük ve  farklı birlikler halinde bölünebilir. Meselâ "kedi" kelimesi kendisini teşkil eden fonemlere ayrılabilir. Bu ikinci tip boğumlamanın birimleri bir forma sahiptir, fakat manası yoktur.  İnsan dilinin aslî  karakteri olan bu çift boğumlanma, ifade için büyük kolaylıklar sağlar: Sınırlı sayıda fonem birbirleriyle birleşerek  sınırsız sayıda anlamlı birlikler meydana getirebilmektedir.

Bütünce (Corpus): Dil ürünlerinden (yazılı yahut sözlü) analiz amacıyla seçilmiş olan dilime verilen ad. Meselâ bir hikâye, bir roman, bir yazarın bütün roman külliyatı, bir dildeki bütün romanlar birer bütünce oluşturur. Bütünce oluştururken homojen bir dil ürünü bütünlüğü olmasına dikkat edilir. Meselâ Fransız konuşma dilini analiz etmek için 275 diyalog metni tespit edilmiş, incelenmiş, analiz sonucunda 312135 “occurrance” yani tekrarlı kelime, 7995 “form” kelime çeşidi bulunmuştur.
Çağrışımsal ilişkiler (Associatifs (Rapports) -Associatives relations - assoziative Beziehungen): F. Saussure " Genel Dilbilim Dersleri"nde "dizimsel ilişkiler" -  "çağrışımsal münasebetler" karşıtlığına geniş bir yer ayırır. Birinciler, önerme zincirindeki birimlerin birleşimidir: Kelimeler cümle içinde çevresindeki kelimelerle ilişki halindedir (düzen, uyum, mananın sınırlanışı vb.) Bu kelimeler, aynı şekilde cümlede bulunmayan fakat hafızada canlanan kelimelerle de münasebet halindedir: "Çağrışımsal münasebetler" hafızada bulunan "in absentia" terimleri birleştirir. „Dağ“ kelimesini örnek alalım. Bu kelimenin sesi, anlamı başka başka çağrışımlar yaptırır.

Caymaca (Anacoluthe - Anacoluthon - Anakoluth): Bir cümlenin söz dizimi kuruluşunu aniden bir başka kuruluşa geçerek  değiştirme. "O sana bu kadar iyilik etsin, sonra da ondan en ufak bir yardımı esirgemek!" cümlesi buna bir örnektir.

Çekim biçim bilimi (Morphologie  flexionnelle) : Çekim eklerinin (çoğul ekleri, fiillerin aldığı ekler vb.) kullanılışını inceleyen biçim bilimi dalıdır.

Çekimli biçimler* (Formes  flechies): Fiiller iki halde karşımıza çıkar: Ya çekimli bir fiil olarak kip, çatı, şahıs, zaman belirten unsurlar taşırlar, ya da mastarlar, sıfat fiiller ve  zarf  fiillerde olduğu gibi bu unsurları taşımazlar. Birincilere “çekimli biçimler” (formes flechies), ikincilere “çekimsiz biçimler” (formes non fléchies) denir.

Cümle (Phrase): Cümleyi inceleyebilmek  için önermelerden yola çıkmak gerekir. Çünkü dilin doğrudan gözlemlenebilir tek olgusu onlardır. Fakat bir önerme nasıl tanınabilir? Önermelerin tespit edilebilmesi için dilbilimde ve sentaksta üç farklı yöntemden yararlanılır: 1) Gözlem (observation), 2) Sezgi (intuition), 3) Mutlak İrade (élicitation):  Gözlem, bir “dilim”in tetkiki anlamına gelir. Bir önermenin kabul edilebilir yahut kabul edilemez olduğunu  sezgilerimizle  ve irademizle anlarız. Türkçedeki bir ifadenin bir önerme olarak kabul edilemez olduğunu bazen herkes tasdik eder, bazen kimisi kabul edilebilir bulur, kimisi kabul edilemez bulur, bazen bir önerme gramer yönünden kabul edilemez, anlam yönünden kabul edilebilir, buna “agrammaticalité” denir, bazen bunun tersi olur, gramer yönünden kabul edilebilir, ama anlam yönünden kabul edilemez olabilir, buna “asémantisme”  denir. Bir cümlenin kabul edilebilirliği şüpheli olduğunda  dilbilimde yanına (*) işareti konulur.

Dil (langue) : 1) Bir millet yahut bir sosyal gurup tarafından paylaşılan dilbilimsel sistem. Türkçe, Fransızca gibi. 2) Paylaşılan dilbilimsel sistemin kendisi  (Bir dili diğer dillerden ayıran kurallar bütünü) .

Dil bilimi (linguistique) : Beşerî dil olgularını araştırma bilimidir. Amacı, dil hakkındaki bilgilerimizi daha kesin hale getirmektir.

Dil yetisi (langage) : Bu terim iki farklı bağlamda kullanılmaktadır: 
1) Beşerî bir dili öğrenme yeteneği. Bundan dolayı “langage” kelimesi Türkçede “dil yetisi” terimiyle karşılanmıştır.   Buna “dil yetisi fakültesi” adı verilir. 
2) Dilbilimsel olgular bütünlüğü. Diller bazı noktalarda birbirine benzer, bazı noktalarda birbirinden farklıdır. Dil bilimi, diller arasında ortak olan tümelleri (universaux) araştırır.  Bu ortak noktalar bütünlüğüne dil yetisi“ Langage” adı verilir. Dilbilimsel olgular bütünlüğü anlamındadır. (Kelimenin ikinci anlamını karşılamak için Türkçe’de “lisanîlik” terimi kullanılabilir.) Dil olgusu, bütün insanlıkta ortaktır. Dil olgusu, dillerin uluslar arası olan ortak hususiyetleriyle tanımlanır. Bütün dillerde şu özellikler, ortaktır: 
1. İki kademelilik (la double  articulation), 
2. Birimlerin  sistemin bütünlüğü içinde tanımlanması, 
3. Ses ve anlam arasındaki ilişkinin keyfiliği, 
4. Tekrar (la redondance), 
5. Belirsizlik (L’ambiguité), 
6.Simetrik olmayış (La Dissymétrie), 
7. Kural dışılılık (irrégularités), 
8. Sonlu sayıda işaret, ama, sonsuz sayıda önerme üretme imkânı. 
9. Evrim karakteri, 
10. İcat imkânı, anlam değişmeleri, söz figürleri, kelime oyunu, 
11. Üçlü yapı: Ses, sentaks, anlam, 
12. Çizgisel kompozisyon, 
13. Dilbilim birimlerini ayırma imkânı. Bu özellikler, dil olgusunun  (langage) ayırdedici nitelikleridir.

Dil yetisi tümelleri (Universaux  du langage): Bir çok değişik beşerî diller olmasına rağmen, bütün dillerde ortak olan nitelikler vardır. Bütün dillerde ortak ve zorunlu olan bu niteliklere “Dil olgusu tümelleri” adı verilir.

Dilbilimsel işaret  (Signe linguistique) : İşaretleyen (gösteren / signifiant) ile işaretlenenden (gösterilen / signifié) oluşan birimdir.

Direnme vurgusu (Accent tonique): Buna "Accent D'intensité" de denilir. Daha güçlü bir soluk hamlesiyle bir ses bilgisi birliğinin ön plana çıkarılmasıdır. Direnme vurgusunun temel görevi bir tezat yaratmadır: Vurgu, « sıralama ekseni » üzerinde, söz zincirinin birimleri arasındaki  ilişkileri belirlemeye yarar. Bazı dillerde ise vurgu iki farklı manadan hangisinin söz konusu olduğunu belirler. Vurgu, tezat görevi üstlendiğinde, söz zinciri birimlerinin sınırlandırılmasını sağlar. Meselâ Çekçede vurgu kelimelerin birinci hecesi üzerindedir ve yer değiştirmez. Bu haliyle önermenin ayırtedilmesini kolaylaşır. Bu,  vurgunun sınırlayıcı bir fonksiyonu olduğunu gösterir. Vurgu sabit değilse ve mesela Latincede olduğu gibi kelimenin tipine göre değişiyorsa, burada vurgu, birimin sınırlarını  göstermez, önermede bazı önemli boğumlamaların bulunduğuna işaret eder. Böylelikle mesajın analizini kolaylaştırır. İspanyolca gibi bazı dillerde kelimede vurgu, birkaç manası olan bir kelimenin hangi manada kullanıldığını gösterir: "Cánto": şarkı söylüyorum,  "cantó": o şarkı söylüyor. Vurgu çeşitlerine göre diller üç büyük grup altında toplanabilir:1) Sabit vurgulu diller: Çekçe, Türkçe, Fransızca; 2) Yarı sabit vurgulu diller (lehçe, latince): Vurgu hareketlidir fakat kelimenin ses yapısına uyar; 3) Değişken vurgulu diller ( Rusça, İngilizce, Almanca).

Ek (Affixe - Affix - Affix)  :  Yapı yönünden incelendiğinde  birçok kelimenin  kök ve eklerden meydana geldiği görülür. Kökler, varlıklara ait haberlere işaret eder. Ekler, manasını yahut fonksiyonunu değiştirmek için köke ilâve edilen küçük parçalardır. Ekler, kökün önünde, sonunda ve arasında bulunuşlarına göre farklı adlar alırlar: Kökün önüne gelen eklere "ön ek",  sonuna gelen eklere "son ek", içinde yer alan eklere "iç ek" adı verilir.

En küçük çift (Paire minimale): Anlam farklılıkları tek bir ses farklılığından doğan kelime çiftine verilen ad. Örnek: [Ad] ile [at].

Eş zamanlılık ve art zamanlılık (Synchronie ve diachronie): Dil incelemeleri, zaman olgusuna bağlı olarak iki açıdan yapılabilir: Bir dil, zamanın belli bir anındaki varlığıyla incelenebilir, yahut bir dilin zaman içindeki gelişimi ve değişimi incelenebilir. Bunlardan birincisine eş zamanlı dil bilimi (linguistique synchronique) ikincisine art zamanlı dil bilimi (linguistique diachronique) denir.

Görünüş (Aspect -Aspect - Aspekt, Aktionsart): Görünüş, ifadede zamanın aksine olarak zaman dilimlerini göstermez, olayın vuku bulduğu zaman hangi zaman olursa olsun hareketin seyrini, cereyan edişindeki kesikliği, devamlılılığı vs. ifade eder. Hareket, şimdiki zamanda, geçmiş ve gelecek zamanda vuku bulsa da devamlılık yönünden nokta ve çizgi  görünümde olabilir. Diğer taraftan vakanın süresi devamlı yahut kesik kesik olabilir. Kesik kesik görünüşte yahut tekrarlı görünüşte olay tekrarlanır: Her gün saat sekizde kalkar. Her gün sekizde kalkıyordu. Her gün sekizde kalkacak. Devamlı görünüşte çizgi halinde bir görünüş vardır: O koşuyor vs. Ayrıca Hareketin artarak devam ettiğini gösteren görünüşler de vardır. Önemli bir görünüş ayırımı da bütün zaman dilimlerinde görülen tamamlanmışlık yahut tamamlanmamışlık ayırımıdır: Koşacağım, koşmuş olacağım. Nihayet bir hareketin başladığını yahut bittiğini gösteren görünüşler vardır: Çalışmaya koyuldu.

İki anlamlılık “ibham” (Amphibologie - Amphibology – Zweideutigkeit ): İki anlama gelebilen söz dizimi belirsizliklerine bu ad verilir. Bu durumda cümle, kuruluşundan dolayı iki şekilde yorumlanabilir. Ayrıca her iki yorumlamada da cümlenin kuruluşunda hiçbir aksaklık sezilmez.

İşaretleme, harekeleme (Accentuation - Accentuation - Tonzeichen), harekeleme*) : Bir özelliğini belirtmek üzere ünlü harflerin üzerine işaretler konulmasıdır: lâle, ilmî... (B.Vardar, « Accentuation »a  « vurgulama » karşılığını vermiştir. Ancak burada kastedilen bir « işaretleme », bir « harekeleme »dir.)

İşaretleyen (Signifiant) ve işaretlenen (signifié): Saussure’e göre dilbilimsel bir işaret yani kelime iki unsurdan oluşur: Bu unsurlar,  işaretleyen (gösteren / signifiant) ve işaretlenen (gösterilen / signifié)dir. İşaretleyen dilbilimsel işaretin yani kelimenin zihnimizde canlandırdığı ses imajıdır, işaretlenen, dilbilimsel işaretin yani kelimenin  ifade ettiği kavramdır. Günlük dille ve kabaca söyleyecek olursak kelimenin sesi, işaretleyen, anlamı işaretlenen adını alır. Saussure’e göre, ruhî nitelikli olan dilbilimsel işaret bir isimle bir nesneyi birleştirmez, zihnî bir kavramla soyutlamaya uğramış bir ses imajını birleştirir. Ayrıca işaretin işaretleyen ve işaretlenen kısımları, bir yaprağın iki yüzü gibi tek bir gerçeklik oluşturur ve birbirlerinden ayrılamazlar. Bu iki yüzü birbirine bağlayan ilişkiye ise işaretleme (signification) adı verilir. Bir kelimenin sesi, kelimeyi söyleyenin yaşına, cinsine, ses tonuna vb. göre az çok değişir. Fakat bu söyleyişlerde değişmeyen ve aynı kalan ortak bir çekirdek vardır: İşte bu soyutlamaya uğramış, her zaman aynı kalan sese işaretleyen adı verilir. Aynı şekilde bir kelime zamana ve mekâna bağlı olarak az çok farklı anlamlarda kullanılır. Buna rağmen biz o kelimenin sağlam ve değişmeyen bir anlamı olduğunu biliriz. Bu anlam kelimenin somut kullanımlarından çıkardığımız bir soyutlamadır. Dilbilimsel işaretin (kelimenin) bu soyut anlamına işaretlenen (signifié) adını verir.

İşitsel fonetik (Phonétique auditive):  Dile özgü seslerin algılanması olgusunu inceler. Meselâ bir vurguyu nasıl fark ederiz? Süresinden mi, gücünden mi frekansından mı, yahut her üçünden mi?

İşlem (Operation) : Bir dilin  kelimeleri kullanımda bazı güçlükler çıkarır. Meselâ geçişsiz bir fiile bir “nesne” bağlanamaz. Bu olgu bize, bir dilin kelimelerinin diğer kelimelerle ilişkisinin sınırlı olduğunu gösterir. Bundan dolayı bir kelimenin imkan tanıdığı kelime kombinezonları saptanabilir. Buna karşılık cümleler, zamirleştirme (pronominalisation) işlemine, olumsuzlaştırma işlemine, soru haline getirme işlemine imkân verirler. Cümledeki kelime seçimi bu işlemleri etkilemez. Cümle bilgisinin amacı, bu iki olguyu incelemektir. 

Kalb (Anagramme - Anagram - Anagramm):  Bir kelimenin harflerinin farklı dizilişinden  doğan kelimelere bu ad verilir. Dönüşüm tamamen harflerle ilişkilidir.

Karşıt anlamlı, zıt anlamlı (Antonyme - Antonym -entgegengesetzter Begriff): Dar anlamda, iki gösterenden  birisi diğerinin zıddı ise onlar zıt anlamlıdır: güzel/ çirkin, var/yok. Geniş anlamda, şayet iki gösteren tersine çevrilebilir bir ilişkiye sahipse zıt anlamlıdır. Amca ve yeğen kelimeleri buna örnektir: Mehmet, Hasan'ın amcasıdır ve Hasan Mehmet'in yeğenidir. Aynı şekilde  "A'nın cesareti B'den daha fazladır" ve  "B'nin cesareti A'dan daha azdır." tarzındaki cümleler "zıt anlamlı"lığın "karşılaştırma"larda  da ortaya çıktığını göstermektedir.

Karşıtlama (Antiphrase  - Antiphrasis - Wortironisierung ): Retorik figürü. Bir kelimeyi, bir ifadeyi, bir cümleyi ters anlamını kastederek kullanma. Bu figür, değişik amaçlar için kullanılır. -Alay maksadıyla kulanılması:  "şifayı bulmuşsun" yahut beceriksiz birine "Maşallah çok beceriklisin!" (Kinayedir) denilmesi. - Korku, batıl itikad gibi sebeplerden dolayı bir kelimeyi kullanmaktan sakınarak onun yerine başka bir kelimenin kullanılmasından da doğabilir. Bu, "euphémisme"in özel bir çeşididir: Meselâ eski yunanlılar,  Karadeniz' e "Pont-Euxin" diyorlardı, bu "misafir perver deniz!" anlamına geliyordu.

Katılan «  Müdahil, Eyleyen » (Actant) : Lucien Tesnière tarafından kullanılan bir terimdir. Tesnière'e göre bir cümle, küçük bir dramdır, bu  dramda dava, aktörler ve şartlar vardır. Söz dizimi planında bunlar, fiilin, katılanların ve zarfın karşılığıdır. « Katılan »   bir cümlede meseleye aktif yahut pasif olarak karışan canlı veya cansız varlıkların her birine verilen addır. (« actant » kelimesi Türkçeye filologlarımız tarafından « eyleyen » diye çevrilmektedir. Bu karşılık, anlam olarak aktif bir özneyi ifade ettiğinden doğru değildir. Cümlenin pasif bir aktörüne nasıl « eyleyen » diyebiliriz ? Böyle dediğimizde kafaları karıştırmaz mıyız ? Bundan dolayı « actant » kelimesinin Türkçede « katılan » kelimesiyle karşılanmasının daha doğru olacağını düşünüyoruz.)  " Öğretmen öğrencileri kıra götürdü." cümlesinde "öğretmen, öğrenciler, kır" katılandır.  Katılanlar daima ad soylu kelimelerdir, yahut ad soylu kelimelerin yerini alabilen kelimelerdir. Buna karşılık "şartlar"ı ifade eden kelimeler zarf niteliğindedir. Katılanlar ve zarflar doğrudan fiile bağlıdır. Bütün fiiller aynı sayıda katılana sahip değildir ve aynı fiilin daima aynı sayıda katılanı bulunmaz. Tesnière'e göre katılansız fiiller, bir katılanlı , iki katılanlı, üç katılanlı fiiller  vardır. " Çocuk geliyor." cümlesinde bir katılan vardır: "Çocuk".  "Ali ve Ayşe geliyor." cümlesinde farklı görünmesine rağmen iki defa tekrarlanmış olan bir katılan vardır. (Çünkü katılan bir kişi değil, bir roldür.) "Oğuz denize girdi." cümlesinde iki katılan vardır: Oğuz, deniz. "Oğuz kalemi arkadaşına verdi." cümlesinde ise   üç katılan "Oğuz, kalem, arkadaş" vardır. Tesnière her katılana bir sıra numarası verilmesini teklif etmiştir:  Geleneksel dilbilgisindeki "özne"ye birinci katılan, tümlece ikinci  katılan vb. denilebileceğini düşünmüştür.

