Edebî sanatlar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Edebî sanatlar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16 Ağustos 2015 Pazar

Komparezon



Edebî Sanatlar 


Komparezon (comparaison, karşılaştırma)

İki öğe (varlık, nesne, durum vb…) arasında benzerlik ilişkisine dayalı olarak yakınlık-uzaklık durumunu belirten bir figürdür. Sentaksiko-semantik olan bu figür belirlenen, işaretlenen iki şey arasındaki benzerliği, farklılığı veya üstünlüğü ifadede ya da yaratmada kullanılır. Böylece benzeyen ve kendisine benzetilen gibi iki temel üzerine kurulan bu figürün karşılaştırma aracı benzetme ve karşılaştırma edatları olur. Bunlar çoğunlukla kadar, gibi, …den daha, nasıl…öyle; ha…ha…, kimi…kimi…, kah…kah…, ister…ister… veya, yahut, veyahut gibi edat ve karşılaştırma sözcükleridir.

“bir kurt nasıl kuşanırsa öyle kar günlerini;
aynalar kuşanıyor aynadaki tenini…”           (ten sonnet’si 247)

“sevinç bulaşıcı bir sayrılık
 gibi tiksinç”                                      (orpheus’a şiirler, 228)

“kimbilir, bir akarsu, ipekten ve kızıllıktan
daha bâkir, öylece, akıyorken o vâdi;”          (bakir sonnet, 273)


Abdulhalim Aydın, Hilmi Yavuz’un Şiirlerinde Söz Sanatları, Sözcük Oyunları ve Şiirsel Figürler (Yanaçlar)

*
Komparezon
(Fr. Comparaison; İng. comparison)

Benzetme, teşbih. Birbirlerine benzeyen iki şeyi birbirine yaklaştırmak; bu şekilde, kızgınlık ile fırtına, bir genç kızla bir gül, bir kahramanla bir aslan, yardımseverlik (charité) ile güneşin canlılık veren sıcaklığı yanyana getirilebilir, bunlar arasında bir ilişki kurulur, bir benzetme yapılır. Bu figürün yarattığı en sıradan etki, ifadeye daha fazla canlılık verir. Buradan hareketle: Melek kadar güzel, yıldırım gibi hızlı, v.b. S. 169

TEŞBİH

Çukurova’da atlar gibi şahlandı gönül (B. Kemal Çağlar; Benden İçeri, s.91)

Deniz, sanki âşığından geçici olarak mahrum
Kalmış bir genç kadındı.
(Tahsin Nahid, Hasta Bir Telde Hasta bir Nağme)


Ali Ak


Polisemi



Edebî Sanatlar 

Anlama Dayalı Söz Sanatı
Polisemi (Polysémie, Çokanlamlılık)

Hilmi Yavuz’da en çok görülen sözcük oyunlarından biri de polisemik (çok anlamlı) kullanımlardır. Bir sözcükle yapıldığı gibi bazen sözcük grubu ve dizeyle de yapılabilir. Bunlardan yalnızca bir kaçını vermek istiyoruz.

“yaz! sevgilim!
  kuş uzuyor dizelerde”          (yaz! sevgilim!, 144)

“yaz” sözcüğü bisemik (ikili anlam) bir kullanımla hem mevsim olan “yaz”, hem de yazmak fiilinin emir kipi olan “yaz” anlamlarına gelir. Metnin içeriği ise her iki duruma da elverişlidir. Yukarıdaki dizede ortografik bir sapmayla “kış” yerine “kuş” yazılması da bunun bir göstergesidir. Bu sapmaya şairin “u” asonansını bozmamak için başvurduğu da düşünülebilir. Devam eden,
“yaz! sevgilim!
  yürürken kekiktin boydan boya
  ve yüzün ne kadar gürdü”
gibi dizeler, geçmiş güzel günlerine yanan birinin bunları kayda geçirmek isteği gibi duruyor.
Aynı şekilde, şiir kitabına da ad olan “büyü’sün, yaz!” formu bisemik çağrışımı verir. Biri, büyü, sihir anlamındaki “sen büyüsün, büyüleyicisin yaz, devam et yazmaya” anlamında, diğeri de büyümek fiilinden türetilerek “büyüsün, olgunlaşsın yaz mevsimi” anlamında kullanılmış.
“her şiir bir sözcüğü örter ve gizler;
  görülsün istemez ‘gül’ veya ‘hüzün’…”         (yolculuk ve şiir, 364)
Hilmi Yavuz’da artık alıştığımız sık kullanımlı sözcüklerin başında “gül, hüzün” yer alır. “gül”ün kullanımı burada “kendisi”, “kendi ruhu, gerçeği, amacı”, “yaşam”, “yaşamın amacı”, “insan gerçekliği”, “varoluşun özü” gibi insanı, yaşamı kuşatan, kuşatırken de bir ölçüt işlevini yüklenmiş yapıdadır. Bu yönüyle “gül” ve/ya “hüzün” birbirini tamamlayan uyumlu, örtüşen, bağımlı bir düzlemde verilir. Bir başka açıdan ise, her bir şiirin örttüğü ve gizlediği “gül” veya “hüzün”dür. Veya bağlacıyla semantik açıdan yeniden bir karşıtlık alanı yaratılır. Böylece, onca şiir yaşamın ya “hüzünlü” yanını veya tersi olan “gülen” yanını dile getirir.


Abdulhalim Aydın, Hilmi Yavuz’un Şiirlerinde Söz Sanatları, Sözcük Oyunları ve Şiirsel Figürler (Yanaçlar)




Tensiküs Sıfat

Edebî Sanatlar 

Anlama Dayalı Söz Sanatı
Tensiküs Sıfat (Sürekli niteleme)

Tensiküs sıfat manzum ya da mensur bir metinde bir şahsı ya da bir nesneyi art arda sıralanan sıfatlar ile nitelemeye denir.

Örnek:

Kara dutum, çatal karam, çingenem
Nar tanem, nur tanem, bir tanem.

Örnekte de görüldüğü gibi şair sevgilisini art arda sıfatlar sıralayarak nitelemistir.

 *
(Kanuni Sultan Süleyman'ın Hürrem Sultan'a yazdığı mektuptan)


Celis-i halvetim, varım, habibim mah-ı tabanım
Enisim, mahremim, varım, güzeller şahı sultanım

Hayatım hasılım, ömrüm, şarab-ı kevserim, adnim
baharım, behçetim, rüzum, nigarım verd-i handanım

Neşatım, işretim, bezmim, çerağım, neyyirim, şem?im
Turuncu u nar u narencim, benim şem-i şebistanım

Nebatım, sükkerim, genc,m, cihan içinde bi-rencim
Azizim, yusufum varım, gönül mısrındaki hanım

Stanbulum, Karamanım, diyar-ı milket-i rumum
Bedahşanım ve Kıpçağım ve Bağdadım, Horasanım

Saçı varım, kaşı yayım, gözü pür fitne, bimarım
Ölürsem boynuna kanım, meded he na-müsülmanım

Kapında çünki meddahım, seni medh ederim daim
Yürek pür gam, gözüm pür nem, muhibbi yim hoş halım

Muhibbî (
Kanuni Sultan Süleyman’ın mahlası)


Bugünkü dille açıklaması;

benim birlikte olduğum, sevgilim, parıldayan ayım,
can dostum, en yakınım, güzellerin şahı sultanım.

hayatımın, yaşamımın sebebi cennetim, kevser şarabım
baharım, sevincim, günlerimin anlamı, gönlüme nakşolmuş resim gibi sevgilim, benim gülen gülüm,

sevinç kaynağım, içkimdeki lezzet, eğlenceli meclisim, nurlu parlak ışığım, meşalem.
turuncum, narım, narencim, benim gecelerimin, visal odamın aydınlığı,

nebatım, şekerim, hazinem, cihanda hiç örselenmemiş, el değmemiş sevgilim.
gönlümdeki mısırın sultanı, hazret-i yusufum, varlığımın anlamı,

istanbulum, karamanım, bütün anadolu ve rum ülkesindeki diyara bedel sevgilim.
değerli lal madeninin çıktığı yer olan bedahşanım ve kıpçağım, bağdadım, horasanım.

