30 Eylül 2022 Cuma

“Baktun ki Çok Uzun Okumayacaksun.”

 

Sabahattin Gencal
Çekmeköy-İstanbul, 29. 09. 2022
Konusuz eser olmaz

29 Eylül 2022, Perşembe, 17.17 Çekmeköy’ün Mimar Sinan Mahallesi’ndeki Karabıçak Pastanesi’ndeyim.

Biraz önce böreğimi yedim, çayımı içtim.

Şimdi de yazma vakti.

Okuma da yazma da benim için doğal ihtiyaç. Baklava ve börek lezzetinde yazamazsak bile yazmalıyız.

Birkaç gün önce Prof. Dr. Niyazi Kahveci’nin 3 veya 4 sene önce yayınlanan bir videosunu izledim. Birkaç cümle aklımda kaldı. Aklıma takıldı desem daha doğru demiş olurum. Mealen; “ Biz bir insanın 3 adım attığını görsek, 3 cümle söylediğini duysak onun ne kalibrede olduğunu anlar ve hakkında 500 sayfa yazabiliriz.

Allah Allah! Ben 50 seneden beri insanı tanıyamadım. Daha doğrusu 50 sene önce Kendimizi Görme Denemesi adlı bir kitap yazmaya başladım; ama hayal kırıklığına uğradım.

Anlayacağınız, ilkin Kahveci’yi biraz kınar gibi oldum. Sonra düşündüm; Adam insanı tanımaktan söz etmiyor ki; onun hakkında 500 sayfalık yazı yazmaktan söz ediyor. İnsan öyle bir şeydir ki değil 500 sayfalık 500 katrilyon sayfalık yazı yazılsa yine de tam olarak tanınamaz.

“Eğer yeryüzündeki ağaçlar kalem, deniz de mürekkep olsa, arkasından yedi deniz daha ona katılsa, Allah’ın sözleri (yazmakla) yine de tükenmez. Şüphesiz Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.” 31/Lokman Suresi 27. Ayet Diyanet İşleri Meali (Yeni)

Lokman Suresi 27. Ayet aklıma geldi. Sonra , “... Ona tam şeklini verip ruhumdan da üflediğim vakit...”1 Aklıma geldi. Tövbe esteğfurullah.  Biz bu ayeti onurlandırmak olarak anlayıp geçelim. Yoksa kafamız çatlayabilir...

Yine anlayamadınız, değil mi?

Peki, genbilimi ile uğraşanlara sormalı. İnsandaki 1 DNA’nın özelliği kaç sayfa ile yazılabilir2? Ve insanda ne kadar gen var3?

 

Çok mu derine daldık?

Yüzeye çıkalım. Geçmişe gidelim. Benim doğduğum yörelere yani Trabzon’un Dernekpazarı’na.

Akköse Köyü İlkokulu’ndaki sıra arkadaşımla birlikte Cumartesi günleri kurulan Dernekpazarı’na (O günkü adıyla Kondu Pazarına) indik. Dördüncü veya beşinci sınıftayız. Yıl 1954 veya 1955. Arkadaşımla çarşının en sonunda Çaykara’ya gidilen istikamette yolun kenarındaki kütüklerin üstüne oturduk. Gelen ve gidenlere bakıyoruz. Arkadaşım oldukça zeki ve ayni zamanda mukallit ve de mizah kültürü olan biri. Geçen insanların özelliklerini sayıp döküyor. Okuyor mu? Uyduruyor mu? Her insanın beden dili var mı, var. Ayrıca tipoloji var mı, var. O yaştaki çocuk nereden bilecek bunları? Kahveci’nin deyişiyle söyleyelim: Arkadaşım ihtimal uydurmasyon ve atmasyon mu yapıyordu? Yoksa adam olacak çocuk konuşmasından belli mi olur, dememiz mi gerek. (Arkadaşım İslâm Enstitüsünü bitirdikten sonra Haseki’de ihtisas yaptı. Avrupa’da da hocalık yaptı. Yayınlamış eserleri de var.) Demek ki...

*

Karabıçak Pastanesi’nin iki yönü de camekânlı. Dört yol ağzında üstelik. Yani gözlem yapmaya bire bir. Gözlem yapmak için oturdum. Yazımıza buradan başlamamız gerekirken acayip bir girizgâhla baş ağrıtmış oldum. Ressamlar olsa şöyle eleştirirlerdi: Asıl konuyu ezdin, yok ettin. Konusuz eserler eser değildir.

Yine de devam etmek istiyorum. Baksanıza kocaman kocaman lâflar ediyorum: “Konusuz eserler eser değildir.”

Peki, konumuz ne olsun?

Yaya geçenler, araçla geçenler. Aşağı inenler, yukarı çıkanlar: sağa gidenler, sola gidenler. Yediden yetmişe çocuklar, nineler, dedeler... Hangi birini anlatayım?

Geçenlerde, nerede okuduğumu hatırlayamadığım bir yazı okumuştum. Filozof ve eşekten söz eden bir yazı.

Eşeğin sağında ve solunda aynı kalitede, aynı miktarda yem var. Eşek, onu mu yesem, şunu mu yesem derken, hiç birini seçemez ve aç kalırmış...