Kiplik (Modalité): Dilbilimsel bir mesaj vermek için iki tip sinyal kullanılır: Konuşma Dili ve Yazı Dili. Bunlar iki farklı kipliktir. Dil biliminde konuşma diline öncelik verilir. Çünkü:  yazı dili konuşma diline göre daha sınırlıdır, önce öğrenilen konuşma dilidir, sadece konuşma dili olan yazı dili olmayan topluluklar vardır ama bunun tersi yoktur. Ayrıca konuşma dili ile yazı dili arasında önemli farklılıklar vardır ve bu farklılıklar her zaman yazıya yansımaz: Meselâ, aksan değişmeleri, tonlama (intonation), hız, vurgulama vb. Buna karşılık yazı dilinin bazı üstünlükleri vardır: Yazı dili düzeltilebilir, ayrıca zamana karşı direnebilir. Geçmişte, eski büyük medeniyetlerin yazı dilleri incelenmiştir. Bu incelemelerde bütün dikkat metne yöneliyordu. Eski metin incelemelerine yönelen bu tür dil bilimi tetkiklerine  “philologie” denir.

Kişi ağzı (İdiolecte): Dil, sosyal bir olgudur. Bunun sonucu olarak, dilin bir sosyal çehresi, bir de kişisel çehresi vardır. Dil sistemi, toplumda tam olarak, kişide noksan olarak bulunur. Bir kişide gerçekleşen dilbilimsel sisteme kişi ağzı “idiolecte” adı verilir. Herkesin  bir “idiolecte”i vardır. İki kişi arasındaki konuşma, dilin bütünlüğüne değil, bu “idiolecte”lere dayanarak gerçekleşir. Hususi bir bölgede kullanılan farklılaşmış dil sistemine de lehçe “Dialecte” adı verilir. Sosyal kontekse bağlı olarak (yaş, cins, eğitim vb.) dilde ortaya çıkan çeşitlemelere “Sociolecte” denir. Ayrıca dil, aile arasında, arkadaş yanında, yabancı yanında farklı kullanılır. Arkadaşımıza “Saat kaç?” deriz, bir yabancıya ise “Afedersiniz, saatı soracaktım.” deriz.  Bu dil farklılıklarına “ayar” “registre” farklılıkları denir.

Kod ayarlaması (La commutation des code): Konuşan kişi,  muhatab ve/yahut bağlam değiştirdiğinde yeni duruma göre dil kodunu da değiştirir. Buna kod ayarlaması denir.

Kullanış (Actualisation - Actualization, realization - Realisierung) « Gerçekleşme, Gerçekleştirme » : Bu kelimenin iki ayrı kullanılışı vardır: 1) Dil,  sadece söz vasıtasıyla ve söz içinde  olabilirden olmuş olana dönüşebilen (kuvveden fiile geçebilen) bir imkânlar sistemdir. (Burada söz, hem söz, hem mesaj anlamında kullanılmıştır.)  Her dilin bir  "kod"dan yararlanarak  somut olarak söz üretmesi bir "kullanış"tır. 2) Diğer taraftan dil bilimsel birimler, meselâ kelimeler,  tek başlarına belirlenmiş bir manaya sahip değildir. Onlar sadece imkânlar sunan birer anlam demetidir. "Kullanış", bu durumda mümkün manalardan belirlenmiş bir manaya geçiştir. Albert Meillet, kelimelerin manaları olmadığını, onların sadece kullanılışları bulunduğunu söyler. Aynı kelimenin değişik kullanımlarının dökümünü veren sözlükler, kelimelerin asıl anlamı ve yan anlamları içine alan bir kap görevi yaptığı inancını verirler. Halbuki kelimeler, şu veya bu derecede içinde bulundukları metne ve dil dışı şartlara göre anlam kazanırlar. Dil bilimsel imkânlar yeterince bildirici olmadığı durumlarda dil bilimi-dışı şartlar belirleyici olarak ortaya çıkarlar. "Ahmet babasını yendi." cümlesi dil dışı şartlar öğrenilinceye kadar (güreş, satranç, tenis) birçok yoruma açıktır.

Lexicographie: Sözlük yazma tekniğidir.

Lexicologie: Bir dilin sözlüğünde bulunan kelime yığınını bir yönteme bağlı olarak inceleyen bir bilimdir. Kelimeler, alfabetik olarak değil, anlam bilimi esasına göre tasnif edilir.

Nümunelik (Hapax): Sınırlandırılmış bir metin içinde sadece bir defa rastlanan kelimeye, ifadeye, biçime verilen ad.

Ön ses düşmesi (Aphérèse -Apheresis - Apherese): Ön ses düşmesi, kelimenin başında bir yahut birkaç fonemin düşmesidir.

Örnekseme « kıyas, yakıştırma » (Analogie - Analogy - Ahnlichkeit): Kıyas dilin gelişmesinde büyük bir rol oynar. Bazı elementlerin yaratılmasında, yenileştirilmesinde, bazen aksine, korunmasında, kısaca dil bilimsel sistemin dengede kalmasında oldukça etkili olan bir dil olayıdır. Ses bilgisi kaynaklı olmayan ve kelimelerin dış görünüşünde ortaya çıkan bütün değişikilikler kıyas sonucudur. Kıyas, bir modele ve onun taklidine dayanır.

Seçme ekseni (Axe paradigmatique -Paradigmatic axis - paradigmatische Achse): Seçme ekseni olarak tanımlanabilir. Sıralama ekseninin (Axe syntagmatique) her elemanı  bir seçim sonunda belirlenir. Seçilenin yerini alabilecek diğer elemanlar bir dizi (paradigmes) teşkil eder. Bu diziler,  ikame  (substitution) yahut yerine koyma (commutation) sınıflarıdır. İkame  (substitution) sınıfı, benzer unsurları, yerine koyma (commutation) ise mukabil unsurları bir araya getirir. Aynı sınıfa ait olan bu unsurlar yatay eksene dik düşey bir dizi ekseni üzerinde gösterilirler. Jakobson'a göre bu ikinci eksen, bir seçme, ikame, benzerlik ekseni, bir metaforik eksendir. Bu diziler birbirleriyle tutarlı, bağlantılı bir bütünlük oluşturur ve dil sisteminin içinde bir yer tutar, bu sistemin birimleri arasında mukabiliyet ilişkisi vardır.

Seçme Ekseni ve Sıralama Ekseni ( Axe paradigmatique ve axe syntagmatique): Bir cümle,  farkında olmasak da iki eksen üzerinde yapılan zihnî bir çalışma üzerine kurulur: Bir cümlenin öznesini seçeceğimiz zaman, dil gücümüz (performance) bize bir seçme listesi, bir imkân listesi  sunar: “Ahmet”, “kardeşim”, “yaramaz”..........” hep aynı varlığı adlandırabilir. Bu adlandırmalar, bir liste oluşturur. Bu liste “seçme ekseni” adını alır. Buradan birisini seçeriz. Sonra aynı şekilde tümleç nesne ve yüklem olacak kelimelerin listelerinden yani seçme eksenlerinden işimize geleni seçeriz. Bunların her biri bir seçme ekseni oluşturur. Seçme eksenindeki kelimeler çağrışım düzeni içinde yer alırlar, birbirleriyle hem benzerlik hem farklılık ilişkisi içindedirler. Yani seçme eksenindeki bütün kelimenin birbirleriyle hem benzerlikleri hem farklılıkları vardır. “Ahmet” de “yaramaz” da aynı varlığı ifade eder  ve cümlede aynı görevi üstlenir ama “Ahmet” kelimesi tarafsız bir anlatımı, “yaramaz” kelimesi samimî bir anlatımı temsil eder. Bu listedeki kelimelerden seçilmiş ve kullanılmış olan kelimelere “mevcut kelimeler” “in praesentia), seçme ekseninde bulunan fakat kullanılmayan kelimelere “mevcut olmayan kelimeler” (in absentia) denir. Konuşurken yahut yazarken  seçme ekseninden seçtiğimiz bu kelimeleri art arda getiririz, yani onları zaman (sözlü anlatım) yahut  mekân (yazılı anlatım) ekseninde sıralarız. Bu ikinci eksene sıralama ekseni (axe syntagmatigue) denir. Kelimeler sıralama ekseninde yer alırken biçim bilimsel (morfolojik) ve anlam bilimsel (semantik) değişikliklere uğrar. Söz dizimi (Sentaks), bu değişimleri inceleyen bir bilim dalıdır. Bir cümlede yer alan her kelime, bu iki eksen içinde yer alır ve kelimelerin anlamını bu eksenlerde yer alan diğer unsurlar belirler.

Serbest ve bağlı biçim birimi (Morphèmes libre et liés) : Birçok türde morfem vardır: (Taşlargeliyorsütçü) örneklerinde italik biçim birimleri, serbest biçim birimleridir,  bunlara “sözlük kaynaklı” biçim birimleri   de denir. Bunlar yalnız başına kullanılabilirler, dildeki sayıları artıp eksilebilir. Buna karşılık koyu harflerle gösterilen biçim birimler (morfemler) ancak diğer biçim birimlerinden sonra kullanılabilir, anlatıda (diskur) tek başına kullanılmazlar, bu sebepten onlara bağlı biçim birimleri yahut sonekler (affixes) denir. Bir dildeki bağlı morfemler kapalı bir liste oluşturur (yani  bir dile yeni bir ekin katılması oldukça seyrek görülen bir olgudur).

Ses bilgisi (Phonétique): Beşerî dil olgusunun (langage) seslerinin ilmî tetkikidir. Bu bilim dalı, insanlar tarafından çıkarılan ama dil olgusuna dahil olmayan öksürük ve hırıltı gibi sesleri incelemelerinin dışında bırakır. Fonetik üç bölüme ayrılır: 1) Boğumlanma fonetiği (Phonetique articulatoire), 2) Yankılanım fonetiği, 3) İşitsel fonetik. Fonetik bilimi iki farklı yolla yapılmaktadır: Birincisinde sesler, duyular ve sezgiler aracılığıyla tahlil edilir, buna izlenimci  yaklaşım denir. İkincisinde sesleri incelemek için teknolojiden yararlanılır (spectrogrammes, x ışınları...), buna aletli yaklaşım (instrumentale) denir. Unutmamak gerekir ki izlenimci yaklaşımla elde edilmiş sonuçlar, daima aletli yaklaşımla kontrol edilmek zorundadır.

Ses bilgisi çeviri yazısı (Transcription phonetique): Dillerin günlük alfabeleri, bir dilin fonetiğini incelerken yetersiz kalır. Bundan dolayı beşerî dillerin seslerini göstermek için dil bilimcilerin üzerinde anlaştıkları özel bir alfabe yapılmıştır. Bu alfabe (API) “Alphabet Phonétique İnternational” kısaltmasıyla adlandırılır.  Bir kelime bu alfabeyle yazıldığında API’yle yazıldığının anlaşılması için kelime köşeli parantez [ ]  içine alınır. Bir dilin fonetiği anlam göz önüne alınmadan incelenebilir. Buna karşılık fonoloji bir mesajın iletilmesinde seslerin görevini araştırır. Bundan dolayı fonolojiyle uğraşanların o dili anlamaları gerekir.

Ses bilimi (Phonologie): Ses bilimin amacı, mesaj iletilmesinde kullanılan seslerin görevini incelemektir. Bundan dolayı anlam farklılıkları yaratan telâffuz farklılıklarını araştırır. Bütün telaffuz değişiklikleri bir anlam değişmesi ifade etmez. Buna karşılık bazı telâffuz farklılıkları anlam farklılığı yaratır: [Ad] ile [at] arasında bir telâffuz farkı vardır ve bu fark bir anlam farkı yaratır. Bu basit test, [ d ] ve [ t ] nin aralarında karşıt olduklarını gösterir. [Ad] ile [at], “en küçük çift” (paire minimale) adı verilen bir birlik teşkil etmiş olur. [Ad] kelimesinde /d/, /t/ ile yer değiştirdiğinde anlamı farklı bir kelime olan [at] kelimesi ortaya çıkar. En küçük çifte uygulanan bu işlem, yer değiştirme (commutation) adını alır. Eğer yer değiştirme anlamı değiştiriyorsa, bu iki sesin iki ayrı sınıfa (classe) ait olduğu sonucuna varırız ve bu sınıflara, ses birimi “phonème” adını veririz. Bu durumda  [Ad] ile [at] birer ses birimidir, fonemdir. Bir ses somuttur, buna karşılık bir ses birimi, soyut bir olgudur, kendiliktir. Ses birimi (fonem), bir dilde diğer seslerle aynı karşıtlığı paylaşan sesler sınıfı olarak tanımlanır.  Çeviriyazıda fonemler, seslerden  iki eğik çizgi arasında gösterilerek ayrılır: [ d ] bir sestir, fakat  / d / bir ses sınıfı yahut fonemdir. “En küçük çift”in iki üyesinin arasına yani karşıtlık ilişkisi içinde olan iki fonemin  arasına ~ işareti konur: / d / ~ / t /. Her dilin fonem sistemi farklıdır.

Ses tekrarı (Allitération - Alliteration - Alliteration) : Geniş anlamıyla benzer seslerin tekrarı ile elde edilir. Israr ve taklidî ahenk etkisi bırakır. Alliterasyon terimi, bazen daha sınırlı bir anlamda kullanılarak  "kelime başındaki ünsüzlerin tekrarı"nı ifade eder.

Sescil alfabe (Alphabet phonétique - Phonetic alphabet - Phonetisches Alphabet) : Latin alfabesinden yola çıkılarak bütün dillerde bulunan sesleri özel işaretlerle gösterebilecek  bir alfabe geliştirilmiştir. Bu alfabede her ses bir işaretle gösterilir. En tanınmışı Milletlerarası Ses Bilgisi  Derneği'nin geliştirdiği milletlerarası sesler alfabesidir. Bir kelime yahut cümle bu alfabeye çevrildiğinde seslerin bu özel alfabeyle gösterildiği hatırlatılmak için [  ] işareti içinde yazılır. (Sadece dil bilimi ile ilgili unsurlar gösterilirse   /  / işaretleri içinde yazılır.)

Sesdeş (Allophone): Eş değerli, ayrı biçimli seslere verilen ad. Genelde Amerikan dilbilimcilerinin kullandığı bir terimdir. Bir ses birimin “phonème” varyantlarına verilen ad. Aynı “phonème”in bir dilde bir anlam farklılığı yaratmadan değişik biçimlerde ortaya çıktığı görülür, bu fonemlere sesdeş “allophone” denir. (Aynı hal morfem seviyesinde olursa “allomorphe” adını alır.)

Sıralama ekseni (Axe syntagmatique -Syntagmatic axis - syntagmatische Achse): Konuşma faaliyeti esnasında dil birimlerinin cümlede birbiri ardınca sıralanışından doğan çizgisel eksene "sıralama ekseni" denir. Bu  birimler, biribirinden bağımsız değildir, biri diğerine ilgi (izafet, relation) elementleriyle bağlıdır. Roman Jakobson'a göre bu zincir bir telif ekseni, bir uyum ekseni, bir bağlama, bitişiklik eksenidir, ayrıca mürsel mecaz eksenidir. Bu eksen üzerindeki ilişkilerden görev-birimleri (sytagmes) doğar. Meselâ "Oya okula gitti." cümlesini iki üst guruba bölmek mümkündür: Birinci gurubu teşkil eden "Oya"ya  isim görev-birimi adı verilir, ikinci gurubu teşkil eden "okula gitti"ye fiil görev-birimi adı verilir. Sonra sırasıyla bu guruplar mümkünse daha küçük görev-birimlerine ayrılır: "okul" isim görev-birimi, "gitti" fiil görev-birimi olarak tekrar ayrılır. Görev-birimleri analizi, eksen üzerindeki birimlerin (yahut segmentlerin) taksimini, tevziini (distribution) görmemizi sağlar. Sıralama ekseni (L'axe syntagmatique), seçme ekseninin mukabilidir. Jakobson'a göre "her dil işareti iki düzenleme modu kapsar: 1) Telif. Her işaret kurucu işaretlerin birleşmesinden doğar ve/yahut diğer işaretlerle ilişki içindedir. Yani her dil birimi daha karışık bir birim içinde aynı zamanda genel hale hizmet eder. 2) Eleme.  Alternatif terimler arasından birini diğerinin yerine koyma (ikame) imkânını ifade eder, bunlar bir "bakış"ımıza  göre  birincisinin eş anlamlısı, diğer bir "bakış"ımıza göre ise "farklı"dır. Yani biz bir cümleye yerleştireceğimiz bir kelimeyi ararken  benzer terimler arasından birini seçeriz, seçtiğimiz terim diğerleriyle hemen hemen eş anlamlı olduğu halde onlardan küçük bir farkla ayrılır. Onu seçişimizin sebebi ise  bu farktır. Seçme ve yerleştirme aynı işlemin iki ayrı cephesidir. Bu açıdan bakılınca bir cümle,   sıralama ekseni ile  seçme eksenlerinin etkileşiminin bir sonucudur.

Son ses düşmesi (Apocope - Apocope - apokope): Son ses düşmesi, bir kelimenin sonunda bulunan bir yahut birkaç fonemin düşmesini ifade eden genel bir terimdir. Son ses düşmesinin iki önemli şekli vardır: 1) Uzun bulunan bir kelime, halk dilinde kısaltılır: Matematik: mat. 2) Bu şekil "élision" adıyla da anılır: Son ses olan bazı ünlüler, ünlüyle başlayan bir kelimenin önünde düşerler: Karaca oğlan: Karac'oğlan. Kahve altı: kahvaltı.

