Bir yerden ayrılıyorsunuz, seneler sonra o yere, unutulduğunuzu sanarak dönüyorsunuz. Bir de bakıyorsunuz ki unutulmamışsınız. Bu durumda ne hissedersiniz? Ben bu hisleri birkaç kez tattım. Son birkaçını anlatmaya çalışayım:
Üsküdar’da
bulunan bir özel okuldan ayrıldım ve İzmit’e gidip Avukatlık büromu açtım...
Eşim vefat edince İstanbul’a, evlatlarımın yanına dönmek zorunda kaldım. Bu
arada son olarak görev yaptığım okulu ziyaret etmek istedim. Yöneticilerin
müsait olup olmadıklarını anlamak için okula telefon ettim:
Santral
memuru;
-
“Buyur Sabahattin Hocam...”
-
Beni nasıl tanıtınız? Unutmadınız mı?
-
Sizi unutmak mümkün mü?
-
...
Aradan
18 uzun yıl geçtiği halde unutulmamak beni çok memnun etti. Böylesi duygular
sadece öğretmenlere has mı bilmiyorum.
Bu
anıyı niye yazdığımı tahmin edemezsiniz.
Ben
Üsküdar’ı çok seviyorum. Aslında bunu yazmam da gerekmezdi; çünkü Üsküdar’ı
sevmeyen yok sanırım. Pandemi öncesi Çekmeköy’de oturmama rağmen haftanın üç
günü Üsküdar’a inerdim. Salı ve Perşembe güzleri Yazarlık Atölyesine giderdim.
Bir gün de Nevmekân’a (kütüphaneye) Pandemiden sonra Üsküdar’a inmek şöyle
dursun kapıdan dışarı zor çıkar oldum.
Allah’a
şükürler olsun ki iyileştim. Yakın çevrede gezinebiliyorum. Acaba Sevgili Üsküdar’ı
da görmeye gidebilir miyim, diye düşündüm. Ne olur ne olmaz diye oğlum Ahmet’i refakatçı
aldım.
Bende,
65 yaşından büyüklere verdikleri kart var. Mesele şu: Birkaç senedir belediye
otobüsüne binmedim. Unutulmuş olmayayım.
Kartım hâlâ geçerli midir acaba?
Otobüse
bindim. Kartı okutunca sevindirici bir ses çıktı. Memnun oluyor insan. Demek ki, sağ olsun
belediye unutmadı bizi.
Bin
yaşasın Üsküdar da unutmadı bizi. Güzelliklerini açtı bana: Şimdiki
güzellikleri ve önceki güzellikleri.
Sene,
yanılmıyorsam 1970. Üsküdar’dan karşıya geçiyoruz vefakâr ve cefakâr sevgili
eşim (Allah rahmet etsin) ve ilk göz ağrımız ve altıntopumuz Fuat’la birlikte.
Fuat, başlamasın mı; “Martılar, güzel kuşlar şarkısına...” (Altın top deyimini
açayım biraz. Fuat, kundakta iken, salona çıkardık, evet odayı küçük bulup
salona çıkardık ve kundaklı bebeği top yapıp oynardık. İkimiz de gençtik; topu
yere düşürme ihtimalini hiç aklımızdan geçirmezdik. Cahillik işte. Allah
göstermesin her şey olabilirdi.)
Kronolojik
sıra gözetmeden yazmak iyi olmuyor; am şimdi sırayı düşünecek halde değilim.
Eşimin
vefatından sonra Üsküdar’a indim; ama bir müddet o güzelim Boğaz’a bakamaz
oldum. Şimdilerde bakıyorum; ama...
Eskiden
martılara simit atarlardı. İzmit’ten ayrılıp İstanbul’a yerleşince zaman zaman
inerdim Üsküdar’a. Vapurla karşıya geçerken birkaç simit alırdım ki martılara
atayım. Gördüm ki hiç kimse atmıyor. Yasaklandı her halde dedim ve simitleri
yedim.
Eskiden
simit dokunmazdı bana. Midem mi bozuldu, simitler mi?
Simit
yeme alışkanlığım olmamasına rağmen sahilde gezerken, oğluma simit almasını
söyledim. Yine, martılara simit atmıyorlar. Eh, ne yapalım? Simit yemeye
başladım. Gezerken yiyenlere çok kızarım. Buna rağmen simit yiyordum. Ahmet’in
dediğine göre çok iştahlı yiyormuşum. Ahmet videoyu işletti. Çok da fotoğraf
çekti. Bir fotoğraftan haberliysem, 10 fotoğraftan habersizdim. Güzellerini
bana atmasını, diğerlerini silmesini söyledim. Hiç birini silmeyeceğini
söyledi. Eh ne edeceksin, babasının oğlu. Ben de bunca yazı yazdım. Bunları hiç
düzeltmeden yayınladım. Eğrisiyle düzgünüyle, yanlışıyla doğrusuyla işte ben
buyum, diyorum ya, oğlum da öyle.
Fotoğraflar
o kadar çok ki... Ahmet kolayını buldu video yaptı. Yapsın tabii. Bir anı
kalacak geriye...
Ben
kelimelerle tasvir yapabilirdim gençliğimde. Hem de öyle böyle değil. Az çok
resim bilgisi de var ya... Şimdi ne diyelim: Fotoğraf makinesi ve kamera çıktı
mertlik bozuldu.
Tasvir
yapmaya kalksam var ya 10 günde bitiremem. Yurttaşlar, turistler, göçmenler,
sığınmacılar veya kaçaklar yayılmışlar çimenlere. Video veya fotoğraflara benim
gözümle bakın ve Üsküdar’ın şimdiki hikâyesini yazın.
Her şeye rağmen Üsküdar hâlâ çok güzel. Sosyal tesislerden birkaç saat Boğazı seyrettik.
(Sakarya’dayken kuruyordum.
Sosyal tesislerde sanatkâr arkadaşlarımla masamızı kuracağız. “BOĞAZİÇİ bizi DİNLİYOR”
serlevhalı afiş de yapacaktım. Ahmet’e, “Başla” emrini vermiştim; ama
keyifsizlenince vazgeçiverdim.
Boğaziçi
bizi dinledi mi bilemeyiz; ama biz Boğaziçi’ni dinledik hep. Ben de müzik
kulağı yok gerçi; ancak doğal sesler beni sarıyor nedense.
Sabahattin
Gencal,
Çekmeköy-İstanbul,
17. 09. 2022