güzel saçlım, yay kaşlım, gözleri ışıl ışıl fitneler koparan sevgilim, hastayım!
eğer ölürsem benim vebalim senin boynunadır, çünkü bana eza ederek kanıma sen girdin, bana imdad et, ey müslüman olmayan güzel sevgilim.

kapında, devamlı olarak seni medhederim, seni överim, sanki hep seni öğmek için görevlendirilmiş gibiyim.
yüreğim gam ile, gözlerim yaşlarla dolu, ben muhibbiyim, sevgi adamıyım, bana bir şeyler oldu, sarhoş gibiyim. bir hoş hale geldim.
Muhibbî (Kanuni Sultan Süleyman’ın mahlası)

Şair bu mısralarda sevgilisini, kendi hayal dünyasında Ona yakıştırdığı birtakım sıfatlarla nitelemektedir. Her dizede niteleme ve hüküm tamamlanmaktadır.


http://ue.anadolu.edu.tr/eKitap/EDB104U.pdf

Mugâleta-i Maneviyye

Edebî Sanatlar 

Anlama Dayalı Söz Sanatı
Mugâleta-i Maneviyye

Maksadı işaret yoluyla, ifadeye parlaklık kazandırarak gösteren sanatlara “telvihât” deniliyor. Mugâleta-i ma’neviyye, tevriye, istihdam, tevcîh, ta’rîz, telvîh, remz gibi çeşitlere ayrılır.

Mugâletanın sözlük anlamı “yanıltmak için,yanıltacak yolda söz söylemektir.”

Mugâleta-i maneviye ise; ifadeye parlaklık kazandırmak için birden fazla anlamı olan sözcük veya sözcük gruplarının bir mısra yahut beyit içerisinde genel anlamın birkaç türlü ifade kazanmasına sebebiyyet vermesidir.

Dehânın nağme-perdâz eyledikde etdim istifsâr
Sorarsan bu makâmı bûselikdir dedi ol dil-dâr

Yukardaki beyit makâm ve buselik kelimelerine birden fazla anlam verilerek açıklanabilir.

a) makâm: musiki terimi (nihâvend makamı, hicâz makamı vs.) bûselik: eski Türk müziği makamlarından.

O güzel şarkı söylemeğe başladığı zaman, ne makamda söylediğini anlamak istedim. Bu makâmı sorarsan buselik makâmıdır dedi.

b) makâm:durulacak yer, durak buselik: öpülecek

O güzel şarkı söylemeğe başladığı zaman sordum:Bu nedir? Bu terennüm eden yeri sorarsan, burası (dehân) buse yeridir dedi.

Nâbiyâ inceldi râh-ı mûsikî ol rütbe kim
Düşmeyim deyü usul ile yürür hânendeler
Nâbî

a) Usûl: mûsikî terimi (metod)

Ey Nâbi, mûsikî yolu o derece inceldi (gelişti) ki okuyucular hata yapmayayım (düşmeyeyim) diye usulüne uygun okuyorlar (yürür)

Müşâkele

Edebî Sanatlar 

Anlama Dayalı Söz Sanatı
Müşâkele

Müşâkele  sözlük anlamı birden fazla unsurun birbirine benzemesidir. Bir sözü ikinci defa hem ilk kullanıldığı anlam dışında hem de gerçek anlamı dışında kullanmaktır. “Aklıma gelmeyen şey başıma geldi.”, “Başkasına öğüt verip dururken gönül verdim mi diyeceksin?” örneklerinde olduğu gibi.
Müşâkelede mutlaka tekrar edilen bir söz vardır. Sözcük tekrar edildiği yerde ilkinden farklı bir anlamda kullanılır.
 http://www.acikogretimedebiyat.com/
*
Müşâkele

Müşakele birden fazla anlamı olan sözcüklerin art arda gelecek şekilde, iki anlamı ile kullanılması, birinin söylediği bir sözü bir başkasının değişik anlama gelmek üzere tekrarlaması.
Karşılıklı konuşan iki kişiden birinin gerçek veya mecazi anlamda söylediği bir sözü, diğeri başka bir düşünceye yanıt olacak şekilde tekrarlar. Birinci anlamı gerçek olursa çoklukla ikinci kullanıştaki anlamı mecazidir. Örnek:

“Tezer
Yine mi kanmıyorsunuz sözüme
Ne için bakmıyorsunuz yüzüme
Beni bir kere okşasanız ne çıkar?
Melik
Sen çıkarsın… Demek ki fitne çıkar!”

Abdülhak Hâmid Tarhan
http://www.bilgiyuvasi4.info/musakele-nedir-anlami-tanimi.html
*
Müşâkele

Terdîd, tekrir, reddü’l-acüz gibi söz tekrarına dayalı sanatlardan olan bu terimin mecaz içerip içermediği de tartışılmıştır.

Bu edebî terimin tanımı: “çok anlamlı kelimelerin art arda iki anlamı ile kullanılması; birinin söylediği bir sözü diğerinin başka anlamda tekrarlaması; karşılıklı konuşan iki kişiden birinin söylediği bir sözü diğerinin başka bir düşünceye cevap olacak şekilde tekrarlaması” şekillerinde karşımıza çıkmaktadır.

Müşâkele, Arapça “şekl”kökünden ve müfâ’ale bâbmdan gelen bir kelime olup ifadelerin karşılıklı benzeşmesi esasına dayanmaktadır. Manaya dayalı bir sanat olan müşâkelede sözde birlik ve manada ayrılık bulunmaktadır. Müşâkele, “Sohbetinde tahkikî veya takdirî olarak geçtigi için, bir şeyi gayrın lafzıyla zikretmek” (Kazvinî, 1998:1/327), “İfadede geçen sözden dolayı konuşamn, meramını bu sözle ifade etmesi” (İsbir-Cuneydî, 1985:850), “Kullanılacak kelime yerine, sohbet esnasında söylenmiş bir kelimeyi kullanarak meramı ifade etmek” (Güllüce, 2006:43) şeklinde tarif edilmiştir.
Müşâkelede sonraki söz öncekine bağlı olarak söylendiğinden ikisi birlikte anlamlı olmakta; önceki olmadan sonrakinin bir anlamı bulunmamaktadır. Mesela, fakirliğinden dolayı soğuktan korunacak bir elbise bulamayan Îbnu’r-Rukma adlı kişinin, kendisini soğuk bir günde yemeğe çağırarak “Senin için ne pişirmemizi istersin” diyen arkadaşlarına cevaben:
Bana bir elbise ve gömlek pişiriniz” demesi; kamı çok acıkmış misafirine müzik dinletmek isteyen ev sahibinin de “Sana ne dinletmemi istersin” sualine karşılık, misafirin:
Çatal bıçak sesi dinlemek isterim” demesi müşâkele örneklerinden sayılmıştır (Güllüce,2006:42-43).
Müşâkelede mecazın bulunup bulunmadığı da tartışılmış ve bu konuda Taşköprüzâde müşâkelenin mecazdan farklı olduğunu, müşâkele tarifinde yer alan“başkasının sohbetinde vaki olduğu için” kısmıyla mecazın dışarıda bırakıldığını, mecâzda söz, mecâzî manada kullanılırken, müşâkelede gerçek manada kullanıldığını söylemiş ve buna örnek olarak da “Senin için ne pişirmemizi istersin” sualine verilen “Bana bir elbise ve gömlek pişiriniz” cevabındaki “pişiriniz” ifadesinin gerçek manada kullanıldığını göstermiş; mecâzda bir mana yerine başka bir mananın, müşâkelede ise bir söz yerine başka bir sözün konulduğunu ifade etmiştir (Taşköprüzâde, tsz:272-273 -Güllüce, 2006:44’den).
İlk belâgat kitaplarımın bedî’ bölümünde manevî sanatlar arasında en önemli edebî sanatlardan birisi olarak açıklanmışken, Türkçe belâgat kitaplarının özellikle son dönemde yazılanlarında ya hiç yer verilmeyen, ya da çok kısa anlatılan müşâkele, tanımve tasnifi zamanla genişlemiş bir sanattır.