  Soyutlama :   (Abstraction  Abstraction - Absraktion) : Aynı cinse ait nesnelerin genel çizgilerinin zihin tarafından yakalanmasıdır. Bu soyutlama, çıkarıldığı gerçeklerden bağımsız olarak akıl yürütme ve ispatlama esnasında kullanılabilir. Meselâ, üçgen, dörtgen, daire gibi  geometrik şekiller, somut olgulara nazaran bir soyutlamadır. Dil bilimi analizinde, önermenin birimler halinde bölünme prensibi (meselâ “phonèmes”) bir soyutlamaya dayanır. "Çiçekler açtı." gibi bir cümlede görülen harfler sanıldığı gibi o cümleyi oluşturan seslerin tamamını göstermez. Nicolas Ruwet, bu konuda şöyle demektedir: " Bir önermenin ses birim bilimsel “phonématique” (yahut ses bilgisel bir biçim altında veya Uluslararası Fonetik Derneğinin prensiplerine göre) bir biçim altında ortaya konulması, bir idealleştirmeye, bir soyutlamaya dayanır. Bu da insan dilinin tabiatı hakkında ilmî bir hipotezi içerir: “Dili yansıtabilmek için bazı öğelerinin ayrı atomlar halinde takdimi yeterlidir."  Gerçekten "çiçekler" kelimesinde [ç] den [i] ye geçiş fonetik olarak sanıldığı kadar net değildir. " [Ç] nerede bitiyor? [i] nerede başlıyor?" sorularına kolayca cevap verilemez. Ses birimin (phonème) tanımı, dil biliminde soyutlamanın diğer bir örneği olarak  gösterilebilir: Ses birim, anlamlı belirtiler bütünü olarak tanımlanmıştır. ‘D’yi Türkçenin bir fonemi yapan  onun somut varlığı değil, 't'nin ( diz / tiz) ile  'k' (kar / dar) ile karışmamasını sağlayan olgudur. Ses birim o halde maddi gerçeğinin tanımıyla değil, diğer birliklerle mümkün olan karşıtlığı (mütekabiliyeti) içinde tanımlanmaktadır. Anlam bilimi alanında, bir varlığa bağlı olmaksızın doğrudan (bizatihi) kırmızı veya yeşilden bahsedebilmek, bazı dillerin yabancısı olduğu bir soyutlamadır.
Söz (Parol) :  Bu terim farklı iki şey ifade eder: 1) Bir dili hususî bir durumda kullanma etkinliğidir. Bu durumda bir söz aktı (acte de parol) ortaya çıkar. Hem sözlü, hem yazılı ifadeler “söz aktı” sayılır, bu noktaya dikkat etmek gerekir. 2) Söz terimi, bir söz aktının ürününü de ifade eder. Bu durumda “söylenmiş yahut yazılmış olan şey” demektir. Bu ikinci anlamı ifade etmek için söylem “discours” terimi de kullanılmaktadır. Bundan dolayı, ilk anda bizi şaşırtsa da, bir kişinin yazılı yahut sözlü söyleminden “discours” söz edebiliriz.

Söz dizimi  ağacı (Arbres syntaxique):  Şu örnekleri inceleyelim: “Çok ağır bir kitap / * Ağır çok bir kitap / *Bir ağır çok kitap” Birinci grupta kelimeler kendilerine has bir düzen içindedir, ikinci ve üçüncü gruplardaki kelimeler ise kabul edilemez bir düzendedir. Dahası birinci gruptaki kelimeler, ilk bakışta fark etmediğimiz ikinci bir düzen içindedir: Örnek cümle incelendiğinde, görülüyor ki çok kelimesi ağır kelimesini etkiliyor ve ona bağlanıyor, “çok ağır” sıfatı kitap kelimesini etkiliyor ve ona bağlanıyor, bir,  kitap kelimesini etkiliyor ve ona bağlanıyor. Bu bağlantılar bir ağaçın (arbre) dal ve budakları gibi bir köke bağlı olarak şematik biçimde gösterilir. Buna söz dizimi ağacı denir.
Söz dizimi (Syntaxe): Dilbilimin cümle incelenmesi yapan dalıdır. Ancak cümle kavramı, iki seviyede gerçekleşir: Bir cümle, hem bir  biçime “forme”, hem bir anlama “sens” sahiptir. Cümlenin elemanları biçim yönünden bir düzen içinde yer alır ve bir bağımlılık serisi oluşturur. Meselâ kelimelerin aldığı ekler seçilen fiile göre değişir. Anlam açısından ise öğelerin uyumlu olması ve bir kompozisyon oluşturması gerekir. Bu ikili yapının yaratılması için ise bir dil şuuru gereklidir. Bir sözün bir cümle oluşturup oluşturmadığını dil şuurumuzla anlarız. Bu bakımdan cümle (phrase) bir dil şuuru gerektiren soyut bir kendiliktir (entité) . Buna karşılık iki susma (konuşma dilinde) yahut iki beyaz alan (yazıda) arasında kalan fiziksel üretime (dil birimine)  önerme “énoncé” adı verilir. Önermeler söz (parole) seviyesinde  var olurlar, buna karşılık cümleler, dile has bir kendiliktir.

Sözcük dağarcığı (Vocabulaire): Bir fert tarafından kullanılan ve anlaşılan sözlük terimlerinin toplamıdır.

Tekrar sıklığı (Occurrence): Bir metinde bir kelime yahut bir formun tekrar sıklığıdır. Belirli bir uzunluktaki bir metinde kaç kelime olduğunu tespit etmeğe kalktığımızda karşımıza bir mesele çıkar:  Eğer metindeki bütün kelimeleri sayarsak, “metin genişliği”ni buluruz, eğer sadece farklı kelimeleri sayarsak metnin “lügat genişliği”ni buluruz. Bir metindeki kelimeler, tekrar ediş sayılarına göre sınıflandırılabilir, böylece frekans sınıfları bulunabilir.

Tekrarlı hareket (İteratif):  Tekrarlayan hareketleri ifade eden kelimelere verilen ad. Bu görünüme (aspect),  “répétitif” adı da verilir. Sadece bir defa olan harekete de bunun mukabili olarak “semelfactif” denir, tek bir defa olan demektir.

Tevcih-i kelâm (Apostrophe - Apostrophe - Apostrophe, Auslassungszeichen): Üslup biliminde yazarın anlatımı keserek doğrudan bir şahsa (yahut şahıslandırılmış bir nesneye) hitabetmesi hadisesidir. Meselâ: "Ey ölüm, ey yaşlı kaptan, zamanıdır, demir alalım!" (Baudelaire). Bir karşılıklı konuşmada konuşanların birbirine doğrudan seslenmeleri, bir gramer fonksiyonu olarak apostrof (=ünlem) adını alır: Ayşe, buraya gel! Siz, çıkınız! Bununla birlikte apostrof,  burada gerçek bir gramer rolü oynamaz, o,   bir yapı değişikliğine yol açmadan cümleden çıkarılabilir: "Buraya gel!" "Çıkınız!".  Bu cümlelerde çekimli fiiller "Ayşe" ve "Siz"i açıkça ifade etmektedir. Böyle cülelerde bir kelimenin   apostrof (=ünlem) olduğu, ünlem işaretiyle belirtilir, bazen bu görevi virgül üzerine alır.   Morfolojide ibare arasında kelimelerin sonlarından düşen ünlülerin yerine konulan (') işareti de apostrof adını alır: Karac'oğlan***

Vurgu (Accent Accent -  Akzent, Ton):  Günlük dilde bir dilin telaffuz özelliklerine bu ad verilir, ayrıca daha düzgün sayılan bir telaffuz tarzına nazaran bölgesel telaffuz  aksan olarak adlandırılır. 

Yankılanım fonetiği (Phonétique acoustique):  Dil olgusunun (langage) seslerinin seda niteliklerini inceler.

Yapım biçim bilimi (Morphologie dérivationnelle):  : Yapım ekleriyle yeni kelimelerin yapılışını inceleyen biçim bilimi dalıdır.

Yer değiştirme (Commutation):  “En küçük çift”i elde etmek için bir sesin yerine anlamı değiştiren diğer bir sesin konulması olgusudur. [Ad] kelimesinde /d/, /t/ ile yer değiştirdiğinde anlamı farklı bir kelime olan [at] kelimesi ortaya çıkar. En küçük çifte uygulanan bu işlem, yer değiştirme (commutation) adını alır.

Yinelem, ön yinelem tekrîr (Anaphore - Anaphore - Anapher) 1) :  Yinelem terimi, üslûp biliminde yahut sentaksta farklı anlamlarda kullanılır. Üslûp biliminde,  şiirde mısra başlarında, nesirde biribirini takip eden cümlelerin başlarında bir kelimenin yahut bir kelime grubun tekrarını ifade eder. Sentaksta, bir tekrîr elemanı, dil bilimi-dışı bir gerçeğe  değil, bir dilbilimi bağlamına işaret eder, "déictique" kavramının mukabili olarak kullanılır. Meselâ "Kitap masanın üzerindeydi, bu kitap açıktı." cümlelerinde "bu" işaret sıfatı anaforik olarak kullanılmıştır. "Zaman-ı olur-sa, Ali gelecek cümlesinde belirtilen ekler anaforik anlam taşır, üçüncü şahıs olarak özneyi tekrarlar.

Zamirleştirme (Pronominalisation): Cümlede bulunan bir kelimenin yerine bir zamir getirilmesi hadisesidir: “Ahmet’i gördüm / Onu gördüm”.

ege-edebiyat.org/docs/277.doc


***


POETİK TERİMLER ve AÇILIMLAR-1 
(Celal Soycan)

METAFOR (eğretileme)  

Terim, Latince "metafora" köküne bağlıdır; meta:öte, aşırı, sınır ve Grekçe Pherein : taşımak, yüklenmek. 

Modern şiirde çok güçlü bir imge devindiricisidir. 

Dilsel yaratıcılık bakımından çağdaş şiirin önemli bir olanağıdır. 

Şöyle tanımlayabiliriz: Bir nesneyi, bir durumu, niteliği, olguyu ya da süreci bir başkasına benzeterek anlatmaktır. 

Metafor, benzetmeyi amaçlar ama benzetme değildir: Benzetmenin yönü, yani ne bakımdan benzeşildiği açıkça söylenmez, sezdirilir. Bu benzetme dolaysız, mantıklı bir benzetme değildir, benzetme bağlacı da kullanılmaz. Benzetilen özellikler üzerinden yeni bir varlık, daha ileri bir kurgu amaçlanır. 

Verili dil mantığı atlanmıştır: Metaforik yaratıcılıkta gerçeklik dış dünyada onaylanmaz, tam tersine, dilsel bir gerçeklik durumunda ve bütünüyle görsel imgeye dayalıdır. Duyulara yönelik bir coşum yaratarak zihinsel yapılanmayı etkilemek üzere yeniden dönüşür. "Denizin yırtılan derisi" yarattığı görsellik, imgesel anlam ve deri/deniz uzaklığı bakımından örnek verilebilir.

 Metaforda kullanılan en az iki sözcüğün, yerleşik dilde bir arada kullanılması neredeyse olanaksızdır. Bu, metaforun gerilimini artırır. Oysa günlük dildeki metaforlar hem çok kullanılmaktan, hem de sözcük ilişkisindeki yakınlıktan dolayı ölüdür: Masanın ayağı, gibi. Oysa şiirde metafor, sıradan bir benzerliği kullanabilir ya da çok şiddetli bir çağrışım ağı oluşturabilir; bu, şairin metafor üretme gücüne bağlıdır. Öyle ki, bazı şiirler, tek bir metafor tarafından yönlendirilir.  
Örneğin, E.Cansever'in "Masa da Masaymış ha" şiirindeki "Masa" metaforu. En az iki sözcüğün daha önce hiç birlikte kullanılmamış olması yanında, yerleşik yapıya aykırı kullanılması da metafor oluşturabilir.

Metafor duygu uyandırıcıdır, yani yansız bir söyleme biçimi değildir. Dolaylı / aracılıdır. 

Metaforla oluşturulan görsel imge (fotoğrafik kurgu) çok önemlidir: Metaforla oluşturulan fotoğraf, duyusal boyutta ileri bir aşamaya neden olur.

Dili kullanırken, hiç farkında olmadan metaforlar kurarız. İnsan düşüncesinin tamamına yakını metaforlardan oluşur. Bu nedenle, bir dil topluluğunun kültürüyle, yerleşik/ortak eğretilemeler arasında sıkı bir ilişki vardır. Nesneleri, olguları, nitelikleri algılama biçimi, metaforlarda açığa çıkar. Örneğin, Türkçe'de "Yüreğimi korku kapladı" metaforu, Anglo-Sakson kültürde "İçimde bir korku duygusu yükseldi" biçimini alır.  

Bütün eğretilemeler, öncelikle bir görsel imge yaratır. Bu imgeyle, iki şey arasındaki benzerliğin yoğunluğu, alımlayıcıya kalmıştır. Başka bir söyleyişle, imgesel etki, yaratıcının dilsel başarısı yanında, okurun bilinç ve yaşantı içeriğiyle de doğrudan ilgilidir.  

Türkçe'de, sürekli kullanım nedeniyle "ölü metafor" halinde sayısız örnek vardır: Kolum koptu, içim kanıyor, mızrak çuvala sığmaz, güneş doğuyor vb. Bunlar, çağrışım zenginliği ve yan anlamlarla anlatımı güçlendirirler ama yazınsal yaratıcılıkları kalmamıştır. Yani, yeni duyguları, karmaşık olguları anlatmada dildeki hazır kalıplar kullanılamaz. Oysa ortak metaforlar dışında bir kullanım, okuru durdurur, sarsar ve keşfe zorlar. Okurun, karmaşık ve özgün bir eğretileme karşısında emek harcaması gerekir. Buna karşılık da çözümlediği görsel imge (fotoğraf) kendisini estetik bir hazla ödüllendirmelidir, yani çözüm estetik haz uyandırmalıdır.

Sözcüğün yerleşik kullanımından sapmalarla oluşan söz sanatları arasında, metaforun anlam oluşturucu gücü çok fazladır. Benzetme amacı sezdirilirse de, benzetmenin yönü (benzeşim nedeni), şiddeti ve ilgeci gizlidir. Bu gizlilik, modern şiirde okurun katılımını öne çıkarır, metaforla kurulan fotoğrafın çözümü, yazınsal söylemin yaratılma sürecine okuru da dahil eder, bu sürece katılamayan okur, estetik hazdan yoksun kalır. Ancak, bu noktada, metaforun da şiirsel bütünlükten kopmaması ve derin yapıya doğru ilişkilenmesi gerekir yoksa, her sözcük yığılması metafor değildir ve "saçma" lamayla "dilin yerleşik dizimden saptırılması" aynı şey değildir. 

Metafor, şiirsel bilginin ilerlemesini sağlamalıdır. Sözcüğün ve sözdiziminin yerleşik etkisi dışında, duyusal / düşünsel bir zenginlikle kavranmalıdır. Zaten metaforik imgenim alımlanma süreci böyle işler: Metaforla oluşturulan fotoğraf, zihinsel olarak kavranır; bu duyular üzerinde yerleşik olmayan bir etkiler zinciri yaratır. Duyusal olarak dönüştürülen bu etki, düşünsel düzeyi zenginleştirir ve orada yeniden üretilir. Bütün bu sürecin "okur" dan yüksek bir katılım beklediği yeterince açık. 

Aristotales "Poetika" sında metafora ilişkin tanımlar verir: "Bir şeyi başka bir şeye ait olan bir adla çağırmaktır. a- cinsin adının türe verilmesi, b- türün adının cinse verilmesi, c- türün adının başka bir türe verilmesi d- analojiye göre ad verilmesi şeklinde uygulanabilir." Aristotales, metaforun şiire özgü bir anlatım aracı olduğunu, düzyazıda kesinlikle kullanılmaması gerektiğini söyler. Ancak, hemen belirtelim, Klasik şiirin yapılanmasında yeterli olan metafor tekniği, modern şiirle aşılmıştır. Modern şiirde şair gerek sözcük ilişkilerinde, gerekse sözdiziminde yeni, ilk kez ve biricik kullanımlar yaratmak zorundadır. Hayatın dinamiği, anlamın bulanıklığı ve şiirin "birey"sel tasarıma ve zihinselliğe yönelmesi yani somut insani durumlar üzerine söz alması, metaforları da (tıpkı şiirsel sentaksın bütünün de olduğu gibi) her türlü yerleşik kullanımının ötesine taşımıştır. 

Ortega y Gasset, metaforu insanın sahip olduğu en üretken güç olarak niteler. Gerçekten de metafor, bir dinamo gibi anlam üretir; metaforik anlam, başka sözcüklerle yinelenemez: Yalnızca kendisidir. 

A. Breton'un Özgür Birlik şiirindeki dizeler gibi: Orman ateşi saçlı karım / ısı şimşeği düşünceli / kaplan ağzında su samuru bel'li karım /.../ kesilmiş kurban dilli karım /.../ baş harf ayaklı karım
"Metafor" sözcüğü Türkçe'de "Eğretileme" sözcüğüyle karşılanmıştır (Bu tümceyle bir metafor yapmış olduk). Kanımızca, bu karşılık sorunludur. 

Osmanlıca'da metafor yerine "istiare": ödünç alma terimi kullanılırdı. Terim "are" kökünden hareketle "ariyet": ödünç, eğreti sözcüğünden türemiştir." "Bir terimin başka bir terimi anlatmak üzere ödünç alınması" biçiminde tanımlanarak, yeni adlandırmanın "eğreti"liği öne çıkarılır. 

Nurullah Ataç'ın metaforu "eğreti anlam" biçiminde tanımlaması bu bağlamdadır. 

Hançerlioğlu'nun Türk Dil Sözlüğü "iğreti" için şu tanımı yapıyor: Belirli bir süre sonra kaldırılacak olan, geçici, iyi yerleşmemiş, yerini bulmamış uyumsuz, yakışmamış. Oysa metafor, dilde bir iğretiliği değil, meta (öte) bir anlamlandırmayı, dilin düz kullanımından daha etkili, kalıcı ve köklü bir kullanımı amaçlar

Sevan Nişanyan'ın Etimolojik Sözlüğü şöyle diyor: "Metafor, eski Yunan'da metaphora, anlam geçişmesi. Metapherein, metaphor- öteye geçirmek META+pherein, phor: taşımak." Söyleme sıradan retorik (güzel söz söyleme sanatı) bir katkı değildir. Düşünsel ve duyusal algının iç içe işlediği, düz söyleyişte asla elde edilemeyen "zengin" bir bildirişim sağlar. Okuru da yaratım sürecine katarak çok katlı bir anlam kuruluşuna neden olur.

Yaygın kullanımda "eğretileme"nin bu içerikte anlaşılması, anlamlandırma sürecinde "eğreti" olmadığının unutulmaması gerekir. 
Metafor, modern şiirde en güçlü imgelerin yaratıldığı bir dilsel kullanımdır. Estetik sürecin bütününü etkiler, şiirsel anlamlandırmaya doğrudan katılır. 
Benzeyen / benzetilen üzerinden teknik olarak farklı metaforlar kurulabilir: Kapalı, Karma, Ölü ve Eksiltili.  

Benzeyenin açıkça belirtilmeden sezdirildiği Kapalı metaforda benzetilen (taşıyıcı) öne çıkar. Örneğin; O gölge, hep kaldırımda gezer. 

Tersi kurgulamada ise benzeyen öne çıkar ve Açık metafor adını alır: Akar dururum kış karanlığında. 

Kimi tiradlarda ve sonelerde birden fazla benzetilen iç içe kullanılır ki, buna karma metafor denir. 

Dilsel kullanımda canlılığını yitirmiş, estetik haz üretmeyen metaforlar ise Ölü metaforlardır: Güneşin doğması, masanın ayağı, ince ruhlu gibi.

Celal Soycan
(Dize, sayı:98, aralık 2003
http://kenanyucel.blogcu.com/poetik-terimler-ve-acilimlar-1-celal-soycan/1784154

*

POETİK TERİMLER ve AÇILIMLAR-2
(Celal Soycan)


DİLBİLİM

En genel tanımıyla dilbilim, dilyetisinin ve doğal dillerin bilimsel incelenmesidir. 

