7 Kasım 2021 Pazar

Bir Nasihatim Var (Önsöz)

 





Merhaba,

Değerli arkadaşım, ağabeyim, meslektaşım; şair ve yazar Sayın Kâzim Memiç Bey -Allah (cc) kendilerinden ve hepimizden razı olsun.- bana, artık zamanımızın az kaldığını ve ölmeden önce mümin (mümin: 1. inançlı, inanan. 2.Müslüman.) kardeşlerimize ve insanlığa karşı üzerimize farz olan borcumuzu ödememiz gerektiğini hatırlattı. (Bkz.:https://www.facebook.com/sabahattin.gencal ) İnşallah görevimizi hakkıyla yapar ve borcumuzu eda ederiz.

Önce genel olarak birbirimize karşı olan haklarımızı belirtelim. (Yanlış ya da eksik anlaşılmasın aile içindeki haklar, komşu hakları, toplumsal haklar, çevre hakları, İnsan Hakları, edeb ve güzel ahlaktan söz etmiyoruz. Bunların dışında olan genel haklardan söz ediyoruz.)

Ebu Hureyre (r.a.) Allah Resulü'nün (s.a.v.) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir. "Mü'minin mü'min üzerinde altı hakkı vardır:

1- Hasta olduğunda onu ziyaret eder,

2- Öldüğünde cenazesinde bulunur,

3- Davet ettiğinde, davetine icabet eder,

4- Karşılaştığında ona selâm verir,

5- Aksırdığında ona 'Yerhamükellah!' (Allah'ın rahmeti ve inayeti üzerine olsun.) der,

6- Uzakta da olsa yakında da olsa ona nasihat eder."

(Tirmizi, 2737; Nesai, Cenaiz 52/3)

Allah (cc)hepinize sağlıklar ve uzun ömürler versin. Siz sağlıklı olarak yaşıyorsanız bu demektir ki size “nasihat etme” borcumuz var. Tabii, sizin de bana ve bütün mümin kardeşlerimiz ve insanlığa karşı borcunuz var.

“Nasihat daha umumi olarak kişinin inanç, ibadet ve her türlü iyiliklerdeki dürüstlük ve samimiyetini ifade edecek şekilde açıklanmaktadır. Bununla birlikte sadece sözle yapılan irşad ve uyarılara nasihat denildiği, sözlü olmayan uyarılar için kelimenin ancak istiare yoluyla kullanılabileceği belirtilmektedir (Lisânü’l-ʿArab, “nṣḥ” md.). (Mustafa Çağrıcı, https://islamansiklopedisi.org.tr/nasihat)

Deneme gibi Yazılar

  •  Deneme
    Edebiyat türü

    Açıklama

    Açıklama

    Deneme, yazarın belli bir konuya ilişkin kişisel duygu ve düşüncelerini anlattığı metinlere denir. Bu türde ilk yazıları 16. yüzyılda Fransız yazar Michel de Montaigne yazdı ve Essais adıyla yayımladı. Bugün birçok ülkede ilgiyle okunan edebiyat türünün de adını koymuş oldu. Vikipedi
  • deneme
    ad
    1. 1.
      denemek eylemi.
      Benzer:
      tecrübe
    2. 2.
      son biçimini almamış, taslak durumunda olan yapıt, şey.

Keşke edebi deneme yazabilseydik. Yazamıyoruz. Keşke yazma gayreti içinde olsaydık. 


5 Kasım 2021 Cuma

Arabanın Tekeri Kırılmadan...

 



Okuyucularımın hoşgörülerine sığınarak ilk kez siyasi içerikli bir yazı yazmak istiyorum.

Bilindiği üzere bundan önce dar anlamıyla siyasetten söz etmemiştim. Yalnız herkesin doğal hakkı hatta görevi olan genel anlamda siyaset üzerinde durmuştum. Daha doğrusu memleket meselelerinden söz etmiştim. Bu yazılarımın da siyasi olduğunu bazı okuyucular söylemiştir. Tabii, hiç bir yazar okuyucuların yorumlarına karışamaz.

Her ne kadar, siyasi içerikli yazacağım demişsem de becerebileceğimden emin değilim. Birçok siyasetçi görmüş olmama ve birçok siyasi manevraları okumuş olmama rağmen kendimi bu konuda çok tecrübesiz görüyorum. Buna rağmen yazmak istemem bile düşündürücüdür. Umarım yararlı da olacaktır.