Muhittin Eliaçık, Bazı belâgat Kitaplarında Müşâkele Sanatının Tanım ve Tasnifi












Test




1.Bir sözün ikinci defa  ilk kullanıldığı anlam  dışında kullanmaya ne ad verilir?

a.teca’hül-i arif

b.idmac

c.müşakele

d.rucu


e.tenasüb

Cevap anahtarı: 1.C,



Ek okuma


MÜŞÂKELE

(المشاكلة)

Söz içinde bir kelimenin başka bir anlam ve bağlamda tekrar edilmesi mânasında edebî sanat.

Sözlükte “iki şeyin biçim ve tarz yönünden benzeşmesi ve uyuşması” anlamına gelen müşâkele kelimesi, bedî‘ ilminde “bir söz içinde iki kelime arasındaki biçim benzeşmesi” mânasında terim olarak kullanılır ve anlama güzellik katan sanatlardan sayılır. Müşâkele, edebî bir amaç veya nükte için bir kelimenin başka bir anlam ve bağlamda tekrar edilmesi şeklinde gerçekleşir. İlk kelime genellikle gerçek mânada olmasına karşılık ikinci kelime ona tâbi ve sadece şekil (lafız) yönünden ona benzer olarak getirilir. Meselâ “ومكروا ومكر الله” âyetinde (Âl-i İmrân 3/54) ikinci “مكر” birinciye (مكروا) müşâkele için getirilmiş olup “أخذهم بمكرهم” (Hile ve dolaplarının cezasını verdi) anlamındadır. Örnekte müşâkele lafzına biçim yönünden benzeyen ve ona eşlik eden kelime (musâhib) gerçek mânasıyla önceden ve açık biçimde söz içinde geçmiştir. Bu türe “müşâkele-i tahkīkıyye” adı verilir. Söz içinde sadece müşâkele lafzının geçtiği, ancak ona eşlik eden kelimenin zikredilmediği türe “müşâkele-i takdîriyye” denir. Ebû Temmâm’ın “من مبلغ أفناء يعرب كلّها / أنّي بنيت الجار قبل المنزل” beytinde “بنيت” kelimesi “yaptım” anlamında değil, “اخترت / انتقيت” “seçtim” anlamında ve “المنزل”e (بناء) tâbi olarak müşâkele şeklinde gelmiştir.

Âyetlerin nüzûl sebebini bilmek söz içinde geçmeyen kelimenin (musâhib) tayininde yardımcı olur: “قولوا آمنّا بالله ...، صبغة الله ...” (Allah’a inandık..., Allah bizi kendine has boyasıyla boyadı deyin...), âyetindeki (el-Bakara 2/136, 138) “صبغة الله” ifadesi, hıristiyanların çocuklarını sarı renkli bir suya batırarak (vaftiz), “İşte şimdi temizlendi ve gerçek hıristiyan oldu” sözlerine müşâkele üslûbuyla verilmiş cevap olup gerçek temizliğin Allah inancının gönle yerleşerek orayı temizlemesi ve kendine has rengiyle boyamasında olduğuna dikkat çekmektedir. “فإنّ الله لا يملّ حتى تملّوا” (Doğrusu Allah asla usanmaz, siz usanmadıkça) hadisi de (Buhârî, “Îmân”, 32, “Teheccüd”, 18, “Śavm”, 52, “Libâs”, 43; Müslim, “Müsâfirîn”, 215, 221, “Śıyam”, 177) bu tür müşâkeleye bir örnek olup, “Siz kendisine dua edip istekte bulunmaktan usanmadıkça Allah sizden ihsanını ve sevabını kesmez” (لا يملّ ← لا يقطع عنكم ثوابه وفضله) demektir.

Karşıt anlamlı kelimeler arasında da müşâkele olabilir. Bu tür daha çok mecazi bağlamda kullanılan karşıtlar arasında görülür. Huzurunda şahitlik yapan birine Kādî Şüreyh’in “إنّك لسبط الشهادة” (Doğrusu sen şahitliği hep tam yapmaktasın) sözüne karşılık şahidin onun bu sözüne benzeyen bir ifadeyle, “إنّها لم تجعد عندي” (O benim nezdimde hiç noksan olmadı ki) şeklindeki cevabı gibi. Burada karşıt anlamlı “sebŧ” (saçın uzun olması) ve “ca‘d” (saçın kısa olması) kelimeleri “şahitliğin tam veya noksan yapılması” mânasında mecaz olarak kullanılmıştır (Besyûnî Abdülfettah Besyûnî, II, 67).

Asıl kelimenin kendisini tekrar etmekle değil onunla ilgili (münâsib) bir kelimeyi biçim benzeşmesi halinde ve gerçek anlamı dışında zikretmekle de müşâkele gerçekleşebilir. Bir kişinin, “Hadiste ‘Lâ ilâhe illallah cennetin anahtarıdır’ buyrulmuyor mu?” demesi üzerine Vehb’in, “Evet öyledir, ama hiçbir anahtar yoktur ki dişleri bulunmasın. Dişlerini getirirsen sana açar, yoksa açmaz” sözünde yer alan “dişler” (esnân) ifadesi “ameller” anlamında olup o kişinin anahtarla (miftâh) ilgili sözüne münasip bir söz olarak getirilmiştir.

Müşâkele üslûbundan bahseden ilk âlim olan Yahyâ b. Ziyâd el-Ferrâ (ö. 207/822) bu sanatı belli bir terim kullanmadan günümüzde anlaşıldığı şekilde yorumlamıştır. Müberred, “mükâfee ve cezâ” (denklikve karşılık) adını verdiği türü “bir lafzın önceki bir lafza denk ve benzer biçimde, ancak farklı anlam ve bağlamda getirilmesi” şeklinde tanımlamış, Kur’an’da Allah’a isnat edilen “mekr, suhriyyet, istihzâ” gibi şanına yakışmayan fiilleri, “O’nun insanlara bu fiillerine denk düşen cezalar vermesi” mânasına geldiğini söylemiştir. Rummânî, müşâkeleyi “aynı kökten birkaç kelimenin bir söz içinde toplanması” şeklinde tanımladığı “tecânüs”ün iki nevinden biri olarak “müzâvece” başlığı altında ele almış ve “güzel anlatım” diye nitelemiştir. Şerîf er-Radî müşâkeleyi istiare (mecaz) kapsamında değerlendirmiş, Hatîb et-Tebrîzî ise tam cinasa (mümâsil cinas) müşâkele adını vermiştir (el-Vâfî, s. 296). Bedî‘ ilminde yer aldığı şekliyle müşâkeleyi bir söz sanatı olarak terim anlamında ilk kullananlardan olan Zemahşerî türü anlatırken “cevabı soruya biçimce uydurma” ifadesini kullanmıştır (el-Keşşâf, I, 45, 281).

Sekkâkî’nin Miftâĥu’l-Ǿulûm’u ile birlikte müşâkeleye mâna sanatları arasında yer verilmeye başlanmış, Kazvînî’nin tanımı ile günümüzde de geçerliliğini koruyan klasik şeklini almıştır. Kazvînî, müşâkele-i tahkīkıyye ve müşâkele-i takdîriyye şeklinde iki kategoriye ayırdığı türü örnekleriyle açıklamıştır (el-Îżâĥ, s. 493-495). Safiyyüddin el-Hillî, İzzeddin el-Mevsılî, İbn Hicce el-Hamevî gibi bedîiyye nâzım ve şârihleri de aynı anlayışı sürdürmüştür (İbn Hicce, s. 356).