Temel görevi, dilin betimlemesini yapmaktır. Bu betimleme olguların gözlemine dayalıdır, kuralcı değildir. Bir nesnesi, alanı ve yöntemi vardır, yani kesinlikle bilimdir. 

Bugün, budunbilim, toplumbilim, ruhbilim, ruh çözümlemesi dilbilimin yöntemini ve terimlerini kullanmaktadır.

Dilbilim, bir dilsel topluluğa ait bireylerin zihinlerindeki ortak özelliği açıklar. 

Dilbilgisiyle karıştırılmamalıdır: 

Dilbilgisi, bir dilin kullanımını yöneten kurallar konusunda bilgi verir. Kuralcıdır. Dilin "iyi kullanılmasını" gözetir, eğitime dönük bir amacı vardır. Dilin düşünceyi yansıttığı öngörüldüğünde dilbilgisinin felsefeyle çok yakın ilişkisi olmuştur. 

İnsan dilinin zaman içinde değişimini "kurallarla" geciktirdiği için, dilin doğal yönelimine engeldir. Kurallar nedeniyle, olgular arasında seçme yapar, bu nedenle bilimsel değildir. Oysa "Dilbilim" 19.yüzyılın sonunda dilbilgisinden farklı olarak kendine özgü bir çabadır: Betimlediği dile felsefenin ve eğitimin amaçlılığıyla yaklaşmaz. 

F. de Saussure şöyle der: Dilbilimin tek ve gerçek konusu kendi başına ve yalnız kendisi için dili incelemektir; onun için diller birer araç değil, birer bilgi konusudur. İnceleme nesnesinin tanımı sürecinde farklı tanımlara ulaşabilir, bu farklı tanımlar çeşitli dilbilim kuramlarının doğmasına neden olur.

FİLOLOJİ

Genellikle ve yanlışlıkla dilbilim terimiyle eşdeğerli kullanılır. 

Filoloji dilbilimden daha eski olup Rönesansa dayalıdır. 18.yüzyılın sonlarında bağımsız bir bilim dalı durumuna gelir. Eski metinlerin karşılaştırmalı eleştirisiyle kendini kurmuştur. 

Amacı, eski metinlerin yorumunu yapmak ve onları yeniden oluşturmaktır. Bu yapıtlarda belirtilen uygarlıkların kültürlerini somutlama çabasındadır. Yani dilbilim gibi "dili" değil "metni" amaçlar. Örneğin, filoloji sözlü dille hiç ilgilenmemiştir.

Özetle filoloji: yazılı belgelerin geçerliliğini ve gerçekliğini araştıran tarihsel bir disiplindir; eski metinleri yeniden üreterek, dönemlerin etkilerini, kaynakları araştırır, çözümler ve yeniden kurar, taklitlerini ortaya çıkarır. Bu yönüyle dilbilgisi, sesbilgisi gibi filoloji de dilbilimin kapsamına girer.

GÖSTERGE OLARAK DİL

Bir dilsel topluluk, aralarındaki bildirişimi esas olarak "Dil" le sağlar. Ancak, en az iki kişi arasındaki bu bildirişim her zaman yazılı/sözlü bir dilsel dizge (dil) kullanmayı gerektirmez. Örneğin, jestler, mimikler, çeşitli davranış biçimleri, hatta susmak bir iletişim yoludur. İnsan dilinin seslerini ve bu seslerin imlerini kullanmaksızın, yani dil dışı dizgelerle de iletişim kurulabilir. Bu iletişimin olanakları sınırlıdır ve çok özel gereksinimleri karşılarlar.

Dil dışı iletişim dizgelerine örnek olarak Belirti'ler, Belirtke'ler, Simge'ler ve Görsel Gösterge (ikon) ler verilebilir.

Bütün "gösterge"ler bir "gösteren"le (biçim) bir "gösterilen"den (anlam) oluşur.

Bir dilde anlamlı en küçük birim "Dil göstergesi" dir. 

Sözcükler de içinde olmak üzere bütün çekim ve çoğul ekleri birer dilsel göstergedir. 

F. de Saussure'e göre, "dil, göstergelerden oluşan bir dizgedir." İletişim aracı olan dilde nesnelerin kendisini değil, onlara verdiğimiz adların uzlaşılmış sesleri/işaretlerini kullanırız. Bu nedenle, her dil bir göstergedir. 

Dil göstergesi nedensizdir. Göstereni gösterene bağlayan bir iç ilişki (mantık) yoktur. 

Dil dışı göstergeler gibi, dilsel göstergeler de toplumdan topluma değişebilen örtük bir uzlaşma ürünüdür. 

Bir sözcüğün anlamı, ne o sözcüğü kuran ses birimlerin ses özelliklerine, ne de belirtilen nesnenin niteliklerine bağlıdır. 

Dili kullanma düzeyinde gösterenle gösteren arasında zihinde oluşan nedensellik bilimsel değildir ve o dile ait bir uzlaşım sonucudur. 

Yazınsal söylem, özellikle de şiirsel söylem, bu uzlaşımın sınırlarını zorlar ve dilsel kod içinde daha derin/düşey bir kodlama yapar. 

Gösteren-gösterilen ilişkisini imge düzeyinde kurar. Yazınsal olmayan iletişim var olan uzamı, nesneleri ve varlıkları kapsar, metinsel (yazınsal) göndergeyse iletişim sırasında var olmayan yerleri, nesneleri, varlıkları içerir.

Yazınsallık dışında dil-dışı gerçekliğe gönderme yapılırken, yazınsallıkta dil-içi gerçeklik söz konusudur. Özellikle şiirsel söylemde sözcük, kullanıldığı yüzey yapıda göndergenin gösterilen ucunda yer alırken, aynı zamanda derin yapıda gösteren ucunu oluşturur.

BELİRTİ

Doğal, istem dışı ya da amaçsız dil-dışı göstergelerdir. Yorumlamasını bilmeyene kapalıdır.

Gösterenle gösterilen ilişkisi nedenlidir. Örneğin duman-ateş ilişkisi böyledir. Sahip olunan bilgilerle belirti bir gösterge olarak çözülebilir. 

Belirtide gösterenle gösterilen zihinsel çağrışımla ilişkiye girer. Bir ön bilgisiz çağrışım olamıyacağından, belirti ancak ön bilgi sahiplerince anlamlandırılabilir. Örneğin, hastalık belirtileri.

BELİRTKE

Belirtinin aksine, iletişim amaçlı göndergelerdir. Örneğin, trafik işaretleri, uyarıcı renkler, nesneler vb. Bu göstergede gösterenle gösterilenin ilişkisi nedensizdir, uzlaşımsaldır. Kullananlar arasında birer koddur. Belirtide kendiliğinden bir iletişim arzusu yok iken, belirtke kesin bir iletişim arzusunu dile getirir, doğal değil kurgusaldır.

BENZETME

Eski dilde teşbih. Bir ya da birkaç şeyi, aynı nitelik içinden karşılaştırmaya "Benzetme" denir.

Benzetme sanatı, doğrudan "benzetme" amaçlıdır. Ancak, benzetmede sözcüğü "kendi" gerçek anlamın dışında kullanmayız, yani benzetme bir "değişmece" değildir.

Benzetme, en önemli " değişmece" olan metaforun kaynağıdır. Açıktır ki bir şeyi başka şeyle karşılaştırmak, şu dört öğeyi öne çıkarır:

a- benzeyen
b- benzetilen
c- benzetme edatı (ilgeç)
d- benzetme amacı (yön)

Örneğin; " Ali aslan gibi güçlüdür " benzetmesi, sırayla bu öğeleri kapsar. Benzetme dört öğenin birlikte kullanılıp kullanılmamasına göre dörde ayrılır:

a- Ayrıntılı benzetme: Dört öğe birlikte kullanılır. Örneğin: İpek gibi yumuşak sesin.
b- Kısaltılmış benzetme: Benzetme amacı (yönü) bulunmaz. Söyleyişten, benzetme amacı anlaşılır. Genellikle, benzetilenin simgeleşmiş özelliği söylenmeden sezdirilir. Örneğin, "Tilki gibi adam".
c- Pekişmiş benzetme: Benzetme edatı (ilgeç) bulunmaz. Gibi, tıpkı, sanki, vb. gizlenmiştir. Örneğin: minareler tanrının parmaklarıydı.
d- Yalın benzetme: benzetme yönü ve edatı bulunmayan benzetmedir. Örneğin: Evler, karanlığa gizlenmiş birer hayvandır.

Benzetmede esas, yaratılan imgedir. Benzetme ne kadar güçlü, şaşırtıcı, yeni olursa, imgenin devinimi o ölçüde artar.


ÜST-DİL

Almanca "metasprache", Fransızca "metalangage", İngilizce "metalanguage". Bir dilbilim terimidir.

Türk şiir ortamında, dille ilişkisini yüceltmek amacıyla, "şiirin bir üst-dil olduğu" yanlışı yaygındır. Oysa bütün üst-diller, doğal dili ya da konu-dili inceleyip betimlemek için oluşturulmuş bir "araç" dildir; dili anlatan dildir. İncelediği dilsel bir ürünü dil olarak aşar ve onu kapsar. Başka dili nesne ederek onu biçimler. Örneğin, sibernetik, dilbilim, eleştiri üst-dil kullanır. 

Kimi sözlükler, terimin kapsamını daha daraltarak " Dilbilimsel konuları betimlemek için kullanılan dil" tanımını kullanır. 

Doğal dilin göndergeleri dil dışı gerçeklik alanında yer alır. Oysa üst-dilin göstergeleri dilseldir. Bu noktada, şiirsel söylemin de bir üst-dil olduğu sanısı öne çıkar oysa üst-dilde gösterge iki ucuyla da dilseldir ve konu dili açıklamak ister. 

Şiirde ise göstergenin gösteren ucu, dilsel bir öğe olmasına karşın belirli bir anlam düzeyini karşılar. Gösterilen ise, şiirsel söylemin yapısı içinde işaret edilen bir anlamdır. 

Şiir, bir konu dili incelemez, tam tersine, kendisi bir konu-dildir ve örneğin bir üst-dil olan eleştirinin, dilbilimin ya da anlambilimin incelediği bir gösterge dizgesidir. Bir üst-dilin kendisi de başka bir üst-dilin konusu olabilir.

Celal Soycan
(Dize, sayı:99, ocak 2004)

http://kenanyucel.blogcu.com/poetik-terimler-ve-acilimlar-2-celal-soycan/1784160
*

POETİK TERİMLER ve AÇILIMLAR-3 

(Celal Soycan)
ŞİİRDE RİTM ve MÜZİKALİTE

Ölçülü devim, düzün, tartımlı sözcükleriyle karşılanmaya çalışıldıysa da,yaygın kullanımda "ritim " benimsendi. Fransızca rythme, İngilizce rhythm, Osmanlıca vezin/ âhenk anlamına gelen ritim,aslında bir müzik terimidir;düzenli aralıklarla yinelenmeyi esas alır. Şiiri müzikle ilişkilendiren yaklaşımlar, ritim öğesine vurgu yapar.Gerçekten de müzikte geleneksel devinim ve uyum duygusu, sesin / sessizliğin düzenli yinelenmesine dayalıdır. Bütünüyle estetik hazzı amaçlayan ritmik kurgu, doğadaki ritmik uyumun taklidi yoluyla insan doğasına yaklaşmak ister.Gece- gündüz, mevsimler, doğum- ölüm, deniz dalgaları, dağların dizilişi, atmosfer olayları, kuşların kanat hareketleri hep ritmik yinelenmeye dayalı evrensel bir uyumun altını çizer.Doğadaki uyuma aşkın bir anlam yükleyen insan, daha başlangıçta, sanat eserinde doğayı yansıtmaya ve estetik ölçütleri doğadan devşirmeye özen göstermiştir : Uyum arayışını yanıtlamak üzere sanat eserlerinde malzemenin ritmik kullanımı esas alınmıştır.Müzikte ölçüler, formlar, makamlar hep ritmik bir uyumla örgütlenir.Mîmaride kütle ve boşlukların, formların ve çizgilerin yinelenmesiyle elde edilen ritim, ortaya çıkan yapıttaki uyumun taşıyıcı öğesidir.
Resim sanatı da bütünlüğünü kurarken, ritmik yinelemeyle sağlanan uyumu gözetir: Çizgi, renk, leke, espas düzeyinde dağılım, dikkatli bir izleyicinin açığa çıkarmada zorlanmayacağı gizli bir ritmik doku yaratır.
Şiir sanatının sözel dönemlerinde ritim duygusu, özellikle ezber açısından büyük bir olanaktı.Tüm şiirsel kalıplar,vezinler, uyaklar, ve biçimler sessel ritmin kurulmasına dönüktür.Yinelemeye dayalı yapılanma,şiir dilinin işleyişinde neredeyse tek ölçüttü. Müzikalite zaten bütünüyle, dilin ses özellikleri içinden ve ağırlıklı olarak da dış sesle sağlanırdı. Hece öbekleşmesi,uzun- kısa dizilişleri ve vurgu düzeni, ses dağılımını gözeten bir ritmik yapılanma içindedir: Müziktekine benzer düzenli bir ses oluşumu, modern öncesi şiir estetiğinin zorunlu bir öğesidir.Bu estetik anlayış, ritmi sağlamak üzere hem hece,aruz gibi geleneksel kalıpların işlevinden yararlanır, hem de dilsel kullanımın kendisinde yinelemeyi kullanır:
Sandım ki uzaklaştı yağan kar ve karanlık
Uykumda bütün bir gece Körfezdeyim artık ( Yahya kemâl )
Bu örnekte,aruzun ve yarım uyağın sağladığı ritim, bir dış ses olarak şiire katılırken,özellikle ilk dizede a-k sesinin ve an hecesinin dağılımı bir müzikal yapılanma sağlar.
Özellikle dize sonlarında olmak üzere,sesin ve sözcüğün ritmi geleneksel şiirsel söylemin baskın tekniğidir; aynı sözcük ya da hece düzenli aralıklarla yinelenerek ritmik bir dolaşım sağlanır. Şiirin iç müziği, modern şiirin aksine, imge ve şiirsel anlam üzerinden değil bütünüyle işitsel ses üzerinden örgütlenir.Yaratılan bu sessel etkinin,şiirsel bildirişimle her bakımdan uyumlu olduğunu, olması gerektiğini söylemek bile fazla. Şiirsel konu, hem şiirin genel edâsında hem de kullanılan seste ve ritmik dokuda belirleyicidir.Yine de, klasik şiirde vezne, biçime ya da sözcük/ ses yinelemesiyle üretilen dış sese dayalı ritmik yapılanma esas olduğundan, anlam boyutunda bütün şiiri ele geçiren ve imgeye dayalı bir iç ses için Modern şiiri beklemek gerekecektir.Bu bir anlamda da, sözel şiirle modernitenin zihinsel kopuşmasını işaret eder.
Modern şiirde " şiirsel anlam " arayışları ve şiirsel söylemin yapılanışı, klâsik şiirde ritmik olanak durumundaki kalıpları parçalayınca, yukarda özetlenen ses örgütlenmesi de aşıldı; ancak ritmik uyum yanında başka tekniklerle şiirde kurgulanan müzikalite, önemli ölçüde varlığını korudu.Özellikle serbest vezin aşamasında, sözcük ve ses yinelemesine / uyuma dayalı " dış ses " bir süre daha ritmik yapılanmada etkinliğini sürdürdü. Hayatın, gerçekliğin, anlamın parçalandığı, yerleşik olanın dağıldığı, sanatsal söylemin bu anlamda gündelik dil dizgesini terk ettiği, zaman / mekân algısının alt üst olduğu, hız ve tüketim olgusunun bütün ilişkileri yeniden tanımladığı Modern süreçte , sanatsal uyum, müzikalite, ses değerleri , anlamlandırmada bütünlük ve bunların gerisindeki ritmik örgütlenme tekniği kökten değişmiştir; yine de dilsel birim olan sözcükler, harflerin ses olanağı, vurgulamalar, dizeleme tekniği, noktalama imleri vb. üzerinden ritim arayışları sürmüştür.
Modern şiirde semantik ( anlamsal ) düzey estetik bütünlüğe damgasını vurmuştur; bu nedenle diğer şiirsel öğelerin yanında ritim ve müzikalite de şiirsel anlamın kurgusunda yepyeni tanımlar edinmiştir: İmge kurgusu ve yaratılan zihinsellik ( fotoğrafik tasarım) önemli bir ritim olanağıdır. Nâzım Hikmet' ten bilinen örneği anımsayalım: Çıkıyor kayık/ iniyor kayık/ devrilen/ bir atın/ sırtından inip/ şahlanan/ bir ata / biniyor kayık
Burada, yinelenen " kayık" ve " iniyor-biniyor" uyağı elbette ritmi güçlendiriyor; ama ritmik yapılanma ve iç müzik esas olarak şiirdeki imgesel kurgudan, fotoğrafik tasarımdan okura ulaşır: Ses, vurgu, devinim, tonlama dahil bütün iç ses öğeleri, imgenin ritmine hizmet eder.
Modern şiir, ritmik yapılanmaya dönük sesi ve müzikaliteyi, şiirin bütününe dağılan sözcük yinelemesi, çağrışımsallık, vurgulamalar, noktalama imleri, şiirbiçimsel kurgular ,harf özellikleri yanında imgesel fotoğrafın oluşturduğu anlamlandırma düzeyi içinden sağlar: Sesin ve ritmin, sonuçta da müzikalitenin işitsellikten zihinselliğe kaydırılmasıdır bu. Bütün biçimsellik, şiirsel iletişimin ve bildirişimin içinde erimiştir; modern şiirdeki bütünsellik de kabaca budur.
Sescil bir dil olan Türkçe'de harflerin ses değerleri ,işitsel ve görsel imgenin ritmik kurgusunda önemli bir olanaktır. Dilsel sesler, temelde harflerle taşınır: Ünlü harfler , sessel açıdan ince (e,i,ö,ü) ve kalın(a,ı,o,u); düz (a,e,ı,i) ve yuvarlak (o,ö,u,ü); geniş (a,e,o,ö) ve dar (ı,i,u,ü) olarak kümelenir.Ünsüzler,şiirin ses kurgusunda titiz bir işçiliği gerektirir, dikkatsiz bir ünsüz dağılımı ses göçmelerine ve şiirsel anlama ters bir ses ortamına yol açar.
Ünsüz harfler de ritmik yapılanmada ve işitsel imgede önemli ses öğeleridir.Yumuşak / ötümlü (b,c,d,g,ğ,j,l,m,n,r,v,y,z ) ve sert / ötümsüz (ç,f,h,k,p,s,ş,t ) olarak iki kümeye ayrılırlar.Bu sesleri şiirsel anlam ve imge kurgusu içinde ritmik kullanmak, şiirsel bütünlükte bir olanağa döndürmek dikkatli ve uzun bir çalışmayı gerektirir.Oluşan fonetik dizim bir iç müzikalite sağlayıp,şiirin semantik boyutunu güçlendirebilir veya kakışma (kakophonie ) yaratabilir.Çağdaş şiir,şiirsel bütünlüğe katılmayan,anlamsal/ coşumsal etkiyi çoğaltmayan " ses yığılması"ndan arınmıştır.Hatta şiiri sesten / ritimden kurtarmaya dönük poetik yönelimler bile, sonuçta sesin denetimiyle karşı karşıyadır.Atonal müziğin ritmi dıştalamasına benzer biçimde, anlamı verili dizge dışında arayan kimi şairler, öncelikle ritim duygusuna ket vurur ( Ece Ayhan şiiri).
Kaldı ki, ritmin şiirde sıkıcı bir kalıba dönüştüğü, simgeleştiği durumlarda ses/ anlam ilişkisinde tökezleme kaçınılmazdır.
Modern şiirde ses/ ritim, esas olarak imgeseldir; salt ritim üzerinden müzikalite elde ederken de sessel göçmeler, öne çıkmalar, ya da gürültü oluşumu önlenmelidir.Kaldı ki, salt sesin peşinde bir şiir , modern şiirdeki bütünsellik karşısında bir oyundan öteye gitmez. ( Burada, somut şiirin bütünüyle görsel imgeye dayalı anlamlandırma alanında , her türlü sessel örgütlenmenin zaten iptal edildiğini anımsayalım.Konuyu ilerde ayrıca konuşacağız.) Yinelersek: imgesel şiir,zihinsel görüntülerin önemli katkısıyla oluşan , sözcük ilişkileri ve çağrışımlarla zenginleşen; dil dizgesi ,noktalama imleri, dizeleme olanakları üzerinden yepyeni açılımlar yapabilen bir ses örgütlenmesini öngörür. İşitilen değil, ama duyuların karmaşık alılmamasıyla beliren bir ritim ve müzikalite eğemendir. Cansever' den bir örnek:
Ben burada bir sıkıntıyım, atımdan iniyorum
Benim atım her zaman
Kim bilir kime sesleniyorum, sessizlik
Yosunlar, taşlar,o mezar yazıtlarından
Yaz gelmiş,zakkumlar açmış, elimi bile sürmedim
Sürsem bile ne çıkar, ama sürmedim
Bu şiirde ritmik yapılanma " sıkıntı " duygusu üzerinden sağlanır: Sözcük bir kez yinelense de, şiirin bütününde gezdirilir.
Şair şiirdeki anlamı iç müzikle beslemek üzere ve elbette zihinselik dolayımında farklı müzikal yapılar öngörebilir. Oluşan her sesin bir sonrakini hazırladığı caz ritmi, bütünü seyrek ama güçlü girişlerle kucaklayan bas vurgusu, coşku peşinde tiz ritmik sesler, blues'un ağırbaşlı hüznünü onurlu bir sesle taşıyan sürekli pes tını: Harflerin ses değerlerine senfonik bir özenle ve matematik bir disiplinle hâkim olmayı gerektirir.Kimi örneklerde, değişik ses/ritim kurgularını anımsayalım:
- Ses ve sözcük tekrarının anlama dönüştüğü :
Anlatırım ,anlatırım, deliririm anlamam ( V. Çolak )
- İmgeye çökelen ritim:
Biraz öteye itmek istiyorum denizi
Sonra biraz daha, biraz daha ( Nuri Demirci )
-Ses,vurgu ve imge tümleşiğiyle sağlanan ritim:
kin atomları fışkırtan etin aralanmış gözüne doğru koşarak ( M. Irgat )
kalbimi tut ve bırak tut ve bırak şimdi (Enis Akın )
-Blues ritminde bir yapılanma:
Ben de burda ölüyorum,
Bu böyle gidişi uzun ırmakta ( N. Ziyalan )
- Sözdizimiyle sağlanan ritim:
Saatlerini denize bakarak ayarlayan kentler,
Denize bakarak saatlerini ayarlayan kentler,
Kentler saatlerini ayarlayan bakarak denize,
Kentler saatlerini ayarlayan denize bakarak (Ö. İnce)
- " m" sesiyle örgütlenen hüzünlü bir ritim:
ben kendime kendimce ölümler tasarlarım
olmazsa bir başıma bir köşede susarım ( Sefa Kaplan) 
 Celal Soycan
(Dize, sayı:100, şubat 2004)