Ünlü Dışişleri Bakanlarımızdan, başbakan yardımcılığı da yapmış rahmetli Prof. Dr. Turan Güneş’in yazılarında okuduğum yaygın bir atasözü vardır, siz de bileceksiniz: “Tekerlek kırıldıktan sonra yol gösteren çok olur.”

Allah’a (cc) hamd olsun ki tekerlek henüz kırılmadı. Ama söylemeye dilimiz varmıyor kırılmak üzeredir. Allah(cc) göstermesin; ancak “Görünen köy kılavuz istemez.” örneği durum ortada.

Ortada olan mevcut durumu bazıları görmeyebilir. İşte, burada aldanabiliriz. O bazıları dediğimiz kişilerin tecrübelerine diyecek olmayabilir. Göz doktorundan da raporlu olabilirler. Ancak ne kadar sağlam olursa olsun hiçbir göz karanlıkta göremez.

Birçok işimiz karanlıkta mı karanlıkta. Sözde bilgi edinme hakkımız var mı var; “Bilgi Edinme Hakkı Kanunu, Kanun Numarası: 4982, Kabul Tarihi: 9/10/2003, Yayımlandığı R. Gazete: Tarih: 24/10/2003 Sayı: 25269,Yayımlandığı Düstur: Tertip: 5 Cilt: 42”  Peki, bu hakkı her konuda kullanabilen kaç kişi var? Medyadan öğrendiğimize göre “Ticari Sır” deyip bilgi edinme hakkımızı paspas ediyorlar. Doğrusu bu konuyu anlamıyorum. Devletimiz bir ticarethane mi?

Ticarethane deyişim yanlış anlaşılmasın bazı kimselerin siyaseti kazanç aracı olarak gördüğünü demek istemiyorum. Gerçi onun da doğruluk payı var; ama ben devletin bir ticarethane gibi yönetilemeyeceğine işaret etmek istemiştim.

Mete’den günümüze devlet yönetme geleneğimiz var. Bundan elbette faydalanmamız gerekli. Ayrıca daha dün devlet olanlar, bilimsel yöntemleri kullanırken biz el yordamıyla bir yere varamayız. Kaldı ki günümüzde, şimdiye dek görülmemiş bir rekabet var. Bu rekabette her yönden geri kalışımız üzücüdür.

Ayrıntıya girmeye gerek duymadan mevcut durumumuzun insan unsuru dahil maddi ve manevi bakımdan üzücü olduğu söylenebilir.

Mevcut durumu açık açık gösterenleri kınıyorlar. Moral bozucu hatta hain olarak ilân ediyorlar. Bu kimseler de, bilerek veya bilmeyerek işlerin kötü gitmesine sebep olanlardır. Bunların da aydınlatılması gerek. Evet, “güruh” deyip geçemeyiz. Nasıl olursa olsun bütün bireylerimiz aydınlatılmaya muhtaç.

Aydınlatmak için, tabiidir ki önce aydın olmak gerekir. Bizler “ateşböceği” örneği sevgileri ışığa çevirsek de, birbirimizin ışıklarına doğru uçsak da, pervane olup yansak da gerçek aydın değiliz. Keşke olabilseydik. Ama biz ancak yönlendirebiliriz. Sizler işaret ettiğimiz noktalarda aramaya başlayın. Doğruları bulursanız ve bunları kullanabilirseniz tekerlek kırılmadan yararlı olabilirsiniz.

Yine genel yazıyor hocamız, demeyiniz. Genellemeden öze inemeyiz ki. Dünya siyaseti dünyaya benzer herhalde. “Magma” tabakasına inmek için birçok tabakalardan geçmek gerek. Bu benzetmeyi ilk kez ben yapmıyorum herhalde; “Siyaset ateşten gömlek” diyenler bunu hatırlatmış olmalılar. Benim yazılarımda özele inmememin nedeni bu konuda uzmanlığımın olmamasıdır. Biraz da korkudur. Magma korkusu. Bu korku “otosansür” adı altında birçoklarında var. Geri kalmışlığımızın bir nedeni de işte bu otosansürdür. II. Abdülhamit’in sansüründen beter...