Müşâkele örneklerinin çoğu mürsel mecaz, bir kısmı da istiare kabilinden mecaz sayılmıştır. Aynı zamanda mecaz olan müşâkele örnekleri, hem anlam hem biçim olarak iki yönden güzellik taşıdığından bir söz sanatı olarak daha yüksek konumdadır. Mecaz ilgisi açık olmayan müşâkele örnekleri de mevcuttur. Bunları ve diğer müşâkele örneklerini, bir lafzın başka bir lafzın beraberinde bulunma alâkası (müsâhabet) dolayısıyla mürsel mecaz kabul edenler de vardır. Müşâkele genellikle kelime tekrarıyla gerçekleştiğinden lafzî sanat görüntüsünde bulunmaktadır. Ancak burada bir anlamın gerçek lafzı dışında bir lafızla ifadesi esas kabul edildiği için tıbâk ve mukābele benzeri sayılarak mâna sanatları kategorisine dahil edilmiştir.

BİBLİYOGRAFYA:

Tehânevî, Keşşâf, II, 785; Buhârî, “Îmân”, 32, “Teheccüd”, 18, “Śavm”, 52, “Libâs”, 43; Müslim, “Müsâfirîn”, 215, 221, “Śıyâm”, 177; Yahyâ b. Ziyâd el-Ferrâ, MeǾâni’l-Ķurǿân (nşr. Ahmed Yûsuf Necâtî - M. Ali en-Neccâr), Kahire 1374/1955, I, 82, 116; Müberred, Me’ttefeķa lafžuhû ve’ħtelefe maǾnâhü mine’l-Ķurǿâni’l-mecîd (nşr. Abdülazîz el-Meymenî), Kahire 1350, s. 12, 13; İbn Reşîķ el-Kayrevânî, el-ǾUmde (nşr. M. Muhyiddin Abdülhamîd), Kahire 1374/1955, I, 326; Hatîb et-Tebrîzî, el-Vâfî fi’l-Ǿarûż ve’l-ķavâfî (nşr. Ömer Yahyâ - Fahreddin Kabâve), Dımaşk 1399/1979, s. 296-298; Zemahşerî, el-Keşşâf, I, 45, 281; Ebû Ya‘kūb es-Sekkâkî, Miftâĥu’l-Ǿulûm (nşr. Naîm Zerzûr), Beyrut 1403/1983, s. 424; İbn Ebü’l-İsba‘, Taĥrîrü’t-Taĥbîr (nşr. Hıfnî M. Şeref), Kahire 1383, s. 393-400; Hatîb el-Kazvînî, el-Îżâĥ fî Ǿulûmi’l-belâġa (nşr. M. Abdülmün‘im el-Hafâcî), Kahire 1400/1980, s. 493-495; Şürûĥu’t-Telħîś, Kahire 1937, IV, 309-316; Tîbî, et-Tibyân fî Ǿilmi’l-meǾânî ve’l-bedîǾ ve’l-beyân (nşr. Hâdî Atıyye Matar el-Hilâlî), Beyrut 1407/1987, s. 347-348; İbn Hicce, Ħizânetü’l-edeb, Kahire 1304, s. 356; İbn Kemâl, Risâle fî taĥķīķi’l-müşâkele (Resâǿil içinde, nşr. Ahmed Cevdet), İstanbul 1316, I, 108-113; Abdülganî b. İsmâil el-Nablusî, Nefeĥâtü’l-ezhâr, Beyrut 1404/1984, s. 238-239; Ahmed M. el-Havfî, ez-Zemaħşerî, Kahire 1977, s. 230-231; Besyûnî Abdülfettâh Besyûnî, Ǿİlmü’l-bedîǾ, Kahire 1408/1987, II, 64-70; Mîşâl Âsî - Emîl Bedî‘ Ya‘kūb, el-MuǾcemü’l-mufaśśal fi’l- luġa ve’l-edeb, Beyrut 1987, s. 79.


İsmail Durmuş  
http://www.tdvia.org/dia/ayrmetin.php?idno=320155


*
KUR’ÂN-I KERÎM’DE ALLAH’A MÜŞÂKELE YOLUYLA İSNAD EDİLEN
İFADELERİN DEĞERLENDİRİLMESİ

Doç. Dr. Veysel GÜLLÜCE

ÖZET

Kur’ân-ı Kerîm’de, inkârcıların din aleyhindeki eylemlerine karşın, daha çok müşâkele yoluyla Allah’a nispet edilerek kullanılmış olan mekr, keyd, istihza, suhriyye ve nisyân ifadeleri, edebî sanatlar hakkında bilgi sahibi olmayan bazı kimseler tarafından yanlış yorumlanabildiği gibi, bazı kötü niyetli kimseler tarafından da Kur’ân’a gölge düşürmede malzeme olarak kullanılmıştır. Keza, hile ve tuzak manalarını çağrıştıran mekr ve keyd ifadelerinde olduğu gibi, bazı kelimeler anlam daralmasından dolayı günümüzde yanlış çağrışımlara neden olabilmektedir.

...
Müşâkele Sanatı
Kelime olarak şekil kökünden gelir. Müfâale babının bariz özelliği olarak müşâreket ifade eder. Yani karşılıklı bir eylem, karşılıklı bir benzeşme vardır. İfadelerin benzeşmesi söz konusudur. Belâğatta, bedî’ sanatlarından biri olan müşâkele, lafızda ittifak, manada ihtilaftır.2
 Başka bir tarife göre, “sohbetinde tahkikî veya takdirî olarak geçtiği için, bir şeyi gayr’ın lafzıyla zikretmeğe denir.”3
Kelam’da geçen lafızdan dolayı konuşanın, meramını bu lafızla ifade etmesidir.4 Kullanılacak kelime yerine, sohbet esnasında söylenmiş bir kelimeyi kullanmak suretiyle meramını ifade etmek şeklinde de tarif edilebilir.5
 Müşâkelede sonraki söz öncekine binân söylenmiş olup onunla birlikte değer kazanır. Önceki olmasa, sonraki ifadenin bir manası olmaz. Hatta doğru bir ifade olmaz.
Mesela, Amr b. Külsûm’un: “Dikkat ediniz! Bize karşı kimse cahillik etmesin! Yoksa biz de o cahillerin cahilliğinin fevkinde bir cahillik yaparız” meâlindeki beytinde geçen “…cahillik yaparız (fe-nechele)” ifâdesi, daha önce geçen “cahillik yapmasın (lâ-yechelen)” ifâdesinden dolayı, “aksi halde biz de ona cahilliğinden dolayı haddini bildiririz” cümlesi yerine, müşâkele yoluyla söylenmiştir.6
Fakirliğinden dolayı soğuktan korunacak bir elbise bulamayan İbnu’rRukma’nınkendisini soğuk bir günde yemeğe çağırarak “senin için ne pişirmemizi istersin” diyen arkadaşlarına cevaben: “bana bir elbise ve gömlek pişiriniz” demesi,7 keza karnı iyice acıkmış misafirine, müzik dinletmek isteyen ev sahibinin “sana ne dinletmemi arzu edersin?” sorusuna karşılık, misafirinin: “çatal bıçak sesi dinlemek isterim” demesi müşâkele örneklerindendir.
Bilgegil’in bu nevi müşâkele örneklerini lâubâlilik veya âmiyâne istiâre olarak değerlendirmesi,8  kanaatimizce, müşâkele sanatına yönelik bir eleştiri değil, sadece bu nevi örnekler içindir. Çünkü diğer edebî sanatların pek çoğu ifadeye güzellik ve tatlılık kattığı gibi, bu durum söze güzellik katan bedî’ sanatlarından olan müşâkele için de geçerlidir.9  Nitekim kendisi de “müşâkelede en ziyade dikkat edilecek husûs zerâfetin sağlanmasıdır” diyerek, bu sanatın yerli yerinde kullanıldığı takdirde ifâdeye
zerâfet katacağına işaret etmiştir. Ayrıca, pek çok kaynakta müşâkeleyi açıklamakiçin zikredilen bu nevi örnekler hakkındaki eleştirisinde çok da isabetli olduğu söylenemez.
Müşâkele, “iki manalı bir sözü, her iki manasıyla, birini hakiki diğerini mecâzîolarak iki defa arka arkaya kullanma sanatıdır”10 şeklinde de tarif edilmişse de, Taşköprüzâde müşâkelenin mecâzdan farklı olduğunu söylemektedir.
...

