Sütü kalburda süzene bilgisiz deriz. Peki, sözü, menfaati için süzene |
Dikkat! Dikkat!
Lütfen,
yazacaklarımızı dikkatlice okuyunuz.
Bilerek
veya bilmeyerek beyninize zehirli tohum atabiliriz.
Bakın,
zehir demiyorum; zehirli tohum, diyorum. “Böylesini de ilk defa duydum.” mu
diyorsunuz? Ben de ben de. Tohum beynimizde uyur bir müddet. Uykusunu aldıktan
ve cahilliğimizden beslendikten sonra bambu gibi boy atar. (Bambu ağacı, 5 yılda filizlenip, filizlenme
sonucunda ise 6 hafta içinde 30 metre boya ulaşır.) İşte onun için dikkat edin
ve tüm tedbirlerinizi alın, diyorum.
Konuya giriyorum.
Bütün tedbirleri aldınız mı?
Maalesef alamadınız. Bilinçaltınıza bir koruma koymazsanız işte böyle olur: Bilinçaltınıza girmiş bulunuyorum. Artık sizlere geçmiş olsun. Yazdıklarımı bilinçaltından atamazsınız. Çabanız boşuna. Çabaladıkça yerleşirim, yayılırım. Daha çok filizlenme ortamı bulurum...
Bilinçaltına nüfuz eden onlarca teknik var.
Bunlardan Subliminal Telkini duymuşsunuzdur. 25. Kare ile karşılaşmışsınızdır.
Algı operasyonları lâfını duymayanınız yok... (Subliminal Telkin Nedir? Bu
yöntem bilinçüstünü devredışı bırakarak direk bilinçaltına mesaj gönderme
yöntemidir. Subliminal (... )’in arka planına çeşitli tekniklerle gizlenmiş
olumlama cümleleri vardır. Bu olumlama cümleleri bilinçaltı için özel olarak hazırlanır.)
Nokta nokta konmuş yere müzik yazın, yazı yazın, miting yazın, açık oturum yazın. Yaz yaz bitmez.
Dikkat! Bazı okuyucular şöyle düşünmüş
olabilir: Bizde bilinçüstü zaten, bin yıldır devre dışı. Bize algı operasyonu
yapmak için onca okumaya gerek yok. Kimi okuyucular da; doğru vallaha. Cahil cühelalar
ne derse başımızı eğerek dinliyoruz. Vardır bir hikmeti deyip geçiyoruz; statükoyu
korumaya devam ediyoruz. Bambular 6 haftada 30 metreyi bulurmuş; peki, şu an
kaç metre acaba? Kesilen bambuların uçlarını sivriletirler mi?
Bazı okuyucular, böyle düşünebilir, bazıları
şöyle düşünebilir dedik. Ya siz ne düşünüyorsunuz bu beynimizin kiraya verilmiş
gibi başkaları tarafından ekilmesi konusunda?
Siz düşünedururken ben fikrimi söyleyeyim mi?
Yalnız, vites değiştirmeniz, yani bilinçüstü vitese geçmeniz gerekir beni
anlamak için. Vites değiştireceğim diye şanzımanı kırmayasınız. Sonra kafanız
atıp bana da kızmayasınız. Ne diyor, bu adam doğru düzgün yazsan ya, diyenler
de olacak tabii. Öteki dünyaya veya Silivri’ye gitmeye niyetim yok. Anlamayan
başka baharda anlar inşallah.
Efendim, böylesine yazmamın sebebi? Haddim olmayarak,
yaşlı bir öğretmen olmam dolayısıyla ve de son nefesimize kadar katkı sağlamaya
niyetli bir olarak bir öğüt vermektir:
Okuduğunuz her neyse düşünmeden beyninize buyur
etmeyiniz. Sorgulayınız, sorgulayınız. Hocanız da yazsa sorgulayınız, babanız da
söylese sorgulayınız. Hatta?.. Hocaların hocası bir âlimin yazısında okumuştum;
aklımda yanlış kalmadıysa şöyle diyordu. Mealen, “Kur’an-ı Kerim meallerindeki
bazı ayetler aslına tamamen uygun olarak tercüme edilmeyebilir. Onun için de
sorgulayınız.”