Şimdi sizlere bir ibretlik ders anlatayım, sonra yavaş yavaş hep beraber öze ineriz.

Sene 1972, Lüleburgaz’da, Kore’de kahramanlık gösteren meşhur 241. Piyade Alayı’nda Asteğmenim. Alayımızda teftiş var. Üsteğmenimiz, biz asteğmenlere acısını hâlâ unutamadığımız 70 000 yiğidimizin Sarıkamış’ta donmasını anlatıyor:

Başkomutan (Sanırım Enver Paşa) teftişte. 1. Bölük teftişe tam olarak hazır. Kışlık giysiler dahil A’dan Z’ye ne gerekirse her şey tamam. Paşa çok memnun. 2. Bölük hakeza, diğer bütün bölükler hep böyle. Herkes durumdan memnun ve kahraman Mehmetçiklerimiz kış kıyamette Sarıkamış’a yürüme emri alıyor. İşin iç yüzü böyle değil. Sadece bir mi, iki mi hatırlamıyorum. İki bölük diyelim kış şartlarına haiz donanım içinde. Diğerleri ise teftişi biten bölüğün nesi var nesi yoksa alıyor ve teftiş veriyor, diğerleri de hep öyle. Yani sözde komutan kandırılıyor; Ama kandırılan kim? Bunun ceremesi çok ağır ödendi, acıları hâlâ taze... Bunu niye anlattı üst teğmenimiz? Teftiş de olsa “Olduğun gibi görünmemiz, göründüğümüz gibi olmamız için.” Bu üst teğmenimizin adını unutmamalıydım; ama unutkanlığım arttı. Bu Atatürkçü, bu kahraman, bu insan gibi insan olan üst teğmenimizin şahsında kendisine benzeyen tüm subaylarımıza minnet ve şükranlarımı arz ederimi. Vefat edenlerin ruhları şad olsun... Peygamber Ocağı Asker Ocağımızın gelenek görenekleri devam etsin...

“Bu tarihi vakayı anlatmanın âlemi ne? Ne ilgisi var?”  demeyiniz. Sabırlı olunuz:

Geçenlerde, yalnız olarak bir pastaneye gittiğimi ve oradan civarı gözetlediğimi yazmıştım. Hatta gözlemlerimin bir kısmını yayınlayacağımı da söylemiştim:

Gördüm ki, herkesin kapısının önünde bir araba. Arabalar, otobüsler vızır vızır işliyor. Marketlerden dolu dolu filelerle çıkıyorlar. Çoluk çocuğun ellerinde telefon, hem de akıllısından. Ekmek ve pasta almaya gelenler de çok. Allah’a(cc) hamt olsun.

Bu gözlemim size neyi hatırlattı. T.C. Cumhurbaşkanımızın buna benzer sözlerini değil mi?

Şimdi düşünelim benim bulunduğum ve gözlem yaptığım mekân Çekmeköy’ün bütününü, Çekmeköy’ün bütünü Türkiye’nin bütününü temsil eder mi? Şimdi iki ihtimal var: Biri danışmanların yanlış bilgi vermesi. Bu arada, yukarıda adı geçen bütün bölüklerin savaşa hazır olması görüntülerini ve sonucunu hatırlayın. İkinci şık ki ihtimal vermiyorum TC. Cumhurbaşkanımızın bilerek böyle konuşması. Bu birinci ihtimalden daha tehlikeli Sarıkamış Faciasını değil, yine adını unuttuğum Hitlerin Propaganda Bakanını hatırlatır ki Avrupa’nın tarümar olmasına neden oldu. Biz yine de birinci şıktan yani danışmanların yanlış bilgi vermesi olasılığı üzerinde duralım.