Kur’ân’da Müşâkele Sanatı

Müşâkele sanatı, Kur’ân-ı Kerîm’de çeşitli âyetlerde kullanılmıştır. Örneğin,“Kötülüğün (seyyie) karşılığı kötülüktür” (Şûrâ, 40)15, “Size karşı haddi aşana siz de aynı şekilde haddi aşın” (Bakara, 194) âyetlerinde kötülüğe karşılık vermenin kötülük, haddi aşanlara misliyle mukabelede bulunmanın haddi aşma olarak isimlendirilmesi müşâkele olarak değerlendirilmiştir.
Hakikatte adaletin gereği olarak, bu fiillere karşılık verilecek cezâ (ukubet) kasdedilmiştir.16

Sen benim nefsimde (bende) olanı bilirsin ama ben senin nefsinde (sende) olanı bilmem” (Mâide, 116) âyetinde, Hz. İsâ’nın Cenab-ı Hak için kullandığı nefs kelimesinin hakîki manada olmayıp, birinci nefs’den dolayı müşâkele yoluyla söylendiği belirtilmiştir.17 “Onlara bir kötülük dokunduğunda ise, Mûsâ ve beraberindekilerin uğursuzluğuna uğradıklarını iddia ederler. Biliniz ki, onların uğursuzlukları Allah katındandır..” (A’râf, 131) âyetindeki uğursuzluk kelimesi de müşâkele konusundaörnek olarak zikredilebilir. Çünkü hakikatte onların başına gelen musibetlerkastedilmektedir.
 “Allah’ın boyası!” (Bakara, 138) âyetinde de bir müşâkele bulunduğu ve bu müşâkelenin yukarıdaki misallerdeki gibi hakiki değil de takdirî yani, mezkûr lafızla mukadder lafız arasında olduğu ifâde edilmiştir.18 Çünkü bir görüşe göre19 bu âyet,hıristiyanların yeni doğan çocuklarını vaftiz ederek (bir nevi boyayarak) böylece temizlenip hıristiyan oldukları iddialarına bir reddiye olarak, bu takdirî (ifadede lafız olarak geçmese de, sebeb-i nüzûlün delaletiyle mana olarak düşünülen) boyama fiillerine karşılık müşâkele yoluyla söylenmiştir.20
İbn Kuteybe bu tür âyetleri “Muhalefetu Zâhiri’l-lafzi Ma’nahu/ Lafzın Zâhirinin,Manasına Muhalif Olması” başlığı altındaki maddelerden üçüncüsü olarak zikrettiği“el-Cezâu ani’l-fi’li bi-misli lafzihi ve’l-ma’nayâni muhtelifâni/ Manaları farklı olduğu halde, fiilin karşılığını (cezâsını) fiilin lafzıyla zikretmektir” alt başlığı altında elealmaktadır.21 Müşâkele ismini kullanmasa da kasdettiğinin müşâkele olduğu açıktır.
Taberî, “Münafıklar şeytanlarıyla baş başa kaldıklarında: Biz sizinle beraberiz,biz müminlerle ancak alay ediyoruz. Allah onlarla alay eder! (yestehziu bi-him) veonları tuğyanları içinde şaşkın vaziyette bırakır” (Bakara, 14-15) âyetlerini açıklarken,15. âyetteki, “Allah onlarla alay eder (yestehziu bi-him)” ifadesinde istihzanın Allah’a nisbet edilmesi hakkında farklı görüşler olduğuna dikkat çekerek bir görüşe göre ise,bu ifadede istihzanın cezası yerine cezayı gerektiren fiilin zikredildiğini, lafızlar benzese de manaların farklı olduğunu, âyette bildirilmek istenenin “istihzalarından dolayı, Allah’ın onları cezalandıracağı” olduğunu belirtir. Daha sonra, bu konuda âyetlerden başka örnekler verir. Müşâkele ifadesi yerine, “lafızlar ittifak etse de manalar muhteliftir” ifadesini kullanır.22
Mâverdî, Zemahşerî, İbnu’l-Cevzî, Kurtubî, Beydavî, Nesefî, Hâzin de bu neviâyetlerde müşâkele ifadesi kullanmasalar da Bakara Suresi, 15. âyet sadedinde, bir yorumu anlatırken, “istihzanın cezâsı istihzanın ismiyle isimlendirildi” şeklindekimüşâkele manasında yorumlanacak ifadeler nakletmişler ayrıca, açıklama sadedindemüşâkeleye örnek teşkil eden diğer âyetleri zikretmişlerdir23 Nitekim Keşşâf’ın şârihiCürcânî de Zemahşerî’nin naklettiği bu ifadeleri açıklarken müşâkelenin varlığına dikkat çekmiştir.24
Kurtubî, ise bu âyet hakkında değerlendirme yaparken müşâkele yerine izdivâc kelimesini kullanarak, bu durumun kelâmda izdivâc sağlamak için olduğunu (li-yezdevice’l-kelâm) bunun, lisana farklı kelimeler kullanmaktan daha hafif geldiğini ifade etmiş, ardından “Araplar bir lafzın karşısında başka bir lafzı ona cevap ve karşılık olarak zikrettiklerinde, manaca farklı da olsa o lafızla söylerler” diyerek izdivâc’ı açıklarken âdetâ müşâkele sanatının tarifini yapmıştır. Daha sonra bu uygulamanın Arap dilinde yaygın bir şekilde kullanıldığını belirtmiş, ayrıca misâlsadedinde müşâkeleye örnek olarak zikredilen âyetleri sıralamıştır. Buaçıklamalardan dolayı, Kurtubî’nin “izdivâc” ifâdesini müşâkele yerinde kullandığını söylemek doğru olur kanaatindeyiz.25
Belâğat literatüründe İzdivâc, "Kelime veya cümlelerin tatlı ifadelerleeşleştirilmesidir”26, “Secî’e riayetle beraber vezin ve ses uyumu bakımından birbirine benzer kelimeleri seçerek kullanmaktır”27 şeklinde tarif edilmiştir. “Sana Sebe’den birnebe’ (haber) getirdim” (Neml, 22) âyetindeki sebe’ ve nebe’ kelimeleri arasında,keza, “Müminler heyyin ve leyindirler (mütevazı ve yumuşak huyludurlar)” hadîsindeki heyyinûn ve leyyinûn kelimeleri arasındaki benzeşmeler izdivâc örnekleridir. İzdivâcteriminin bazı kaynaklarda müşâkele yerinde kullanıldığı anlaşılmaktadır. Örneğin İbnKayyım, Kur’ân’daki edebî san’atlarla ilgili eserinde, müşâkele terimine yer vermemiş, ama müşâkeleyle ilgili âyetleri yine bedî sanatlarından olan “izdivâc”başlığı altında değerlendirmiştir.28 Müşâkeleye yer veren bazı eserlerde de bu nevi âyetler hem müşâkeleye hem izdivâc’a örnek olarak zikredilmiştir.29 Ancak, tarifine vediğer örneklerine dikkat edildiğinde, izdivâc’ın müşâkeleden daha kapsamlı olduğu görülmektedir. Çünkü tarifden de anlaşıldığı gibi, izdivâc’da kelimelerin yanında cümlelerin de eşleştirilmesi (cümleler arasında paralellik sağlanması) söz konusudur.
Ayrıca, bu eşleştirmede lafızların aynı olması da şart değildir, benzer olmaları yeterlidir. Nitekim İbn Kayyım, Alîm ve Hâkîm kelimeleri arasındaki paralellikten dolayı, “Ve ânallahu Alîmen Hakîmen/ Allah Alîm ve Hâkîm’dir” âyetini bu konuda örnek olarak zikretmiştir.30 Bu misalin müşâkeleyle ilgisinin olmadığı açıktır.
Müşâkele yerine kullanılan veya müşâkeleyle karıştırılan diğer bir terim ise mukâbeledir. “Lafza misliyle mukâbelede bulunmak”31 şeklinde tarif edilir. Alevî belâğatla ilgili eserinde, İbn Kayyım gibi, müşâkeleye yer vermemiş, ancak İbn Kayyım’ın izdivâc başlığı altında ele aldığı Kur’an’daki müşâkele örneklerini32 o, yinebedî’ sanatlarından olan “mukâbele” başlığı altında ele almıştır.33 Ancak, mukâbelenin de izdivâc gibi, müşâkeleden daha kapsamlı olduğu söylenebilir. Çünkü, mukâbeleye örnek olarak zikredilen “İyiliğin (ihsân) karşılığı ancak iyiliktir” (Rahman, 60) gibi örneklerde, her iki iyilik de yerindedir. İkinci iyiliğin birinciden dolayı söylenmiş olma zarureti yoktur. Ancak “kötülüğün karşılığı kötülüktür” (Şûrâ,40) örneğinde ise, ikinci kötülüğün birinciden dolayı söylendiği açık olup, birinci olmasa mana yanlış olacaktır.
Râzî’nin âyetlerdeki bu tür ifadeler için, bazen müşâkele tabirini kullanması,bazen de bu durumun karşı tarafa yönelik mukâbele olduğunu söylemesi,34müşâkeleyle mukâbele tabirlerini müterâdif olarak kullandığı şeklinde yorumlanabilir.Beydâvî’nin Bakara Suresi, 15. âyeti açıklarken zikrettiği, “lafza lafızlamukabele etmek”, Keza Hâzin’in “çünkü onun (önceki istihza lafzının) mukabilindedir”ifadelerindeki “mukâbele” kelimeleri35 de böyle olup mukâbeleyi müşâkele yerindekullandıkları anlaşılmaktadır. Nitekim bazı müfessirler bu nevi âyetlerin izahısadedinde açıkça müşâkele ifadesi kullanmışlardır.36Mezkûr eserlerin bir kısmında müşâkele ifadesine değinilmemesi, birkısmında ise müşâkele yerine izdivâc, mukâbele gibi terimlerin kullanılması bu ıstılahın herkes tarafından bilinen ve kullanılan bir terim olmadığı veya belâğatliteratürüne daha sonraları girdiği intibaını vermektedir.