Sorgulama en önemli bir
değerdir. Aynı zamanda unutturulan, hatırlanması, uygulanması istenmeyen bir
değerdir. Bu değere artık önem vermeli ve eleştiri kültürünü geliştirmeliyiz.
Bu arada özeleştiri de yapmayı unutmamalıyız. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) her
an nefis muhasebesi yapmamızı istemiyor mu?
“Muhakkak ki kalbime bazı tortular konur ki, günde yüz defa tövbe
istiğfar ediyorum.” (bk. Müslim, Zikir, 41; Ebu Davud, Vitir, 26)
Hz. Peygamber (asm)'in bu manaya gelen
ifadesi, onun kulluktaki o mümtaz konumunu ve kılı kırk yaran sorumluluk
anlayışını da ortaya koymaktadır. (https://sorularlaislamiyet.com/peygamberimiz-nefis-muhasebesi-yapmis-midir)
Birçok yazıda belirttim. Konuştuğum
arkadaşlara, özellikle söyledim:
Bana anksiyete teşhisi konmuş. Sonra
unutkanlığım da arttı. Hatta çocuklarıma, “Söylediklerim yanlışsa yok sayın.” diyorum
her zaman. Babaya saygı ve sevgi sonsuzdur; ama her söylediklerini emir telakki
etmek olmaz. Tabii, diğer büyükler için
de aynı şeyi söyleyeceğiz:
Kaygı bozukluğu olan, çıkarı için
konuştuğu anlaşılan kişilerin konuşmalarını dinleyebiliriz; ama her sözünü
süzgeçten geçirmeliyiz.
Bizde süzgeç de yok. Eskiden süt
süzgecimiz vardı, çay süzgecimiz vardı, makarna süzgecimiz vardı. Mutfak
kevgirleri vardı, un elekleri vardı, kalbur vardı, kum elekleri vardı. Daha çok
daha çok elekler gördü bu gözler. Bugün köylerimizde hâlâ var. Onun için
köylülerimizin ferasetli olduğunu söyleyebiliriz. Ama yine maalesef diyeceğim
bu ortada, daha doğrusu bu siyasi ortamda elekler, süzgeçler delik deşik. Sözde
âlimler, eliyor, fetva veriyor; ama elekler, süzgeçler dediğimiz gibi delik
deşik.
Şaşarım, şaşarım şuna şaşarım; unu da kumu
da eleyen bu toplum sözleri/yazıları niye eleyemiyor? Yoksa, Oktay Akbal’ın “Önce
Ekmekler Bozuldu” adlı eserini hatırlayarak önce elekler mi bozuldu, diyorsunuz.
Evet, adalet eleği bozulmadı diyen var mı?
Rahmetli, bir başbakanımız “Bir defa
delmekle bir şey olmaz.” demedi mi? Ondan sonra gelen deldi, giden deldi...
Aklınıza başka bir şey gelmeden hemen sadede gelelim:
Bakın bu yazı bilinçaltınıza da
bilinçüstünüze de nüfuz etti. Etti değil mi? emir tekrarı gibi öğüt tekrarı
yapalım:
Hocamız da yazsa/söylese, babamız da yazsa/söylese
sorgulamadan altını üstünü, önünü arkasını düşünmeden, ince eleyip sık
dokumadan söylenenilenleri beynimize yerleştirmeyeceğiz. Bilinçaltızdan girecekler,
kalbinizden çıkacaklar; devletin bekası, dinin korunması vb. diyecekler bu
konularda her şeyi yiyecekler... Ancak bizler üç kuruşluk yem için, oltaya
takılmayacağız, daha doğrusu takılmamalıyız...
Anlaşıldı mı?
Anlaşıldı, tamam.
Güzel günler için çalışmalara devam
umuduyla...
Sabahattin Gencal,
Çekmeköy-İstanbul, 11. 09. 2022