http://kenanyucel.blogcu.com/poetik-terimler-ve-acilimlar-3-celal-soycan/1784170
*

POETİK TERİMLER ve AÇILIMLAR-4 

(Celal Soycan)
İMGE/YAZINSAL İMGE

Gündelik kullanımda, imgeyi şöyle tanımlayabiliriz: İnsan bilincinden bağımsız olarak var olan nesnelerin/nesnel gerçeklerin zihnimize yansısı.İmge, fotoğrafik bir canlandırmadır.Kendi çağrışım alanında her adlandırma ve betimleme, zihnin deneyimi altında bir görüntüye evrilir.Ancak, yazınsal olmayan bu imgenin kaynağı elbette dış dünyadadır ve yazınsal imgeyle asıl farklılığını "kaynak"tan başlayarak konuşmak, anlamak gerekir.
Yazınsal söylem alanında imgenin kaynağı "dil"dir.Bu nedenle "dil"sel bir kurgu olan yazınsal söylemde imge de "yazınsal imge"dir, dilbilimsel söyleyişle: "Dilsel imge"dir.Poetik metinlerde, şiir kuramına ilişkin yazılarda "imge"yi "yazınsal" niteliğiyle anlamak gerekir.
Bir yazınsal metin, nesnel gerçeklere ilişkin bir duyumu, bir düşünceyi "dil"e getirirken, "nesnel"liği önce dile yansıtır; yani onu önce dile çökeltir.Şiirsel söylem içinde sürdürürsek: Şairin dile yansıttığı nesnellik, öncelikle bir kurgudur. Kurgulananın imgesi de yine öncelikle dil'e yansır.İmgelem, bu yansımayı, çağrışımlar ağı yoluyla algılar.Demek ki şiirsel imge "yansımanın yansıması"dır. Zihne yansıyan imgenin (fotoğraf) kaynağı, dilsel bir kurgu halinde şiirdedir, dış dünyada değil.Bu nedenle, şiirsel imgenin "nesnel karşılığı" olmaz, "nesnel bağlılaşığı" olur.Bu kritik eşik, bütün bir modern şiirin kavranmasında, yaratılmasında ve anlamlandırılmasında olağanüstü önemdedir.
Şiirsel imge, nesnenin/temanın dilden zihne yansıması olduğu için, düşünseldir, yani duyularla algılanmaz.Bütün duyusal imgeler, dilsel dönüşümle, düşünsel imge olmuşlardır.Biçembilimin konusu halinde "biçem"seldir.Dilsel bir ilişkinin tasarımıdır.Okurun düşünselliğinden duyarlık katmanına yönelir.
İmge, teknik olarak, şiirsel söylemin temasına, konusuna yabancı bir sözcük kullanımıdır.Bu yabancılık ne kadar yoğunsa, yani şiirde bir nesneyi/düşünceyi işaret eden sözcük ne kadar uzak bir alana aitse, imge o ölçüde güçlü olur.İki sözcük, iki nesne bir benzerlik ya da bilişiklik gözetilerek, birbirine uzak iki alandan alınmıştır: Bu uzaklık oranında imge güçlenir.
Benzetme, eğretileme, allegori, simge, birleştirme(bir duyu organıyla algılananı başka duyu organıyla algılananla birleştirme) hep imge kaynağıdır.Şiirsel söylemde imge, anlamın kendisidir; yani imge, şiir ve anlam tek bir bütündür.
Şiirde imge oluşumu, kullanılan en az iki sözcüğün ait olduğu alanın somut/soyutluğuna göre üçe ayrılır:
a) Somuttan somuta: Betimleyici imgedir.Örneğin: Saçlarında bir gece karanlığı
b) Somuttan soyuta: Soyut düzlemden alınan duyguları, düşünceleri somutlaştırarak iletişime sokan güçlü imgelerdir.Örneğin: Uyursun bir zaman tanımıyla
c) Soyuttan somuta: Zor bir imgedir ama olağanüstü güçlü bir tekniktir.Örneğin: Bir bellek yitimiyse ayak izin
İyi bir imge, duyusal düzeyde tükenmeyip düşünsel düzeyde heyecan yaratmalıdır.Somut bir yönelimi en ekonomik söyleyişle kurmalıdır.Böylece okura çağrışım olanağı verilir ve onun da bir düşünsel haz alması sağlanır.
İmge, şiirin bütününe katılmalı, yani yığma/kopuk bir "güzel söyleyiş" ürünü olmamalıdır.

NESNEL BAĞLILAŞIK

Şiirsel söylemde bildirişim, imgeseldir.Dış gerçekliğin önce dile, oradan zihne yansıması (yansımanın yansıması) şiirsel anlamın kendini şiirde işaret ettiğini anlatır.Böylece şiir, bildiriyi oluştururken kapalı devre bir işleyiş kurar.Burada duyusal/zihinsel algıya kaynaklık edenin "imge" olduğu unutulmamalı.Okur, şiirden kendini işaret eden bildirgeyi alımlarken, imgenin şiirsel öznelliğini nesnel bir bağlılaşıkla buluşturur.Düz dilde imge, alımayıcıyı/okuru doğrudan nesnel bir "karşılığa" götürürken, kendini işaret eden şiirsel imge, ancak bir "bağlılaşık"la algılanır, çünkü "karşılığı" yoktur.Bağlılaşıklık, elbette bir "ilişki"yi anlatır, ancak bu bir gösteren/gösteren ilişkisinden daha karmaşık, daha dolayımlı ve yorumludur.
"Nesnel Bağlılaşık" kavramını T.S. Eliot "Denemeler"de kullanır: Objective Correlative. Duyusal/düşünsel bir haz olarak estetik,şiirsel imgenin bağlılaşığıyla olanaklıdır; çünkü yukarda da söylendiği gibi, imgenin nesnel dünyada birebir karşılığı yoktur, gerçekliğini dış dünyadaki bir nesneyle kurmaz.İmgesel fotoğraf, okurun yaşantı/bilinç içeriğiyle tanımlanan bir deneyim alanında bir durum, bir olaylar/nesneler zinciri oluşturur.Bunun, okur açısından öznel ama şiir için "nesnel" bir ilişki olduğu hemen söylenmelidir.Bu nedenle bir gösterge, bir simge/sembol ilişkisi değildir.Modern şiirde imge, anlam, bildirişim ve alımlama içinde olmak üzere, bütün bir kurgu bu kavram ışığında düşünülmelidir.
Şiirsel imge, bir durum, bir olaylar/nesneler zinciri oluşturamazsa, ya da tam tersine doğrudan dış dünyada bir nesneyi karşılık gösterirse, hiçbir estetik hazza neden olmaz.Nesnel Bağlılaşık kavramı, yazınsal yapıtta(şiirde) hem dilsel bildirinin kendi üzerine odaklandığını(kurgu), hem de gerçeklikle olan bağını vurgular.Bildirişimi estetik hazla buluşturan da budur.
DİL ve SÖZ
İnsanın doğal diller çerçevesinde sesli göstergeler aracılığıyla anlaşma (bildirişim) sağlaması "Dil Yetisi"nin sonucudur.Dilyetisi içindeki olguları Saussure başlıca ikiye ayırır:
1) Toplumsal nitelikli DİL
2) Bireysel nitelikli SÖZ
Dil toplumsal bir olgudur ve belli oranda rastlantısal olan SÖZ'e oranla niteliklidir.
Dil karşısında birey edilgendir ve onu bir ürün olarak belleğine aktarır, dilyetisinin bütün gerçekleşmelerinin kuralıdır.Bu nedenle, dilbilimin gerçek konusudur.Söz ise dilbilime malzeme taşır.Başka bir söyleyişle: Dil, toplumsal bir kurumdur ve anlamla işitim imgesinin zihinsel birleşimi halinde bir göstergeler dizgesidir.Soyut bir gerçekliktir, bireylerin dışında ve üstündedir.Uzlaşımsal bir dizge olup, kimsede bütünüyle yerleşmez.Bildirişim aracı olarak bütün "söz" kullanımlarına olarak kişisel dayanaktır.
"SÖZ" ise zihinsel bir eylem iradenin ürünüdür.Fizyolojik bir etkinlik halinde "Dil" dizgesinin kullanılışıdır.Dilin, kişisel iradeyle seçilen bir bölümünü eylemli kılar ve soyut bir yapı olan "Dil"den somut tümceler kurarak onu gerçekleştirir.Dil'de dizgelik öne çıkarken, SÖZ'de bildiri ağırlık kazanır.
Dil/Söz ilişkisi, varlıkları birbirine bağlı, birbiri üzerinden ötekinin kavranabileceği işlek bir ilişkidir.Dile dayanmadan söz kavranamaz, sözün sağladığı gereç olmadan da dile ulaşılamaz.Dilyetisi düzleminde birbirlerini içerirler.Dilin eksiksiz varlığı, konuşan topluluğun kullanımını yani SÖZ'ü öngerektirir.
Tarihsel öncelik elbette söz olgularına aittir, dilin evrimi sözle sağlanır.Dil bilinci, toplumsal çevredeki SÖZ'le edinilir.Diyalektik yöntemli söyleyişle, SÖZ'e kaynaklık eden dil, kendini onun aracılığıyla yeniden kurar; hem üründür, hem de araç.
Çağdaş dilbilim, dil/söz ayrımı yapar ve asıl inceleme konusu olarak dil'i seçer.SÖZ'ün gerçekleşmesi sırasındaki bireysel değişimleri anlamak; değişmeyen, bireyüstü bir dizgenin kuralları, yapısı ışığında olanaklıdır.Dilbilim bu olanağı "Dil"de bulur.
Saussure dışında başka dilbilimciler, esas olarak bu ayrımı benimser ama aynı düzlemi anlatan başka tanımlar kullanır.
Celal Soycan
(Dize, sayı:101, mart 2004)

 http://kenanyucel.blogcu.com/poetik-terimler-ve-acilimlar-4-celal-soycan/1784180


*

POETİK TERİMLER ve AÇILIMLAR-5 

(Celal Soycan)
SÖZCÜK

Anlamı olan ses ya da sesler birliğidir. Cümle kuruluşuna yarayan, yani anlamsal birim olan cümlenin yapılışına katılan ham eleman.Sözcüğün kimi kez bir başına cümle işlevine ulaşması, tarihi ve çağrımsallığı onun gerçek işlevine cümle yapısı içinde ulaşabileceğini unutturmaz.
Göstergebilim açısından sözcük, bir varlığı, bir kavramı gösteren ses veya sesler birliğidir. Uzlaşılmış kodlar dizgesi olan gündelik dilde sözcük,anlamlandırma eşiği olarak verilidir ve bir gerçekliği kendiliğinden imler (düz anlam) . Nesnel gerçekliğe düşünce aracılığıyla bağlıdır; bu nedenle sözcüklerin somut - maddi nesnelerle dolaysız bağlantısı çoğunlukla kurulamaz. Bir im olarak alımlanan sözcük, gösterdiğine düşünce üzerinden ulaşır.
Anlamlandırma sürecinde kurucudur fakat kendisi bir yapı değildir; gerçekliğin imidir, ancak kendine ait gerçekliği yoktur.Uzlaşımsaldır.Cümle içinde yön ve kişilik kazanır.
İçinde düzenlendiği dizgede kişilik kazanır. Şiirsel söylemde sözcükler, sessel ve anlamsal örgütlemenin ilk ve ham maddesidir. Bu örgütlenme, yalnızca şiirsel söylemde dikeydir; gündelik dilde, yani gidimli kullanımda ise yataydır.
Klasik şiirde sözcüğün çokanlamlılık ve eşanlamlılık özelliği, kendiliğinden şiirsel bir değerdi. Modern şiir ise sözcüğün imge kurucu olanaklarını genişletti, sözdizimini bozarak sözcüğün sözlük karşılığından bağımsız bir imgesel kurgu için birbirleriyle ilişkisini ilk kez ve biricik kıldı.Daha açarsak: Şiirsel söylemde iki sözcük öylesine bir imgesel kurguda yan yana gelir ki, bunu hem düzdilde kullanmak olanaksızdır, hem de ilk ve son kez o şiirdeki dilsel işlevi üstlenirler. Örneğin: Ey mor ötesi söylence ( ilyas tunç ) . Burada " mor ötesi" ile " söylence" sözcükleri, şairin imge kurgusunda öylesine buluşurlar ki, bu buluşmanın öncesi/ sonrası yoktur. Çağdaş imge kurgusunda bunun önemli bir yaratıcılık olduğunu, hele güçlü imge için sözcükler arasındaki mesafenin olabildiğince uzak olması gerektiğini anımsamak gerek.
Jacobson' a göre: " Şiirsellikte sözcük, adlandırılan nesnenin basit bir vekili ya da coşku patlaması olarak değil, fakat sözcük olarak duyumsanır. Şiirsellikte, sözcükler ve sözdizimi anlamlandırma, iç ve diş yapılanma gerçekliğin kayıtsız ( ilgisiz ) göstergeleri değildirler, ama kendi ağırlıklarına ve kendi değerlerine sahiptirler."
Şiirsel söylemde sözcük, anlambirimsel en küçük yapı olan şiir cümlesi içinde işlevine ve kimliğine kavuşur. Tümce dışına çıkan sözcükler ise bir yığın oluşturur. Tek başına kullanılan sözcük bile, ancak şiirin teması ve imgesel bütünlüğü içinde işlevine kavuşur, yoksa herhangi bir göstergenin gösteren ucundadır. Oysa şiirsel kullanımda, gösteren olduğu yerde, aynı zamanda gösterilen durumundadır.
Şiirde sözcük gerçekliği şiir içinde imler; böylece hem yeniden üretilme gücü kazanır, hem de nesneyle ilişkisinde alışılmadık açılımlar sağlar. Oysa düzyazıda sözcük, uzlaşılmış bir imdir, doğrudan söylemin bağıntısı içinde tüketilir ; bu sağlanamazsa, yani her alımlayanca yeniden üretilirse, bildirişim aksar, dilsel iletişim kopar.
Düzyazıda kullanılan sözcük, söylemin özelliği, kullanıcının donanımı, bağıntı, toplumsal ve tarihsel çağrışım, alılmayanın çevrimi nedeniyle gerçekliği / olguyu indirger. Çağrışımsallığı ne denli geniş olursa olsun, düzyazı mantığı sözcüğün diğer sözcüklerle ilişkisinde sözlükten ayrılmaz, yani gidimlidir. Şiirsel söylemde ise sözcük, toplumsal/ ideolojik kabuğuna sığmaz, sözlük karşılığından fırlar ve şairin imgeleminde yeni bir dolayım kazanır : Şaire dolaysız bağımlıdır ve mesafesizdir.
R. Barthes şöyle der: " Klasikte, şiirsel sözcük dağarcığının kendisi de bir buluş sözlüğü değil, alışılmış kullanım sözlüğüdür. İmgeler ayrı ayrı değil alışkıya özeldir. Çağdaş şiir, dilin kendiliğinden işlevsel yapısını yıkar, ancak sözlüksel temellerini bırakır geride. ( Bu temel de nesnel bağlılaşık kurmadaki işlevseldir.cs.) Bağıntıların yalnızca devinimini, ezgisini alıkoyar, gerçeğini değil. Sözcük, bu içi boşaltılmış bağıntılar çizgisi üzerinde patlar, dilbilgisi amaçlılığını titirerek bürün ( prosodi : bir müzik parçasında müzikal vurgularla hece vurgularının uyumu. cs.) olur.
Çağdaş şiirde sözcüğün bu son derece geniş işlevselliği, yine de onun bir başına, yani şiirsel bildirişim amaçlılığından sıyrılarak kutsanmasını gerektirmez: En sasıcı imge kurgusunda bile sözcük, sözlük " temeli " ni korur, bağıntısı ve toplumsallığı içinden alımlanır.