...
Sonuç
Kur’ân-ı Kerîm’de bazı âyetlerde Allah’a nisbet edilen mekr, keyd, istihza,suhriyye, nisyân ifadeleri zihinlerde bazı soruların oluşmasına sebep olmaktadır.Ancak, ilgili âyetler ayrıntılı bir şekilde ele alınıp incelendiği takdirde bu ifadelerin mecâzî manada, inkârcıların söz ve fiillerine bir mukâbele olarak ve daha çok müşâkele yoluyla zikredildiği görülecektir. Keza, hile ve tuzak manalarını çağrıştıran mekr ve keyd ifadelerinde olduğu gibi, bazı kelimeler anlam daralmasından dolayı günümüzde yanlış çağrışımlara neden olabilmektedir. Ayrıca, salât kavramı müminlere nisbet edildiğinde, dua ve ibadet; meleklere nisbet edildiğinde istiğfar; Allah’a nisbet edildiğinde ise rahmet ve mağfiret manası kazandığı gibi70, bir takım kelimelerin, nisbet edildikleri varlıklara ve farklı mevkilerdeki şahıslara göre farklı manalar kazandığı da bir gerçektir.
Bir sözün anlamını kavramada, sözden kastedilen mananın ne olduğunu doğru bir şekilde öğrenmede, o sözü “kim söylemiş, kime söylemiş, ne için söylemiş, nasıl bir ortamda söylemiş?” gibi soruların cevaplandırılması çok önemlidir. Aynı ifade, farklı ortam ve makamlarda bulunan insanlar tarafından farklı manalar için kullanılmış olabilir. Bir âmirin emrinde çalışan kimseye “aferin!” demesiyle, bir çocuğun aynı şahsa “aferin!” demesi arasında çok fark vardır. Keza, bu ifade bir başarıdan dolayı söylenmişse, takdir, başarısızlıktan dolayı söylenmişse tekdir ve alay ifade eder… Dolayısıyla bu tür kelimelerin Allah’a nisbet edilmeleri durumunda Yüce Yaratıcı’nın sıfatlarına yaraşır bir mana kazandıkları, mecazî manada kullanılmış veya müşâkele tarikiyle ifade edilmiş olabilecekleri gözden uzak tutulmamalıdır.

____________________

 Bu nevi âyetlerdeki edebî sanatlar için bkz. Mahmûd Safî, el-Cedvel fî İ’rabi’l-Kur’ân ve Sarfihi ve
Beyanihi, Daru’r-Raşîd, Beyrut, 1991.
2 Muhammed Ali es-Sabunî, Safvetu’t-Tefasir, Mektebetu Cidde, tsz., I, 39
3 Celâluddin Ebû Abdillah Muhammed el-Kazvinî, el-Îzâh fî Ulûmi’l-Belâğa, Dâru İhyai’l-Ulûm, Beyrut,
1998, I, 327; Bilgegil bu tarifin “Bir şeyi gayr’ın lafzıyla zikretmeğe derler. Gerek takdîren gerek
tahkiken gayrin sohbetinde olsun” şeklinde ifade edilmiş şeklini Süleyman Paşa’ya nispet etse de
(bkz. M. Kaya Bilgegil, Edebiyat Bilgi ve Teorileri (Belâgât), Enderun Kitabevi, İstanbul, 1989 s. 201)
bu tarifin Kazvinî’den tercüme edildiği anlaşılmaktadır.
4 Muhammed Saîd İsbir-Bilâl Cüneydî, eş-Şâmil fî Ulimi’l-Luğati’l-Arabiyyeti ve Mustalahâtihâ, Dâru’lAvde,
Beyrût, 1985, s. 850 (özetle).
...
14 Kurtubî, I, 145; Hamevî, II, 252. Kurtubî müşâkele ifadesini kullanmamışsa da müşâkele manasında
yorumlanabilecek ifadeler kullanmıştır.
15 bkz. Fahruddin Muhammed b. Ömer er-Razî, et-Tefsîru'l-Kebîr, Dâru'l-Kütübi'l-İlmiyye, Beyrut, 1990,
IV, 79; Kazvinî, I, 327; Hamevî, II, 252; Sâbûnî, II, 148; İsbir-Cüneydî, s. 850; Müsaid b. Süleyman b.
Nâsır et-Tayyâr, et-Tefsîru’l-Luğaviyyu li’l-Kur’âni’l-Kerîm, Dâru İbni’l-Cevzî, s. 296.
16 Hamevî, II, 252
17 Kazvinî, I, 327; Hamevî, II, 252; Hâşimî, s. 375; İsbir-Cüneydî, s. 850
18 Kazvinî’nin tarifinde işâret edildiği gibi.
19 bkz. Maverdî,, I, 195
20 Tîbî, s. 468; İsbir-Cüneydî, s. 851. Tîbî, Bakara, 26. âyette de benzer durum olduğunu söyler (a.y).
21 bkz. İbn Kuteybe, Te’vîlu Müşkili’l-Kur’ân, neşr., Seyyid Ahmed Sakr, el-Mektebetu’l-İlmiyye, Beyrut,
1981s. 275; el-Kurtayn, Daru’l-Ma’rife, Lübnan, tsz I, 15.
22 bkz. Ebû Ca'fer Muhammed b. Cerîr et-Taberî,. Câmiu'l-Beyân fî Te'vîli'l-Kur'ân, I-XII, Beyrut, 1992,
I, 166. keza bkz, a.e, II, 201
23 bkz., Mâverdî, I, 77; Carullâh Mahmûd ez-Zemahşerî, el-Keşşâf an Hakâiki't-Tenzîl ve Uyûni'l-Ekâvîl,
Beyrut, tsz., I, 187, 343, 573 ; III, 473 ; İbnu’l-Cevzî, I, 25-26; Kurtubî, I, 145 ; Ebû Saîd Abdullah b.
Ömer el-Beydavî,. Envâru't-Tenzîl ve Esrâru't-Te'vîl, I-VI, Beyrut, tsz., I, 62; Alauddin Ali b.
Muhammed b. İbrahim el-Bağdadî, el-Hazin, Lübabü't-Te'vîl fîMeâni't-Tenzîl, Beyrut, tsz., I, 62;
Ebu'l-Berekat Abdullah b. Ahmed en-Nesefî, Medâriku't-Tenzîl ve Hakâiku't-Te'vîl (Tefsiru'n-Nesefi),
Daru'l-Fikr, tsz., I, 62 (Bu üç eser Mecmuatun mine't-Tefasir içindedir).
24 bkz. Es-Seyyid eş-Şerif Ali b. Muhammed Cürcânî, Hâşiye, Dâru’l-Ma’rife, Beyrut, tsz., I, 187 (elKeşşâf
içinde)
25 İbn Manzûr da –bu âyet ve mekrin Allah’a nisbet edildiği diğer âyetlere değinirken- müfessirlerden
yaptığı nakillerde bu ifadeye (izdivâcu’l-kelâm) yer verir. Bkz, Lisânu’l-Arab, V, 183; VIII, 63
26 İbn Kayyımi’l-Cevziyye, el-Fevâidu’l-Müşavvik ilâ Ulûmi’l-Kur’ân ve İlmi’l-Beyân, Dâru’l-Kütübi’l-
İlmiyye, Beyrut, 1982, s. 343. İzdivâc, “şart ve cezâ cümlelerinde iki manayı eşleştirmektir” şeklinde
de tarif edilmiştir (bkz., Tîbî, s. 469; Taşköprüzâde, s. 273; Akkâvî, s. 647; Eren-Özcan, s. 134).
İzdivâc yerine,müzâvece ve tezâvüc kelimeleri de kullanılmaktadır.
27 es-Seyyid eş-Şerîf elCürcânî, et-Ta’rifât, Matbaa ve Kütübhâne-i Es’ad, İstanbul, tsz., s. 142.
28 İbn Kayyım, s. 343.
29 bkz. Akkâvî, s. 648; Eren-Özcan, s. 134.
30 İbn Kayyım, a.y.
31 Alevî, s. 565. Mukâbele, “İki veya daha çok muvafık şeyle bunların zıtlarını bir cümlede toplamaktır”
şeklinde de tarif edilmiştir. Leyl sûresi, 5-10. âyetlerde birbirleriyle muvafık olan a’tâ, ittekâ, saddekâ,
yusrâ ifadelerinden sonra, zıtları olan, bahile, istağnâ, kezzebe, usrâ ifadelerinin geçmesi gibi (Tîbî,
a.g.e., s. 466; Taşköprüzâde, s. 272).Görüldüğü gibi bu mukâbele tarifi daha çok mutâbaka veya
tıbâk da denilen tezât sanatını çağrıştırmaktadır.
32 “Kötülüğün karşılığı kötülüktür” (Şûrâ, 40), “Onlar mekretti, Allah da mekretti…” (Âl-i İmrân, 54)
âyetleri gibi.
33 Alevî, s. 565.
34 bkz; Razî, IV, 78; XIIV, 179
35 bkz. a.g.e., a.y
36 bkz. Alûsî, I, 158; Sabûnî, I, 39