Rize’nin meşhur Anzer Balının adını duydunuz; ama benin doğduğum yöredeki Ancumah Balını duymadınız. Bu iki yöre birbirine çok uzak değil. Bu iki bal da şifa bakımından birbirlerine benzerler. Ancak Ancumah’ta arılar şimdilerde ormangülü denen bizim komar ve çifin dediğimiz çiçeklere uğradıklarından balda da bir zehir oluyor. Balı az yersen şifa oluyor. Çok yersen sarhoş oluyorsun. Benzetmede hata olmaz derler, biz de hata yapmamak için özenerek bezenerek yazalım. Bazılarına bol maaşlı, ballı danışmanlık veya diğer adlar altında görevler verilmiştir. Bu da başlı başına ayrı bir sorun ya konumuz başka bizim. Bu zatlar balın Ancumah balı olduğunu anlayamadılar herhalde. Yedikçe sarhoş oldular, yedikçe sarhoş oldular ve de danışmanlığı yüzlerine gözlerine bulaştırdılar. Sadece yanlış bilgiler vermekle yetinmiyorlar. Siyasete de ayar vermeye kalkıyorlar. Sarhoş ya memur olduklarını unutmuş vaziyetteler. Bunların içinde önceden sarhoş olanlar da varmış. Tabii medyada yazılanlara göre söylüyorum. Bu da çok hatalı. Medya’ya güven kalmadı. Rahmetli Oktay Akbal, sağ olsaydı; “Önce Medya bozuldu.” der miydi? Şimdi ben medya’dan bir iki örnek vereceğim doğrulamasını yapmadan sindirmeyiniz:

Zonguldak Milletvekili Sayın Deniz Yavuzyılmaz’ın belgeleriyle açıkladığı yolsuzluklar sadece bir partinin, bir yönetimin değil insanımızın yüzkarasıdır. Say say bitmez. Ayrıca incelenmesi gerekir.

17-25 Aralık yolsuzluk iddialarına adı karışan bakanlarla ilgili iddialar vahim, bunların zamanın başbakanının istemesine rağmen Yüce Divana gönderilmemesi de çok vahim. Bunların TC. Cumhurbaşkanımıza şantaj yaptıkları söylenmiştir medyada... Bu olaylardan sonraki yolsuzlukların kapatılması da acaba şantajdan mıdır?  Akıldan böyle sorular geçebilir, ama her akıldan geçen yazılmaz öyle ya düşmanlar kol geziyor. Bu da ayrı bir sorun.

Akıldan geçen yazılmaz diyorum ben, ama bazı doğrular da yazılmaz diyen şimdiye kadar büyük hocalardan gördüğümüz birileri de var. Bu konuda ayrı bir sorun deyip geçemeyiz. İşin püf noktası da burada. Taa, Emevi’lerden beri sürüp gelen bazı hususları artık gerçek ilâhiyatçılarımız ele almalıdır. “Gerçek” kelimesini kullanırken ne kadar üzüldüğümü anlatamam.

Peki, tamam da ne olacak bu gidişin sonu?

Bir zamanlar Feto Çetesiyle aynı menzile gidiliyordu. Sonra TC. Cumhurbaşkanımız kandırıldığını beyanla Fetoyu tasfiye etmiş ve etmeye de devam etmektedir. Feto tasfiye edilirken, onunla beraber gidilmekte olan menzil/yol da değişmiştir her halde.  Yine medyanın yalancısıyız Fetonun boşluğunu dolduranlar varmış.

Bu kısa tarihi süreç içinde TC. Cumhurbaşkanımızın beraberce yola çıktıklarından yanında kimler kaldı? Ayrılanların yerlerine kendilerine ateş püskerenler geldi mi gelmedi mi? Yine “Han-ı Yağma”cılar etrafını sardı mı sarmadı mı? Bu toplumun varı yoğu “deniz” oldu mu olmadı mı?

Özetle tekerlek kırılmak üzere.

Bazı muhalifler, seçimlerin belirtilmiş olan zamanda yapılmasına dünden razıdır ve tekerleğin kırılmasını “ellerini ovuşturarak” beklemektedir. Peki, tekerler kırıldıktan sonra ne kadar bir sürede kendimize geleceğimiz hiç düşünülmüyor mu? Bunca tahribat kısa zamanda düzelir mi? Onun için yine bazı muhaliflerin istediği gibi tekerlekler tam kırılmadan erken seçim olmalı ki seçim sonrası 20-30 yılda olsa bile kendimize gelebilelim.

Benim, belli ki olmayacak bir önerim var. O kadar ki kimselerin akıllarının ucundan bile geçmeyecek bir öneri: Kendilerini iktidarda zanneden iki parti de diğer muhaliflerin kurduğu masaya teşrif etsinler. Güçlendirilmiş parlamenter sisteme biz de varız, desinler. Adı yolsuzluk listelerine geçmiş olanların aklanıncaya kadar üyeliklerinin askıya alındığını, ilk sloganları “yoksuzluğa, yolsuzluğa ve yasaklara” karşı yeniden mücadeleye hazır olduklarını belirtsinler.