SÖYLEM

Almanca " Diskurs ", Fransızca " Discours ", İngilizce " Discourse" ... Terim, yaygın bir yanılgıyla " Söz, sözcelem, biçem, düşünce " karşılığında kullanılır. Oysa söylem, bir dilin kullanılışındaki amaçlılığı bağlamında aldığı biçimi anlatır.Bu biçim, ilgili söylemin özel terimleri dışında vurgulardan, ritimden, sesbiçimsel öğelerden ve sözcüklerin ideolojik öyküsünden beslenir.Öğretici söylem ( discours didactique ) , yazınsal söylem ( d. Litteraire), dolaysız söylem ( d. Direct), şiirsel söylem ( d. Poetique), bilimsel söylem ( d. Scientifique ) hemen akla gelenlerdir. Bunlara, gündelik bildirişimdeki hukuksal söylem, aşk söylemi, politik söylem vb. eklenebilir.
Söylem, anlatımla karıştırılmamalıdır; anlatım, kullanıcının biçemini taşır, oysa söylem kullanıcıdan bağımsız bir biçimdir, yani nesneldir. Örneğin her şair kendine özgü bir biçeme sahip olabilir, ama hepsinin söylemi aynıdır: Şiirsel söylem.Yani, şiirsel söylem tektir, belirli bir dil dizgesi içinde örgütlenir ve kullanıcının amaçlılığından etkilenmez.
Dil, tek başına, pasif durumda hiçbir söylemi temsil etmez, onu bir söyleme oturtan, o söyleme ilişkin bilinçtir. Bu bilinç, söylemi " bildirişimin amaçlılığı " içinden kurar. Örneğin, hukuksal bir amaç için şiirsel söylem ya da politik bir amaç için yazınsal söylem hem amacını yitirir, hem de gülünç olur; çünkü söylem, dil ile dil dışı bağlamın etkileşimidir, dil kullanımının kültürel ve toplumsal bağlamda ele alınmasıdır.
Söylem çözümlemesi, yapı, bağıntı, bağlam, işlev, iletişim yetisi, dil kullanımı gibi kavramlar kullanılarak yapılabilir; oysa gündelik dilde( düz dil ) olguları bağıntılama ilkeleri, bakış açısı ve algılama boyutu kişiseldir bu nedenle ancak " birey dili " olarak görülebilir.Birey dilinde sözcenin toplumsal / sözlüksel karşılığı nettir ve amaçlılık taşımaz. Oysa söylemde tek bir sözcük bile, bağlama göre farklı bildirişim sağlar. Örneğin " bekle" sözcüğü buyruk, tehdit, çağrı, dilek, vb. iletebilir.Söylem hem bu amaçlılığa hem de dilin ideolojik kullanımına hizmet eder.
Celal Soycan
(Dize, sayı:102, nisan 2004)


 http://kenanyucel.blogcu.com/poetik-terimler-ve-acilimlar-5-celal-soycan/1784207
*


POETİK TERİMLER ve AÇILIMLAR-6 

(Celal Soycan)

MALZEME

Her sanat disiplini, sözünü kendi malzemesinin olanakları içinden kurar.Bu malzeme, insanın eylemliliği sürecinde zaten kullanılır ve tüketilir: Gündelik bildirişimde dil, çizgi, desen, boya, ses ve sessizlik ; yapı üretiminde kütle, hacim ve boşluk; görsel imge halinde fotoğraf hep bir malzemenin olanaklarıyla yetinerek ve onu tüketerek üretilir. İnsanlar, maddeyle ilgili gereksinimlerini karşılamak için öğrenimle birlikte deneyim ve ustalık gerektiren işler yaparlar ki, biz bunlara zanaat deriz. Zanaat, elbette bir malzemeyi verili olanakları içinden ve özel bir estetik amaç gözetmeden kullanarak tüketir. Sanat disiplinleri bu noktada kendi dizgeleri içinden o malzemenin olanaklarını aşmayı denerler : Edebiyatın dille, müziğin sesle/ sessizlikle, resmin çizgi ve boyayla, mimarinin hacimle ve kütleyle, heykeltıraşın taşla hesaplaşarak onu aşma çabası elbette ve öncelikle bu malzemeyi aşarak dönüştürmeye yöneliktir.
Malzemenin aşılması nedir?
Kısaca: Estetize edilerek yeni bir gösterge bütününe dönüştürülmesidir. O malzemenin, gündelik kullanım çerçevesinden çıkarılarak estetik nesne durumuna getirilmesidir.Böylece o malzeme bir tüketim nesnesi olmaktan çıkar ve her kullanımda yeniden üretilir. Yontucunun mermerden kopardığı her parça, bestecinin sesle sessizliği iç içe örgütlerken sentaksa yüklediği özel kurgu, şairin bildirişim amaçlı şiirsel anlamı şiirin yapısına yerleştirirken dilde ulaştığı yeni olanak, yorumcunun nesnesine yüklediği özel ve biricik sessel yapı, mimarın hacimle ve mekanla hesaplaşarak ulaştığı işlevsel / estetik bütünlük hep bu aşma iradesini öngörür.
Şiirde kullanılan dil, esas olarak gündelik bildirişime aracılık eden dildir. Gündelik kullanımda dil, uzlaşılmış kodlar dizgesi durumundadır.Kullanıldığında, dışarıdaki bir gerçekliği imler, yani gerçekliği dilsel değildir; geri dönmez. Bu nedenle " Gidimli" dir. ( Bir mantık ve felsefe terimi olarak Gidimli: Bir önermeden başka bir önerme çıkaran ve böylece birtakım ara düşüncelerden yararlanıp geçerek ilkeden sonuca ulaşan düşünüş.- Türk dili sözlüğü, Hançerlioğlu- ) Modernitede dil, bir anlama aracılık etme işlevinin ötesinde, anlam kurma gereksinimini karşılamaya başladı.
Hayatın, insanın ve olgunun, başka bir söyleyişle gerçekliğin yeni boyutu, dilin verili olanaklarla şiire yetmediğini gösterdi. Kaldı ki, gündelik kullanımda da dilin mantığının zorlandığını ve çeşitli dil sanatlarıyla aşıldığını biliyoruz.Gündelik bildirişimin neredeyse tamamına yakını metafordur. Ancak bu metaforlar, özel bir estetik amaçlılıkla üretilmez ve içi boşalmıştır; kullanıldığı anda tüketilir ve özel bir coşum yaratmaz. Modern şiir bu anlamda dilin gündelik boyutunu zorlar ve çağdaş imgelerle ona yeni olanaklar kazandırır. Sözdizimini alt üst ederek, sözcüğün ve şiir cümlesinin biçimsel ve anlamsal yapısıyla oynayarak onu estetize eder.Böylece dil, gerçekliği kendinde imleyen bir yapıya dönüşür ve şairin özel mülkiyetine geçer. Şair her defasında bu mülkle yeniden yüzleşir ve onu yeniden kurar. Okur da bu dili zihinsel imgeler içinden alımlar ve yeniden üretir. Bu nedenle şiir dili " Gidimsiz" dir.
Modern öncesi, gerçekliği temsille yetinen,vezin destekli ses/ ritim içinde retoriğe dönüşen şiir modern hayatı anlamlandırmaya yetmedi.Böylece dil, gerçekliği temsil etmenin ötesinde kendi gerçekliğini kurmak ve bildirişimi buradan sağlamak üzere şiirsel söylemde yeniden yapılandı. Dilbilimdeki yönelimler ve açılımlar, nesnenin tanımında ve olgunun kavranmasında bir malzeme olarak dilin olanaklarını genişletti.Artık şiir kendi gerçekliğini kendisinde kuran dilsel bir kurgudur.Bu nedenle okurun anlamlandırma olanağı artmıştır.Bu olanak aynı zamanda bir zorunluluktur: Bu zorunluluğu yenemeyen okur, şiirin yaratım sürecine katılamaz.Sentaktik öğeler, dilin olanaklarını en verimli kılacak biçimde örgütlenmiştir.Sözdizimindeki ataklar ve imge kurguları, sözcüğün işlevini ve diğer sözcüklerle ilişkisini zenginleştirmiştir. Böylece, toplumsal dolayımla biçimlenen malzeme, her sanat disiplininde olduğu gibi şiirde de sanatçının her defasında yeniden hesaplaştığı bir düzeydir artık.
Bu nedenle , bir sanat disiplininin tarihi, malzemenin de tarihidir.

DÜZ ANLAM/ YAN ANLAM

Doğal dilin sağladığı bildirişim dizgesi, o dilin düz anlam katmanını oluşturur.Yazınsal olmayan bütün söylemler dili düz anlamıyla kullanır. Bir göstergede gösterenin imlediği doğal, uzlaşılmış, nesnel, mantıklı gösterilen düz anlamı kurar. Gündelik bildirişimde sözcükler, kullanıcıların öznel yükünden bağımsız, amaçlılığı söylemle sınırlı olarak kullanılır. Bildirişimin başarısı, dilin öznelliğiyle ters orantılıdır. Bu anlatım düzleminin içeriği, düz anlam dizgesini oluşturur.
Ancak, toplumsal devinimde sözcükler, düz anlamlarına sonradan katılan özellikler edinir; böylece düz anlamdan türeyen bir başka dizge kurulur: Yan anlam. Bu ikincil dizge, bildirişim yapılan herkes tarafından anlamlandırılamaz, çağrışımsaldır. İmgeleri, coşumu, öznel izlenimleri, tarihsel bağlamları kullanır. Ağırlıklı olarak sözcüğe bireysel bir kullanım kazandırır.
Uzlaşılmış göstergenin çözümüyle düz anlama varılırken, gösterilen üzerinden ikincil bir anlamlandırmayla yan anlam katmanlarına ulaşılır. Yazınsal söylem, özellikle de şiirsel söylem esas olarak sözcüğün zengin yan anlamlarını kullanır; güçlü imge kuruluşunda bu düzey önemli bir olanaktır. Güçlü şiirler, kimi sözcüklere ilk kez o şiirde beliren yeni yan anlamlar kazandırır. Özellikle metafor kurulurken, sözcükler ilk ve son kez öylesi bir anlamlandırmaya aracılık eder. Örneğin Ece Ayhan, " gelir bir dalgın canbaz" dizesinde dalgın sıfatına öyle bir anlam yüklemiştir ki, bunun öncesi ve sonrası yoktur.
Şiirin yapısal bütünlüğünde, yüzey yapıda düz anlamıyla kullanılan sözcüğün derin yapıda yan anlama katılması önemli bir kertedir. Bu ikili katılım, şiirsel imgenin bağlılaşımı için de önemli bir ölçüttür: Düz anlam bağıntısını silerek doğrudan yan anlam ilintileriyle şiirin sürmesi, okurun katılımını zora sokar.Bu nedenle kimi şairler için " sözlükçe" gerekir. Şiirin çözümlenmesinde şairin yaşantı ve bilinç içeriğine ilişkin bilgiler de yine bu nedenle zorunludur.
Sözcük/ sözdizimsel kurgu, yüzey yapıda " nesnel karşılığı" imlerken düz anlam dizgesini kullanır; aynı dilsel kullanım derin yapıda " nesnel bağlılaşım" la algılanır, algılanmalıdır.Bu ise esasta zihinsel imge halinde yapılanır.
Sözcüğün bireysel/ tarihsel/ toplumsal yükü yanında, güçlü imge kurgusu içinde kazandığı boyut, yan anlam dizgesini sürekli genişletir ve düz anlamıyla soluksuz kalan, cılızlaşan,indirgenen sözcüğü yeniden kurar ve dilde köklendirir.
Celal Soycan
(Dize, sayı:103, mayıs 2004)

 http://kenanyucel.blogcu.com/poetik-terimler-ve-acilimlar-6-celal-soycan/1784222
*

POETİK TERİMLER ve AÇILIMLAR-7 

(Celal Soycan)
BİR BİLGİ (EPİSTEM) OLARAK ŞİİR

Toplumsal bir dizge olan dil, bildirişim amaçlı kullanılırken farklı biçimler alır. Şiir, dilin dikey örgütlenmesiyle kurulurken de bir bildirişim içinde yüklendiği bilgiyi aktarır.
Bilgi : " İnsanın , toplumsal emeğiyle meydana çıkardığı nesnel dünyanın yasal ilişkilerinin, düşüncesinde yeniden üretimidir. " (Felsefe Ansiklopedisi, Hançerlioğlu) Demek ki bilgi: a- insanın toplumsal emeğiyle b- yeniden üretim olarak vardır. Epistemoloji ( bilgibilim ) bilgisürecini inceleyerek farklı bilgibiçimlerinin oluşunu çözümler. ( Antik Yunan felsefesinde epistem, açık seçik , herkesçe doğrulanan bilgidir. Aklın mutlak eğemenliği dolayımında bu içerik, özellikle modernitede genişleyerek nesneye ve olguya ilişkin tüm bilme' leri kapsamıştır. Örneğin eski Doxsa / Sanı , sezgi, bilinçaltı, düşler vb...)

* * *

Bilgi sürecinde " dil " in etkisini anımsayalım : Toplumsal bir uzlaşmayla oluşan dil , söz' e dönüşmeden önce nötrdür, nesneldir. Söz ise, kullanıcının amaçlılığı içinde söylem' e dönüşerek öznelleşir ve kullanıcının tarihiyle damgalanır.
Witgenstein, " dil masum değildir " derken bunun altını çizer. Keza, " anlam, bağlam bağımlıdır" diyen Foucault, söylemin amaçlılığı içinde dilin nasıl belirdiğini imler. Her düzeyde iktidarın, özellikle ideolojik bilgi bağlamında, dilin bu " masum değildir " halini yeniden ürettiğini , böylece gerçekliği saptırdığını / indirgediğini biliyoruz.
Dilin verili kullanımı içinden bunu açığa çıkarmak, esasta bilgibilimsel bir dönüşümü öngerektirir. Modernite ve daha dar anlamıyla Aydınlanma, akla yaptığı vurguyla " rasyonel" bilgiyi belirleyici kılmıştır. Freud ve özellikle Jung, bilinçaltına ve toplumsal bilinçaltına ilişkin bulgularıyla, farklı epistemik düzeyleri açığa çıkarmıştır. Bu çerçevede bilinçaltı katmanları, sezgiler, kanılar, duyusal deneyimler, düşler gibi aklın denetiminden kurtulan bütün insani düzeyler, yeni bilgibiçimleri halinde özellikle estetik yaratı sürecine katıldılar. Modernitenin en hareketli ve avant-garde yönelimleri, örneğin Dışavurumculuğun Üstgerçekçi ucundan Soyutlamaya dolanan aranışları, hep aklî bilginin dayatmasına karşı bilinçaltının, sezginin, rastlantısal zorunluluğun, düşselin, hazzın, saçmanın bilgisine ışık düşürdü.
Sonuçta, şiirsel bildirişimin yapıtta imlediği anlam, diğer bütün bilgibiçimlerinin ötesinde, dilin masumiyetini geri vermek üzere kurgulandı.Gidimsiz haliyle dikine örgütlenen dil, gerçekliği kendi kurgusu içinde yeniden anlamlandırarak farklı bir epistemik düzey halinde alımlayıcıya ulaştı.
Bu kurguda eriyen bilgi elbette doğal bilgiler gibi deneyimlenemez ve düşünsel bilgi gibi “nesnel karşılık”la eşleştirilemez; ama “nesnel bağlılaşığı” üzerinden bir olaylar / nesneler zinciri yaratarak estetik hazza neden olur ve öylece alımlanır. Bu noktada, şiirsel epistemin , malzeme olanaklarını aşarak düşey bir yapılanmayı öngördüğünü anımsayalım : Sözcük ilişkileri gündelik dilin kullanımından farklı olarak ilk kez ve biriciktir; şairin mülkü durumundadır ve tüketilemez biçimde ilintilendirilmiştir. İmgesel düzenek içinde dolayımlanan gerçeklik, duyusal geçirimlilik ( karmaşa ) ortamında şiirin bütünlüğüne yerleşir ve okura ilişir. Buradan alımlanan bilginin, duyusal / düşünsel kertede örgütlendiği açık. " Duygulara - doğru ile yanlış arasında ayrım tanımayan toplum karşıtı bu güdüye - aklın sesiyle, hakikatin dile getirilmesi ve yayılması olarak bilgiyle çözüm getiremezsiniz; daha doğrusu duygulara ancak bilginin kendisinin bir duygu haline geldiği durumlarda çözüm getirebilirsiniz. ( Z. Bauman, Yasak Koyucular ile Yorumcular, Metis, 1996 )

* * *

Şiirin bir malzeme olarak doğal dili kullandığını ama onu dönüştürmek üzere aştığını bunun için söyleriz. Yazınsal söylem, diğer dilsel kullanımlardan farklı olarak, gerçekliği kendinde imlerken, hele şiirsel kurguda bu gerçeklik şiirin derin yapısında ve nesnel bağlılaşığıyla alımlanıyorsa, malzemenin aşıldığı yeterince belirgin. Bu bir heykeltıraşın mermeri, ressamın boyayı, bestecinin sesi / sessizliği aşmasıyla aynı şeydir.
Aşma, Hegel / Marx felsefesinin işlek bir kavramıdır ve bilginin, karşıtını da olumlu düzeyleriyle içererek zenginleşmesini anlatır : Tez- Antitez - Sentez zincirinin sarmal yükselişi, özünde bir aşma iradesini anlatır .Tarihsel zorunluluğu bir olanak halinde kavrayan irade, çözümün diyalektik işleyişine buradan katılır. Dahası, aşma kavramı Marx'ta diyalektik bağıntı içinde gelişmenin kesintisiz sürekliliğine de vurgu yapar. Bergson'cu anlamda "üstün bilgi" nin de aşma iradesini öngördüğü bilinir : "Sezgiye varabilmek için kavramları aşmak gerekir."
Peki, dili " aşarak " kurgulanan şiir, " aşkın " bir deneyim midir ? Şiirbilgisi aşkın bir iradeyi mi öngörür ?
" Aşkın " kavramı, felsefenin temel uğraşlarındandır. Metafizik ve idealist öğretilerin tümü, esasta " aşkıncı " dırlar. Bu kavramla ilgili , Hançerlioğlu'nun Felsefe Ansiklopedisi şu açıklamayı getiriyor : "Osm. Müteâlî , Fr. Transcentant, Alm. Transcendente, İng. Transcendent. Varlığını aşan... Metafizikte içkin terimi karşılığıdır. İlgili bulunduğu varlığın gerçekliğini ve gücünü aşmış olmak anlamını verir. Kant'a göre insan bilincinin yapabileceği bütün deneylerin ötesinde olan şey (numen) " aşkın " dır. Aşkın, belli bir anlamda fiziği aşan, eşdeyişle metafizik demektir. Tanrıbilim, terimi büsbütün açıklığa kavuşturur ve onu "Tanrı" anlamında kullanır ; insanların bütün davranışları ve eylemleri "aşkın" olanla yönetilir."
Aşkın düşünce, Doğu kültüründe egemenliği tartışılmaz bir merkezi yetke bağlamında uzamı, zaman içinde kopuşsuz, değişmez ve içsel olarak kavrar. Bütünüyle indirgemecidir, bu nedenle nesnenin bilgisine ket vurur : Kantçı / Hegelci Aşkınlık'ta nesnenin anlamı ben- ötesidir. Dekartes'çı zihinsellik buna karşı çıkar ve nesnenin bilgisini ( elbette ben'le ilişkisinin altını kalınca çizerek ) kendisine geri verir. Bu, epistemolojik açıdan özne'nin de inkârını önler. H. Bülent Kahraman' a göre Aşkınlaştırmada "nesnel gerçeklik, saklı yanı olabilecek, keşfedilmeyi gerektirecek, bekleyecek bir olgu değildir."
Hemen anımsayalım : Türkiye toplumunda modernite öncesi varoluş sorunsalı, bütünüyle aşkınsallık zeminindedir; birey- özneyi daha başlangıçta gerileten toplumsal sistematik, erişilmez bir mutlak yetkeyi odağa alır. Başka söyleyişle Doğu zihinselliği, mutlak bütünün ( irade-i kül ) içine yerleştirdiği özneye ket vurur. Bunun birkaç adım sonrasının, dünyayı verili kabullerle bilmek/ onaylamak olduğu yeterince açık.