Kendimi eşeğe benzetmiş mi oldum. Tövbe tövbe. Bir başkası benzetse kıyamet kopardı. Ama bazen ben kendimi çok acımasızca eleştiriyorum. Böyle de olmaz ki...

*

Şimdi 18. 22 ortalık biraz tenhalaştı. Neydi bundan önceki kalabalık. Mesai bitimi olsa gerek.

Kapıdan içeri bir yaşlı girdi. Sağa sola yalpalayarak yaklaştı. Hoş geldin abla, diye karşılandı. 3 tane ekmek verir misiniz, dedi. 60 yaşlarında görülen bu ablanın kalibresini/çapını4 çıkaramayız tabii. Ama yöreyi az da olsa tanıdığım için 500 sayfalık olmasa bile birkaç sayfalık, uydurmasyon, atmasyon yapabilirim.

Bu semt 1980’lerden sonra göç almaya başladı. 2000’lerden sonra dolmaya başladı. Şimdi de “Doldi da taşamayi)

Semt sakinlerinin çoğu Sıvaslı ve Ordulu. Diğer bütün yörelerden de gelenler var.

Bu ablalar muhtemelen 29 sene kadar önce Ordu’dan gelmişlerdir. Sesi bana, “Ben Orduluyum.” diyor. (Ben Ordu’nun Perşembe Ortaokulu’nda üç yıl öğretmenlik yaptım da...)

3 ekmek aldığına göre evde kaç kişi olabilirler acaba?

Biraz da siz okuyucu atmasyon, tutmasyon yapsın.

Şimdi neden söz edelim? Ekmekten. Evet, herkes ekmek derdinde. Oktay Akbal ne demişti? “Önce Ekmekler Bozuldu.5” Biz de diyoruz ki; Önce ekmekler fiyatlandı. Allah (cc) kimseyi ekmeksiz bırakmasın.

*

Pastanenin bir ucunda (sigara içilebilen yerde) 35’inde gösteren, saçları biraz dökülmüş bir adam sigarasını öyle bir çekiyor ki... Kollarını da öyle açmış ki, sigara tutan eli dışarıya sarkıtılmış, sağ kolu da öbür koltukta. Avrupa görmüşler ne derlerdi? Türkler hemen tanınıyor; çünkü bir koltuğa sığmıyorlar.” Bu genç de pastaneye sığmıyor. Bakışları karşı duvarı köşeyi delecek gibi. Kaşlar öylesine düşkün.

Şimdi ben ona, “Senin içtiğin sigarayla üç ekmek alınır.” diyemem. O dertleriyle boğuşurken...

“Herkesun bi derdi var

Durur içerisinde

Durur içerisinde oy6

Saat: 18. 44

Oğlum Ahmet, okul dönüşü beni pastanede görünce yanıma geldi. Tabii durum değişti. Fotoğrafımı çektikten sonra pusulaları topladım. Her zamanki gibi baba oğul günümüzü nasıl geçirdiğimizi, nasıl değerlendirdiğimizi anlatmaya başladık. Çaylar geldi. Simitler ve boğacalar geldi. Ben yine yedim. Akşam ezanıyla birlikte eve doğru yollandık.

Yarım kalan yazımı sözde evde tamamlayacaktım. Ama baktım ki olmuyor. Bir laz atasözü: “Paktun ki olmayi bakmayacaksun.”

Okuyucu adına da bir satır ekleyelim: “Baktun ki çok uzun okumayacaksun.”

Sabahattin Gencal

Çekmeköy-İstanbul, 30. 09. 2022

 

___________________________

1.  Sâd, 38/71-72.

2. DNA’da kayıtlı bulunan bilginin miktarı olağanüstüdür. Öyle ki, gözle görülmeyen tek bir DNA molekülünde, tam bir milyon ansiklopedi sayfasını dolduracak miktarda bilgi bulunur. Dikkat edin; tam 1.000.000 ansiklopedi sayfası… Diğer bir deyişle, her bir hücrenin çekirdeğinde, insan vücudunun işlevlerini kontrol etmeye yarayan, bir milyon sayfalık bilgi kodlanmıştır. Bu miktarı şöyle bir örnekle zihnimizde daha iyi canlandırabiliriz: Dünyanın en büyük ansiklopedilerinden birisi olan 23 ciltlik “Encyclopedia Britannica”nın bile toplam 25 bin sayfası vardır. Bu durumda, karşımıza olağanüstü bir tablo çıkar. https://www.dusuneninsanlaricin.com/dna-hakkinda-bilmeniz-gereken-10-sey/

3. https://medium.com/@bezelyedergi/kac%CC%A7-tane-genimiz-var-80860ff5f104

4. Kalibre kelimesi değişik biçimlerde ele alınması üzerinden Türkçede ifade edilir.

 - Mermilerde, ateşli silahlarda çap

 - Kişinin çapı

https://www.hurriyet.com.tr/egitim/kalibre-ne-demek-ne-anlama-gelir-kalibre-etmek-kelimesinin-tdk-sozluk-anlami-42047602

5. https://www.kitapyurdu.com/kitap/once-ekmekler-bozuldu/119214.html

6. https://www.google.com.tr/search?q=herkesin+bir+derdi+var+durur+i%C3%A7erisinde+s%

 

 

 

 

 

 

 

 

Paylaşmak güzeldir.