TC. Cumhurbaşkanı eğer tarafsız olsaydı ihtimal benim önerimi hayata geçirecek ve bütün partileri “Memleket Masasında” toplayacaktı. Başka bir alternatif, ne kadar güzel görünüşe görünsün yaralarımızı tam olarak saramaz. Dünyada 200 kusur devlet varmış, bunlar arasında bulunduğumuz yer utanç verici. Bu üzücü durumdan kurtulmak için herkes elinden geleni yapmalıdır.

Sabahattin GENCAL,

Çekmeköy-İstanbul, 05.11.2021


3 Ekim 2021 Pazar

Dershanenin ve Öğretmenliğin Kutsallığı

 


(Sevgili öğretmen arkadaşlarım, bendenizin bu anılarını okuyunuz; ama kendi bildiğinizi yapınız. Çünkü devir değişti...)

Bir kaymakam beyin, bir öğretmenin şahsında tüm öğretmenlere saygısızlık ettiğini üzüntüyle öğrendim. Sözü edilen kaymakamın, üzüntülerini belirterek öğretmenden özür dileğini de öğrendim. Kaymakam Bey hakkında hiçbir mütalaada bulunmayacağım. Zaten hakkım yok. Haddim de değil.  Valilik elbette gereğini yapacaktır.

Bu konuda bazı kişilerin ve kurumların tepkilerini de okudum. Yalnız Sayın Milli Eğitim Bakanımızın ve Sayın İçişleri Bakanımızın tepkilerini okumadım. Daha doğrusu tepkileri olup olmadığını da bilmiyorum. Eğer tepki vermişlerse o tepkileri okumakla yetinin ve benim anılarımı okumayınız. Yok, eğer tepki vermemişlerse yazacaklarımı, lütfen düşünerek, muhakeme ederek okuyunuz:

Yıl 1965, Karadeniz kıyısında güzel bir kasaba ortaokuluna öğretmen olarak atandım.

Dersteyim. Sınıf kapısı tıklanıyor. Okul Başmuavini, bana falanca kızı Kaymakam Bey istiyor, der. Bu sırada çocuklardan biri sessizce, baldızını dövecek dediğini duydum. Başmuavin arkadaşa öğrenci veremeyeceğimi nezaketle söylüyorum. Muavin gidiyor ve biraz sonra geliyor. Kaymakam Bey, bu ne biçim öğretmen, bu da kim oluyor vb. sözler söylediğini ve kızı istediğini söylüyor. Ben de başmuavine, kusura bakmamasını kaymakam istedi diye bir öğrenciyi dışarı çıkarmam; ama siz başmuavinsiniz. Bir izin kâğıdı yazarsanız mesele kalmaz, dedim. Başmuavin biraz sonra izin kâğıdını getirdi...

Okulumuza Yurttaşlık dersleri veren Kaymakam Bey bu derslerini bıraktı. Çok sürmedi başka bir ilçeye verildi. Allah rahmet etsin, çok çalışkan bir kaymakamdı. 1960 İhtilâlinden sonra aynı zamanda belediye başkanlığı da yaptı. İlçedeki bütün binaları boyattırdı. Eksiklikleri tamamlattırdı. Bir dediği iki edilmeyen, herkesi titreten bu kaymakam beyle konuşmam nasip olmadı.

Bu cesareti nereden aldığımıza gelince; rahmetli öğretmenlerimiz bize daima şunu söylerlerdi: “Dershanenin tek hakimi öğretmendir.” İzin almadan yalnız Cumhurbaşkanı içeri girebilir. Böyle olduğu halde Atatürk daima kapıyı tıklatarak ve izin alarak sınıflara girerdi.