* * *

Toparlarsak : Metafizik ve maddeci Aşkınlık' a karşı insani eylemlilikle edinilen bilgi esastır; bu eylemlilik içinde duyusallığı, bilinçliliği ve seçimiyle kendini oluşturan birey, soran ve yetinmeyen öznedir. Bu özne, çağdaş sorunsal ortasında hakikat adına söz almaz, ama hakikatı mülk edinen bir aşkın otoritenin varlığıyla da sükûn bulmaz. Nesnenin indirgenmiş bilgisine, dolayısıyla verili anlama itiraz etmek üzere dilin olanaklarını zorlar ve aşar: Bu aşma iradesi, çağdaş şiirin ( sanatın ) temel devindirici gücüdür. Duyusal, düşünsel ve davranışsal bireyliği kurmak üzere verili olan her şeyi aşarak ( aşkın olana sığınmadan ve aşkınlaştırmadan ) kendine soğurduğu anlamı, bütün bakirliğiyle ve biricikliğiyle hayata/ nesneye geri verir.
Masumluğunu yitirmiş dil , sancılı yeryüzünde dolaşan insanın nesneyle ilişkisine "aşkın " olmayan bir açıklama, açılım ve işlerlik kazandırır.
Şiirin bilgisi bu anlamda elbette deneyimlenemez; ancak nesnel bağlılaşığı üzerinden düşünsel bir zeminde alımlanır, gerçeklenir. Tarihsel ve felsefi kullanımı boyunca İdealist / Tanrıbilimsel bir kavram olarak sabitlenmiş " Aşkın " sözcüğü, bu nedenle çağdaş poetikada geçerli değildir. Şiirbilgisi elbette aşkın değil ama aşarak ulaşılmış bir insani eylemlilikle oluşur ve her okumada yeniden üretilir.
Celal Soycan
(Dize, sayı:105, temmuz 2004)
 http://kenanyucel.blogcu.com/poetik-terimler-ve-acilimlar-7-celal-soycan/1784278
*

POETİK TERİMLER ve AÇILIMLAR-8 

(Celal Soycan)
Yan Anlam Üzerine Kısa Not

Dize dergisinin Mayıs 2004 tarihli 103. sayısında yayımlanan "Düz Anlam / Yan Anlam" bölümüyle ilgili Sn. Nizamettin Uğur'un kimi itirazlarını, Dize'nin 105. sayısında okuduk.* Şiir ortamımızdaki kuramsal/ kavramsal bulanıklığı gidermede alçakgönüllü bir katkıyı amaçlayan yazılarımız, elbette benzer tartışmalarla gözden geçirilecek, açımlanacak ve gerekirse onarılacaktır. Nizamettin Uğur'un özenine bu bağlamda teşekkür ederim. Kendisi zaten kitabıyla da ( Anlam Bilim / Sözcüğün Anlam Açılımı, Doruk yay., 2003 ) şiir kamuoyuna bu konuda bilgi aktaran bir yazarımızdır. Söz konusu yazıyı, benim yazdığım bölüme bir itiraz değil, belki bir açılım olarak okudum. Dize'deki tüm yazılar, derginin boyutları gözetilerek hazırlanmıştır, bu nedenle kendi amaçlılığı içinde olabildiğince ekonomiktir. Her kavramın ve konunun mutlaka daha geniş bir çerçevede tümlenmesi gerekir. Okur zaten bunu kendiliğinden üstlenecektir.
Nizamettin Uğur, Yan Anlam konusunda yazımın genelinde söylediklerimi, alıntıladığı bölüm üzerinden tekrarlıyor ve esasta benim de katıldığım şeyler söylüyor. Örneğin, gündelik dilde ağırlıklı olarak kullandığımız metaforların, herkesçe bilinebilirliğini vurgulayarak, benim yan anlamın öznelliğini öne çıkaran cümlemi "temel yanlış" lıkla suçluyor. Oysa şu cümleler yazımın içinde zaten var: "Toplumsal devinimde sözcükler, düz anlamlarına sonradan katılan özellikler edinir. (...) Sözcüğün bireysel, tarihsel, toplumsal yükü yanında, güçlü imgeler içinde kazandığı genişlik, yan anlam dizgesini sürekli genişletir ve düz anlam dizgesinde soluksuz kalan, cılızlaşan, indirgenen sözcüğü yeniden kurar ve dilde köklendirir." O halde benim, yan anlamı bütünüyle "ötekine kapalı" bir düzey olarak almadığım ortada. Nitekim, Nizamettin Uğur'un da haklı olarak saydığı, gündelik kullanımda sürekli dolaşımda olan metaforlar herkesçe bilinir ve anlaşılır. Ama şiirsel kullanımda esas olan, sözcüğün hem metaforik düzeyde, hem de her türlü imgesellikte güçlü yeni yan anlamlarla kullanılmasıdır ki, ben özellikle oraya vurgu yaparak yan anlamın öznelliğini öne çıkardım. Berke Vardar, Dilbilim Terimleri Sözlüğünde "Yan Anlam"ı bu özenle şöyle açıklar: ?Bir sözcüğün sürekli anlamsal öğelerine ya da düz anlamına kullanım sırasında katılan ve bildirişenlerin tümünce algılanmayan ( abç. cs ) ikincil kavramlara, imgelere, öznel izlenimlere vb. ilişkin olan duygusal, coçkusal ikincil anlam; çağrışımsal değer.?
Sözcüklerin, yaygın kullanımla içi boşaltılmış örneklerinin yazınsallığı da geriler. Buna rağmen, yan anlamın kendiliğinden bir yazınsallığa bitiştiğini söylemek de yanlış değildir. Ama şiirsel söylemin, hele çağdaş şiirin şairden güçlü, estetik coşuma neden olacak, okurun da katılımı ve özel okumalarıyla çözümlenebilecek imgeler istediğini biliyoruz. Bunun da sözcüğe özgün, biricik, ilk kez ve anlamlandırma düzeneğine katılabilen yan anlamları bir olanak halinde kullanabilmeyi gerektirdiği açık.
Poetik Terimler / Açılımlar çalışması özellikle şiir kamuoyuna dönük vurgular taşır. Temel bilgi yanlışlığı elbette yapılmamalıdır; ama şiirsel söylemin yapısal özelliği, dilbilim alanında kullanılan kavramların açılımını, şiirsel kullanımdaki yönelimi gözeterek yeniden üretmek zorundadır.Örneğin, Sn. Mehmet Yalçın kitabının ( Şiirin Ortak Paydası/ Şiirbilime Giriş, Dokuz Eylül yay. 2003) bütününde "yan anlam" konusunu şiirsel söylemin kurgusu bağlamında inceler ve yan anlam oluşturmada şairin öznelliğine onlarca kez vurgu yapar.
Sn. Uğur'un özenine ve katkısına teşekkürü yineliyorum.
Celal Soycan
(Dize, sayı:106, ağustos 2004)

*Düz Anlam/Yan Anlam Üzerine Birkaç Söz  (Nizamettin Uğur)

Dize dergisinin 103. Sayısında (Mayıs 2004) yayımlanan "Poetik Terimler / Açılımlar" yazısının "Düz anlam / Yan anlam" bölümünde yazılanlar, kavramsal boyutta temel yanlışlar içermektedir.
Bu yazının ilk iki cümlesi şöyle: "Doğal dilin sağladığı bildirişim dizgesi, o dilin düz anlam katmanını oluşturur. Yazınsal olmayan bütün söylemler dili düz anlamıyla kullanılır."
Daha ilk kavramda yanlışlık var. "Doğal dil" terimi, tarih boyunca ve şu anda yeryüzünde insanların toplumca iletişim amaçlı konuştuğu diller için kullanılır; Hititçe, Türkçe, Yunanca, Çince, Fransızca gibi. Bu kavramın karşıtı da "yapay dil" terimiyle adlandırılan kavramdır. "Yapay dil" terimi de, kimi aydınlarca masa başında iradi olarak ve genellikle ütopik amaçlarla kurgulanmaya çalışılan ama yaşatılamayan dillerle ilgili bir kavram için kullanılır. En bilindik "yapay dil"ler de Esperento, Oksidantal, Voladük, İnterligua adlarındaki dillerdir; son bir iki yüzyılın iyi niyetli çabalarıyla var edilmeye çalışılmışlardır. Bu iki kavram tüm dilbilim sözlüklerinde ve çevrelerinde böyle geçer.
Biz, yazarımızın "doğal dil" ile, günlük konuşma dilini, yazınsal olmayan dili anlatmak istediğini anlıyoruz bu yazısında.
Böyle anlamazsak, yazıda düz anlam - doğal dil özdeşliği kurulduğu için, kendiliğinden, yan anlam - yapay dil özdeşliğine varırız ki, yapay diller ortada olmadığı için, tartışma saçma boyutlara uzanır.
Yazarımız, "düz anlam"ı, nesnel, uzlaşılmış, mantıklı, birincil anlam olarak verirken; "yan anlam"ı da öznel, herkes tarafından anlamlandırılamayan, çağrışımsal, ikincil anlamlar biçiminde açıklıyor.
O zaman soruyoruz: İnsanın kolu / kapının kolu, ağacın kökü / dişin kökü, ağacın yaprağı / defterin yaprağı, gömleğin düğmesi / radyonun düğmesi... örneklerindeki italikli sözcüklerin ikinci kullanımları bu sözcüklerin ikincil anlamlarıdır ama neden öznel, herkes tarafından anlamlandırılamayan, çağrışımsal özellikler taşımamakta; nesnel, uzlaşılmış, mantıklı anlam özellikleri taşımaktadır?
Demek ki "düz anlam" - "yan anlam" kavramları, yazarımızın yazdıklarının dışında başka bilgileri imlemektedir. Belki de bu konular daha başka kavramlarla açıklanmalı, tartışılmalıdır. 

 http://kenanyucel.blogcu.com/poetik-terimler-ve-acilimlar-8-celal-soycan/1784260
*

POETİK TERİMLER ve AÇILIMLAR-9 

(Celal Soycan)
Göstergebilim ( semiyoloji ) açısından şiir

Şiirin bir üstdil olmadığını ancak kurguda doğal dilin aşıldığını, öğeleri arasında özel bir bağlantı sonucu dil dizgesinin farklılaştığını ve böylece özel bir bilgi (epistem ) ve bildirişim olanağı elde edildiğini biliyoruz.
Dilsel malzeme, başka kullanımlarda olmadığı ölçüde zorlanmıştır; anlamlandırma eşiğinde barındırdığı tüm zenginliğiyle şairin mülkü olmuştur; bu nedenle şiirin katmanlı bir yapılanma ( dilsel, imgesel, ritmik, zamansal/mekânsal, düşünsel, vb. ) olduğunu söyleriz.
Bu katmanlı yapılanma nedeniyle de farklı yöntemler, yönelimler ve bilgi disiplinlerince çözümü hem bir olanaktır, hem de bir zorunluluk. Öte yandan : "Sanat yapıtı üzerine düşünüm de, evrensel ve içerici bir şeyi bulanık biçimde hissetmekle yetinmeyip yapıtın toplumsal içeriğini somut olarak soruşturmakla yükümlüdür. Yapıtın özgüllüğünü düşünme yoluyla belirlemeyi amaçlayan böyle bir çaba, sanata yabancı bir dışsal düşünüm değildir; tersine bütün dilsel yapıtlar bunu gerektirir. " ( T. Adorno,Edebiyat yazıları, Metis2004 )
Günümüzde önemli boyutlar kazanan disiplinlerarasılık yanında, neredeyse bütünüyle dil'i konu edinerek üstdil'leşen çağdaş felsefe şiiri kuşatmıştır ve çok verimli kavramları / yöntemleri şiirbilimin kullanımına sunmuştur. Bunların herhangi birisinin şiiri bütünüyle kuşatabileceği elbette söylenemez; ancak, Marksist maddeci diyalektik, Yapısalcılık, Postyapısalcılık, göstergebilim, Anlambilim, Varlıkbilim, Fenomenoloji vb. yönelimlerin teker teker sağladığı olanaklar yanında bunların iç içe kullanılmaları şairin zihinselliğinde ve poetik yapılanmasında benzersiz açılımlar sağlamıştır; şiir çözümlemenin ufkunu zenginleştirmiştir.
* * *
Dil, belli bir insan topluluğunca kullanılan sesli göstergeler bütünüdür. Bildirişim amaçlı bu düzeneğin anlaşılmasında Gösterge kavramı önemli bir eşiktir. F. De Saussure'ün tanımıyla : "Dil bir göstergeler dizgesidir. " Berke Vardar'a göre de : ?Gösterge ( Alm. Zeichen, Fr. Signe, İng. Sign) genel olarak bir başka şeyin yerini alabilecek nitelikte olduğundan, kendi dışında bir şey gösteren her türlü nesne, varlık ya da olgu; özel olarak dilsel bir gösterenle bir gösterilenin birleşmesinden doğan birim" dir.
Şiirbilim alanında verimli çabalarıyla tanınan Prof. Dr. Mehmet Yalçın' ın belirttiği gibi : "Göstergebilimci açısından belli bir ortak paydada gösterilebilecek genel bir yazından söz etmek olanaksızdır. Olsa olsa , kendilerine özgü göstergeleşme biçimiyle, birbirinden ayrı anlatı ya da söylem türleri vardır. (...) Özellikle yetmişli yıllardan başlayarak şiir de bir göstergebilim konusu olarak yoğun biçimde incelenmeye başlandı." (M. Yalçın, Şiirin Ortak Paydası Şiirin Ortak Paydası, Dokuz Eylül Yay. 2003)

Dil göstergesi toplumsal bir uzlaşma ürünüdür; her dilbirliğinin kendince ürettiği saymaca bir olgudur. Göstergede imlenen anlamla im arasındaki ilişki doğal / mantıksal değildir. Bu ilişkiyi her dilbirliği kendince kurar. Örneğin Türkçe'deki masa göstergesinin İngilizce'de table biçimini alması bütünüyle rastlantısaldır, hiçbir doğal/mantıksal nedene dayanmaz. (Elbette doğal seslerin taklidiyle üretilmiş sınırlı sayıda dilsel göstergeler vardır : Şrak, şırıltı, oh, ah, tıs, vız vb.)
Göstergenin iki yönü vardır;
a- Gösteren : Göstergenin maddi yönü olan işitim imgesidir. Ses ya da sesler bütününün maddi olanını değil, bunların bellekte yansıyan izini/ tasarımını anlatır. Yani işitsel/ fiziksel değil zihinseldir.
b- Gösterilen : Göstergenin içeriği, kavramsal yönü, iletişimi amaçlanan anlam.
Gösteren, zihinde depolanmış bir imgedir ve zihinsel bir tasarımdır. Bu tasarım, bir bilinç olgusu durumundaki kavrama yöneliktir. ( Croke, kavram yerine anlam sözcüğünü yeğler.)
Örneklersek: Masa göstergesinde, m- a- s - a ses bütünün oluşturduğu sessel / fiziksel bir olgu işitim organı aracılığıyla algılanarak bellekte kayıtlı masa imgesini canlandırır. Bu imge, bilinçteki masa kavramıyla/ anlamıyla çakışır ve gösterge tamamlanır.Yani işitim imgesinin gösterge bütününde işleyebilmesi için kavramın daha önce bilinçte yerleşik olması gerekir.İşitim imgesi ve kavram , gösterge bütününde öylesine birbirine bağımlıdır ki, birisi ötekini çağırır. Öyleyse şunu söyleyebiliriz: Dil göstergesi iki yönlü bir zihinselliktir.
* * *
Gösterilenin kavramsal oluşunun " mantıksal bir değer " olarak altını çizen Croce, şunu ekler : " Dil göstergesi, dilin yapı taşı, dilyetisinin teknik koşuludur; anlamı olan ses bütünüdür." ( Croce'nin Estetiği, çev. B. Cömert,Kült. Bak. Yay. 1979 )
Bu temel bilgiyi bir üstdil olarak daha fazla açımlamadan, şiir bağlamında sürdürmeye çalışalım: Şiiri, dilin olanaklılığı boyutunda en ileri insanî anlama/ anlamlandırma çabası saymak yanlış olmaz. Valery şiiri " dil içinde ayrı bir dil " olarak nitelerken, bu çabanın içkin bağlamının altını çizer. Şiir öncelikle bir dilsel kurgudur ve doğal dilin olanaklarını aşmak üzere örgütlenir. Çağdaş şiirde bunun göstergebilimsel anlamı açık : Dil göstergeleri şiirde doğal dilden farklı bir ilişkiye sokulmuştur ; göstergeler öyle bir dizgede buluşurlar ki, gösterenin imlediği anlam yine şiirin içindedir ve dışardan doğrulanamaz.
Örneğin doğal dilde " yağmur " göstergesini alan kişi, bunun doğruluğunu dışarıda ararken, şiir okuru okumayı sürdürür. Niçin ? Şiirde " yağmur " göstergesi hem bir başına hem de diğer bir göstergeyle birlikte benzersiz bir ilişki içindedir ( Örneğin : yağmur annem, yağmur yaşımdayım, sağır bir yağmur vb. ) ve bunun anlamsal kertesi yine şiirin içindedir. Şiirin yüzey yapısındaki göstergeleri ise doğal dilin mantığıyla çözmek olanaklıdır:

El yazması acılar asılmış duvarlara ( C. Süreya )
Burada acılar dışındaki göstergeler yüzey yapıda olağan bir ilişki kurmuştur; acılar göstergesi ise imgesel dolayımla estetik bir hazza neden olur: El yazması göstergesiyle alışılmadık bir ilişkide kurgulanır ve doğrudan şiirin derin yapısına çökelir. Göndergeler, doğal dilin gerçeklik düzeyinden kurtularak şiirsel gerçekliği kurmuşlardır. Çağdaş şiirin imge düzeneği, önemli ölçüde bu olanağı kullanarak işler.
" El yazması " işitim imgesi, yüzey yapıda el yazması kavramını (gösterilen) imledikten sonra tükenmez ve bu kez derin yapıda başka bir gerçekliğin gösterenine dönüşerek oradaki şiirsel gerçekliğe katılır.
Şöyle gösterelim:

Yüzey yapıda :
Gösterge AB
Gösteren A---------Gösterilen B

Derin yapıda :
Gösterge B sonsuz
Gösteren B---------Gösterilen Sonsuz

Buradan bazı çıkarımlar yapalım:
a) Şiirin yüzey yapısında göstergenin doğal işleyişi dağınık imgeyi ((saçmalamayı) önler ve imgenin nesnel bağlılaşığıyla derin yapıda sürmesini sağlar. Yüzey yapıdaki her dilsel seçim ( sözcük, imge, vurgu, noktalama vb. ) bir gösterge oluşturarak, şiirsel bütünlüğe katılmak üzere gösterilene ulaşmalıdır. Aksi durumda gösteren kendi üzerine kırılır. Bu organik yapılanma hem teker teker göstergeler üzerinde hem de göstergeler arası ilişkide başarılmalıdır. İmge yığılması denilen kötü kurgularda yapılamayan budur.
b) Yüzey yapıda gösteren ve gösterilen ayrıdır, çakışmaz. Çakışırsa, derin yapıyı kurmak üzere gösterilenin hareketlenmesi önlenmiş olur. Şiirin derin yapıyı kuramadan yüzey yapıda tükenmesinden kastedilen budur. Zayıf ya da içi boşalmış imgeler, metaforlar şiirde bu hasara neden olur.Göstergenin yüzey yapıda doğru / başarılı / benzersiz kurgulanması, imgenin şiir bütününde işleyişini sağlar ve estetik hazza kaynaklık eder.
c) Yüzey yapıda göstergenin gösterilen ucu, derin yapıda göstergenin gösteren ucuna dönüşür. O halde yalnızca bu kertede gösterilenle gösteren çakışmıştır. Bu hem çağdaş şiirde estetik bir yapılanma sağlar, hem de çok katlı anlamlandırmanın biricik olanağıdır.Yüzey yapıdaki gösterileni öyle seçer ki şair, derin yapıda gösterene dönüşerek orada sonsuz bir anlam alanı oluşmasını sağlar. Bu anlamlandırma kesinlenemez, dışardan doğrulanamaz; yani fenomenolojik bir söyleyişle içkin'dir. Okurun bilinç / yaşam içeriğiyle ve dil yaşantısıyla sarmal bir ilişkiye girer ve her okumada yeniden üretilir. Buradan son bir çıkarım daha olanaklı:
d) Göstergenin gösteren ucu derin yapıdaki anlamlandırma dizgesinde gösterene dönüşemiyorsa, kurguda çökme kaçınılmazdır: Şiirsel söylem ya düz dilin mantığına inerek şiirselliği yitirir, ya da derin yapıya yönelemeden bildirişim tıkanıklığıyla noktalanır.Her iki durumda da estetik coşumdan ve şiirsel gerçeklikten söz edilemeyeceği yeterince açık.
Celal Soycan
(Dize, sayı:107, eylül 2004)

 http://kenanyucel.blogcu.com/poetik-terimler-ve-acilimlar-9-celal-soycan/1784299
*

POETİK TERİMLER ve AÇILIMLAR-10 

(Celal Soycan)
Şiir ve İdeoloji

Şiirsel söylemin de bir bildirişimi amaçladığını biliyoruz. Bir toplumsal olgu durumundaki dil, kullanıcının amaçlılığı içinde örgütlenerek, söz düzeyinde gerçeklenir. Bu süreçte dilin anlamlandırma işlevi öne çıkar: Söz, dille düşüncenin kesişmesidir ve şairin dünyayı bilme halinin somutlanmasıdır. Şairin dünyayla ilişkisini tanımlayan bilgi biçimleri, onun bilinç/ yaşantı içeriğinde açığa çıkarak, şiirde sorunlaştırılan kavramı / olguyu anlamlandırmaya çabalar.
Bu noktada, şiirle felsefenin ölümcül ilişkiye girdiğini anımsayalım: Şiir sorunlaştırırken, felsefe çözüme yönelir; en azından çözümü amaçlar.Ancak her ikisi de, kendi söylemleri içinden aynı sorunsalla boğuşur. Hele modern sanatın bütünüyle anlamaya/ anlamlandırmaya dönük bir estetik düzey olduğu anımsanırsa, modern şiirin /de her biçimde bilgiyle ilişkisinin- elbette yeterli değil ama- zorunlu bir koşul olduğu söylenmelidir.
* * *
Bu yapısal zorunluluk dışında, şiirin varlığıyla doğrudan ilişkisiz başka nedenlerle de, şiirin anlamsal( semantik ) düzeyi ciddi poetik tartışmalara yol açagelmiştir:
- Şiirin işlevi
- Şairin toplumsal yükümlülüğü
- Toplumcu gerçekçilik
- İmgeci şiir
- Şiir ve siyasal bağlanma
- Bireyci şiir
- Şiir ve felsefe
- Şiir ,ideoloji ve etik
Bu başlıklar hızla çoğaltılabilir. Aslında doğrudan poetik olmayan, yani bir estetik düzey olmamasına karşın şiirin yapı sorunları arasına sızmış konuların, şiir kamuoyunu uzun yıllar verimsiz tartışmalara sürüklediği, dahası bunun hâlâ sürdürüldüğü herkesçe bilinir.
Bütün bu tartışmaların gözlenebilen ana bileşeni, içkin bir bilgi olan şiirin, içkin olmayan ( aşkın ) bilgilerle nasıl ilişkiye geçebileceği ve onları - elbette- kapsayıp dönüştürürken maruz kaldığı yapısal baskılardır. Örneğin, sanatın özgün bir sorunu olmamasına karşın, tümüyle toplumsal biçimleniş düzeyleri arasında olan ideoloji kavramı, poetik bir sorun durumundadır.
- İdeolojik şiir
- Şairin ideolojik konumu
- İdeolojiyi dışlayan şiir
- Hayat ve etik vb. başlıklar altında, ideoloji kavramıyla sorunlu bir ilişkisi olmuştur şiirimizin.Burada kısaca ve poetik sınırdan fazla uzaklaşmadan, ideoloji üstüne konuşmak gerekiyor.
* * *
1/ İdeoloji, kendi özerk yapılanışı ve etkisi olan bir bilgi biçimidir. Özellikle Marksist kuramın bir nesnesi olarak, önemli zihinsel açılımlar sağlayan tartışmalara neden olmuştur. İnsanî bir pratik içinde dil örgütlenirken, verili kabuller ve iktidar gözetici kaygılar eşliğinde, ideolojik düzeyde önemli yığılmalar yapar; yani ideoloji son tahlilde dilsel bir olgudur.
2/ Althusser, ideolojiyi " maddi bir pratik, kendi etkileme alanında belirleyiciliği olan bir pratik " olarak ele alır. Toplumsal formasyon düzeyi olarak aslında bir tasarımdır ve kişi bu bilgiyle kendi pratiğinde temas kurar. İdeolojik bilgi, birey "Özne " olarak çağırır ve gerçekliği kendiliğindendir, sınanmaz ve gözlemle doğrulanmaz.
3/ Epistemoloji bize şunu öğretti: Klasik Ortodoks anlayışın aksine, nesne ile onun bilgisi arasındaki ilişki, bir yansıma ilişkisi değildir. Bilgi, kendi yapılanışı ve amaçlılığı içinde indirgenmiş, yönlendirilmiş, bağlanmıştır.Buradan yola çıkarak, ideolojik bilginin de özerk bir alana ait oluşuna vurgu yaparız.
Kişiler kendi pratiklerinde hem belirlenen/ nesne, hem de belirleyen/ özne durumundadır. Toplumsal formasyonun işleyişini bütünlüklü algılayamayan birey, nesne konumunu atlayarak, kendi " özne " oluşuna dönük yaşar; özne-varlık olduğunu, öyle çağrılması gerekliliğini " yaşar " . Bu elbette özünde bir " yanılsama " dır.İdeolojik bilgi üretenler ( her türlü iktidar düzeyi ) bu nedenle bireyi " özne " olarak çağırır.
"- Ey Türk! ' çağrısı onca anonimliğine karşın, her birey-Türk tarafından öznesine yapılmış bir çağrı olarak alınır.
4/ İdeoloji aynı zamanda, toplumsal beklentileri ve tasarımları kendi sistematiğinde eklemleyerek yapılandırır. Bunun çelişkiler taşıması genellikle mümkündür, ama bu, ideolojik işleyişi tehdit etmez; çünkü ideolojik bilgi doğru/ yanlış olarak sınanmaz, kendiliğindendir ve bu bilgi biçiminin içine doğulur, içinde yaşanılır.( Dinsel ideoloji ve oradan akan bilgi anımsansın.) Bu, kişinin kendi varoluş koşullarıyla uyumunu sağlar, somut sonuçlar üretir, kapalı bir sistemdir ve kendini üretir.
5/ Oysa " doğru " bilgi bir kuramsal yapılandırmayı öngörür. İdeolojik bilgi ise " yaşanan" ilişkilerin " kendiliğinden" ürünüdür ve somut sonuçlar üzerinden mutlaka kendini doğrular; çünkü " öyle " görür , " öyle "dizgeler. ( Örneğin, yabancılar bize düşmandır, kalkınmamızı istemezler vb.)
Bu bilgi biçimi, bilme süreci nedeniyle, ideoloji yapısını duyurmaz, bireyi özne olarak çağırdığından,zamansallığı ketler. Çağrılan özne, yerleşik ve sınanmamış değer ölçüleri içinde ideolojik bilgiyi her zaman onaylar, dünyayı öyle tanır ve varlığının dünyayla barışık kalmasını oradan sağlar. Genellikle de cemaat ilişkileri içinde kendini yeniden üretir ve kimlik sorunsalını bertaraf eder.
6/ " İdeolojik bilgi, toplumun üst yapısının yani üretim ilişkilerini dolaysız, eleştirel olmayan bir biçimde yansıtan ideolojinin bize verdiği bilgi. Dolayısıyla, doğru olmayan, nesnel olmayan bilgi. Toplumun çoğunluğunca paylaşılması bakımından bir anlamda nesnel, ama aslında o toplumun genel bakış açısının dışındaki gerçekliğe varamayan bilgi." ( L. Althusser, Lenin ve Felsefe, çev. M. Belge sh.19, İletişim yay. 2004)
* * *
Marksizm öncesi ideoloji kavramı, özellikle " bilgi nedir/ mümkün müdür?" sorusu çevresinde ki felsefî tartışmalarda çok kullanıldı.Ortaçağ boyunca da bütün bir dünya bilgisi karşılığında yerleşik bir kavram oldu. Özetle, günümüze de sarkan bir yanlışlıkla " Toplumun maddi alt yapısınca belirlenen siyasal, felsefesel, dinsel, sanatsal vb. düşünce ve biçimlerin tümü" ( Hançerlioğlu, Felsefe Ansiklopedisi, cilt -3,Remzi K.) olarak düşünüldü.Oysa tarihsel süreçte, özellikle " Epistemoloji " biliminin verileri ışığında, kimi bilgilerin yapılanışı, işleyişi ve işlevi öylesine açığa çıktı ki, yine Marks öncesi bilgi tartışmalarında ideolojinin " çarpıtılmış üst yapı bilgisi " olduğu anlaşıldı. Marks, Alman İdeolojisi'n de özellikle kapitalist toplumsalın yapılanışında ideolojinin işlevine derin vurgular yaptı: " Gözlem ve kavrayışın dışında düşünen ve kendini üreten kavramın bir ürünü " ( Elbette Marks'ta gelişkin bir bilgi kuramı , dolayısıyla ideolojinin bilgibilimsel bir çözümü yoktur, olamazdı. Ama o, eşsiz sezgisiyle ideolojinin yanılsatıcı maddi yapısına ve bunun devlet açısından nasıl kullanıldığına işaret eder. Nitekim konunu daha bilimsel çerçevede çözümü yine Marksist kuram çerçevesinde yapılmıştır.)
İdeolojik bilgi, hem oluş biçimi hem de toplumsal formasyonun yapılanışına katkısı bakımından bilimsel bilgiye karşıttır. " Bilimsel bilgi için düşünce ve kavram gereklidir; ama kendini üreten düşünce ve kavram değil. Bilimsel düşünce, kuramsal- pratik bir çalışmayla deney ve gözlemlerini kavramlar halinde işler ve somutlar. Bilimsel düşünce, gözlem ve deneyin dışında düşünmez ve kendini üretmez; gözlem ve deneyin üstünde düşünür ve gözlemle deneyi üretir.Bu iki düşünüş biçimi arasında uçurumsal bir ayrım vardır ki, ideolojik bilgiyle bilimsel bilgiyi birbirinden ayırır. ( Hançerlioğlu, age.)
Bilindiği gibi, daha sonraları özellikle " Reel- Sosyalizm " tartışmaları içinde ve Althusser'in özgün çözümlemesi dolayında "İdeoloji" sorunu, ayakları üstüne oturtuldu ve Marksist terminolojide işlek bir kavram oldu.
* * *
Bir bilgi biçimi olan şiirselin, anlamı kendinde imlediğini biliyoruz. Verili anlamı düz dilin dizgesinde yinelemek yerine, kendi " anlamlandırma " dizgesiyle onu aşar ve kendinde doğrulanan estetik bir düzeye taşır. Öyleyse, bilginin toplumsal/ verili/ kendiliğinden/ kendini üreten/ gözlem ve deney dışı bir biçimi olan ideolojik bilgi , hiçbir poetik olanak sunmaz, dilsel ve düşünsel açılımı ketler, imgesel yoksulluğu bir yana , bir olgunun sorunsallaştırılmasına da - maddi yapısı nedeniyle- olanak vermez. İdeolojik zeminden herhangi bir varoluş sorunu konuşulamaz, falsafe kurulamaz, şiirsel söylem işletilemez.
İdeolojik bilginin esasta toplumsal bir formasyon düzeyi olduğunu ve biçimleniş açısından sınıfsal bir kökene indirgenemeyeceğini yineleyelim: Etnisite, cinsiyet ayrımcılığı, marjinallere yönelik şiddet, çevre sorunları, çocuk/ yaşlı hakları, tutuklu hakları, sakatlara bakış, dinsel inançlar vb. anımsanabilir.
Şir, gündelik dilin bu en düşük düzeyde örgütlenmesini, daha yüksek formasyonlar üzerinden karşılamak üzere, imgelem aracılığıyla yeni anlamlandırma düzenekleri kurar.Bunun toplumsal bağlanma,tarihsellik, gerçekçilik, hayatın içindelik ,bildirişim, muhaliflik vb. poetika içi/ dışı dolayımlarla hiçbir ilişkisi yoktur. İdeolojik bilgi, her birey gibi şairi de etkiler , onun da " içinde " olduğu, olabildiği bir düzeydir; hatta buradan kimi etik değerleri, kimliksel verileri beslenebilir, her birey gibi toplumsal formasyonunu sağlamada ideolojik bilginin sınırlı olumlu etkilerinden söz edilebilir. ( Grup ilişkileri/ dayanışmaları yoluyla dünyaya tutunma gibi...) Ancak bütün bunların, daha gelişkin, gözleme dayalı, kavramlarla ilerleyen bir düşünce düzeyinde sınanarak dönüştürülmesi gereği açıktır.Bu arada, epistemolojik açıdan bilimsel bilginin de, ideolojik bilginin de dışında yapılanan ve şair için önemli bir poetik olanak olan sezgisel bilgi, bilinçaltı zenginlikler, toplumsal belleğe kayıtlı süreklilikler, düşsellikler, üstgerçekçi dolayımlar üzerinde durmuyoruz. Bütün bu kategorilerin, yaratıcı imgeleme ve dile olumlu katkıları yanında, ideolojik bilginin tersine , iktidar karşıtı dinamiği ve verili dizgeye aykırılığı ortadadır.
* * *
Şair, bir bilginin ideolojik yapısını ancak " dışardan " bilebilir. Şiir bütün bir dili bu anlamda zorlar ve ideolojik bilgi başta olmak üzere her türlü verili bilgiyi, ilişkiyi, dizgeyi, anlamı aşmaya çalışır. İlişkilere/ nesneye/ dünyaya dair yeni bir anlamlandırma peşindedir; anlamanın da zaten olanaksızlığını bilir, bu nedenle katmanlı bir anlamlar/ şeyler ortamı kurar.Öyleyse açık değil midir: Şairin / şiirin ideolojiyle ilgisi politik/ toplumsal düzeyin ötesinde Epistemolojik( bilgibilimsel) dir ve oradan sorunlaşır. Bu da poetik bakımdan bir yapısal sorun değildir; şairin entelektüel / etik duruşuyla ilintilidir.
Celal Soycan
(Dize, sayı:108, ekim 2004)
 http://kenanyucel.blogcu.com/poetik-terimler-ve-acilimlar-10-celal-soycan/1784304



  





Paylaşmak güzeldir.