http://e-dergi.atauni.edu.tr/atauniilah/article/viewFile/1020002965/1020002861

Konkatenasyon



Edebî Sanatlar 

Harf ve Yazıya Bağlı Hünerler
Konkatenasyon (Concaténation-dize eklemlenmesi)

Bir sözcüksel tekrar yanacı olan konkatenasyonda esas olan dizenin son sözcüğünün sonraki dizenin başında kullanılmasıdır. (……………..xx, xx……………) şeklinde belirtilebilir.

“dolardı içim… eylül!
eylül! Kırılgan mevsim!”
(…)
“dolardı içim… eylül!
eylül! Unuttum sizi”                                 (eylül,179)

“aynalar las meninas, örtün onları, örtün!
  örtün ki görünmesin ayna içinde ayna…”   (las meninas için sonnet, 251)

“işte benden herkese,
  herkese bir sonbahar…”                      (akşam ve veda, 349)



Abdulhalim Aydın, Hilmi Yavuz’un Şiirlerinde Söz Sanatları, Sözcük Oyunları ve Şiirsel Figürler (Yanaçlar)




Bisemi

Edebî Sanatlar 
Anlama Dayalı Söz Sanatı
Bisemi (Bisémie, Çift anlamlılık)

Kullanıldığı kontekste göre farklı iki anlama gelebilen bir sözcüğün kullanılması durumudur.
“söylen’di gittiler, hangi seferinden”            (akşamlar ve Zaman, 204)
“söylen”i ayrı aldığımız zaman efsane anlamında, “söylen’di”yi bir bütün olarak aldığımızda da “söylenmek” fiili anlamında anlaşılabilir.

“niye kuşattın kuşlarla? daha beter- i mi var!” orpheus’a şiirler, 229)

İşitsel niteliği ön plana çıkarıldığında “beteri mi var”, görsellikle değerlendirdiğimizde ise “beter imi var” biçiminde okunabilir. Şairin “beter- i mi var!” gibi “i”yi kesmeyle ayırıp sonraki dizeye aktarması ve yine bu sesi ne önceki ne de sonraki sözcüğe bağlamayıp yalnızlaştırması çoklu anlamı beraberinde getirecek bir okuma yaklaşımını okura salık veriyor. Bu sözcükler aynı zamanda homonymie’ye de örnektir.

“hurufi sonnet” şiiri kelime oyununları bakımndan zengin bir görünüm arz eder.

“at üstünden ‘eğer’i, atla kayıtsız koşulsuz
 dörtnala o serseri aynaya… bu hurufî hecede”        (hurufi sonnet, 246)

Bir anlamıyla üstündeki tereddütleri at, diğer anlamıyla atın üstündeki “eyer”i at, çıkar anlamında okunabilir. “atla”, yani ata binerek dörtnala git gibi okunabileceği gibi, önceki cümleyle ilişkili okunduğunda da tereddütlerinden arınmış halde dörtnala, hızlıca git veya ata eyersiz bin öylece git anlamlarında da okuma eylemi gerçekleştirilebilir.

“sular kayboldu büyüde, büyü tüldü tül
  siyah, kendini gösteriyor, kapanır”              (siyah sonnet, 250)

Bir açıdan “büyü tüldü tül siyah” sözcükleri “büyütüldü tül” gibi okunabildiği gibi, bir başka açıdan da “büyü tül (idi) tül ise siyah” gibi okuma olanağımız vardır.

“âh, dil’den ürker olduk; kimse dil’in bir düğün
  olduğunu bilmiyor; bir kenara atılsın
  diye bekliyor şiir… yılışık ve savurgan”       (bulutlanma sonnet’si, 252)

Dil üzerine yoğunlaşan bu anlatımda dil, lisan ve gönül anlamlarını çağrıştırır. Yılışıklık ve savurganlık her iki anlamı da kapsama niteliğine sahiptir. Yılışık ve savurgan bir lisan ile aynı niteliklere sahip bir gönül imajı bunların insan üzerindeki ortak olumsuz işlevselliklerine işaret ediyor. Parçanın son dizesi olan,
“dil bitti!.. söz susuyor!.. bende bulutlanmalar…”da duyulan mesaj şairin dil-gönül bütünlüğüne gönderme yaptığını gösterir. Dilin bitmesi, gönlün tükenmesi beraberinde sözün de sonunu getirir.

“alan da o’ydu, satan da… şeytanca alışveriş!
bir leşi bir leş tirirken yırtık, yarım;
satan o giysileri benden önce giymiş…”  (çökmüş bir kent için sonnet, 257)

Farklı okuma yaklaşımlarıyla çoklu anlamlandırmaya açık bu dizeler, “bir leşi leştirmek (leş haline getirmek)”; yırtık, parçalanmış “bir leşi birleştirmek”; “birleşi birleştirmek” (birliği sağlamak) gibi zengin çağrışımları verebilir. Aynı şekilde, son dizedeki “satan” sözcüğü de “giysileri satan kişi” ile Fransızcadaki “şeytan” anlamlarının ikisini de kapsar niteliktedir. Böylelikle bu dize, “giysileri satan benden önce giymiş” ile “şeytan o giysileri benden önce giymiş” gibi ikili bir okuma süreciyle karşılaşırız.