Başka bir örnek: Sene 1974. Doğu Anadolu’nun güzel bir ilçesinin ortaokulunda öğretmenim.  İlkokula müstahdem alınacak. Ben de sınav komisyonundayım.  Değerlendirmeleri yaptık. Bir kişi 6 alarak işe girmeye hak kazandı. Bu sıra da Maarif Müdürü, Devlet Bakanı falancının iki kadro açtırdığını ve şu iki kişinin alınması gerektiğini söyledi. Kesinlikle red ettim ve o garibanın hakkını yedirmeyeceğimi söyledim. Sonradan öğrendiğime göre Devlet bakanının sözlü talimatını benden başka herkes biliyormuş. Hatta bazı guruplar Sınav Komisyonunu basmak için toplanmışlar. Bu sırada X Müdürü arkadaşımız; Dağılmalarını söylemiş ve eklemiş: Sabahattin Bey oradaysa hiçbir haksızlık olmaz. Emin olun ve dağılın...

(Sonrasını merak edenler için yazalım: İki kadro da iptal edildi...)

Kendimi öğünüyor değilim. Eminim ki bizim kuşak hep aynıdır. Öğretmenlerimiz bizi böyle yetiştirdi.  Bir sınıf arkadaşımla, mezun olduktan 27 sene sonra buluştuğumuzda, “Sabahattin biz b...’u yedik.” dedi. Ben hiç argo kullanmam; ama rahmetli olan bu arkadaşımın sözünü de yazmadan edemem.

35 yıllık meslek hayatında dershanenin ve öğretmenin kutsallığını korumak için yaptıklarımız anlatmakla bitmez.

Ben ki, arkadaşlarım arasında en sessiz, en sabırlı, en hoşgörülü, en alçakgönüllü biriyken “kendimi adadım.” Varın siz diğer arkadaşlarımı düşünün. Ölenlere rahmet, bizim gibi emekleyenlere de sabırlar diliyorum. Ve de tekrar ediyorum: Dershane, bilim yeri olduğu için kutsaldır. Öğretmenlik ha keza. Bu kutsallara dokunulan yerde eğitim de biter öğretim de.

Bu anda çalışmakta olan değerli öğretmen arkadaşlarım. Cahiller atak olur derler ki ben bunu hareketlerimle  doğrulamış biriyim. Hiçbir öğrencime, öğretmenime, velime vb. yüksek sesle konuşmayan bendeniz zaman oldu genel müdürlüğe çıktım, zaman oldu Milli Eğitim Bakanlığına mektup yazdım. Zaman oldu müfettişlere kızdım... Ama dikkat ediniz şahsımla ilgili değil. Sırf dershanenin ve öğretmenliğin kutsallığı için. Ama ne oldu?

Ne olacak, hak ettiğim halde, maaşlı izinli olarak okuduğum halde bakanlığın üst düzey yöneticiliklerinde görevlendirilmedik. İlkin, kırıldım doğrusu. Mevla’m neylerse güzel eyler, dedim. Şimdi de diyorum ki; iyi ki meslekten men edilmedik. Onun için yazının başında not yazdım. Ne olur ne olmaz...

Şunu da ekleyelim: İnanıyorum ki dershanenin kutsallığı ve öğretmenliğin kutsallığı konusunda görüşlerimiz bugün de devam ediyor. Ama ne var ki bugün durum, anladığım kadarıyla pekiyi değil. Ancak öğretmenlerin bireysel olarak yapacakları bir şey de yok. Yalnız öğretmen kurulları toplanabilir. Öğretmenler kurulu idarecilerin tebliğleri için yapılmaz. Bu konudaki öneriler geliştirilir ve hiyerarşik yolla bakanlığa ulaştırılır. Gazetelerden okuduğuma göre bir Milli Eğitim Şurası yapılacak. Bu şuraya herkesin bir katkısı olmalı.

(...)

Özür dileyen Kaymakam Beye samimiyetle teşekkür ederim. Bu hadise, eminim ki başta öğretmenler olmak üzere tüm aydınlara ders olacak ve “artık yeter!” denilmesine neden olacaktır. Atatürk’ün veciz sözleri hatırlanacak ve umarım ki gereği yapılacaktır:

Milletleri kurtaranlar yalnız ve ancak öğretmenlerdir. Öğretmenden, eğiticiden mahrum bir millet, henüz bir millet adını alma yeteneğini kazanamamıştır. (Atatürk)

Güzel günler dileğiyle...

Sabahattin Gencal, Çekmeköy-İstanbul, 03.10.2021

Paylaşmak güzeldir.