“çöl leşti, yırtıcı kuşlar”                     (yüzümdeki çöl, 302)

Dizede “çöl leş idi” ile “çölleşmek” fiili gibi ikili anlam durumu görülüyor.
Aşağıdaki “kurdun” sözcüğü hem “kurt” hem de “kurmak” fiilini imler.

“sen bir kurdun yalnızlığı
  gibi kurdun yalnızlığı…”                 (harfler ve melâl, 422)

“âh,fuzulî şu harflerden
  bir kurtarsam, dedim, dil’imi”                     (harfler ve hilmi, 427)

Dizelerinde geçen “dil’imi” formu “dilimi” ve “dil imi” (işareti) anlamlarını çağrıştırdığı gibi, şiirin düzlemi de her iki anlamı kapsayıcı niteliktedir.
“bir aynayız, dıştan hep-
                                         imiz
                       karanlıkta”                  (tâ, sîn, mîm (dört), 436)
dizelerinde geçen “hep-imiz” “hepimiz” veya “hep imiz” (işaret) anlamlarına gelebilir.

Abdulhalim Aydın, Hilmi Yavuz’un Şiirlerinde Söz Sanatları, Sözcük Oyunları ve Şiirsel Figürler (Yanaçlar)




Anafoni



Edebî Sanatlar 


Anafoni (Anaphonie)
Harf ve Yazıya Bağlı Hünerler

Bir sözcük veya ifadedeki fonemlerin bir kısmının bir başka sözcüğe kaydırılmasına denir.
“kapılar arkamızdan kapanmadılar…”          (annem ve akşam, 324)
Dizede, “kapanmadılar”ın “anmadı” fonemlerinin çıkarılıp geri kalanı yeni sözcükte kullanılmış.
“ikimizin bir olması? bir mührü
  bir mühürle mühürlemek gibidir…”   (akşam ve mühür, 337)
“imdi resimdeki adresim şimdi”                    (harfler ve lay lay lom, 423)
“biz burada ayla’yla lay lay lom”                  (harfler ve lay lay lom, 423)

“kendine batan dikendi”                   (harfler ve kendi, 425)



Abdulhalim Aydın, Hilmi Yavuz’un Şiirlerinde Söz Sanatları, Sözcük Oyunları ve Şiirsel Figürler (Yanaçlar)

Delâlet

Edebî Sanatlar 


Delâlet

Delâlet, herhangi bir söz, durum ve hareketin belli bir anlam ve hükümle bağlantısını ifade eden bir kavramdır. Bir şeyin anlaşılmasının başka bir şeyin daha anlaşılmasını gerektirmesi durumudur. Şu halde iki unsur söz konusudur:
Bu iki unsurdan ilkine dâll (=delâlet eden, gösteren, işaret eden)
İkincisine de medlûl (=delâlet edilen, gösterilen, işaret edilen) denir.

Delâletin türleri:

Lafzî delâlet

a)      Aklî delâlet (=akla dayalı delâlet):
Gösteren ile gösterilen arasındaki ilişkiden dolayı doğrudan bilgiye ulaşılan söz dizimleridir. İnsan seslerinden söz ettiğimizde insan varlığı sonucuna ulaşabilmemiz buna örnek olabilir.
b)     Tabî’î delâlet (=doğal delâlet):
Gösteren gösterilen arasındaki psiklojik ve fizyolojik ilişki aracılığıyla bilgiye ulaşılması durumudur: “Off!” nidasının sıkıntı halini belirtmesi buna örnek olabilir.
c)      Vaz’î delâlet (=uzlaşıya dayalı delâlet):
Gösteren ile gösterilen arasındaki anlam ilişkisinin gelenekler çerçevesinde yerel çerçevede, bilgiye dönüşmesi durumunu tanımlar. “Özel kalem” dendiğinde yazı gereci olan kalemin değil de özel sekreter manasındaki görevlinin anlaşılması buna örnek olabilir.

Kaligram

Edebî Sanatlar 

Harf ve Yazıya Bağlı Hünerler
Kaligram (Calligramme)

Appolinaire’in 1918’de calligraphie (hüsnühat) ve idéogramme (kavramyazı) sözcüklerini kısaltarak birleştirmesinden meydana getirdiği bir şiir türüdür. Burada esas olan şiirin biçimselliğinden, görselliğinden bir resmin ortaya çıkarılmasıdır. Şiirin içeriğiyle görselliği çoğu kez uyumlu niteliklidir. H. Yavuz’un “ünlem” şiirinde bunun bir örneğini görüyoruz. Resim şiir/somut şiirin de başarılı bir örneğini vermesi açısından üzerinde durulmayı hak eden bir parçadır.
“şimdi bir çığ koptu
                     k
                          o
                       P
                          a
                             c
                                  a
                                     k
Metnin içeriğinin verdiği psikolojik “kopuş” dışında resimsel öğeler de bu “çığ düşmesini” görselleştiriyor. “k”, “o” ile “Pacak” arasındaki düzenleme görselliğe vurgu yapar. Ayrıca kopan şeyin çığ olduğu düşünüldüğünde ilk kopan parçayı “k”, biraz sonra yuvarlanarak kartopuna dönüşmeye başlayan parçanın “o” ile ve daha sonra da gittikçe büyüyen ve hızlanan kütlenin “Pacak” ile gösterilmesi ilginçtir. Burada “p,c[ç],k” sert ünsüzleriyle “a” asonansı arasındaki ilişki çığ kütlesinin büyüklüğüyle (“p,c[ç],k” sertleşmesi) düşüş hızını (“a”nın akışkanlığı) anlatması bakımından ilginçtir. Yine, “Pacak” seslerinin yarı dik konumlandırılması ve “P”nin büyük harfle yazılması, her zaman küçük olan ilk kopan parçanın (küçük “k” ile gösterildiğine dikkat edelim) “k”nın “o” kartopuna dönüşmesi arasındaki kısa duraksamadan sonra ikinci ama asıl büyük düşüşü ve “P”den sonra “a c a k” seslerinin yarı düşey olarak verilmesi gittikçe artan bir hızı simgelemesi bakımından da başarılı bir kaligram örneğidir.

Mülemma (Makaronik)

Edebî Sanatlar 

Anlama Dayalı Söz Sanatı
Mülemma:
Alaca renkli, renk renk.
Dizelerinden her biri başka dille yazılmış şiir.
Bulaşmış, sıvanmış.
Bk. bulaşık koşuk (Birden artık dil kullanılarak yazılan koşuk şekli)
http://www.nedirnedemek.com/m%C3%BClemma-nedir-m%C3%BClemma-ne-demek
*
Makaronik

Makaronik, iki ya da daha fazla dilin karıştırılmasıyla yazılmış mısra veya bölümlerden oluşan şiir türü. Türkçe de Mülemma olarak bilinir.
Antik dönemde Yunanca ve Latincenin karıştırılmasıyla elde edilmiş makaronik örnekler yerini, Latincenin Orta Çağ Avrupasında hala etkin bir dil olması nedeniyle, Shakespeare'in Julius Caesar adlı oyununda kullandığı "Et tu, Brute? Then fall, Caesar." şeklinde olduğu gibi Latince-İngilizce vb. örneklere bırakmıştır.

Divan edebiyatında ise,

ey sanemi, dost sanemi, gürîzpâyem
ey geleyim, dost geleyim, didi, neyâmed.
ey mehi, a dost, meh-i âfitâb-ı ûyem
ey geleyim, dost geleyim, didi, neyâmed.

şeklinde Farsça, Arapça ve Türkçenin karıştırılmasıyla elde edilmiş makaronik (Mülemmna) şiirler mevcuttur.

Paylaşmak güzeldir.